9 Haziran 2007 Cumartesi

Menenjit ve KKK aşıları ücretsiz

Sağlık Bakanlığı, halen özel sağlık kurumları ve muayenehanelerde, isteyen ailelerin çocuklarına ücret karşılığında yapılan kızamık-kızamıkçık-kabakulak (KKK) ve menenjit (Hemophilus influenza tip b-Hib) aşılarını “Çocukluk Çağı Aşı Takvimi”ne ekledi.

Aşı takvimine eklenen aşıların ithal edildiği, patent testleriyle ilgili çalışmaları devam eden aşıların 1-2 ay içinde bakanlığa bağlı kurumlarda ücretsiz yapılmaya başlanacağı belirtildi. Bakanlığın yeni uygulamasıyla, daha önce 8 ay olan kızamık aşısının ilk dozunu uygulamanın da 1 yaşa çıkarıldığı, bu aşının, KKK aşısı uygulaması başlayınca aşı takviminden çıkarılacağı ifade edildi.

Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce valiliklere gönderilen “Aşı Takvimi Değişikliği” başlıklı yazıda, 2 Eylül 2005 tarihinde gerçekleştirilen”Bağışıklama Danışma Kurulu”nda (BDK) alınan kararlar doğrultusunda,çocukluk çağı aşı takvimi ve aşı uygulamaları konusunda bu yıldan itibaren yeni düzenlemelere gidildiği duyuruldu. Yazıda, BDK’nin toplantısında, 2006 yılında Hib ve KKK aşılarının rutin aşı takvimine eklenmesinin kararlaştırıldığı, 26 Aralık’ta yapılan toplantıda ise uygulanacak aşı takviminin belirlendiği, lojistik hazırlıklar tamamlandıktan sonra bu aşıların illere sevkıyatının yapılacağı ve kullanımın başlatılacağı bildirildi.

Bursa İl Sağlık Müdür Vekili Serhat Yamalı da konuyla ilgili olarak, bakanlığın yazısı doğrultusunda KKK ve Hib aşılarının “Çocukluk Çağı Aşı Takvimi”ne alındığını belirtti. Bakanlık tarafından alınan ilaçların halen Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi’nde patent testlerinin yapıldığını, bu işlem bitince illere sevkıyatın başlayacağını anlatan Yamalı, 1-2 ay içinde bu aşıların çocuklara yapılmaya başlanacağını kaydetti. Yamalı, Hib aşısının difteri-boğmaca-tetanos (DBT) karma aşısında olduğu gibi çocuklara, doğumdan itibaren 2, 3 ve 4. ayın sonlarında 3 doz halinde yapılacağını, 16-24’ncü aylar arasında ise “rapel” uygulanacağını söyledi.

KIZAMIK AŞISINDA YENİ UYGULAMA
Bakanlığın, 2002 yılından bu yana yürüttüğü “Kızamık Eliminasyon Programı”nın destek aşılama çalışmalarının başarıyla tamamlanması ve aşılama sonrası bulaşma riskinin azalması nedeniyle BDK’de, 8 ay olan kızamık ilk doz aşılama yaşının 12. aya çıkarılmasının da gündeme geldiğini belirten Yamalı, kurulun tavsiyesiyle 1 Ocak’tan itibaren kızamık aşısının ilk dozunu 1 yaşını tamamlayan çocuklara yapmaya başladıklarına işaret etti.

Yamalı, KKK aşısının uygulanmaya başlanmasıyla kızamık aşısının tekli uygulamasının sona ereceğini, kızamık aşısının yerine aşı takvimine giren “KKK” aşısının da kızamıkta olduğu gibi ilk dozunun 1 yaşında, ikinci dozunun ise ilköğretim 1. sınıfındaki çocuklara uygulanacağını kaydetti.

Mavi forum

Stresli çalışma ortamı kalp düşmanı

Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Turan Ege, stresli çalışma ortamının ciddi sağlık sorunlarına yol açtığını belirtti.

Doç. Dr. Turan Ege, “stresli ortamlarda çalışan kişilerdeki ani tansiyon yükselmeleri, aort damar yırtılmalarına neden olabilir” dedi.

Doç. Dr. Ege, kalpten çıkan ve vücuttaki en büyük atardamar olan aort yırtılmalarının, acil müdahale edilmesi gereken ciddi bir sağlık problemi olduğunu söyledi.

Aksi halde bu durumun kişinin kısa sürede hayatını kaybetmesine neden olabildiğini ifade eden Doç. Dr. Ege, şöyle konuştu:
“Aort damar yırtılması görülen kişilerde ani bayılmalar olur. Göğüste veya sırtta ani başlayan ağrılarla kendini gösteren aort damaryırtılmaları, ani kalp krizlerine neden olmaktadır. Bu hastaların çoğuise 40-60 yaş arası erkeklerdir. Hipertansiyonu ve doğumsal aort damarhastalıkları olanlar da risk altındadır. Günümüzde yoğun stresli ortamlarda çalışan kişilerin ani tansiyon yükselmeleri de aort damar yırtılmalarına neden olabilmektedir.”

Son yıllarda aort yırtılması nedeniyle hastaneye başvuranlar arasında stresli işlerde çalışan genç erkek hasta sayısında önemli artış olduğunu bildiren Doç. Dr. Ege, şunları kaydetti:
“Yoğun stresli ortamlarda çalışılıyorsa, mutlaka bu stresin azaltılması gerekmektedir. Aksi halde aşırı stres, ani tansiyon yükselmeleri oluşturarak aort yırtılmasına neden olabilmektedir. Tansiyon yüksekliği saptanan kişilerde çeşitli ilaçlarla tansiyonun mutlaka normal sınırlara çekilmesi gerekir. Kişinin bilinen başka kalpdamar hastalığı varsa, bunlarında da mutlaka zamanında tedavisi yapılmalıdır.”

Doç. Dr. Ege, aort yırtılmaları tanısının yüzde 85-90 oranında bilgisayarlı tomografiyle konulabildiğini belirtti.

Mavi forum

Kuş türleri tehdit altında

Düzenli olarak gözlenen kuş türü bakımından Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden biri olan Türkiye’de, çoğunluğu yırtıcı olan 43 kuş türünün neslinin kritik düzeyde ve tehlike altında olduğu belirtildi.

KAD) Türk Koruma ve İzleme Programı Sorumlusu İlker Özbahar, “300’ü aşkın kuş türünün gözlendiği ülkemizde, bu türlerin her birinin azalması ya da yok olması, içinde yaşadığımız sistemin bozulması anlamına geliyor” dedi.

Kuş Araştırmaları Derneği (KAD) Türk Koruma ve İzleme Programı Sorumlusu İlker Özbahar, ülkemizde varlığı bilinen yaklaşık 460 kuş türünden 310’unun düzenli olarak gözlendiğini söyledi. Türkiye’nin, bu rakamlarla kuş açısından Avrupa’nın en zengin ülkesi olma şansını son yıllarda hızla kaybetmeye başladığını belirten Özbahar, bunun, sulak alanların kuruması, ormanların yok olması, plansız yapılaşma, kaçak avcılık ve tarım alanlarında kullanılan ilaçlardan kaynaklandığını ifade etti.

Özbahar, pek çok yerde sayıları artan karabatak gibi kuş türlerinin bile Türkiye’de büyük hızla azaldığına dikkati çekerek, “Ciddi önlemler alınmazsa, kuş türü popülasyonu ciddi risk altına girebilir. Bunun için kamu kuruluşları, çevre dernekleri ve bakanlık düzeyinde ciddi programlar devreye sokulmalı” dedi.

En iri kuş türü olan toy kuşu sayısının 750’ye indiğini, kelaynak türünün de doğal ortamdan tamamen kaybolduğunu belirten Özbahar, şöylekonuştu:
“Kırmızı hat sınırında bulunan türler için öncelikle sayılarının belirlenmesi gerekir. Biz dernek olarak elimizden geldiği kadar bunu yapmaya çalışıyoruz. Yaptığımız incelemede orman tahribatı, hayvanların üremesinde en önemli unsurlardan birini oluşturuyor. Yapılan incelemelerde, çoğunluğunu yırtıcı kuşların oluşturduğu 43 kuştürü nesli ne yazık ki kritik düzeyde ve tehlike altında. Kelaynak, ak kuyruklu kartal, bozkır delicesi, bozkır kartalı, şahkartal, küçük orman kartalı, ulu doğan, büyük orman kartalı, telli turna, mezgeldek, suçulluğu, çizgili ishakkuşu, balık baykuşu, kılkuyruk bağırtlak, alaca yalıçapkını ve çöl toygarı, nesli kritik düzeyde (yok olmak üzere) olan türleri oluşturuyor. Büyük ak balıkçıl, çeltikçi, kaşıkçı, flamingo, kaşıkgaga, yaz ördeği, pasbaş patka, kadife ördek, dikkuyruk, kara çaylak, sakallı akbaba, kızıl akbaba, kara akbaba, çayır delicesi, tavşancıl, ada doğanı, bıldırcınkılavuzu, turna, toy, büyük cılıbıt, büyük kızkuşu, kara gagalı sumru, kır baykuşu, küçük ebabil, İzmir yalıçapkını, YeşilArıkuşu ve Çöl Kuyrukkakanı da nesli tehlike altında olan türler olarak sıralanıyor. Kızıl şahin de kaçak avcılık, kaçakçılık, tarım alanlarında kullanılan ilaçlar gibi etkenlerle nesli risk altında bulunan tür olarak karşımıza çıkıyor.”

DOĞAL DENGE BOZULUYOR
İlker Özbahar, son yıllarda ekolojik ve doğaya saygılı tarımdan uzaklaşmanın da ciddi sorunlar yarattığını ifade etti. Bunun, doğal dengeleyici kuşların yok olmasını beraberinde getirdiğini, bunun da ilerde ciddi problemlere neden olabileceğini dikkati çeken Özbahar, şöyle devam etti:
“Bu türlerin her birinin azalması ya da yok olması, içinde yaşadığımız sistemin bozulması demektir. Doğayı bir otomobil gibi düşünürseniz, otomobilden sökülen her bir vida mutlaka aracın çalışmasını engelleyecektir. Bazı türlerde bu etki hemen gözlenirken, diğerlerinde uzun yıllar sonra birden patlak verebilir. O nedenle koruma çalışmaları, bir an önce Çevre ve Orman Bakanlığı önderliğinde bu türlere ait Koruma Eylem Planları hazırlanarak başlanmalı, bu türlere etki eden tehditler ve etmenler belirlenmelidir. Daha sonra ilgili kurum ve kuruluşların bu etmenleri azaltacak çalışmaları ve düzenlemeleri yapması çok önemli. Sulak alanların doğal yapısına müdahale edilmemesi, bozulmuş sulak alanların restore edilmesi gibi yaklaşımlar, bu tür tehditleri ortadan kaldırabilir.”

Mavi forum

Suaygırları kuraklık yüzünden ölüyor

Afrika’nın kuraklıkla boğuşan ülkesi Kenya’da milyonlarca insanı etkileyen kuraklık onlarca suaygırının ölümüne yol açtı.


Bir kamu kuruluşu olan KWS’nin üst düzey yetkilisi, ölümlerin Aralık ortasında başladığını ve bugüne kadar 60 ila 80 suaygırının öldüğünün sanıldığını, kuraklığın devam etmesi halinde hem suaygırlarının hem de fil ve manda gibi başka hayvanların ölümlerinin süreceğini söyledi.

Bu hayvanların susuzluktan öldüğünü belirten bir başka yetkili de kitleler halinde ulusal parktan çıkarak nehirlerde su arayan suaygırlarının halk için de tehlike oluşturduğunun altını çizdi.

Afrika’nın kuraklıktan en çok etkilenen ülkelerinin başında gelen Kenya’da Aralık’tan bu yana çoğu çocuk en az 40 kişi açlık ya da buna bağlı hastalıklardan hayatını kaybetti. Afrika’daki ciddi kuraklık Kenya’nın yanı sıra Etiyopya, Somali ve Cibuti’deki milyonlarca insanıda tehdit ediyor.

Mavi forum

Kış bebekleri daha akıllı

Kışın doğan bebekler yazın doğan bebeklere göre daha akıllı... ABD’li bilimadamları yedi yıl boyunca 21 bin bebeği gözlemleyerek bu ilginç sonuca ulaştı. Ayrıca, kışın doğan bebeklerin daha uzun ve daha iri oldukları da belirlendi.

Şimdiye kadar yapılan en kapsamlı bebek araştırmasının sonuçları önümüzdeki günlerde açıklanacak. Harvard Üniversitesi bilimadamları öncülüğünde yapılan araştırmada 21 bin kız ve erkek bebek inceleme altına alındı. Araştırma, dünyaya gelen bebeklerin mevsimlere göre farklılıklarını ortaya koyuyor.

Yedi yıllık bir süreyi kapsayan araştırmaya göre, kış-ilkbahar döneminde doğan bebekler, diğer mevsimlerde dünyaya gelen bebeklere göre daha akıllı, daha iri ve daha başarılı...

Araştırmacılar, mevsimler ve güneş ışığının, hamile annenin hormonlarıyla vücut ısısına etki ettiğini belirledi. Zira bu etkenler, bebeğin karakteristik özelliklerini de değiştiriyor.


KIŞIN DOĞAN BEBEKLER, YAZIN DOĞANLARA GÖRE DAHA AKILLI
Bilim adamları, yedi yıllık süreç içinde bebekleri doğumlarından hemen sonra, sekiz aylıkken, dört yaşındayken ve en son yedi yaşındayken birtakım fiziksel ve ruhsal testlere tabi tuttu.

Ve yedi yıllık sürenin sonunda kışın doğan bebeklerin, yazın doğan bebeklere göre, yaklaşık 2 milimetre daha uzun boylu, 210 gram daha ağır olduğu, zeka testlerinde de daha yüksek skorlara sahip oldukları belirlendi.

Mavi forum

Sebzeler C vitamini deposu

Yüksek kan basıncını düşüren ve vücudun su tutmasını önleyen domatesin kalp hastalıklarına ve prostat kanserine karşı tüketilmesi gerekiyor.

Bol miktarda C vitamini içeren enginar ise gribe karşı koruyucu etkisinin yanı sıra damar sertliği ve kalp hastalıklarını önlemesi özellikleri ile tüketilmesi gereken sebzelerin başında geliyor.

Portakaldan daha fazla C vitamini içeren ve vücudun hastalıklara karşı direncini artıran kırmızı biber, kolera ve gut hastalıklarına iyi gelirken, kanser riskini azaltıyor, vücuttaki aşırı yağ ve kolesterol birikimini önlüyor.

Soğuk algınlığına karşı fazlaca tüketilmesi önerilen lahananın da C vitamini deposu olduğunu belirten uzmanlar, kanserden koruyucu etkisiyle bilinen lahananın ayrıca vücuttaki zehirli maddelerin atılmasını sağladığını, kandaki şeker miktarını düşürdüğünü söylüyor.

Genelde salatalara süs olarak eklenen maydanoz da önemli oranda C vitamini içeriyor. Maydanoz sindirimi kolaylaştırıyor, böbrek taşlarını düşürüyor, anne sütünü artırıyor.

Mavi forum

Kış aylarında beslenme

Sonbaharla birlikte kış ayları grip ve soğuk algınlığına en çok yakalandığımız dönemlerdir. Bu dönemlerde daha kalın giysiler giyerek vücudumuzu soğuktan korumaya çalışırken metabolizmamızı kışa nasıl hazırlayacağız?

Dengeli beslenmeliyiz

Kış mevsimine girdiğimiz şu günlerde metabolizmamızı da koruma altına alıp daha da güçlendirmeliyiz. Bunun en etkili yollarından biri "yeterli ve dengeli" beslenmedir. Bu her yaş grubu için geçerlidir. Özellikle enfeksiyonlara karşı daha duyarlı olan çocuklar, gebeler ve yaşlılar için beslenme daha da önem taşır. Yeterli ve dengeli beslenme gün içinde her besin grubundan yeterli miktarda almakla sağlanır. Böylece ihtiyacımız olan protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineralleri de almış oluruz.

Vitaminler bağışıklık sistemimizi güçlendirecektir

Kış aylarında metabolizmayı güçlendirmek için antioksidant olarak da görev yapan A ve C vitaminlerinden yeteri kadar almak gerekir. Bu vitaminler bağışıklık sistemimizi güçlendirerek hastalıklara karşı daha dirençli olmamızı sağlar. Bu aylarda bolca bulunan turunçgiller, havuç, brokoli, kabak, brüksel lahanası, yeşil biber, karnabahar, mandalin, maydonoz, roka, tere ve meyvaların tüketilmesi ile bu vitaminleri sağlayabiliriz. Bunun yanında taze sıkılmış meyve suları da vücudumuzun gribal enfeksiyonlara karşı korunmasında etkili olacaktır. Burada önemli olan meyve sularının içilmeden hemen önce sıkılmasıdır. Meyve suları bekletildiğinde C vitamin hızla kaybolur. Çünkü bu vitamin ısı, ışık gibi etmenlerden kolayca etkilenir. Ayrıca soğuk kış günlerinde çay, kahve içmek yerine bitki çayları veya c vitamin yönünden zengin olan kuşburnu çayı tercih edilebilir. Yemeklerde veya öğün aralarında yenen bol miktardaki salata da bize bu vitaminleri sağlayacaktır. C vitamini kaybını önlemek için salatalar da meyve suları gibi yenmeden hemen önce hazırlanmalıdır.

Sonbaharda ve soğuk kış günlerinde yenen balık da içerdiği yağ asidinden dolayı bağışıklık sistemimizin kuvvetlenmesine yardımcı olacaktır.

Beslenmenin her zaman olduğu gibi bu dönemlerde de göz ardı edilmemesi gerektiğini bir kez daha anlıyoruz. Dolayısıyla bize düşen, metabolizmamızı en doğru ve en iyi şekilde korumak ve güçlendirmektir.

Sağlıklı bir kış geçirmeniz dileğiyle!

Amerikan Hastanesi

Mavi forum

Cildinizi soğuktan koruyun

Soğuk nedeniyle parmak, kulak, burun ve bacaklarda yaralar oluşabileceğini belirten uzmanlar, ortamdaki ısı dengesinin çok iyi kurulması gerektiğini vurguluyor.

Nem oranının yüksek olduğu yörelerde soğuk havanın cildi adeta ısırıyor ve parmak, kulak, burun ve bacaklarda kırmızı, kaşıntılı yaralara yol açabiliyor. Soğuktan korunma, cilt sağlığı açısından da büyük önem taşıyor.

Cildin soğuktan etkilenmesi için dış ortam sıcaklığının çok düşük olması gerekmediğini, nem oranı yüksek yörelerde cildin soğuktan kolayca etkilendiğini kaydeden uzmanlar, açık havada çalışan kişilerde cilt etkilenmesine çok sık rastlandığını, ancak büyük kapalı mekanlarda da masa altı gibi bölgelerde ısının düşük olduğunu hatırlatıyor.

Isı dağılımının dengeli olmadığı mekanlarda ve dış alanlarda, hassas bünyeli kişilerin parmak, kulak, burun ve bacaklarında kırmızı, kaşıntılı yaralar oluştuğunu bildiren uzmanlar bu etkilenmenin, sıcak ortama geçildiğinde şiddetli kaşınma ve yanma şeklinde ağrıyla devam ettiğini belirtiyor.

Önlem almakta fayda var

Uzmanlar, cildin soğuktan etkilenmesini önlemek için uygun kalınlıkta giysiler ve çoraplar ile sıcak tutacak ayakkabılar giyilmesini öneriyor.

Uzun zaman geçirilen mekanlarda ısı dengesini düzeltici önlemler alınması gerektiğini belirten uzmanlar, soğuk ve rüzgar nedeniyle meydana gelecek çatlamaları önlemek için de uygun nemlendiriciler kullanılmasını tavsiye ediyor.

Soğuk havalarda ortaya çıkan cilt sorunlarının ender de olsa başka bazı hastalıkların belirtisi olabileceğine dikkati çeken uzmanlar, korunma sağlandığı halde şikayeti devam edenlerin mutlaka bir uzman hekime başvurmaları gerektiğini vurguluyor.

Mavi forum

Çağın yeni hastalığı orthoreksiya

Çağın yeni hastalığı orthoreksiya

Psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli, İngiliz Beslenme Bozuklukları Derneği'nin
(EDA) kanserojen madde içermeyen, hormonsuz ve katkısız besin tüketme takıntısı taşıyan, aşırı ve abartılı bir sağlık endişesi ve tam bir
titizlik obsesyonu olan ''Orthoreksiya''yı, çağımız insanının gelecekte en çok yakalanacağı bir yeme bozukluğu hastalığı olarak açıkladığını bildirdi.

Prof. Dr. Arif Verimli, hastalıkla ilgili yaptığı açıklamada, ''Orthoreksiya Nervoza''nın Yunanca ''Ortho'' yani ''Doğru'' kelimesinden türemiş, yepyeni bir yeme bozukluğunun
adı olduğunu söyledi. Günümüzde güzellik kavramının, zayıf kadın ve atletik erkek üzerine kurulmasının bu hastalığın gelişiminde son derece etken olduğuna işaret eden Verimli, bu hastalığın, özellikle büyük kentlerde beden imgesi ve bedeniyle ilgili takıntıları ağırlıklı düşünen, aşırı kaygılı ve takıntılı kişilik yapısında olan kişilerde görülen bir yeme bozukluğu olduğunu kaydetti.

''ÖNÜMÜZDEKİ 10 YILDA YAYGINLIK GÖSTERECEK''

Prof. Dr. Arif Verimli, ''Modern çağ hastalığı'' olarak tanımladığı Orthoreksiya ile ilgili şu bilgileri verdi:
''Orthoreksiya nervozada kişi, her yediği yemeği abartılı bir şekilde kontrol eder. Ürünlerin ambalajlarını saatlerce inceler, o ürünün içinde kanserojen madde, hormon, boya, katkı maddesi olup olmadığına abartılı şekilde kafa yorar. Yiyeceklerin aşırı saf ve katkısız olmasına takıntılı bir titizlik içerisinde önem verir. Yemek konusunda inanılmaz sabit fikirlidirler ve yedikleri besinde 1 mg katkı maddesi olması endişesi hayatlarını karartır. Bu yüzden pek çok besini çiğ olarak yerler. Sağlıklı yemek yeme takıntısı hayatlarına o kadar çok hükmeder ki, pek çok ürünü tüketmekten vazgeçer ve 'Anoreksiya Nervoza'da (Yemek yememe bozukluğu) olduğu gibi kilo kaybetmeye başlarlar.''

EDA'ya göre hastalığın 10 yıl içerisinde büyük bir yaygınlık göstereceğini belirten Verimli, hastalığın ortaya çıkışında ''özellikle çağımızdaki güzellik kavramının zayıflığa dayandırılması, medyada her gün ve defalarca çıkan diyet ve ürünlerin içerikleriyle ilgili bilgiler, bazı ürünlerin kanserojen madde, katkı maddesi, boya ve hormon içerdiğiyle ilgili haberler ile uzun yaşamanın sırlarıyla ilgili sıkça çıkan bilgilerin'' etken olduğunu kaydetti.

''TERAPİ AĞIRLIKLI TEDAVİ''

Ortorektiklerin bu tip bilgi ve haberleri abartılı bir endişeyle karşıladıklarını, hatta evlerinde inek besleyerek süt içmek ya da sebze yetiştirmek şeklinde daha da ileriye götürebildiklerine işaret eden Verimli, hastalığın dünya üzerinde yaygınlığı henüz kesin olarak bilinmemekle birlikte, onbinde 5 gibi bir rakamdan söz edildiğini belirtti.

Prof. Dr. Arif Verimli, hastalığın kadınlarda erkeklerden 2 kat daha fazla görüldüğünü, bu sayının gelecek 10 yılda katlanarak artmasının beklendiğini vurgulayarak, ''Tedavisi için mutlaka bir psikiyatrist ve beslenme uzmanının konsültasyonu gerekir. Terapi ağırlıklı tedavi, başarılı sonuç verecektir'' diye konuştu.

AA


Mavi forum

Menenjitin ilk belirtileri saptandı

İngiliz bilimadamları, menenjitin bilinenlerden daha erken ortaya çıkan ve kan zehirlenmesine benzeyen yeni semptomlarını saptadı.

İngiltere’deki Oxford Üniversitesi kamu sağlığı birimi tarafından yapılan araştırmalar, öldürücü menenjit hastalığının bilinenlerden daha erken ortaya çıkan ve kan zehirlenmesine benzeyen, bacaklarda ağrı, el ve ayakta soğuma ve cilt renginde değişiklik gibi semptomları bulunduğunu ortaya koydu.

Hızlı ilerlemesi ve öldürücü olabilmesi nedeniyle anne-babaların en korktuğu hastalıkların başında gelen menenjitin bugüne kadar bilinen deride kızarıklık, ensede sertleşme gibi semptomlarının hastalığın başlamasından 13 ile 22 saat sonra ortaya çıkabildiğine dikkat çeken İngiliz bilimadamları, “Bu aşamaya gelindiğinde hasta zaten artık hastanelik duruma da gelmiş oluyor. Yapılan müdahaleler, gecikildiği için sonuçsuz kalabiliyor” dedi.

Oxford Üniversitesi bilimadamlarından Matthew Thompson, uzun sürenaraştırmalar sonucunda baş ağrısı, deride kızarıklık, ışığa karşı duyarlık, bilincin zaman zaman kaybedilmesi, ensede sertleşme gibi klasik semptomların çok öncesinde, hastalığın bünyeye girmesinden sonraki 8. saatten itibaren ortaya çıkan yeni semptomları menenjitli 448 çocuk üzerinde yapılan araştırmalar sonucu belirlediklerini açıkladı.

Bu çocukların anne-babalarıyla yapılan görüşmelerde, bütün bu çocukların ortak özelliğinin hastalıklarının ilk 8 saatinde kan zehirlenmesine benzeyen belirtiler gösterdiği sonucunu elde ettiklerini belirten Thompson, “Bunlardan da daha erken, 4-6 saat arasında ortaya çıkan ateş, iştah kaybı, kusma gibi semptomlar da var,ama bunlar birçok diğer hastalıkta da görüldüğü için bu semptomlarla sonuca varmak zor” diye konuştu.

Mavi forum

Uykusuz gecelerin nedeni: Apne

Uyku apnesi olanlar sağlıklı bir uyku uyuyamıyor, yeterli oksijen alamıyor, asabi ve yorgun uyanıyor.


Uyku laboratuvarlarında yapılan testlerle tanısı konabilen bu rahatsızlık en çok orta yaş üzeri erkeklerde, aşırı kilolu olanlarda, alkol ve sigara kullananlarda görülüyor.

Uykuda solunumun kısa süreli durması ve kandaki oksijen düzeyinin belirli seviyelerin altına inmesiyle karakterize olan bir sorun uyku apnesi. Toplumda yüzde 5 gibi ciddi bir oranda görülmesine rağmen, yeterince tanınmıyor. Uyku apnesini hasta tek başına fark edemediği için çoğunlukla sorunun varlığı eşler ya da ailenin diğer üyeleri tarafından fark ediliyor.

Uyku apnesini bu denli önemli yapan noktalardan biri de, tedavi edilmemesi durumunda, birkaç yıl içinde kalp hastalıkları da dahil olmak üzere hayati önem taşıyan sağlık sorunlarına yol açması. Hemen her yaş grubunda ortaya çıkmakla birlikte orta yaş üzerinde daha sık rastlanıyor. Yaş ilerledikçe de görülme ihtimali artıyor. Erişkinlerde kilo sorunu olan, alkol kullanan ve sigara içen kişilerde uyku apnesi daha fazla ortaya çıkıyor. Çocuklarda sıklıkla, bademcik ve geniz eti büyümesi ve burun tıkanıklığı sebebi ile görülüyor.

Özellikle çocuklarda ortaya çıkan uyku apnelerinin erken teşhisi çok büyük önem kazanıyor. Çünkü ihmal edilmiş teşhisler büyüme-gelişme geriliği, beynin oksijensiz kalması gibi çok ciddi problemlere veya uzun vadede akciğer ve kalp rahatsızlıklarına yol açabiliyor. Bunun yanında farklı nedenlere bağlanan okul başarısında azalma, öğrenme güçlüğü, sosyal izolasyon, çekingenlik, sinirlilik gibi sosyal problemlerin de ortaya çıkmasına neden olabiliyor.

Farklı nedenlerle ortaya çıkan uyku apnesi nöroloji, KBB ve göğüs hastalıkları disiplinlerinin konusunu oluşturuyor. Ancak öncelikle sorunun şiddeti ve tanımının doğru olarak tespit edilmesi gerekiyor ki bu noktada uyku laboratuvarları etkili oluyor.

İKİ TÜR UYKU APNESİ VAR
Anadolu Sağlık Merkezi KBB uzmanı Op. Dr. Anıl Güngör, uyku apnesinin esas olarak iki farklı türü bulunduğunu belirterek şu bilgileri aktarıyor:

Santral uyku apnesi: Beyindeki solunum merkezinin yetersiz ve uyumsuz çalışması sebebiyle ortaya çıkarlar. Solunumun azalması ve durmasını takiben kanda karbondioksitin artması ve oksijenin azalması sonrasında uyanma tipiktir. Santral uyku apnesinden muzdarip olan kişiler, periferik apne yaşayanlara oranla uyanma dönemlerini daha rahat hatırlıyor.

Periferik (Obstrüktif) uyku apnesi: Boğazda solunum yolunu açık tutan kasların gevşemeleri ile havanın geçeceği alanın kapanması, daralması sonucunda oluşuyor. Hava yollarının daralması sonucunda bir süre solunum duruyor ve kandaki oksijen miktarı azalıyor. Karbondioksit birikmesi bir süre sonra beyni uyarıyor ve tekrar solunum almayı sağlıyor. Beyin bu azalmayı algılıyor ve uyku derinliğini azaltarak hava yolunun tekrar açılmasını sağlamaya çalışıyor. Sonuçta hasta bütün geceyi nefes almak için uğraşmakla geçiriyor ve neler yaptığının farkında bile olmuyor. Horlamalar, çırpınmalarla geçen gecenin ardından hem ciddi bir efor sarfedilmiş, hem de gerekli uyku alınamamış oluyor. Bu da gün boyu yaşanacak yorgunluk, gerginlik ve sinirliliğe yol açıyor. Çocuklarda ise bütün gece nefes almak için harcanan efor ve bozulmuş uyku düzeni sebebi ile büyüme için gereken kaynaklar boşa gidiyor; büyüme ve gelişme geriliği ortaya çıkabiliyor. Santral ve obstrüktif uyku apnesinin beraber görülmesi halinde miks tip apneden sözediliyor.

Özellikle obstrüktif, yani solunum yolu tıkanmasına bağlı uyku apnesinin bazı problemlerin ortaya çıkmasında risk oluşturduğuna işaret eden Op. Dr. Güngör, şöyle konuşuyor:
“Bu kişilerde öncelikle kalp ritm bozuklukları görülüyor, hipertansiyona yatkın oluyorlar. Kalp krizi riski artıyor, önemli bir kısmında kronik üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları ve nefes darlığı problemi yaşanıyor. Gün içindeki uyuklamaları artacağı için de yaşam kalitesinde de ciddi bir düşüş yaşıyorlar. Mesleklerinde verimleri düşebiliyor. Örneğin ABD´de uyku apnesi olduğu tesbit edilen kamyon şoförlerinin yapmış olduğu kazalar ciddi boyutlarda”.

APNENİN NEDENLERİ
Her yaş grubunda ortaya çıkan uyku apnesinin nedenleri de değişkenlik gösteriyor. Konuyla ilgili bilgiler veren Op. Dr. Güngör, yetişkinlerde ve çocuklarda ortaya çıkan uyku apnesine ilişkin şunları anlatıyor:

Bebekler ve çocuklarda: Bebeklerde gelişme eksikliğine bağlı larenksin (gırtlağın) ve solunum borusunun gelişmemesi gibi problemler ön plana çıkıyor. Bunların yüzde 95i bir yıl içinde bebeğin gelişmesiyle geçiyor. Yüzde 5’i ise cerrahi ya da tıbbi müdahale gerektiriyor. Bebeğin, doğumda oluşan değişik konfigürasyonlar nedeniyle küçük çeneli olmasından dolayı dili arkaya kaçabiliyor ve bu da uyku apne sendromuna yol açabiliyor. Bunları göreceli olarak basit tıbbi müdahalelerle tedavi etmek mümkün.

Çocuklarda horlama ise başlı başına bir sorun ve bir takım özel yaklaşımlar gerektiriyor. Horlayan her çocuğun apnesi yok, ama genellikle apnesi olan bütün çocuklar horluyor. Anne ve babaya apneyi sormanın yolu, çocuklarının uykularında bir süre soluklarının kesilip kesilmediği, ki bunlar genellikle horlayan çocuklar oluyor. “Bu dönem ne kadar sürüyor, bu dönem sonunda çocukların soluk almaları tamamen kesiliyor mu, yoksa nefes almaya çalışıyor da alamıyor mu?” gibi sorularla sorunun varlığı, şiddeti süresi tespit edilebiliyor. Uyku apnesi sorunu yaşayan çocuklarda parasomniya denilen ve uykunun REM fazında kalamamaya bağlı bir takım yan etkiler yaşanıyor. Oksijen düştüğü dönemlerde korkulu rüyalar görüyorlar ya da birdenbire gece işemeleri ortaya çıkabiliyor. Okul çağlarındaki çocuklarda okul başarısında birdenbire düşme olabiliyor. Gece bacaklarını sallama sık rastlanan bulgulardan. Öğretmeninden çocuğun dikkatsiz, çok sinirli ve kavgacı olduğu, sık sık ağladığı gibi şikayetler duyulabilir ki hekimin bunlara da çok dikkat etmesi gerekiyor. Tüm bunlar bir tablo içine yerleştirildiğinde ve büyük tablo görülebildiğinde anlam kazanıyor. Sürekli ağzından nefes alan çocuklarda diş ve damak gelişim bozuklukları, diş çürükleri, ağız kokusu, sık boğaz ağrısı ve iltihabı, yutma bozuklukları, yüz gelişim bozuklukları başlıyor.

Yetişkinlerde uyku apnesi: Yetişkinlerde tablo biraz değişiyor. Erişkinlerde ve çocukların bir kısmında uyku apne sendromu obeziteyle birlikte ortaya çıkıyor. Peki aşırı kilo uyku apnesini nasıl etkiliyor? Boyun çevresindeki yağ dokusunun artması bir yere kadar dışa doğru gelişirken, bir yerden sonra büyük bir kısmı solunum yolunu da daraltıyor. Vücudun büyümesiyle bağlantılı oksijen ihtiyacı artmakla birlikte, solunum yolunun daralmasına paralel oksijen alımı azalıyor. Yani birdenbire tüm fizyolojik denge tersine dönüyor.

UYKU LABORATUVARI
Uyku apnesinin kesin teşhisi ve şiddetinin ölçülebilmesi için uyku laboratuvarlarında “polisomnografi” adlı incelemeler yapılması gerekiyor. Uyku sırasında bir çok parametrenin kaydedildiği polisomnografi ile kalp fonksiyonu, solunum fonksiyonu, oksijen ve karbondioksit miktarları, beyin bölgelerinin aktiviteleri, uykunun yapısı ve uyku bozuklukları hakkında en sağlıklı bilgilerin alınması sağlanıyor.

Anadolu Sağlık Merkezi’nin uyku laboratuvarında yaptıkları polisomnografiye ilişkin uyku laboratuarı sorumlusu Nöroloji Uzmanı Dr. Levent Üçkardeşler şunları anlatıyor:
“Bu yöntemle, beyin elektrosu (EEG), solunum hareketleri, uyku sırasında kandaki oksijen miktarı, kalp elektrosu (EKG), göz hareketleri, kaslardaki kasılmalar, kol - bacak ve gövde hareketleri, hastanın sürekli video görüntüsü eşzamanlı (simultane) kayıtlanır ve böylece uyku sırasında vücut işlevleri hakkında ayrıntılı bilgi elde edilir. EEG ile uykunun seyri ve fazları, uykudaki anormal hareketler ve durumlar kaydedilmektedir. Polisomnografi, sık görülmeleri nedeni ile en sık uyku apnelerinin durumu ve tipinin saptanmasında kullanılır.
Bunun yanında nörolojik hastalıklar olan uyku bozukluklarının teşhisinde kullanılmaktadır. Bu yöntemle uyku ritm bozuklukları (disomnialar), uykusuzlukların (insomnia) tip tayini, narkolepsi ve huzursuz bacak sendromu (restless leg) gibi nörolojik hastalıklar, uykuda hareket bozuklukları (parasomnialar) teşhis edilir. Diğer yaygın bir kullanım alanı da erkeklerdeki impotansların, yani penisteki sertleşme bozukluklarının teşhisidir. Özel bazı kaydedicilerle peniste uyku sırasındaki sertleşmeler kaydedilerek iktidarsızlığın gerçekten var olup olmadığı ve psikolojik mi yoksa organik mi olduğuna karar verilmekte, böylece tedavisi daha sağlıklı yapılmaktadır.”

Uyku testlerinden sonra elde edilen bilgiler değerlendirilerek, uyku apnesinin gerçekten tedaviye ihtiyaç gösterip göstermediğine karar veriliyor. Burada da farklı disiplinlerdeki hekimlerin işbirliği içinde çalışması gerekiyor. Uyku apne sendromu olan hastaların nöroloji, KKB, göğüs hastalıklarının ortak takip ettiği hastalar olmakla birlikte; öncelikle nöroloji ve KBB takibinden geçmesinin uygun olacağı düşünülüyor.

YETİŞKİN VE ÇOCUK TEDAVİSİ
Tedavi uygulandığı taktirde uyku apnesinin ortadan kaldırılıp kaldırılmayacağının gruplara göre değişkenlik gösterdiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Reha Baran sözlerine şöyle devam ediyor;
“Çok küçük çocuklarda solunum yolu obstrüksiyonu varsa cerrahi müdahale ile bunları düzeltmek mümkün. Oyun çağı çocuklarında eğer obstrüksiyon yeri doğru tespit edilir ve bunlar ameliyatla uzaklaştırılırsa, çocuktaki pozitif etki hemen görülüyor. İleri yaşlarda obez kişilerde ise sorun ve çözümü biraz daha karmaşık. Ameliyatla solunum yolu açılabiliyor, ancak buradaki yağ dokularına genel olarak müdahale edilemiyor. Kesin çözüm için bu kişilerin kilo kaybına yönlendirilmeleri ve bir takım solunum cihazlarından faydalanmaları sağlanmalarıdır.”

Gögüs hastalıkları uzmanları olarak hastanın sorunun saptanmasının ardından genellikle CPAP ya da BiPAP cihazlarını kullandıklarını söyleyen Doç. Dr. Baran şu bilgileri veriyor:
“CPAP (Continious Positive Airway Pressure) cihazının kullanılmasındaki amaç hastaya devamlı hava basıncı uygulamasıyla uyku sırasında kapanan üst hava yollarını açık tutmaktır. CPAP cihazı hastanın burnuna yerleştirilen, yumuşak silikon bir maske ve bunu cihaza birleştiren hortumdan ibarettir. Cihazın olumlu etkisi birkaç gün içinde görülür. Yorgunluk, uyuklama gibi belirtiler kaybolur; hastanın günlük aktivitesi ve canlılığı artar, horlamalar kesilir. Artan dinamizm, şişman hastaların zayıflamasını ve sağlıklı kilolara ulaşmasını sağlar.
Bunlarda en önemli problem aslında hasta uyumu oluyor. Eğer hasta çok semptomatikse bunu kullandığında müthiş bir fayda görüyor. Ertesi gün yeniden doğmuş gibi oluyor. Sabah baş ağrıları olmuyor, kaliteli bir uyku uyumuş oluyor. Böyle hastalarda daha iyi bir uyum var. Fakat bu kadar şikayeti olmayan hastalarda çok uyumlu olmuyor bir süre sonra bırakıyor.”

RİSK FAKTÖRLERİ
Kilo fazlalığı nedeniyle boynun ve boğaz çevresindeki yağ dokusunun artması.
Özellikle çocuklarla büyümüş bademcik ve geniz etinin varlığı.
Boğazın dar yapıda olması. Bazı kişilerde boğazın şekli doğuştan dar yapıda olabilir.
Uyku apnesi erkeklerde kadınlara oranla 2 kat daha fazla ortaya çıkıyor, bu nedenle erkek olmak bir risk faktörü oluşturuyor.
Uyku apnesi orta yaş üzerindeki erişkinlerde gençlere göre 2-3 kat daha fazla görüldüğünden yaş da bir risk faktörü olarak kabul ediliyor.
Boğaz kaslarının uyku sırasında gevşemesine neden olduğu için alkol, sakinleştirici ve uyku ilaçları kullanımı da risk faktörü oluşturuyor.

Mavi forum

Kuş gribi ile mücadelede ekolojik tehdit

Kuş gribine karşı kanatlı hayvanların itlafının gelecekte ekolojik dengeyi bozacağı belirtildi.

Çukurova Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Botanik Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Atabay Düzenli, kuş gribi ile ilgili olarak hükümetin ve uzmanların değerlendirmeleri dorultusunda kanatlı hayvanların itlaf edilmesinin sorunun çözümü yerine kuş türlerinin neslini tehdit ettiğini ileri sürdü.

Prof. Düzenli, doğa ile uğraşan uzmanların kuş gribinin gerçek nedenleri ve hastalığın insanlara nasıl bulaştığının araştırılarak çözümlerin bu yönde uygulanmaya konulmasının yerine günlerdir kamuoyunda sadece kümes hayvanlarının itlafının işlenmesinin gerçekle bağdaşmadığını vurguladı.

Doğada insanlar kadar yaşama hakkına sahip bulunan bitki ve hayvanların hastalık gerekçesiyle nesillerini tüketircesine vahşi mücadelelerin gelecekte ekolojik engede önlenemez sorunları beraberinde getireceğini belirten Atabay Düzenli, “Kuşların da kendilerine göre yaşam koşulları mevcut, insanlarda hayvanlara hastalık bulaştırabiliyor. Kuşların bu mevsimde grip olma olasığını niçin göz ardı ediyoruz, insanlar kadar kuşlarda ekolojinin ayrılmaz bir parçası” dedi.

Türkiye’de kuş gribinin ortaya çıkmasıyla Kırsal alanlardaki plansızlığın çok daha net bir şekilde ortaya çıktığının görülmesine karşılık yetkililerin bu konuşu gözden kaçırdığına değinen Prof. Düzenli, şöyle konuştu:

“Kırsal alanlar bir an önce planlanmalı. Bu alanlarda yaban hayatı ile insanoğlunun yaşayacağı alanlar belirlenmeli. İnsanoğlunun bu alanlarda yaşama biçimi ve şartları ortaya konulmalı. Dünyada tek canlının insanlar olduğu ve insanların her istediğinin kayıtsız şarsız geçerli olduğu fikri terk edilip, bitki ve hayvan ve insanların bu dünyada yaşama haklarının olduğu, her birisinin yaşamları için vazgeçilmez şarları bulunduğu ve birbirlerine bu konuda anlayışlı olmaları gerektiği unutulmamalı. Eğer insanoğlu bu dünyada sağlıklı ve mutlu bir şekilde yaşayıp nesillerini devam ettirmek istiyorsa yaşadığı ortamdaki canlı ve cansızları çok iyi tanımalı ve yaşam tarzını buna göre oluşturmalıdır.”

Mavi forum

Böbrek taşının ilacı su

Günümüzde böbrek taşlarının büyük çoğunluğunu ortadan kaldırabilecek etkin tedavi yolları bulunsa da bu problem pek çok insanı etkilemeye devam ediyor.

20-40 yaş arasında daha sık görülen böbrek taşından korunmanın ilk koşulu günde 2,5 litre su içmek kahve, çay ve kola tüketimini sınırlamak.

Amerikan Üroloji Hastalıkları Derneği yaşamı boyunca erkeklerin yüzde 12’si, kadınların %5’inin taş hastalığı ile karşı karşıya kaldığını açıklıyor.

Acıbadem Hastanesi Kadıköy Üroloji Uzmanı Op. Dr. Bora Özveren böbrek taşı oluşumuyla ilgili şunları söylüyor:
“Kalsiyum, oksalat, veya ürik asit gibi maddeler idrar içerisinde normalde beklenenden daha yüksek yoğunlukta bulunursa böbrek taşı oluşur. Bu maddeler kristaller halinde böbrekte çökelebilir ve zaman içerisinde büyüyerek böbrek taşını meydana getirir. Taşlar yer değiştirerek veya idrar kanallarından aşağıya doğru hareket ederek vücuttan atılabilir. Ancak idrar kanalının herhangi bir düzeyinde takılarak idrar akışına engel oluşturan taşlar genellikle korkulan, şiddetli tipik böbrek ağrısına yol açar.”

RİSK FAKTÖRLERİ
Bazı hastalıklar ve alışkanlıklar bir kişide böbrek taşı oluşum riskini tetikliyor. Özellikle yaşamında daha önce kalsiyum taşı olan bir hastanın tekrar taş hastalığına sahip olma riski çok daha yüksek. Öyle ki geçmişte taş hastalığı olan hastalarda ikinci kez taş oluşma olasılığı bir yıl içerisinde %15 iken 10 yıl içerisinde % 80’lere çıkıyor. Dr. Özveren risk faktörleri konusunda şunları söylüyor:
“Bazı hastalıklar kişinin taş hastalığı riskini arttırır. Gut hastalarında ve idrarında yüksek ürik asit bulunanlarda da böbrek taşı riski fazladır. Ayrıca kristallerin oluşumuna yol açan bazı ilaçlar taş hastalığı riskini artırır. Sık veya sürekli ishal durumunda, ya da sıvı kaybı sonucu yoğun, asidik idrar çıkaran kişilerde böbrek taşı gelişebilir.”

BESLENME ALIŞKANLIKLARINIZA DİKKAT EDİNİZ
Taş oluşumunda beslenme alışkanlıklarının de rolü büyük. Beslenme düzenine dikkat ederek büyük ölçüde taş oluşumunu önlemek mümkün. Dr. Özveren dikkat edilmesi gereken noktaları şöyle sıralıyor:

Başlıca su olmak kaydıyla bol miktarda (günde 2,5 litre) sıvı alın.
Kola, gazoz gibi asitli içecekleri haftada 1 litreden fazla tüketmeyin.
Çay tüketimi azaltın.
Greyfurt suyu ve elma suyunun taş hastalığı riskini arttırabilir. Öte yandan saf limon suyu koruyucudur.
Süt ve süt ürünlerinin hiç tüketilmemesi taş oluşum riskini arttırır. Kalsiyumdan yoksun diyetler uygulanmamalıdır. Süt, yoğurt, peynir gibi besinler makul ölçülerde tüketilmelidir.
Bol lifli besinleri tercih edin.
Yüksek oksalat içeren pancar, soya, kara çay, çikolata, kakao, kuru incir, karabiber, fındık, maydanoz, haşhaş tohumu, ıspanak, çilek, böğürtlen vs besinleri aşırı tüketmeyin.
Taş hastalığınız varsa bira ve diğer alkollü içecekler, ançuez, sardalya, sakatat, kuru bakliyat, mantar, ıspanak, kuşkonmaz, karnıbahar ve et tüketimini kısıtlayın.
Tuz kullanımını azaltın.

BELİRTİLERİ
Taş hastalığında görülen ağrı en sık rastlanan belirti. Böbrek ağrısının şiddeti değişiyor. Bazı kişilerde belli belirsiz bir sızlama şeklinde görülürken bazılarında son derece şiddetli, kıvrandırıcı ve hastaneye yatmayı gerektirecek yoğunluğa kadar ulaşabiliyor. Dr. Özveren ağrının şiddeti konusunda şunları söylüyor:
“Ağrı atakları taşın üreter içerisindeki hareketi ve buna bağlı spazmlara bağlıdır. Şiddetli ağrı atakları genellikle 20 - 60 dakika arasında sürebilir. Böbrek ağrısı, taşın bulunduğu vücut tarafında olur. Ağrının yeri taşın yerine ve hareketine göre değişebilir. Böbrekte veya üst üreterdeki taş, kaburga ile kalça arasında yan (böğür) ağrısına sebebiyet verir. Alt üreterde ve mesaneye yakın taşlar karın alt kısmında veya cinsel organa doğru yayılan ağrıya yol açar.”

Böbrek taşı hastalığında tek belirti ağrı değil. İdrarda kanama, bulantı, kusma, idrar yaparken acı-yanma, ve idrar sıkışıklığı hissi de hastalarda görülüyor. İlginç olarak belirti vermeyen böbrek taşlarına da rastlanıyor. Bu taşlar ancak kontrol sırasında ya da başka amaçla çekilmiş filmlerde tesadüfen saptanıyor.


TANI YÖNTEMLERİ
Böbrek taşı tanısı için hastalık belirtilerinin yanında, laboratuar tahlilleri ve radyolojik tetkiklerden yararlanılıyor. Dr. Bora Özveren tanı için kullanılan yöntemleri şöyle sıralıyor:

DİREKT RÖNTGEN FİLMİ
Taşların çoğu standart, yatarak çekilen röntgen filminde görülüyor. Ancak bazıları, örneğin ürik asit taşları ve ufak taşlar saptanamıyor.

İNTRAVENÖZ PİYELOGRAM (IVP)
İlaçlı böbrek filmi olarak da bilinen IVP’de röntgen ışını altında görülebilen bir boya maddesi damar içine veriliyor. Bu boya böbrekten süzülerek idrar kanallarına atılıyor. Boya böbrekler ve kanallardan geçtiği esnada çekilen filmlerde tüm idrar yolu ve taşları görüntülemek mümkün.

BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ (BT)
Özel bir tomografi incelemesi olan “kontrastsız helikal BT”, yani damardan ilaç verilmeden çok kısa bir süre içerisinde yapılabilen yöntem ile tüm böbrek taşları saptanıyor. BT, idrar yollarındaki her boyut ve tipteki taşları saptamada ve idrar yolu tıkanıklığını göstermede en hassas yöntem olarak günümüzde altın standart olarak kabul ediliyor.

ULTRASONOGRAFİ
Özellikle hamileler gibi radyasyondan uzak durması gereken hastalarda ultrasonografi tercih ediliyor.


TEDAVİSİ
Taş hastalığının başlangıç ve acil (akut) safhasında tüm hastalar için benzer tedavi uygulanıyor. Başlangıç safhada hastalara, taşın kendiliğinden düşmesi beklenirken, sadece ağrı kesiciler ve su içmesi öneriliyor. Ağrı kesici ve sıvı tedavisini ağız yoluyla alabilen hastalar evine gönderilerek ayaktan takip ediliyor. Ancak ağrı çok şiddetliyse ve hasta su içemiyorsa hastaneye yatırılması gerekebiliyor. Taşın düşürülemediği durumlarda ise girişimsel tedavi yöntemleri tercih ediliyor.

Halk arasında en çok bilinen yöntem olan taş kırma konusunda Dr. Özveren şunları söylüyor:
“Taş kırma, girişimsel tedaviye ihtiyaç duyulan hastaların çoğunluğunda uygulanabilen başlıca yöntem. Özellikle böbrek içinde ve üreterin üst tarafında yer alan taşlar için iyi bir tedavi şekli olarak kabul ediliyor. Buna karşın 2 cm’den büyük, sert, veya böbreği tümüyle dolduran taşlarda uygun bir yöntem değil. Bu yöntemde direkt olarak taşa yönlendirilen yüksek enerjili şok dalgası, cilt ve iç organlara zarar vermeden ilerleyerek taş yüzeyinde kırılma etkisi yapıyor. Bu şok dalga enerjisi ile taşlar küçük parçalara kırılarak idrar yolundan kolaylıkla atılması sağlanıyor. “

Çok büyük taşlar içinse perkütan böbrek taşı çıkarılması yöntemi kullanılıyor. Bu metotta çok büyük veya komplike taşlar, ya da taş kırma tedavisine dirençli taşlar ciltten böbrek içerisine yerleştirilen bir tüp yoluyla çıkartılıyor.

Acıbadem Hastanesi Kadıköy Üroloji Uzmanı Op. Dr. Bora Özveren, üreteroskopi adlı operasyondan da söz ederek şöyle diyor:
“Üreteroskopi ile üreterin alt ve orta kısmında tıkanıklığa yol açan taşların çıkarılmasında kullanılıyor. Üreteroskopik girişimde, çok ince bir teleskopik alet ile idrar borusundan ve mesaneden geçilerek üreterin içerisine giriliyor. Bu ince ve esnek endoskop ile üreter içerisinde ilerleyerek tıkanıklığa yol açan taşa ulaşılarak taş çıkartılıyor.”

İlk taş olayından bir yıl sonra hastalar ultrason ve direkt film ile kontrol ediliyor. Bu dönemde yeniden taş hastalığı yaşamamak için hastaların özellikle sıvı alımına dikkat etmesi gerekiyor.

Mavi forum

Sigarının atom bombasından farkı yok

Günde 1 ile 9 adetarasında sigara içen bir tiryakinin, Japonya’ya atılan atom bombasının etkilerine maruz kalanların aldığı dozun yarattığına eşdeğer riske girdiği bildirildi.

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun internet sitesinde “Sigarada radyoaktivite var mıdır?” başlığı altında yer alan yazıda, sigaranın pek çok zararından birinin de içindeki radyoaktif maddelerin soluma yoluyla vücuda alınmasından kaynaklandığı belirtildi.

Bilim adamları Boice ve Lubin’in yaptıkları çalışmada, akciğer kanserine yakalanma olasılığının, günde 1-9 adet sigara içilmesiyle 4.6 kat, 10-19 sigara içiminde 7.5 kat, 20-39 sigara içiminde 13.1 katve 40 sigaranın üzerinde bir tüketimde ise 16.6 kat arttığının ortaya konduğu vurgulanan yazıda, bir ömür boyu günde 1 ile 9 adet sigara içiminin 3 Sv’lik (Sievert) atom bombası dozunun yol açacağı riske eşdeğer olduğuna işaret edildi.

Japonya’ya atılan atom bombasının etkilerine maruz kalanların yüzde 1’inden azının bu yüksek dozu aldığı ve söz konusu dozun ancak 10 bin göğüs röntgeni çektirmekle alınabileceğine dikkat çekilen yazıda, günde 2 paket sigara içen tiryakinin akciğer kanserine yakalanma riskine eşdeğer risk oluşturan atom bombası dozunun ise anında öldürücü olduğu kaydedildi.

Yiyecek, içecek, solunan havadan vücuda alınan eser elementlerin gereğinden az ya da çok olmasının çeşitli hastalıklara yol açtığının tıp dünyasınca bilindiği ifade edilen yazıda, vücudun gerekenden fazlaalınan bazı eser elementleri atabildiği, ancak elementlerin bulunuş şekilleri ve vücuda girme yollarının bazen vücuttan atılmalarını engelleyebildiği belirtildi.

Vücuda soluma yoluyla alınan zehirli eser elementlerin yiyecek yoluyla alınandan çok daha tehlikeli olduğu, sigarada da söz konusu elementlerden bulunduğu vurgulanan yazıda, “sigara içiminin kimyasal zehirliliğinden çok radyo-zehirliliğinin olduğunun saptandığı” bildirildi.

UZMAN DEĞERLENDİRMESİ
Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Kimya Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Uslu, sigaradaki polonyum-210 ve kurşun-210 radyoaktif elementlerinin en tehlikeli radyasyon türü olan alfa radyoaktivite saçtığını söyledi.

Bu radyasyon türünün gama radyasyona oranla 20 kez daha fazla kanser riskine sahip olduğunu ve günde yarım paket sigara içen bir kişinin sadece bu nedenle yılda en az 300 göğüs röntgeni çektirmişçesine kendisini radyasyona maruz bıraktığını kaydeden Prof. Dr. Uslu, “Bu gerçekten korkunç bir rakam” dedi.

Mavi forum

Ergenler için poliklinik kuruldu

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi bünyesinde kurulan Adölesan (ergenlik) Polikliniği, zor bir dönem olarak adlandırılan ergenlikte gençlerin hem psikolojik, hem de fiziksel sorunlarına çare bulacak.

Polikliniğin kurucularından İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Büyüme Gelişme ve Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hülya Günöz, adölesan döneminin, genelde 11-12 yaş sonrasında başlayan ve 18-19 yaşına kadar devam edenbir süreç olduğunu söyledi.

Çocuğun bu süreç içerisinde çok önemli değişimler gösterdiğini ve erişkin özellikleri kazandığını anlatan Prof. Dr. Günöz, “Bu dönemde çocukta büyüme ve kilo alma hızlanır, vücut şekli değişir, seconder cinsiyet özellikleri denen belirtiler ortaya çıkar. Vücudun yağlanma dağılımı değişir, iskelet sistemi hızla gelişir, psikolojik olarak olgunlaşır ve sonunda çocuk genç bir erişkin özelliği kazanır” diye konuştu.

Bu kadar hızlı değişimlerin meydana geldiği süreçte hormonların dason derece aktif olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Günöz, şunları kaydetti:

“Bu hızlı süreçte bazı çocuklarda birtakım düzensizlikler karşımıza çıkabilir. Örneğin tiroid bezinde guatrın belirginleşmesi, iskelet bozuklukları, istenmeyen derecede akne ve kıllanma, şişmanlık,bazı çocuklarda yemeyi reddetme, yiyip kusma gibi. Ayrıca, toplumsal sorunlar yaşama, içe kapanma, birtakım psikiyatrik hastalıkların başlangıcı bu dönemde olur. Çocuklarda sigara ve alkol, bağımlılık yapan ilaç veya madde kullanımının başlaması da bu dönemde olur. Kız çocuklarda adet düzensizlikleri, erkek çocuklarda genital gelişmenin yeterli olmaması, büyümeyle birlikte endişelerin ortaya çıkmasına da yol açar.”

Ailelerin bu dönemde çocuklardaki söz konusu problemlerin genelde çok farkında olmadığını ifade eden Prof. Dr. Günöz, süt çocuğunun doğduktan sonra düzenli bir şekilde doktora götürüldüğünü, ancak çocuğun okula başlamasının ardından doktorla bütün iletişiminin koptuğunu dile getirdi.

Prof. Dr. Hülya Günöz, bu nedenle böyle bir polikliniği hizmete soktuklarına işaret ederek, “Adölesan polikliniğinin hedefi; bu çağa gelmiş 12 yaş üstü çocuklarda bir problem olmasa da her şey yolunda gidiyor mu amacıyla çocuğun doktora getirilmesidir. Yapılacak ilk şey,çocuğun muayenesinin değerlendirilmesi, bir problem varsa bu konuda uzmana yönlendirilmesidir” dedi.

Mavi forum

Faydalı Kötüler![14 ocak



ABUR CUBUR, DEDİKODU GİBİ KÖTÜ ALIŞKANLIKLARIN SAĞLIK VE MUTLULUK İÇİN MUCİZELER YARATTIĞINI BİLİYOR MUYDUNUZ!.
Uzman tavsiyesi...
Kadınların sürekli olarak yaptığı ve kötü diye adlandırılan kötü alışkanlıklar yararlı da olabilir! İşte çikolata, dedikodu gibi kötü alışkanlıkların faydaları...

Otururken bile kıpır kıpır olun:
Çocukluğunuzdan beri vazgeçemediğiniz bir alışkanlığınız var. Oturduğunuz yerde hiç durmadan kıpırdanıyorsunuz. Bir araştırmaya göre, oturduğu yerde kıpırdananlar, hareketsiz oturmayı başaranlara göre daha fazla kalori yakıyor ve bu sayede onlardan daha zayıf oluyor! Sakın yerinizde hareketsiz oturmayın.

Dedikodu da faydalı:
Ünlü psikiyatristler ve evlilik uzmanları, eşlerin karşılıklı oturup dedikodu yapmalarını sağlıklı alışkanlıklardan sayıyor. Özellikle, eşlerin sık sık birbirlerine tanıdıkları kişilerden söz etmeleri gibi konuşmalar, evliliği canlı tutmaya yarayan önemli etkenlerin başında geliyor.

Çikolatadan vazgeçmeyin:
Kilo sorunu olan kadınların, çikolata yeme zevkinden mahrum kalmaları isteniyor. Oysa, çikolata yemek diyabetliler dışında, zararlı bir etki yapmıyor. Çikolata, kalp sağlığını koruyan antioksidanlar bakımından çok zengin. Ayrıca çikolatadaki maddeler kişinin mutlu olmasını sağlıyor.

Bir şeyler atıştırabilirsiniz:
Kanadalı uzmanların yaptığı bir araştırma, abur cubur konusunda yanıldığımızı ortaya çıkarttı. Uzmanlara göre, arada sırada bir şeyler atıştırmak yani abur-cubur yemek, sindirim sisteminin iyi çalışmasını sağlıyor. Bu sayede metabolizması hızlı çalışan kişiler az yiyenlerden hızlı kilo veriyor.

Mavi forum

Duygu sağırlığı nedir, kimde görülür?

Prof. Dr. Emin Önder, duygu sağırı insanların başkalarının istek ile duygularını anlamak ve aktarmaktan aciz olduğunu belirterek, konunun sosyal boyutuna dikkat çekti.

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Emin Önder, kendisinin ve başkalarının isteklerini, duygularını, dürtülerini anlamak ve anlatmakta zorlananların 'duygu sağırı' (aleksitimiye) olduğunu söyledi.

Önder, AA muhabirine yaptığı açıklamada, toplumda bazı kişilerin karşısındakinin duygularını anlamakta zorlanabildiğini, bu kişilerin aynı zamanda da kendi istek ve duygularını da anlayamadıklarını bildirdi.

İnsan ilişkilerinde önemli sorunlarla karşılaşan bu kişilerin zamanla psikolojik sorunları oluştuğunu anlatan Önder, şunları söyledi: ''Duygu sağırı insanlar kendisinin ve başkalarının isteklerini, duygularını anlamak ve aktarmakta güçlük çeker. Bu durum duygusal alışverişin yoğun olmadığı ve eğitim düzeyi düşük aile yapısında sık görülür. Genellikle duygularını anlatacak sözcük bulmakta zorlanırlar, az rüya görür ve rüyaları da sıradan ve ilginç değildir. Neredeyse hiç düş kurmazlar.''

Önder, bu kişilerin yoğun kızgınlık hissetmeleri halinde bile hislerini söze dökmekte güçlük çektiklerini ifade ederek, sözlerini şöyle tamamladı: ''Bunun yerine hislerini sözel olmayan kanallardan yansıtma eğilimindedirler. Durumlarının farkında olmadıkları için kendilerini teskin etmeye yönelik davranışlara da genellikle başvurmazlar. Tedavi edildiği sürece ciddi psikolojik rahatsızlık oluşmaz. Tedavi de terapi seanslarıyla yapılabilir. Tedavi edilmemesi halinde zamanla kişide anksiyete, panik, ve posttravmik stres bozukluğu oluşabilir.''

Mavi forum

Ünlü cerrahtan kırmızı et uyarısı

Kuş gribi nedeniyle tavuk, hindi vb. etine olan talep azalırken, ünlü kalp cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez'den kırmızı et uyarısı geldi.

Memorial Hastanesi Kalp Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sönmez, kırmızı et tüketiminin kalp ve damar hastalıklarına erken davetiye çıkarttığını belirterek, özellikle orta yaş ve üzerindekileri kırmızı et tüketimi konusunda dikkatli olmaya çağırdı.

Prof. Dr. Sönmez, Kurban Bayramı süresince günlük beslenme düzeninde büyük değişiklikler olduğunu ve bu değişikliğin özellikle birtakım hastalıkları olan insanları çok olumsuz etkilediğini belirtti.

Sönmez, ''Kurban Bayramı'nda ve sonrasında kırmızı et tüketimi özellikle de kolesterol yönünden zengin koyun eti tüketimi önemli derecede artmaktadır. Ayrıca, sakatat, iç yağı ve kuyruk yağı tüketimi kan kolesterol düzeyini doğrudan yükselten sebeplerdendir" dedi.

Kolesterol düzeyinin yüksek olmasının kalp ve damar hastalıklarını erken davet ettiğini hatırlatan Sönmez, bu nedenle bayram ve sonraki birkaç ay içinde kurban etleri ve elde edilen iç yağı, kuyruk yağı gibi hayvansal yağların 'ziyan olmasın' düşüncesiyle aşırı tüketiminden kaçınılması gerektiğine işaret etti.

Prof. Dr. Sönmez, özellikle orta yaş ve üzerindeki vatandaşların beslenmelerinde et ve yağlı yiyeceklerden uzak durmaları gerektiğini kaydetti.

Mavi forum

Uyandıktan hemen sonraki uyuşukluk hali, beyni daha çok etkiliyor...

Uyandıktan hemen sonraki uyuşukluk hali, beyni daha çok etkiliyor...

--------------------------------------------------------------------------------

ABD'de yapılan bir araştırma, normal uyku uyuyup uyandıktan sonra hissedilen uyuşukluk halinin beyni, uykusuzluk veya sarhoşluk durumundan daha kötü etkilediğini ortaya koydu.
Boulder Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden Kenneth Wright başkanlığındaki ekip, bir hafta boyunca zihinsel çeviklik ve kısa vadede hafızayla ilgili olarak bir grubu inceledi.
Journal of the American Medical Association (JAMA) adlı tıp dergisinde yayımlanan araştırmada, 8 saat uyuyarak normal bir gece geçirenlerin uyandıktan sonra yapılan testlerde, 24 saat boyunca uyumayanlara göre daha az başarı gösterdikleri ortaya çıktı.
Kenneth Wright, uyandıktan sonraki ilk 3 dakika boyunca deneklerin en basit hesapları bile yapamadıklarını, ancak bu uyuşukluk durumunun etkilerinin genellikle 10 dakika içinde kaybolduğunu söyledi.
Wright, Walter Reed Army Research Institute'den Dr. Thomas Balkin'in, düşünme ve duygu değişiminden sorumlu olan beynin ön kısmının, uykunun ardından yeniden harekete geçmesinin beynin diğer bölümlerine göre daha yavaş olduğunu gösteren araştırmasına da yer vererek, bu araştırmaların, şoförler ya da bir kişinin hayatıyla ilgili acilen bir karar vermek üzere uyandırılan sağlık personelleri başta olmak üzere bazı meslekler için faydalı olabileceğini kaydetti.

Mavi forum

Kalbini korumak için hapşır!

Hapşırık sırasında oluşan basınç nedeniyle kalp damarlarına yoğun kan pompalanması kalbe iyi geliyor. Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Hüseyin Telli, vücudun doğal refleksi hapşırık sırasında ağızdan çıkan havanın hızının çok yüksek olduğunu söylüyor.

KALP DAMARI
Bu hızın vücutta oluşan yüksek basınçtan kaynaklandığını belirten Telli, ''Hapşırırken karın bölgesi ve beyin ağırlıklı olmak üzere vücutta büyük bir basınç ortaya çıkar. Bu basınç nedeniyle kalp damarlarına yoğun kan gider'' diyor.

TANSİYON HASTALARI DİKKAT!
Bazı riskler taşısa da kalp damarlarına kan gitmesini sağlayan hapşırığın kalp için faydalı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Hasan Hüseyin Telli, 'Basınç nedeniyle bayılmalar, hatta hapşırığın tutulması durumunda çok ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Tansiyon hastalığı ve bayılma tehlikesi olmayan kişiler, hapşırıkla sağlıklı bir kalbe sahip olabilirler'' şeklinde konuşuyor.

Mavi forum

Kurban etini dinlendirin

Kurban etini dinlendirin

Kurban Bayramı için bir uyarıda bulunan Sağlık Bakanlığı, vatandaşlara kurban etlerinin hemen tüketilmemesi gerektiğini bildirdi. İşte bakanlığa göre dikkat edilmesi gerekenler....

Sağlık Bakanlığı, kurban etlerinin hemen tüketilmemesi, haşlama veya ızgarada pişirme yöntemiyle pişirilmesi gerektiğini bildirdi.

Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün açıklamasında, Kurban Bayramı'nda et tüketiminin arttığına dikkat çekilerek şu uyarılarda bulunuldu:

Yeni kesilmiş hayvanların etlerindeki sertlik, hem pişirmede hem de sindirimde zorluğa yol açar. Bu nedenle özellikle mide - bağırsak hastalığı olan kişiler kurban etlerini hemen tüketmemeli, buzdolabında birkaç gün beklettikten sonra, haşlama veya ızgarada pişirme yöntemiyle pişirmeli.

Kızartmadan kaçının

Yağlı etlerin kolesterol içeriği daha yüksek olduğu için, kalp - damar hastalığı, diyabet ve yüksek tansiyonu olan kişiler, yağsız veya az yağlı etleri tercih etmeli.

Çok yüksek ısıda, uzun süre pişirme ve kızartma yöntemi çeşitli kanserojen maddelere neden olabileceği için tercih edilmemeli.
Etle yapılan yemekler kendi yağıyla pişirilmeli ve ilave yağ eklenmemeli. Özellikle kuyrukyağı veya tereyağının et yemeklerinde kullanılmasından kaçınılmalı.

Etler, buzdolabının buzluk kısmında veya derin dondurucuda saklanmalı. Çözdürülen et, hemen pişirilmeli ve tekrar dondurulmamalı.

Mavi forum

Kuş Gribinden nasıl Korunuruz?

Kuş gribinden basit önlemlerle korunmak mümkün. Konuyla ilgili en çok sorulan soru ise "tavuk eti yiyebilir miyiz?" İşte 10 soruda merak edilen her şey ve yanıtları.


Kuş gribinde ateş, halsizlik, boğaz ağrısı, öksürük, solunum güçlüğü ve zatürree gibi solunum sistemine ait belirtiler görülüyor. Kuş gribinden basit önlemlerle korunmak mümkün. Konuyla ilgili en çok sodrulan soru ise "tavuk eti yiyebilir miyiz?" Hastalık görülen bölgelerdeki hayvanlar asla yenmemeli. Diğer bölgelerde ise iyi pişmiş, kesim, temizleme, hazırlık aşamalarında enfeksiyon bulaşma riski olmayan kümes hayvanları rahatlıkla yenebilir.

1) Kuş gribi nedir?

- İnsan ve diğer canlı türleri gibi kanatlı hayvanlar da gribe yakalanabiliyor. Kuş gribinin 15 ayrı çeşidi var. Alarma yol açan ve Türkiye’de de tespit edilmiş olan ölümcül kuş gribi virüsü H5N1 ailesinden gelen virüs. Göçmen kuşlar -özellikle de yaban ördekleri- virüsün doğal taşıyıcıları. Kuş gribi virüsü en çok kümes hayvanlarını etkiliyor.

2) Hastalık hayvanlar arasında nasıl bulaşır?

- Göçmen kuşlar virüsü bağırsaklarında taşır, ama kendileri hastalığa yakalanmazlar. Enfekte kuşların salya, burun akıntısı ve dışkılarıyla doğrudan veya bu salgılarla kirletilen materyalle temas eden evcil kanatlı hayvanlar ise hastalığa yakalanabilir. Hastalık bu hayvanlar arasında hızla yayılır ve bütün sürünün ölümüyle sonuçlanabilir. Kuş gribinin kanatlı hayvanlardaki kuluçka süresi ortalama 3-5 gündür.

3) İnsanlara nasıl geçiyor?

- Kuş gribi, hasta ve hastalıktan ölmüş hayvanlarla yakın temas halindeki insanlara bulaşabilir. Bu hayvanların gözyaşı, burun akıntısı, boğaz akıntısı veya dışkısıyla temas edenler de hastalığa yakalanabilir. Ayrıca bu atıklarla kirlenen yüzeylerle temas etmek ya da havayı solumak da hastalığı insanlara bulaştırabilir. Virüs insana geçtikten 2-4 gün sonra hastalık ortaya çıkar.

4) Kuş gribinin belirtileri neler?

- Ateş, halsizlik, boğaz ağrısı, öksürük, solunum güçlüğü ve zatürree gibi solunum sistemine ait belirtiler görülür. Ender de olsa karın ağrısı ve ishale de rastlanabilir.

5) Virüsün bulaştığı herkes ölür mü?

- Zamanında teşhis edilip tedaviye başlansa bile ölüm riski yüzde 58’i buluyor.

6) Hastalık insandan insana bulaşıyor mu?

- Bu ihtimali doğrulayacak resmen açıklanmış ya da kanıtlanmış bilimsel bir veri yok. Ancak virüsün mutasyona uğrayıp bir salgına yol açmasından korkuluyor.

7) Kuş gribinin aşısı var mı?

- Henüz kesin sonuç veren bir aşı yok. Fakat kuş gribinin H5N1 türüne koruma sağlayan aşı prototipleri -ön ürünleri- üretilmeye başlandı.

8.) Tedavisi var mı?

- Oseltamivir ve zanamivir etken maddeli iki ilaç, piyasadaki isimleriyle "Tamiflu" ve "Relenza" kuş gribi virüsüne karşı etkili. Her iki antiviral ilacın ilk 48 saatte kullanılmasının yaşamsal önemi var.

9) Tavuk ve yumurta yiyebilir miyiz?

- Evet. İyi pişmiş, kesim, temizleme, hazırlık aşamalarında enfeksiyon bulaşma riski olmayan kümes hayvanları rahatlıkla yenebilir. Hastalık görülen bölgelerdeki hayvanlar ise asla yenmemeli. Yumurtaların kabuğu sabunlu suyla yıkanmalı ve 70 derecede en az 5 dakika pişirildikten sonra yenmeli.

10) Kuş gribinden korunmak için ne yapmalıyız?

Kanatlı hayvan yetiştiricileri eldiven, maske, gözlük takarak ve koruyucu elbise giyerek çalışmalı.

Eller sık sık bol su ve sabunla iyice yıkanmalı.

Kanatlı hayvan etleri ve yumurtaları, iyice pişirildikten sonra tüketilmeli.

Hasta veya ölmüş hayvanlarla temastan kaçınılmalı.

Kanatlı hayvanların salya, burun akıntısı, boğaz akıntısı, dışkısı gibi materyallerine veya bu materyallerle kirlenen yüzeylere temas edilmemeli.

Ölen kanatlı hayvanlar yakılmalı veya derin çukurlara gömülüp üzerine sönmemiş kireç dökülmeli.

Hastalıktan ölen insanlar da kireçlenerek gömülmeli.

Hastalığın görüldüğü yerlere seyahat edilmesi halinde, kanatlı hayvan çiftliklerinden ve pazarlarından uzak durulmalı.

Kuş gribi olduğu veya kuş gribinden öldüğü doğrulanmış hayvanlarla, koruyucu önlem almadan temas eden kişiler, hekim önerisiyle ilaç alabililer.

Kuş gribi için danışma adresleri

Kuş gribiyle ilgili bilgi almak isteyenler, bulundukları illerin sağlık il müdürlüklerine başvurabilir, 184’ü de arayabilirler. İnternetten aşağıdaki adreslerden yararlanabilir.

www.saglik.gov.tr


Mavi forum

|| cilt hastalıkları ||

|| cilt hastalıkları ||

--------------------------------------------------------------------------------

SAÇ DÖKÜLMESİ:

Tüm toplumlarda saç ve saç şekillerinin sosyal ve kültürel bir önemi vardır. Saç dökülmesi ile karşılaşan bir insan kendisini fiziksel ve ruhsal olarak zayıf görmeye başlayarak bu durumdan kurtulabilmek için değişik yöntemlere başvurabilir. Ancak saç dökülmesine neden olan sebep bulunmadan doğru bir tedavi şekli uygulanamaz. Bu nedenle , aşırı saç dökülmesi, saç köklerinde zayıflık ve saç tellerinde incelme şikayetleri başlayan insanların Deri Hastalıkları Uzman hekimlerine başvurmaları gerekmektedir.

Nomal Saç Büyümesi:

Sağlıklı bir insansanda saçların yaklaşık %90'ı sürekli uzama halindedir. Bu büyüme evresi 2-6 yıl kadar sürebilir.Geriye kalan %10'luk kısım ise 2-3 ay kadar süren dinlenme evresinde bekler.Bu dinlenme evresi sonucunda saçlar dökülür., dökülen saç köklerinden yeni saçlar büyümeye başlar ve döngü bu şekilde devam eder. Saç telleri ayda ortalama 1-1.5 cm kadar uzar. İnsanlar yaşlandıkça saç uzama hızları yavaşlar. Doğal sarışınlar(140.000), esmer(105.000) ve kızıllardan(90.000) daha çok saç teline sahiptirler. Saç dökülmelerinin çoğunun sebebi normal saç büyüme döngüsünden kaynaklanır. Günde 50-100 adet saç telinin dökülmesi normal sınırlar içerisinde kabul edilir.Eğer aşırı miktarda saç kaybı,saçlarda gözle görülen incelme oluşursa en kısa zamanda doktora baş vurulmalıdır.

Saç dökülmesinin başlıca nedenleri:

Uygunsuz saç bakımı ve kozmetik ürün kullanımı: Saça uygulanan her türlü boya, renk açma, saçı düzleştirme veya perma gibi yöntemler uygun koşullarda yapılmazsa saça zarar verebilir.Bu yöntemlerin sık sık veya aynı anda uygulanması da saçı zayıflatıp kırılmasına neden olabilir. Saçı çeken saç şekillerinin de (atkuyruğu, örgü, saçı sıkı lastiklerle toplama gibi) sıklıkla uygulanmaması gerekir çünkü saç diplerine etki eden sabit çekme kuvveti saç kaybına neden olabilir. Saçı sık sık yıkamak, taramak ve fırçalamak da saçı kırabilir.Saçı sampuanladıktan sonra saç kremi kullanmak saç taranmasını kolaylaştırır. Saç ıslakken daha kırılgandır bu nedenle havlu ile saçı ovalayarak kurutmaya çalışmak, taramak ve fırçalamaktan kaçınılmalıdır.Geniş ağızlı ve düz uçlu taraklar tercih edilmelidir.

Ailesel saç kaybı : Saç dökülmelerinin en sık sebebi kalıtsal özelliktir. Bu kalıtıma sahip olan kadınlarda da saçlarda azalma görülür ancak kellik oluşmaz. Bu duruma ' Erkek Tipi Kellik' denir, 10-20-30'lu yaşlarda başlayabilir. Son zamanlarda yeni tıbbi tedavi seçenekleri sunulmasına rağmen kalıcı bir düzelme sağlamak saç transplantasyonu dışında henüz mümkün değildir. Hasta için uygun olacak yöntem doktor tarafından seçilmelidir.

Alopesi areata: Bu tip saç kayıplarında düzgün yüzeyli, para büyüklüğünde veya daha geniş yuvarlak yama tarzı alanlar oluşur. Nadiren tüm saç ve vücut kıllarında kayıp oluşabilir. Çocuk ve erişkin her yaşta gözlenebilir. Saç dökülmesini yapan neden bilinmemektedir.Bir çok hastada saçlar kendiliğinden büyür. Şiddetli ve uzun süren durumlarda sürme veya ağızdan tedaviler uygulanabilir.

Doğum sonrası: Gebe bayanlarda saçlarının büyük bir kısmı büyüme halindedir. Doğum sonrası saçlar saç büyüme döngüsünün dinlenme fazına geçerler. 2-3 ay içerisinde saçların aşırı miktarda döküldüğü fark edilebilir, bu süreç 1-6 ay kadar sürebilir ve çoğunlukla saçlar büyüyerek eski miktarlarına ulaşırlar.

Yüksek ateş, ağır enfeksiyon ve soğuk algınlığı: Hastalıklar saçların dinlenme evresine girmesine neden olabilir. Yüksek ateş ve ağır bir hastalıktan 4 hafta ile 3 ay sonra yoğun bir saç kaybı gelişebilir.Zaman içerisinde saçlar tekrar eski halini alır.

Tiroid hastalıkları: Fazla ve az çalışan tiroid bezi saç kaybına neden olabilir.Tiroid hastalıkları laboratuar testleri ile araştırılabilir. Tiroid hastalığının tedavisi ile saç kayıpları da düzelir.

Eksik protein içerikli beslenme: Proteinden fakir diyetler yapan veya anormal beslenme alışkanlığına sahip kimselerde protein eksikliği oluşur ve vücut proteini muhafaza etmek için saçları dinlenme evresine sokar.2-3 ay sonra yoğun bir saç kaybı oluşur. Saç kökleri zayıflar. Bu durum diet ile yeterli miktarda protein alınımı ile düzelebilir.

İlaçlar: Bazı ilaçlar geçiçi bir süre saç dökülmesine neden olabilir. Romatizmal, gut, depresyon, kalp hastalığı, yüksek tansiyon için reçete edilen ilaçlar ve yüksek doz A vitamini saç dökülmesi yapabilir.

Kanser tedavileri: Bazı kanser tedavileri saç hücrelerinin bölünmesini durdurabilir. Saçlar deriden çıkınca zayıflar ve kırılır. Bu durum terapiden 1-3 hafta sonra gerçekleşir ve hastalar saçlarının %90 'ını kaybeder , terapi sona erdikten sonra saçlar tekrar büyüme gösterir ve eski haline döner.

Doğum kontrol hapları: Doğum kontrol hapı kullanan bir bayanda saç dökülmesi sıklıkla kalıtsal bir yatkınlıkla oluşabilir. Saç dökülmesi gelişirse haplar Kadın-doğum doktorları tarafından değiştirilmelidir. Hap kullanımını kesen bir bayanda 2-3 ay sonra saç dökülmesi başlayabilir ve 6 ay kadar sürebilir. Bu durum doğum sonrası gözlenen saç dökülmesi mekanizması ile benzerdir.

Düşük serum demir düzeyi: Demir eksikliği saç dökülmesine neden olur.Bazı insanlar demiri besinsel olarak eksik alırken bazılarında ise demirin bağırsaklardan emilimi yetersizdir. Bayanlarda adet kanamaları nedeni ile demir eksikliği daha sık görülür. Demir eksikliği laboratuar testleri ile araştırılıp , demir hapları ile tedavi edilmelidir.

Büyük cerrahi girişimler ve kronik hastalıklar: Büyük cerrahi operasyon geçiren hastalar 1-3 ay içinde aşırı bir saç dökülmesi fark edebilirler. Bu durum birkaç ay içinde geçer. Ağır kronik hastalığı olan hastalığı olan kişilerde saç kaybı ömür boyu devam eder.

Mantar hastalıkları: Küçük yamalar halinde kabuklanmalar ile başlayıp yayılabilir, saçlarda kırılma saçlı deride kızarıklık şişlik ve hatta sızıntıya neden olabilir. Bu bulaşıcı hastalık çocuklarda daha sık görülür ve ilaç ile tedavi edilmelidir.

Trikotilomani(Saç koparma hastalığı): Çocuklar ve bazen erişkinler saç, kaş veya kirpiklerini koparıncaya kadar çekebilirler ve bunu bir alışkanlık haline getirirler. Böyle durumlarda psikoloji danışmanlarına başvurulması uygundur.

Mavi forum