10 Ocak 2008 Perşembe

DTP’li Tuðluk yüreðinin söküldüðü aný yazdý

İSTANBUL - DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, 3 Ocak günü memleketinde PKK’nın emriyle patlatıldığı belirtilen bombanın ardından duygularını yazdı. Tuğluk, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısında, şiddeti durdurma sorumluluğu, özeleştiri ve özveriyle politik irade gösterme gerekliliğini vurguladı; “Hem çocuklar ölürken kime ne anlatabiliriz ki” dedi.Aysel Tuğluk’un yazısı şöyle:

Teşhise gidemedim. Yanıp kömüre dönen, parçalanan vücudunu çuvala koymuşlar.
O an yüreğim söküldü, koptu, dizlerimin bağı çözüldü.

Mehmet Mutlu -Ferhat Mutlu’nun babası-...
Erkendi ve bekliyorlardı.
Bir baba kızını almaya gitmişti erkenden.
Bir kız çocuğu ablasıyla görüşmek için erken ayrılmıştı dershaneden. Ve bir diğeri dershanedeki arkadaşına ziyarete gitmişti...
Sadece oradaydılar ve bekliyordular zaman geçsin, hayat devam etsin diye.

O yaşta ölüm gelmez insanın aklına; o an’da, tam o yerde gelmez ki ölüm... “Hem insan on yedisinde ölmez ki!” Hem çocuklar ölüyorken kime ne anlatabiliriz ki...

Hayatımızın her anına/alanına yayılan zorun/şiddetin her biçiminden duyduğumuz ürpertiyle kitlelerin zihnini bir yap-boz tahtasına dönüştüren şu ideolojik yabancılaştırmanın, sağırlaştırmanın vahşi tahakkümüne aldırmadan anlamalıyız olup biteni.

ACI KATMERLEŞİR, SÖZ BİTER
Yitirdiğimiz 40 bin insanı ayırt etmeden söylemek isterim ki /İşin içinde bir de üniformasızların ölümü varsa hikâyeler bir dirhem daha trajediye dönüşür, acı katmerleşir, söz biter... Ölüm onları en haksız olduğu haliyle yakalamıştır; beklemedikleri bir anda, göze görünmeden uğrun uğrun kurmuştur ağını.

Gerisi kocaman bir boşluk, bir vakum ürpertisi, bir kırık, damarı tıkamış bir pıhtıdır. Ve bu acı, bu yapışkan sessizlik içinde ideoloji, politika, kelamın her bir türü yiter: kimse bu ölümleri açıklayamaz ve göğsünde çarpan bir yürek taşıyan hiçbir canlı bunu kabul edemez!

Hayatın günlük akışı içinde sıradan yaşayan bu genç insanların ölümüne yol açan o sarsıcı patlama Kürt sorununda insani dramı bir adım daha öne çıkarmaktadır. Kürt sorunu artık sınır ötesi ve berisinde kontrolsüz bir şiddetin kıskacındadır. Hayatlarımız, sınır ötesine bomba yağdıracak savaş uçaklarının kalkışıyla başlayan ve bombardımandan sonra sınırın berisinde bir şekilde patlatılacak bombaya kadar ki ‘zaman aralığında’ ölüm riskiyle yüz yüzedir artık. Hayatımızın kaos aralığıdır bu. Yaşarsak tesadüf, ölürsek kader!..

ŞİDDETİ DURDURMA SORUMLULUĞU
Son/uçsuz bir güç gösterisi içinde sorunlarımızı konuşmanın talihsizliği kadar, bu sınır tanımaz şiddeti bir an önce durduracak önlemleri herhangi bir komplekse kapılmadan almak sorumluluğundayız.

Önümüzdeki iki-üç ayı bu açıdan yararlı değerlendiremezsek, 2008 yılının her anında, savaşan güçlerin ‘düellosunda’ arenaya dönüşmüş hayatımızın her santimetrekaresinde ölümlere tanıklık ederek yaşayabiliriz, eğer yaşamak sayılacaksa...

Sivil anayasa çalışmalarını doğal seyrinde sürdürerek ve reform programının aksatılmamasıyla birlikte, ivedilikle meclisin gündemine vatandaşlık tanımını, anadilde eğitim ve yerel yönetim reformu kadar bölgesel-ekonomik kalkınma programını taşımalı ve bir sonuca bağlamalıyız. Üç ay içinde bir konsensüse varabilecek politik olgunluğu ve duyarlılığı gösterebiliriz. Silahlı güçlerin toplumsal hayata katılımını 221’in revizyonuyla sağlayabileceğimizin irrasyonalitesinden bir an önce uzaklaşmalıyız.

Bu denli öngörüsüz, bu denli içeriksiz düzenlemelerle zaman kadar imkân da kaçırdığımızın farkında olmalıyız. Mesela neden merhum Turgut Özal’ın düşündüğü, hatta bir formülasyona kavuşturduğu hukuki düzenlemeyi gündemimize alıp tartışmıyoruz? Bu bir taviz, bir geri adım olmayacaktır. Aksine, 22 Temmuz seçim sonuçlarının bir tarihselliği olduğu iddia ediliyorsa, meclisin çözüm zemini ve gücü olması dışında ne olabilir ki? DTP bu nedenle meclistedir ve toplumsal barışımız için rolümüzü oynamak istiyoruz. Siyasal ve meşru güçlerin sivil zeminini/argümanını güçlendirmek sorumluluğundayız.

ÖZELEŞTİRİ VE ÖZVERİYLE POLİTİK İRADE
Halen insanlar demokratik birlik çözümüne dair inanç ve umutlarını koruyorlarken, halen meclisteki vekillerinden ortak bir caba, birlikte bir arayış/çözüm bekliyorlarken, DTP’nin meclis grubu ile böylesi bir şansın imkân dâhilinde olduğunu düşünüyorken, karşılıklı özeleştiri ve özveri içinde bu sürece müdahale edecek politik iradeyi oluşturmalıyız. Ancak DTP’yi yalnızlaştıracak, işlevsizleştirecek, siyaset yapamaz hale getirecek her yaklaşımın, her eylemin, her sözün vebali de sahibine aittir.

Kınama retoriğiyle yitirdiğimiz insan/zaman ve diyalog ortamını partisel hesap/kitabı bir kenara bırakarak yeniden işlevsel bir hale getirmeliyiz. DTP’nin sırtına çarmıhı vurarak bir günah objesi gibi ortalığa salmak kimi/ne kadar mesuliyetten kurtarabilir ki? AKP’nin bu çılgınlığa varan şiddet ortamında hiç mi katkısı yoktur? Meclisteki DTP’li vekiller olarak yok sayılır/tecrit edilirsek, makul bir çözüm adına değil, sosyolojik gerçeği ve siyasal realiteleri göz ardı ederek tamamen “tasfiye” söylemiyle bir rol/misyona zorlanırsak bunun ‘kimi çelişkileri’ derinleştirmek dışında hangi/ne katkısı beklenebilir ki? Denenmişin dışında ne denendi ki, bizlerde yeniden sınanıyoruz bu cehennem gibi zamanda...

TEK ÇÖZÜM BİRLİKTE YAŞAMAK
Ve mecliste bir temsiliyet, bir şans olanağı yakalanmışken, bunu sonuna kadar zorlamak, bunda ısrar etmek gibi bir tercih var iken/sürüyorken, hayatın tam orta yerinde patlamanın gereği nedir ki?
Coğrafyamızın makûs talihi yüzünden üstümüz başımız yaralarla bezeli, durmadan yeni travmalarla örselenip duruyoruz; her geçen gün ruhumuzdan, kalbimizden bir şeyler götürüyorken beraberinde talepkarı olmadığımız bir olgunluğu da getiriyor. Bu ülkede beraber yaşadığımız tüm kesimlerin istemedikleri bir halde ulaştıkları bu olgunluğa güvenerek pratik ve politik bir tavır geliştireceğimize inanıyorum. Sözü ve eylemi değerli kişi ve grupların, hatta sıradan insanların katılımıyla bu tutumu güçlendirebilecek olanaklara sahibiz. Yoksa tüm bu olan bitene yanıtsız kalmak beraberinde şiddetin gölgesinde acıdan titretecek bir hayatı getirecektir; bu ülkede beraber yaşadığımız hiçbir insanin böyle bir hayatı hak etmediği, böyle yaşamak istemediği inancındayım.

Ankaralı sevgili Rıdvan ile Diyarbakırlı sevgili Ferhat’ın -ve bir de melek kızın- aziz hatıraları adına ısrarla, inatla, yine ve büyük istekle, birlikte yaşamak diyorum...

Hiç yorum yok: