12 Haziran 2007 Salı

Bulgaristan'da kuş gribi şüphesi

Hasköy’de bir kişi kuş gribi şüphesiyle karantina altına alındı.


Bulgaristan’da yaklaşık 20 gün önce Tuna Nehri’nde ölü olarak bulanan bir kuğuda H5N1 tipi kuşu gribi virüsünün tespit edilmesinin adından bu kez bir insan kuş gribi şüphesiyle karantina altına alındı.

İnternet üzerinden yayın yapan BGNES adlı sitede yer alan habere göre, Hasköy’ün Praslaves köyünde yaşayan ve ismi açıklanmayan bir erkek hasta Hasköy hastanesi bulaşıcı hastalıklar bölümünde kuş gribi şüphesiyle gözlem altına alındı.

Hastanenin nöbetçi doktoru, ölü olarak bulunan iki tavukla temas ettiğini söyleyen hastada şimdiye kadar kuş gribi hastalığı belirtileri tespit edilmediğini, ancak risk durumu göz önünde bulundurularak hastanın karantina altına alındığını açıkladı.

Hastadan alınan kan örneklerinin incelenmek üzere Sofya’daki merkez laboratuvarına gönderildiğini belirten nöbetçi hekim, tahlil sonuçlarının bir hafta içinde belli olacağını bildirdi.

Mavi forum

Alzheimer eğitimlide hızlı ilerliyor

Alzheimer hastalığının, yüksek eğitim görmüş kişilerde daha hızlı ilerlediği tesbit edildi.

ABD’li bilimadamları, Alzheimer hastaları üzerinde yapılan araştırmaların, yüksek eğitimli hastaların durumunun daha hızlı kötüye gittiğini ortaya koyduğunu söylediler. Öte yandan Japonların geliştirdiği “Paro” adlı peluş robot fok yavrusunun, Alzheimer gibi “nöro-dejeneratif” hastalıklara iyi geldiği belirtildi.


Columbia Üniversitesi Tıp Merkezi’nden doktor Nikolaos Scarmeas ve ekibinin, araştırma çerçevesinde okuma yazma bilmeyenden yüksek eğitim görene kadar değişik eğitim seviyelerine sahip 312 kişide 5 yıl süreyle hastalığın seyrini gözlediği belirtildi. Bilimadamları, gözlenen sürede tüm hastalarda kavrama yetisinin kötüye gittiğini, ancak fazladan her bir yıllık eğitimin, özellikle hafıza ve düşünce sürecinin hızının yüzde 0.3 daha fazla kötüleşmesine yol açtığını kaydettiler.

Sonuçları “Journal of Neurology, Neurosurgery and Psychiatry” dergisinde yayımlanan araştırma sırasında hastaların beyinlerindeki değişimler, yüksek tansiyon, depresyon ve yaş gibi faktörlere de bakıldığı, ancak bunların hastalığın yüksek eğitim görmüş kişilerde daha hızlı gelişmesiyle bağlantısının bulunmadığı ifade edildi.

PELUŞ ROBOT FOK YAVRUSU İYİ GELİYOR
Japonların geliştirdiği “Paro” adlı peluş robot fok yavrusunun, Alzheimer gibi “nöro-dejeneratif” hastalıklara iyi geldiği belirtildi. Japon Ulusal Bilim ve Teknik Enstitüsü’nün geliştirdiği “terapi robotu”, bakteri üremesini engelleyen peluşla kaplı bir fok yavrusu. Alıcılar ve minik motorlarla donanmış robot, kullanıcısının dokunuşuna kımıldayarak veya göz kırparak canlı hayvan gibi tepki veriyor.

Enstitü yetkililerine göre, Japonya’da ve başka ülkelerde huzurevleri ve hastanelerde yapılan deney ve gözlemler, beyinlerinde fonksiyon yetersizliği bulunan kimselerin tanıma (cognitif) yetilerinin, robotla temas ettikten sonra iyileştiğini gösteriyor.

Yetkililer, Paro’nun zihinsel, fizyolojik ve ruhsal bakımdan hastalara yararlı olduğunun belirlendiğini söylediler.

Kedi ya da köpek değil de fok
Fok yavrusu, özellikle yumuşaklık duygusu uyandırdığı için seçildi. Bir araştırmacı, “Kedi ya da köpeği de tercih edebilirdik, ama bu ev hayvanlarının nasıl davrandığı zaten bilindiği için herkes robota dokunmayla gerçek hayvana dokunma arasındaki farkı hissedecek ve ortaya çıkan sonuç farklı olacaktı. O nedenle çok az kimsenin tanıdığı foku seçtik” dedi.

Dünyada 12 milyon Alzheimer hastası var. Hasta sayısının, nüfusun yaşlanmasıyla artması bekleniyor.


Mavi forum

Hollanda'da deli dana vakası

Hollanda’da 7 yaşındaki bir sığırda, kısa adı BSE (Bovine Spongiforme Encephalopathie) olan deli dana hastalığına rastlandı.

Hollanda Tarım Bakanlığı’ndan verilen bilgiye göre, hastalık, Gelderland vilayetine bağlı Oude Ijsselstreek kasabasındaki bir çiftlikteki sığırda görüldü. Hastalık, kesiminden sonra yapılan testlerle ortaya çıktı.

Çiftlikte yaşayan öteki sığırlarda hastalık belirtisi görülmediği,ancak bulaşma riski olanların önlem amacıyla derhal itlaf edildiği bildirildi. Hastalığın yemlerden bulaşma olasılığı bulunduğu belirtilerek, araştırma başlatıldığı kaydedildi.

Hollanda’da, bu olayla 2006 yılında ilk kez deli dana hastalığının belirlendiği bildirildi.

Hastalığın ilk ortaya çıktığı 1997 yılından bu yanaysa toplam vaka sayısının 81’e yükseldiği kaydedildi.

HIRVATİSTAN’DA DELİ DANA TESPİT EDİLDİ
Öte yandan Hırvatistan’da da geçen hafta kesilen bir sığırda deli dana hastalığına rastlandığı açıklanmıştı. Tarım Bakanı, ülkenin doğusundaki bir çiflikte kesilen beş yaşındaki bir sığırda deli dana hastalığının görüldüğünü duyurmuştu. Bakan, ülkede üst üste yapılan üç testin pozitif çıkmasının ardından, ileri düzeyde testler için numunelerin İngiltere’ye yollandığını belirtmiş, İngiltere’deki testler de pozitif çıkarsa sığırın ait olduğu sürüdeki tüm hayvanların itlaf edileceğini söylemişti. Sözkonusu hayvanın kesildiği mezbahanın da dezenfekte edildiği ve kesimin durdurulduğu açıklanmıştı.


Mavi forum

Sigaradan ölümler hızla artıyor

Sigaradan ölenlerin sayısının 2020 yılına kadar iki katına çıkarak, yılda 10 milyonu bulması bekleniyor.

Dünya çapında 13-15 yaşları arasındaki çocuklarla yapılan bir araştırmaya katılan uzmanlar, her yıl sigaradan ölenlerin gerçek sayısının tahmin edilenden çok daha fazla olabileceğini, özellikle genç kızlar arasında sigara içenler, duman altı olanlar ve diğer tütünürünlerini kullananların sayısında önemli artış olduğunu belirttiler.

ABD’nin Georgia eyaletindeki Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin 130’dan fazla ülkede 750 bin çocuk üzerinde yaptığı araştırma, öğrencilerin yüzde 9’unun sigara içtiğini, yüzde 11’inin ise diğer tütün ürünlerini kullandığını ortaya çıkardı.

Önceki araştırmalarda sigara içen erkeklerin sayısının kadınlara oranla 4 kat fazla olduğu belirlenirken, son araştırmada bu oranın 2,3 kata düştüğü belirlendi.


Mavi forum

Gençlerde kalp krizi daha öldürücü

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdurrahman Oğuzhan, genç insanlarda, kalpte henüz kolleteral adı verilen kılcal damarlar oluşmadığı için kalp krizlerinin daha ölümcül olduğunu söyledi.

Gençlerde sigara kullanımının tek başına bile kalp krizi için risk oluşturduğunu belirten Doç. Dr. Abdurrahman Oğuzhan, “erkekler, kadınlara göre daha fazla risk taşıyor” dedi.

Doç. Dr. Oğuzhan, son dönemde genç yaştaki insanların kalp rahatsızlıklarına bağlı olarak yaşamlarını yitirmelerinin gündeme taşındığını hatırlattı. Yüksek tansiyon, şeker, kandaki kolestrol oranının yüksek olması, hareketsiz yaşantı, fazla kilolar, yanlış beslenme, sigara ve irsi özelliklerin kalp krizini artıran faktörler olduğunu anlatan Oğuzhan, bu faktörlerin yaşlı insanlarda daha fazla ortaya çıkması nedeniyle kalp krizi riskinin de doğal olarak yaşlı insanlarda daha fazla görüldüğünü belirtti. Oğuzhan, buna rağmen genç yaştaki insanların da kalp krizi riski altında bulunduğunu anımsattı.

GENÇLERDE DAHA ÖLÜMCÜL
İnsanda yaş ilerledikçe kalbin tahrip olan bölümlerinde kolleteraladı verilen kılcal damarlar oluştuğu için kalp krizinde ölüm oranının gençlere göre daha az olduğunu bildiren Oğuzhan, şu bilgileri verdi:
“Yaş ilerledikçe kalpte kolleteral adı verilen kılcal damarlar oluşmaktadır. Bu damarlar, kalbe kan taşıyan damarların tahrip olan bölümlerinde takviye görevi üstlenir. Kalp krizi geçirildiğinde hangi damarlar tıkanırsa, kolleteral damarları o bölgeye kan taşır. Bu damarlar sayesinde yaşlı insanlarda ölüm oranı gençlere göre azalır. Ancak, krize neden olan tıkanma ana damarlarda olmuşsa kolleteral damarları yeterli olamayıp ölüm ortaya çıkabilir. Genç yaşlarda ise kalpte henüz kolleteral damarları oluşmadığı için kalp krizi daha ölümcül olmaktadır.”

SİGARA TEK BAŞINA RİSK
Kalp krizine neden olan risklerin birden fazlasının bir araya gelmesinin veya faktörlerin etkisinin artmasının kriz olasılığını artırdığını kaydeden Oğuzhan, bazı durumlarda risk faktörlerinin çoğunu taşımayan insanlarda da kalp krizinin görülebildiğini vurguladı.

Faktörlerin çoğunu taşımayan genç insanlarda kalp krizi görülmesinin en önemli sebebinin sigara olduğuna dikkati çeken Oğuzhan, “Gençlerde sigara kullanımı, tek başına bile kalp krizi içinrisk oluşturuyor. Kalp krizi geçiren gençlerin tamamına yakınında başka hiçbir sebep olmasa bile sigara kullanımı ortaya çıkmaktadır. Sigaranın yanı sıra ırsi olarak ortaya çıkan yüksek kolesterol oranı da, gençler için kalp krizi riski oluşturmaktadır” diye konuştu.

Oğuzhan, hiçbir rahatsızlığı olmasa bile yukarda sıralanan risk faktörlerini taşıyan insanların doktor kontrolünden geçmesi gerektiğini belirtti.

ERKEKLERDE RİSK DAHA FAZLA
Sadece erkek olmanın bile kalp krizi ihtimali bakımından bir risk olduğunu ifade eden Oğuzhan, şöyle devam etti:
“Erkekler, kadınlara göre daha fazla risk taşıyor. Kadınlarda bulunan östorojen hormonu damarların yapısını güçlendirmekte, böylece kalp krizi riskini azaltmaktadır. Erkekler de ise bu tür bir koruma olmadığı için kriz riski daha fazladır. Kadınlarda menopoz dönemi ile birlikte östörojen hormonu azalmakta ve koruma ortadan kalkmaktadır.”

Son bir hafta içinde İstanbul’da Doç. Dr. Tolga Ulus (37) ve Kayseri’de 35 yaşındaki öğretmen Ferhat Özkılavuz spor yaparken, Adana’da hemşire İlkay Baş (28) doğum yaptıktan sonra, yine Kayseri’de10 yaşındaki Gökhan Kalyoncu arkadaşının güreş antrenmanını izlerken kalp krizi geçirerek hayatlarını kaybetmişlerdi.


Mavi forum

Hangi besin size yararlı.?

Hangi besin size yararlı.?


Brokoli, yoğurt, süt, enginar... Sizce bu besinler yararlı mı? Yanıtınız ne olursa olsun yanılıyor olabilirsiniz... İşte uzmanlara göre herkese yararlı olacak besinler...

Bilim adamları şimdiye kadar herkes için sağlık kaynağı olduğuna inanılan bazı besinlerin aslında bazı kişilere faydadan çok zararı olduğunu ortaya çıkardı.

Lüksemburg'daki Reunis Kutter laboratuvarı araştırmacılarının bulgularına göre, 'her gıda maddesi her bünyede aynı etkiyi yaratmıyor', kimi için iyi ve sağlıklı olan bir başkası için atom bombası kadar tehlikeli olabiliyor.


Birine yarar, diğerine zarar

Bilim adamlarının geliştirdiği 'ImuPro300' adlı kan testi ise hangi besin maddelerinin hangi bünyelerle uyumlu olduğunu, hangilerinin zararlı olduğunu ortaya çıkarıyor.

Araştırmacı gruptan biyokimyager Dr. Camille Lieners, "Bugüne kadar brokoli kesin olarak herkese faydalı olarak bilinirdi. Herkesin sık sık sağlıklı olduğuna inanılan enginar yemesi önerilirdi. Ancak birisinin bünyesinde olumlu etki yapan bir besin bir başkasında kronik hastalıklara yol açabilir" dedi.


Sigara içen brokoli yemesin

'Gıda intolerans (duyarlılık) testi' (ImuPro300) size faydadan çok zarar veren besinleri basit bir kan testi ile belirliyor. Test aynı zamanda kilo vermek isteyenler için de uygulanıyor.

Dr. Camille Lieners testin kişiye özel olduğunu belirterek, "Test neticesinde hiç ummadığınız gıda maddelerinden uzaklaşmanız gerekebilir. Bu süt bile olabilir. Buna alternatif yoğurt ve brokoli var.

Ancak o da birisine iyi gelirken bir başkasına zarar verebilir. Örneğin brokoli sigara içenler için çok zararlı. Bağışıklık sistemini provoke ediyor" diye konuştu.


Sinsice hasta ediyor

Dr. Lieners gıda duyarlılıklarında (intolerans) temel problemin vücudun duyarlı olduğu besin maddelerinin vücuda sinsice zarar vermesi ve bunun uzun bir süre ortaya çıkmamasından kaynaklandığını belirtti.


Alerji gibi değil

"Alınan gıdalar, bakteri, virüs, mantar ve parazitlerin yol açabileceği enfeksiyonların oluşmasını engeller, ancak vücut bu besinlere duyarlı ise alınan gıdalar bünyeyi olumsuz etkiler" diyen Dr. Lieners bu noktada 'gıda duyarlılığı' adı verilen bir durumun söz konusu olduğuna dikkat çekti. Ancak Dr. Camille Lieners gıda duyarlılığının alerjik reaksiyonlardan farklı olduğunu da vurguladı.


Günler sonra anlaşılıyor

Gıda duyarlılığında zararlı etkenin gıdanın tüketilmesinden günlerce sonra ortaya çıktığına dikkat çeken Dr. Lieners, "Eğer vücudun bir gıdaya karşı bağışıklık sorunu varsa, antikor dediğimiz G tipi globulinler oluşmaya başlar. Bu antikorları 'ImuPro300' testiyle yaklaşık 300 gıda maddesi için güvenli şekilde ortaya çıkartabiliyoruz" dedi.

Belirli gıdalara karşı duyarlılık geliştirmenin birden fazla sebebi olabileceğini belirten bilim adamları, bunlar arasında gıdaların üretilme ve saklanma biçimleri, tek yönlü beslenme alışkanlığı, stres ve çevresel etkenler gibi pek çok değişkenin bulunduğunu bildirdi.



Zararlı' bağımlılık yapıyor

Bu tür etkenler sonucunda kişinin sindirim sisteminin etkilendiğini, tüketilen gıdaların içindeki bileşenlerin bağışıklık sistemine yabancı gelmesiyle sürekli bir savaşın başladığını anlatan Dr. Lieners, "Kişinin bağışıklık sistemi, dolayısıyla metabolizması ve organizması sürekli ve artan bir stres altına girer" ifadesini kullandı.

Bilim adamları bu durumda bir kısır döngünün ortaya çıktığını, kişinin kendisine zararlı olan besin maddelerine karşı bir uyuşturucu maddeye olduğu gibi bağımlılık geliştirebildiğini kaydettiler.


ImuPro300 testi ne işe yarar.?

Dr. Camille Lieners'e göre 'ImuPro300' testiyle kişinin farkında olmadan alışkanlık geliştirdiği ve aynı zamanda da zarar gördüğü besinlerin izi sürülebiliyor.

Test sırasında vücut tarafından oluşturulan IgG antikorlarının oluşup oluşmadığına bakılıyor. Ve eğer bu antikorlar oluşmuşsa vücudun hangi besinlere karşı duyarlılık geliştirdiği ortaya çıkarılıp buna göre önlemler alınıyor.


Türkiye'de de uygulanıyor

Bu sistem Türkiye'de ilk defa Vivitro Sağlık ve Kozmetik firması tarafından uygulanmaya başlandı. İşletmeci Bora Eren tarafından Dr.Camille Lieners'in yardımıyla Türkiye'ye getirilen sistem bünyeye dokunan besinleri tespit ederek özel beslenme profili çıkarıyor.


Sonuç: Enginar bile zararlı.!

'ImuPro300' testini Milliyet muhabiri Nevsal Elevli de denedi. Test sonucunda Elevli'nin en çok sevdiği ve sağlıklı olduğuna inandığı için bolca tükettiği marul, roka, keten tohumu, enginar, üzüm, çavdar, şamfıstığı gibi ürünlere karşı vücudunda bir duyarlılık olduğu tespit edildi.

Elevli'nin 36 gıda maddesine karşı duyarlılığı olduğu ve bu besinlerle ilişkisini bir süre kesmesi gerektiği ortaya çıktı. Bu çerçevede 1 yıl boyunca enginar yememesi önerilen Milliyet muhabiri, laboratuvar tarafından kendisine verilen listedeki gıdalardan istediği kadar tüketebilecek.


Ortaya çıkabilecek sorunlardan birkaçı

Bilim adamlarının verdiği bilgiye göre, kişinin kendisine zararlı olan maddeleri tüketmesi durumunda onlarca sorun ortaya çıkabiliyor.

Bu sorunların başlıcaları ise şöyle sıralanıyor:

Cilt sorunları, migren, aşırı kilo ya da aşırı kilo verme, mide ve bağırsak rahatsızlıkları, romatizma, şişmiş göz kapakları, akne, idrar bozuklukları, nefes darlığı, egzama, halsizlik, sinirlilik, kalp ve dolaşım sorunları ve depresyon ortaya çıkabiliyor.


Yazı: Nevsal Elevli
Kaynak: www.milliyet.com.tr


Mavi forum

SSK'dan bir yenilik daha.! / 17 Şubat

SSK’dan bir yenilik daha.!

SSK, kemik iliği nakline ait masrafları karşılayacağını da açıkladı.


Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Başkan Vekili Dr. Özkan Dalbay, kemik iliği nakline ait bedellerin, ödenmesine karar verilmesiyle, hastaların Türkiye’de tedavi edilmesine imkan sağlandığını bildirdi.

SSK Yönetim Kurulu, 2006 yılının Ankara dışındaki ilk toplantısını Kayseri’de yaptı. Öğleden önce kurumun Kayseri’deki birimlerini gezip, incelemelerde bulunan Başkan Vekili Dalbay ve yönetim kurulu üyeleri, öğleden sonra yönetim kurulu toplantısı yaptı.

Dalbay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yılın belirli periyotlarında Ankara dışında toplantı yapılması yönünde prensip kararı aldıklarını belirtti.

Karar kapsamında SSK kurumlarını yerinde görme fırsatı yakalayıp sorunları, bulunduğu yerde tartışma imkanı yakaladıklarını kaydeden Dalbay, Kayseri’nin tespit edilen ihtiyaçları ve sorunları gidermek için gereken çalışmaların yapılacağını söyledi.

2005 yılının son yönetim kurulu toplantısında kemik iliği nakliyle ilgili karar aldıklarını anımsatan Dalbay, şunları söyledi:

Aldığımız kararla, Türkiye’de kemik iliği vericisi bulamayan hastaların, yurtdışında bulunan donörlerden kemik iliğinin Türkiye’ye getirilmesi ve bu iliğin getirilmesi sırasında transfer ücretleri ve zorunlu laboratuvar tetkiklerinin iç uygulama talimatları çerçevesinde, SSK tarafından karşılanmasına imkan sağladık.

Bu karar sayesinde yurtdışından, kemik iliği bekleyen hastalarımızın, Türkiye’de tedavi edilmesinin önünü de açmış olduk. Şu an itibariyle 10 civarında hastanın başvuru yapmasını bekliyoruz."

Dalbay, yurtdışından, kemik iliği bekleyen 20-25 civarında hasta olduğu bilgisinin kendilerine ulaştığını ve başvurular geldikçe belirlenen usuller çerçevesinde, ödemelerin yapılacağını bildirdi.

Dalbay, yönetim kurulu toplantısında, sosyal sigortalar kurumunun iç işleyişiyle ilgili değerlendirmelerde bulunduklarını dile getirdi.


Mavi forum

***Nasıl Kilo Alınabilir***

Herkez Fazla Kilolarından Şikayet Eder.Bende Tam Tersi Zayıflıktan Şikayetçiyim.Bu Konuda Bilgisi Olan , İlaç vs. Tavsiyesi Olan Kanka Var Mı?

Mavi forum

Allerjik Nezle Deyip Geçmeyin.!

Allerjik Nezle Deyip Geçmeyin.!

Allerjik nezle


Toplumda en sık görülen allerjik hastalıklardan birisidir.

Yaklaşık her 10 kişiden birinde allerjik nezle vardır.

Bu kişilerin çoğu da " allerji ile birlikte olan" durumlardan şikayetçidir.

Aramızda nezle olmayan yoktur. Bir an önce geçmesini beklediğimiz katlanılmaz bir durumdur: burun akıntısı, burun tıkanıklığı, hapşırma, koku alamama ve beraberinde halsizlik ve kırıklık hissi...

Bu şikayetlerin çok uzun süre, aylarca ya da tüm yıl boyunca devam ettiğini düşünün: Kuşkusuz çok daha dayanılmaz bir durum olacaktır.

İşte allerjik nezle bu şekilde seyreder. Mikrobik nezlelerden farklı olarak, bir de burun kaşıntısı ve ard arda hapşırmalar vardır. Polen allerjisi olanlarda tüm ilkbahar süresince, ev tozu akarlarına allerjisi olanlarda tüm yıl boyu devam eder nezle şikayetleri...

Allerjik nezle, tanısı ve tedavisi kolay bir hastalıktır. Ancak genellikle hastalar çok uzun süreler ızdırap çektikten sonra “acaba şikayetler allerjik mi?” diye akıllara gelir ve uzman hekimlere başvurulur. Gerekli testler yapılır, tedavi başlanır ve kısa sürede allerjik hastalık bulguları ortadan kalkar.

Bu allerjik nezlelerin “klasik” ve pratisyen hekimler tarafından bile kolaylıkla tanı konulabilecek formudur. Ama her zaman allerjik nezle böyle “gürültülü” seyretmez. İşte asıl sorun da burada ortaya çıkar.

Yazımıza başlarken allerjik nezle ile birlikte olan hastalıklar kavramından bahsettik. Allerjik nezlelerin belki de en önemli yönü budur. Bazı hastalarda allerji tüm bulgularıyla ortaya çıkmaz. Hastalık daha “sinsi” seyirlidir. Üst ve alt solunum yollarında oluşturduğu değişiklikler hasta için daha büyük problemlere neden olur. Nedir bunlar?


Sinüzit


Hemen herkesin çok iyi bildiği bir hastalıktır.

“Sinüsler” kafa kemikleri içinde bulunan, içleri hava ile dolu, boşluklardır. Duvarlarını aynı burun içindeki gibi bir doku kaplar (mukoza) ve sinüs ağzı adı verilen havalanma delikleri burun boşluğuna açılır.

İşte bu organların iltihabi hastalığına sinüzit adı verilir.

Allerjik nezle ile sinüzit arasında ne gibi bir ilişki olabilir? En basit açıklaması: allerjik nezle sinüzit gelişimini kolaylaştırır. Allerji nedeniyle burun içinde ve çevre dokularda meydana gelen ödem (şişlik) sinüs ağızlarının kapanmasına ve sinüslerin iltihaplanmasına neden olur.

Bu nedenle, sık sık sinüzit olan, sinüzit şikayetleri uzun süre devam eden ve tedaviye rağmen kısa süre sonra sinüziti nüks eden kişilerde allerji ve allerjik nezle varlığı mutlaka araştırılmalıdır.


Orta kulak iltihabı


Anne babalar çok iyi bilir.

Doktorlar bazen “çocuğunuzun kulağında sıvı var” ya da “kulak zarında çökme var” gibi tanılardan bahsederler. Hatta “kulağa tüp takılması gerekiyor” gibi anne babayı iyice tedirgin eden söylemler olur.

Bu durum tıpta “seröz otit media” olarak adlandırılır. Orta kulak havalanmasının bozulması neticesinde ortaya çıkan, allerjinin “gizlice” rol oynadığı bir hastalıktır. Orta kulağın havalanmasını sağlayan östaki borusunun geniz tarafındaki ağzının, yine allerjiye bağlı ödem nedeniyle tıkanması seröz otit medianın sık rastlanan sebeplerinden birisidir.

Hepimiz çok iyi biliriz ki sesin iletilmesi için havaya gereksinim vardır. Orta kulak içindeki minicik kemikçikler, kulak zarından gelen ses titreşimlerini iç kulağa iletirler ve beynimiz bu iletiyi ses olarak algılar. Seröz otit mediada en önemli şikayet, orta kulak havalanmasının bozulması nedeniyle ses iletiminin bozulması, daha basit bir deyişle duymanın azalmasıdır.

Çocuğunuzun ilköğretim okuluna yeni başladığını ve seröz otit media problemi olduğunu düşünün. Çocuğun işitme fonksiyonu tam olmadığı için, hem çevresi ile iletişimi bozulacak hem de derslerini algılama ve öğrenme kapasitesi düşecektir.

Özetle; okuma yazmayı yaşıtlarına göre geç öğrenen, sınıf içinde uyumu ve iletişimi iyi olmayan çocuklarda seröz otit media ve allerji araştırılması gereken bir durumdur.


Halsizlik, başağrısı ve algılama bozuklukları


Allerjik nezlesi olan kişilerin çok sık olarak yakındığı diğer durumlardır. Nezle (grip) olduğumuzda hepimiz tecrübe etmişizdir; okuduğumuzu anlamayız, konsantre olmakta güçlük çekeriz...

Günlük yaşantıyı olumsuz olarak etkileyen tüm bu şikayetler, allerjik nezlelerin doğru olarak tedavi edilmesi ile tamamen ortadan kalkacaktır.


Astım


Bir hastaya allerjik nezle tanısı konduğunda, sorulan ilk soru genellikle şudur: “Bu hastalık astıma döner mi?”

Çok yerinde ve doğru bir sorudur.

Önceki yıllarda “allerjik nezleli hastaların yaklaşık üçte birinde astım gelişir” denirdi. Ama bugün çok iyi biliyoruz ki, allerjik nezlesi olan her hastanın bronşlarında (akciğer hava yolları), ileride astım belirtilerine neden olabilecek değişiklikler olur. Bu değişiklikler allerjik nezlenin şiddeti ile yakından ilişkilidir. Yani allerjik nezle belirtileri ne kadar fazla ise ve tedavide ne kadar geç kalınmış ise, akciğerlerdeki değişiklikler de o oranda ileri düzeydedir.

Allerjik nezle tanısı konan her hasta, mutlaka alt solunum yolları yönüyle de değerlendirilmeli ve gereken tedaviler zamanında başlanmalıdır.

“Astım” kelimesi ile başladığımız son bölümü okurken biraz canınız sıkılmış olabilir. Gerçekten de astım, hastaların ya da anne babaların duymak istemedikleri, hatta genellikle korktukları bir hastalıktır. Ama rahat olun, astımın “korkulu bir rüya” olduğu dönemler artık gerilerde kalmıştır. Günümüzde, zamanında başlanan modern ilaçlarla astım kontrol altına alınmakta ve hastalar tamamen normal bir yaşam sürdürebilmektedir.


Son söz


Evet, görüldüğü üzere burnumuz sadece kozmetik endişelerle estetik operasyonlara malzeme olan bir organımız değildir.

Basit olarak algılanan bir hastalığı bile, yaşamımızı değişik boyutlarda etkileyebilmektedir.

Bu nedenle lütfen “allerjik nezle” deyip geçmeyin...

Sağlıkla kalın...

Kaynak: Doc. Dr. A. Zafer CALISKANER


Mavi forum

Dermatolojideki mucizevi ışın: Lazer

Lazerin dermatolojide kullanımı, bu alanda yeni bir dönem başlattı. Artık akneden damarsal lezyonlara, dövmelerin silinmesinden epilasyona kadar bir dizi sorun bu sihirli ışınlarla acısız, zahmetsiz gideriliyor.

Lazer, ’60’lı yıllardan bu yana tıbbın çeşitli alanlarında kullanılıyor. Ancak son 20 yılda lazer teknolojilerinde yaşanan büyük gelişme ve bunun tıbba yansıması, tedavi başarılarında önemli mesafeler kaydedilmesini sağladı.


Lazerle başarılı sonuçların alındığı alanlardan biri de dermatoloji. Lazer teknolojisinin gelişmesi ve daha güvenli hale gelmesi ile birlikte son 20 yılda dermatolojide yeni bir çağ açıldı. Öyle ki birkaç seansta acısız ve zahmetsiz bir şekilde ciltteki lekelerden, akne izlerinden, damarsal lezyonlardan kurtulmak mümkün.

LAZER NEDİR?
Dermatolojideki kullanımından önce, lazerin ne olduğuna bir bakalım. Lazer, İngilizce ‘light amplification by the stimulated emission of radiation’ dan türetilmiş bir kısaltma. Lazerler, basit anlamda yoğunlaştırılmış ışın üreten cihazlar. Bu ışının en önemli özelliği tek renkli, düz, tek fazlı ve yoğun olması. Bu ışının dalga boyu ve gücü, tıptaki kullanım alanlarını belirliyor. Dalga boyu ve gücüne göre de farklı lazerler söz konusu.

Lazer tedavilerinde ana amacın derinin bir bölümüne zarar vermek olduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi’nden Dermatolog Dr. Esra Özgüroğlu, “Bu amaç hedef doku tarafından özel ışın demetinin absorbe edilmesi ile elde edilir. Bu hedefe yönelik zarar oluşurken, derinin diğer bölümlerinin korunması lazerin en önemli özelliğidir. Lazer ışının oluşturduğu enerji, derideki koyu renkli maddeler tarafından absorbe edilir. Deride tedavi edilecek olan doku, lazer için hedeftir ve hedef madde tarafından lazer ışını emilir. Bu hedefler, pigment hücreleri, kan hücreleri, dışardan deriye verilen boya maddeleri yani dövmedir” diyor.

ŞARAP LEKELERİ
Dermatolojide lazerin, damarsal ve pigmente lezyonlar, aşırı yara iyileşme dokusu, akne ve sedef hastalığı tedavisinde; ayrıca lazerle epilasyon ve dövmelerin silinmesinde kullanıldığını vurgulayan Dr. Özgüroğlu, lazer tedavilerinde en yüz güldürücü sonuçların damarsal lezyonların tedavisinde alındığının altını çizerek şunları söylüyor:

“Özellikle şarap lekesi denilen doğumsal damar anomalisi lezyonunda başarı oranı çok yüksektir. Toplumda yüzde 0.3 oranında görülen ve ciddi psiko-sosyal problemlere neden olan şarap lekesi, gelişmiş lazer teknolojisi sayesinde artık tedavi edilebiliyor. Şarap lekesi en sık yüzün bir yarısını tutmakla beraber vücudun yüzde 50’sini kaplayacak kadar büyük de olabilmektedir. Bebek doğduğunda bu lekeler vardır ve bebekle birlikte büyürler. Doğumu takiben erken dönemde seanslar halinde yapılan tedaviler en etkin tedavilerdir. Tedaviye çocuk üç aylık olduktan sonra başlanabilir. Ne kadar erken başlanırsa o kadar olumlu sonuç alınır. Erken dönemde başladığında tedavi oranı yüzde 75-80’lere kadar çıkabilir.

Yüz ve bacaklardaki ince telenjiektazi dediğimiz damar genişlemeleri, özellikle burunda kızarıklık ve damar genişlemeleri ile seyreden rozasea dediğimiz hastalık, örümcek damarlanma ( spider angioma) gibi lezyonlar da lazerle başarı ile tedavi edilmekte. Lazer akne tedavisinde de başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.

Lazerin yoğunlukla kullanıldığı alanlardan biri de lazer epilasyon. Amerikan İlaç Dairesi FDA tarafından onay görmüş en etkin kıl yok etme yöntemi olan lazer epilasyonda hedef, doku kıl folikülünde lokalize olmuş pigmentlerdir. Kıl folikülünün zarar görmesi ile kıl yok edilir. 5-6 seanslık lazer epilasyon sonrasında kıların yüzde 80-85’i tamamen yok edilebilmektedir.”

DOĞRU HASTA SEÇİMİ ÖNEMLİ
Lazerde başarı oranını yükselten en önemli faktörün doğru hasta seçimi olduğunu söyleyen ASM’den Dermatolog Dr. Mehmet Coskun Acay ise, “Güncel tedavilerde ilk akla gelen, tedavinin etkinliği ve yan etkilerdir. Doğru amaçla ve doğru şartlarda lazer tedavisinde ciddi yan etkilere rastlanmamakta. Doğru şartlar, hekimin lazeri kullanımı (uygun hasta, bronzlaşmamış ten, güneşsiz mevsim...) ve hastanın önerilen şartlara uyumuyla (güneşten korunma, önerilen kremlerin kullanımı...) sağlanabilir. Lazer tedavisi, doğru dalga boyu ve süre seçildiğinde oldukça etkili yöntemdir. Damarsal kaynaklı olaylarda lazer dışında bir tedavi seçeneğiniz yok, ama deri lekeleri, pigmente lekeler, bazı benler, güneş lekeleri, lazerle tedavi edilecek kahverengi lekeler için cerrahi, peeling işlemi, dondurma işlemi, alternatif seçenekler arasında sayılabilir. Hastaya bu alternatifler de sunulur, doğru seçime karar verilir. Lazer, kullanım kolaylığı, etkinliği ve çoğunlukla ağrısız oluşuyla, öne çıkmaktadır” diyor.

LAZER, DERMATOLOG TARAFINDAN YAPILMALI
Dermatolojideki lazer uygulamalarında en önemli sorunlardan birinin lazerin hekim olmayan kişiler tarafından güzellik merkezlerinde uygulanması olduğunu söyleyen Dr. Acay, “Lazer mutlaka medikal merkezlerde ve bu alanda uzmanlık almış hekimler (dermatoloji ve plastik cerrahi uzmanı) tarafından uygulanmalıdır. Aksi takdirde doğru tanı koyup, doğru hastaya, doğru işlemi uygulama konusunda sıkıntılar yaşanıyor” diyor.

Lazer sistemleri:
Cynosure V-Star (pulse dye laser): Damarsal kaynaklı hastalıklarda ve benlerde, skar tedavisinde, deriyi soymadan (non ablatif) kırışıklık azaltma tedavisinde kullanılıyor.
Cynosure Apogee Elite: Aynı ünite üzerinde a) Nd: YAG (1064 nm): Özellikle pigmente lezyon ve bazı damarsal lezyonların tedavisinde kullanılıyor.
Alexandrite (755 nm): Epilasyon tedavisinde etkin. Çok koyu tenli insanlarda dahi kullanılabilecek bir lazer. Koyu tenli insanlarda en büyük risk lazer yapılan alanda beyaz lekelerin kalması. Bu lazer modeli beyaz leke olasılığını çok düşük düzeye indiriyor.

HIZLI, AĞRISIZ BİR YÖNTEM
Lazer tedavisinin en önemli avantajları hızlı, ağrısız olması ve daha sonrasında bakım gerektirmemesi. Seansların sayısı ve süresi lezyonun derinliğine, genişliğine göre değişmekle birlikte 5 dakika ile 1 saat arasında sürüyor. Dr. Esra Özgüroğlu, lazerin kullanım alanlarına göre kaç seansta olumlu sonuçlar alındığını şöyle sıralıyor:
Kılcal damarlar: Damar çatlağı, çok yüzeysel damar lezyonları üç-dört seansta tedavi ediliyor ama çok noktasal olanlar bir iki seansta da kaybolabiliyor.
Cilt lekeleri: Daha çok güneş lekelerinde kullanılıyor. Basit çiller için genellikle bir iki seans yeterli oluyor.
Benler: Kanser riski taşıması nedeniyle genellikle benlerde lazer uygulaması tercih edilmiyor. Tercih dışı kalmasının önemli nedenlerinden biri de lazerin cerrahiye herhangi bir üstünlüğünün olmaması. Cerrahide bulunan patolojik inceleme yapabilme şansı lazerde olmadığı için, benlerde cerrahi yöntem tercih ediliyor.
Kırışıklıklar: ASM’de non ablatif denilen soymadan yapılan işlem uygulanıyor. 4-6 seans sürüyor. Ekimden nisan ayına kadar olan dönemde, mümkünse kış aylarının içinde bitirilmesi ve birer aylık (bazen 5 hafta olabilir) aralarla yapılması öneriliyor. Seanslar tamamlanana kadar yüksek faktörlü koruyucu güneş kremleri kullanılması öneriliyor.
Akne tedavisi: Akne tedavisinde iki yönlü kullanılıyor. İlk kullanım alanı düşük dozlarda haftalık seanslarla lazer yaparak medikal tedaviye destek olunuyor. Daha az ilaç kullanılıyor ve akne daha çabuk iyileşiyor. İkinci kullanımı da akne izlerine yönelik.
Sedef hastalığı: Lazer sedef hastalığında birinci seçenek değil. Ancak çok sınırlı alanda kalmış, tedaviye dirençli vakalarda kullanılıyor. Sedefi tedavi etmiyor ama dönemsel iyilik hali elde ediliyor.

HANGİ VAKALARDA LAZER KULLANILIYOR?
Damarsal lezyonların tedavisi
Pigmente lezyonların tedavisi
Lazer epilasyon
Keloid (aşırı yara iyileşme dokusu)
Akne
Sedef hastalığı
Dövmelerin silinmesi

Mavi forum

Küçük çocukları bekleyen tehlikeler

Küçük çocuklar, en fazla evde düşme, ilaç yutma, soluk borusuna cisim kaçması gibi tehlikelerle karşı karşıya kalıyorlar.

Aileleri küçük çocukların karşılaşabileceği tehlikeler konusunda uyaran Prof. Dr. Ufuk Beyazova, “6. aydan itibaren bebekler korkuluk olmayan karyolalarda yatırılmamalı. Kuruyemiş ve bozuk para 9. aydan itibaren çocuklardan tutulmalı. 1 yaş civarındaki çocuklar büyükleri taklit ettikleri için yanlarında ilaç yutulmamalı. Evde su geniş ağızlı kapta biriktirilmemeli” uyarılarında bulundu.

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Sosyal Pediatri Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ufuk Beyazova, çocukların yaşları büyüdükçe kaza geçirme olasılıklarının arttığını belirtti. Beyazova, küçük çocuk ve bebeklerin en fazla düşme, ilaç içme, yazaylarında boğulma, kış aylarında yanma ve soluk borularına cisim kaçması gibi tehlikelerle karşı karşıya kaldıklarını bildirdi.

Bebeklerin yaşamlarının ilk 6 ayı içinde anne-babalarının kucaklarından düşebileceklerini kaydeden Beyazova, “Ama genellikle 1 metrenin altındaki yükseklikten düşmek zarar vermez” dedi. Beyazova, yüzükoyun yatırılmaları halinde solukları durabileceği için, bebeklerin sırtüstü veya yan yatırılmaları gerektiğini bildirdi. 6. aydan itibaren dönebilecekleri hesaba katılarak bebeklerin korkuluk olmayan karyolalarda yatırılmaması gereğine işaret eden Beyazova, “Ancak, korkuluklar bebeklerin başlarını sokabilecekleri genişlikte olmamalıdır” diye konuştu.

Bebeklerin 9. aydan itibaren de baş ve işaret parmaklarını birleştirerek küçük cisimleri tutabildiklerini dikkati çeken Beyazova,”Bebekler her şeyi ağızlarına götürürler. Boğazlarına kaçan küçük cisimler de boğulmalarına yol açabilir. Bu nedenle kuruyemiş, bozuk para, boncuk, tespih, düğme gibi cisimler bebeklerden uzak tutulmalıdır” dedi. Oyuncakların kopan küçük parçalarının mutlaka bulunarak ortadan kaldırılması gerektiğini kaydeden Beyazova, “Bu parçayı bebek bulurs aağzına koyup tıkanabilir” uyarısında bulundu.

Beyazova, bebek ve küçük çocukların karşılaşabileceği tehlikeler konusunda ailelere şu uyarılarda bulundu:
1 yaş civarındaki çocuklar büyükleri taklit ederler. Bu nedenleyanlarında ilaç yutulmamalı,
İlaçlar ambalajlarından çıkarıldıktan hemen sonra alınmalı ve tekrar çocukların ulaşamayacağı bir yere konulmalı,
Emekleyerek veya yürüyerek mutfağı, banyoyu karıştırabilirler. Ulaşabileceği yerlerde deterjanlar, kireç çözücüler, lavabo açıcılar, böcek öldürücüler, ilaç, kimyasal maddeler olmamalı,
1 yaşından sonra gazın düğmesini çevirebilecekleri için mutfakta yalnız bırakılmamalılar,
Yemek ocağın arka gözlerinde pişirilmeli,
Tava, tencere ve çaydanlık sapları çocuğun ulaşabileceği yönde olmamalı,
Odada veya mutfakta piknik tüpünün üzerinde birşey pişirilmemeli,
Soba gibi ısı veren cisimlerin etrafında korkuluk olmalı, uygun biçimde yakılmayan hiçbir soba kullanılmamalı,
Pencerelerin önünde basıp tırmanmalarına yardımcı olacak sehpa, koltuk, kanepe gibi mobilyalar olmamalı,
Balkona yalnız başlarına çıkarılmamalı, balkon demirleri başlarını sokabilecek genişlikte olmamalı. Burada da üzerlerine basıp düşebileceği eşyalar bulunmamalı,
Evde su geniş ağızlı kapta biriktirilmemeli,
Küçük çocuk olan evlerde çatal bıçak çekmecesi çocuğun boyundan daha yüksekte olmalı,
9. aydan sonra tutunup kalkabilecekleri için, masa ve sehpa gibi mobilyaların üzerinden sarkan örtülere dikkat edilmeli. Bunları çekerken üzerlerindeki eşyaları düşürüp yaralanabilirler,
Küçük çocuklar bahçede yalnız bırakılmamalı. Buradaki zehirli otları yiyerek zehirlenebilirler ya da böcek sokabilir,
Giysilerinin üzerine, emzik ipi gibi boynunun etrafını dolanıp boğabilecek uzunlukta zincir ve ip benzeri şeyler takılmamalı,
Giysilerinin üzerindeki kopma tehlikesi olan cisimler hemen onarılmalı,
Vücudundaki bit gibi zararlıları temizlemek için zararlı kimyasalmaddeler kullanılmamalı,
Gazyağı, petrol gibi maddeler daha önce içinde yiyecek ve içecek bulunan kaplara konulmamalı,
Evde silah varsa boş olarak, çocukların ulaşamayacağı yerlere konulmalı,
Elektrik prizlerinin mutlaka kapağı olmalı, elektrik kabloları koltuk arkası ya da halıların altına gizlenmeli,
Tadına bakmak amacıyla yiyebileceği için evde zehirli bitki bulundurulmamalı,
Ütü çocuğun bulunduğu yerde yapılmamalı,
Pencere ya da dolap kapaklarının kırık camları hemen değiştirilmeli,
Çocukların çarpıp düşebileceği köşeli mobilyalar alınmamalı.

Mavi forum

Hastalar toplumla iç içe rehabilite edilecek

Şizofren ve zihinsel özürlü hastalar için Toplum Tabanlı Ruh Sağlığı Hizmetlerinin Geliştirilmesi Projesi Türkiye’de ilk kez Elazığ’da uygulanacak.

Hollanda hükümeti ile birlikte yürütülecek projeyle hedef kitle olarak seçilen şizofren ve zihinsel özürlü hastalar, kendileri için oluşturulacak evlerde hem tedavi edilecek hem de toplumla kaynaşmaları sağlanacak. Hastalar öncelikle hastane içerisinde kendilerine ayrılan evlerde verilen harçlıklarla bütçelerini oluştururken, İş-Kur destekli meslek edinmeleri sağlanacak.

Elazığ Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Uzm. Dr. Mustafa Namlı, hastanelerindeki iş gücünü topluma kazandırarak, hastaları toplumla iç içe yaşamalarına sağlamak amacıyla AB’nin MATRA projesi çerçevesinde Hollanda hükümetiyle Türk Sağlık Bakanlığı arasında yapılan anlaşma kapsamında proje hazırladıklarını söyledi. Projenin iki ülke dışişleri ile sağlık bakanlıkları arasında imzalandığını ifade eden Namlı, projenin Hollanda ayağını Ermelo Meerkanten Ruh Sağlığı Hastanesi, Türkiye’deki ayağını ise kendilerinin yürüteceklerini kaydetti.

700 bin Euro bedelli 3 yıl sürecek projeyle hastanede belirlenen şizofren hastaların hastane içerisinde belirlenen evlere yerleştirileceğini ifade eden Namlı, şöyle konuştu:
“Hastanemizin içinde bu amaçla iki evin tefrişini yaptık ve mart ayında hastaları bu evlere yerleştireceğiz. Bu evlerden birine kadın diğerine erkek hastaları alacağız. Bir evde en fazla 5 hasta olacak. Bu hastalar kendi yemeklerini yapacak, çamaşırlarını yıkayacak ve sosyal hayatını sürdürmeye çalışacaklar. Hastalara belli harçlık verilecek, kendi bütçeleri olacak. Bütçeleri aracılığıyla ev giderlerini karşılayacak, ilaçlarını alacaklar. Hastalar kendi kişilikve eğitimlerine uygun olarak rehabilitasyon programına alınacak ve İş-Kur’un desteği ile meslek edindirilmesine çalışılacak. Hastaları, doktor, hasta bakıcı ve hemşireler ziyaret edecek. Bu uygulama Hollanda da çok yaygın olarak yapılıyor. Projeyle hastanelerin yatak sayıları azaltılıp hastaların toplumla iç içe getirilip rehabilite edilmelerini amaçlıyoruz.”

HASTALAR, KENDİ AYAKLARININ ÜZERİNDE DURABİLECEK
Namlı, Sağlık Bakanlığı’nın projenin uygulanması için Elazığ’ı pilot bölge olarak seçtiğini belirterek, projenin başarılı olması halinde bunun diğer hastanelerde de uygulamaya geçeceğini söyledi.

Projeyle uzun süre hastanede yatan sahipsiz şizofren ve zihinsel özürlü hastaların ruh ve sinir hastalıkları hastanesi dışına çıkarılarak tedavi ve rehabilite edilmelerinin sağlanacağını kaydeden Namlı, bu sayede hastaların hastane dışında kendi ayaklarının üzerindedurabileceklerini bildirdi.

Bu yönde uygulanacak olan projenin Türkiye’de tek olduğunu belirten Namlı, “Burada başarılı olacak hastaları daha sonra şehir merkezinde oluşturacağımız evlere alacağız. Hastanede eğitimli ve el becerisi yüksek olan hastalarımız var. Bunlar ilgilenilmedikçe çalıştırılmadıkça hastanelerde körelmektedirler. Bu hastaların iş sahibi olmasını sağlayacağız. Hastaya bu şansı vermemiz gerekiyor” dedi.

Namlı, adli olaylara karışmış hastaların bu evlere alınmayacağını, hastanede yatan yaklaşık 100 hastanın bu evlerde barınabilecek konumda olduğunu sözlerine ekledi.

Mavi forum

Sigortalılar özel tüp bebek merkezlerinden yararlanamıyor

Türkiye’de tüp bebek tedavisine ihtiyaç duyan 150 bin çiftin yarısı, yani 75 bini sigortalı. Şimdilik 3 devlet hastanesindeki tüp bebek merkezlerine başvurabilen sigortalılar yasal yol açılsa bile hala özel tüp bebek merkezlerinden yararlanamıyor.

Sigortalıların özel tüp bebek merkezlerinden yararlanmasının yasal yolu 2005’in Kasım ayında açılsa da bu uygulamaya yansımadı. Sigortalılar ülke genelinde sayıları 40’a ulaşan özel tüp bebek merkezlerinden yararlanmak için hala bekliyor.

Türk Jinekoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Bülent Tıraş, SSK Sağlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün henüz özel hastane ve özel tüp bebek merkezleriyle anlaşma yapmadığını belirterek, “Şu anda SSK’lı hastalar özel tüp bebek merkezlerine başvuramıyorlar.

Türk Jinekoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Bülent Tıraş, SSK Sağlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün henüz özel hastane ve özel tüp bebek merkezleriyle anlaşma yapmadığını belirterek, “Şu anda SSK’lı hastalar özel tüp bebek merkezlerine başvuramıyorlar. SSK Yönetim Kurulu 17 Kasım 2005 tarihinde sigortalı hastaların da özel merkezlere başvurabilmesi için bir karar almıştı. Mevcut durumda sigortalı hastalar, Ankara da bir İstanbul’da 2 devlet hastanesine başvurabiliyorlar. Bu hastanelere yönlendiriliyorlar. Bu hastaneler de üniversiteler dahil hiçbir yere sevk işlemi yapmıyorlar. Bu da garip bir durum”diye konuştu.

SSK Yönetim Kurulu 17 Kasım 2005 tarihinde sigortalı hastaların da özel merkezlere başvurabilmesi için bir karar almıştı. Mevcut durumda sigortalı hastalar, Ankara da bir İstanbul’da 2 devlet hastanesine başvurabiliyorlar. Bu hastanelere yönlendiriliyorlar. Bu hastaneler de üniversiteler dahil hiçbir yere sevk işlemi yapmıyorlar. Bu da garip bir durum”diye konuştu.


SSK Sağlık İşleri Genel Müdürlüğü yetkilileri ise özel tüp bebek merkezleriyle yapılan sözleşmeleri Şubat ayı sonuna yetiştirmeye çalıştıklarını belirtiyor.

Tüp bebek tedavisi kamu kurumlarında 2 bin 500 YTL, özel sağlık kurumlarında ise 3 bin 500 YTL’ye yapılıyor. Memurlar, Bağ-Kur ve yeşil kartlılar, ilaçlar için yüzde 20 katkı payı ödüyorlar.

Tedavi masrafları için de devletin 1 milyar lira civarında bir katkısı oluyor.

Mavi forum

WHO'den sahte ilaçlara karşı çağrı

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), sahte ilaçlara karşı uluslararası mücadele çağrısında bulundu.

WHO yetkilisi Howard Zucker, sahte ilaçlarla mücadele için küreselbir görev gücü oluşturulması gerektiğini belirterek, “İnsanlar sahte el çantası taşıdıkları ya da taklit tişört giydikleri için ölmez. Sahte ilaç aldıkları için ölür” dedi.

Merkezi İsviçre’nin Cenevre kentinde bulunan Örgüt, sahte ilaç işinin gittikçe karmaşık ve kazançlı bir iş geldiğini belirterek, sahte ilaçların getirdiği kazancın 2010 yılında iki katına ulaşarak 75milyar dolara çıkacağı tahmininde bulundu.

WHO, gümrük, polis ve ilgili kurumların uluslararası şebekelerin çökertilmesi için sahte ilaçlar ve dağıtım metotlarıyla ilgili bilgileri paylaşmalarını da istedi.

Örgüt, ilaçların barkodlanması, izlenme yöntemlerinin geliştirilmesi, sağlık çalışanlarının bu konuda eğitilmesinin daha az insanın sahte ilaç almasına neden olacağını kaydetti.

Dünyada satılan ilaçların yüzde 10’unu sahte ilaçların oluşturduğu bildiriliyor.

Mavi forum

Virüs Avrupa'da yayılmaya başladı

Kuş gribi virüsü, Avrupa kıtasında yayılıyor. Virüs, İtalya, Bulgaristan, Slovenya ve Yunanistan’ın ardından Almanya ve Avusturya’da da ortaya çıktı.

Almanya Tarım Bakanlığı, Baltık Denizi’ndeki Rügen adalarında bulunan 4 ölü kuğuda, H5N1 virüsü tespit edildiğini açıkladı. Bakanlık, Nisan’a kadar kanatlı hayvanların kümeste tutulması zorunluluğu getirdi.

VİRÜSÜN GÖRÜLDÜĞÜ SON ÜLKELER ALMANYA VE AVUSTURYA
Avusturya ve Macaristan’da da ölü kuşlar bulundu; İtalya’nın güneyinde ölen kuğularda da, H5N1 virüsüne rastlandı.

BM: “VİRÜS, BİRÇOK AVRUPA ÜLKESİNDE GÖRÜLEBİLİR”
Birleşmiş Milletler, Afrika’da kışı geçiren göçmen kuşların bahar aylarında dönüşüyle, başka birçok Avrupa ülkesinde de virüsün görülebileceği uyarısını yaptı. Afrika kıtasında virüsün ilk görüldüğü ülke Nijerya’dan, salgının hızla yayıldığına dair haberler geliyor.

Irak-İran sınırındaki Maysan vilayetinde de kuş gribi virüsüne rastlandı. İran’ın Gilan vilayetindeyse 135 ölü kuğu bulundu.

Mavi forum

Östrojen takviyesi kalbe zararlı değil

Kadınlarda östrojen takviyesinin kalp krizi riskini artırmadığı, aksine kalp-damar sistemini güçlendirdiği bildirildi.
ABD’de “İnternal Medicine Archives” adlı yayın organında çıkan makaleye göre, rahimleri ameliyatla alınan, yaşları 50 ile 59 arasında değişen 3310 kadın arasında yapılan araştırma, takviye olarak verilen kadınlık hormonunun, kalp krizi riskini artırmadığını gösterdi.

Araştırmaya katılan kadınların yarısına östrojen, diğer yarısına plasebo verildiği kaydedilen makalede, 7. yılın sonunda, östrojen verilen kadınların kalp krizinden ölme riskinin plasebo verilenlere oranla yüzde 34 azaldığının ortaya çıktığı belirtildi.

Araştırmaya katılan doktorlardan Judith Hsia, sonuçların, östrojenle tedavi edilen kadınlar açısından kalp krizi riskinin zayıf olduğunu göstermesine rağmen, bu hormonun bütün risk ve yararlarının bütün olarak göz önünde bulundurulması gerektiğini vurguladı.

Mavi forum

Cinsel sorunlu erkek doktora gitmiyor

Cinsel işlev bozukluğu olan erkekler tabuları aşamıyor. Bu yüzden erkekler doktora gitmek yerine kulaktan dolma bilgilerle eczaneden reçetesiz ilaç alıp kullanmayı tercih ediyor.

Reçeteyle ilaç alanların oranı yüzde 14 ile sınırlı kalıyor

“Aşk sizi sağlıklı kılar” sloganıyla bir toplantı düzenleyen Aile Sağlığı Araştırma Derneği (ASA) 6 bölgede 1205 eczacı üzerinde yapılan bir araştırmanın sonuçlarını açıkladı.

Araştırmaya göre cinsel işlev bozukluğu Türkiye’de 40 yaşını geçen her 10 erkekten yedisini etkilese de hekime başvurma oranı son derece düşük. Cinsel sorunu olan erkeklerin çoğunluğu eczaneden reçetesiz ilaç satın alıp kullanmayı tercih ediyor.

CİNSEL İŞLEV BOZUKLUĞU KALP VE DİYABET HASTALIĞI HABERCİSİ OLABİLİR
ASAD Genel Sekreteri Prof. Dr. Emre Akkuş, araştırmayla ilgili şu bilgiyi veriyor:
“Araştırmaya göre hastaların yüzde 62’si kendi bilgileriyle isim verip eczaneden ilaç satın alıyorlar. Doktora başvuran doktor reçetesiyle ilaç satın alanların oranı ise yalnızca yüzde 14. Eczacılardan danışmanlık alanların oranı ise yüzde 24. Bu son derece sakıncalı bir durum. Erkeklerdeki cinsel işlev bozukluğu problemi diyabet, kalp damar hastalığı gibi birçok hastalığın ön belirtisi olabilir. Doktora gitmeden bir erkek bu tip ilaçları kullanırsa yaşamsal risk taşıyan hastalıklar da atlanabilir. Yaptığımız araştırmada da eczacıların da ilaçlar ve yan etkileri konusunda yeterince bilgili olmadıklarını saptadık. Hekime başvurup kesin tanı almadan bu tip ilaçların kullanımını önermiyoruz. Bu yüzden eczacıları da ülke genelinde bilinçlendirecek bir eğitim çalışmasına başlıyoruz. İlki İzmir’de yapılacak ve eczacılara sertifika verilecek.”

HASTALAR DEPRESYONA GİRİYOR
ASAD Başkanı Prof Dr. Halim Hattat, hekime danışmadan ilaç kullanmanın sakıncalarını şöyle dile getirdi:
“Hekime başvurmadan ilaç alanların büyük bir kısmı, daha sonra ‘denedim, hiçbir etkisi olmadı’ diyerek depresyon içinde bize geliyor. Oysa bu ilaçlar, doktor tavsiyesiyle ve onun önerdiği şekilde kullanıldığında yararlı olan ilaçlardır. Bu ilaçlara hiç gerek kalmadan hastanın problemi çözülebilir. Bu nedenle mutlaka hekime başvurulmalı.”

DANIŞMA HATLARINA İLGİ BÜYÜK
Tabular ve cinsel işlev kaybının yaşlanmanın doğal sonucu olduğuna inanılması erkeklerin hekime başvurmasını engelliyor. Cinsel danışmanlık hizmeti veren telefon hatlarına ise büyük ilgi var.

ASAD Başkanı Prof Dr. Halim Hattat “Bizim derneğimizin telefon hattımızı 3 yılda 80 bin kişi aradı. Bunların yüzde 87’si erkek, yüzde 13’ü ise kadındı. Erkeklerde erken boşalma sorunları, penis boyu, orgazm sorunları, kadınlarda ilk gece korkusu kızlık zarıyla ilgili sorunlar, kadınlarda ise vajinusmus, cinsel istek sorunları ön planda. Telefon hattına başvuranların büyük çoğunluğu 18-30 yaş grubunda. Cinsellikle ilgili bilgilenme ihtiyacı çok yüksek. Biz tedavi ihtiyacı olanları ASAD üyesi Türkiye genelinde 23 üniversitede görev yapan üyelerimize yönlendiriyoruz” diye konuştu.

Uzmanlar çiftlere cinsellikle ilgili sorunları aralarında konuşmalarını, 3 ay süren işlev bozukluklarında ise muhakkak hekime başvurmalarını öneriyor.

Mavi forum

Kim hangi vitamini almalı.?

Kim hangi vitamini almalı.?

Herkesin günlük vitamin gereksinimi aynı değil. Stres altında çalışanın, sporcuyla diyet yapanın, hamilenin veya sigara içenin farklı miktarlarda değişik vitamin ve minerallere gereksinimi oluyor. Günlük beslenme programı da bu gereksinimlere göre ayarlanıyor.

Diyetisyen Dilek Küçük kimlerin hangi vitamin ve minerallere gereksinim duyduğunu açıklıyor:

Sporcuysanız:

Düzenli ve yoğun bir biçimde spor yapıyorsanız vitamin ve mineral gereksinimiz fazladır. Bu nedenle bol bol havuç, domates, sebze ve turunçgillerin suyunu içmeniz gerekir. Kemik ve kaslarınızın daha dirençli olması için de C ve E vitamini ile betakaroten içeren gıdalar yemelisiniz.

Sigara tiryakisi iseniz:

Günde bir pakete yakın sigara içiyorsanız, sizde C vitamini yanında mineral eksikliği de söz konusudur. Çünkü vücudunuz , güçlenmek ve direnç kazanmak için yararlanacağı bu maddeleri tütünün zararlarını gidermek için harcar. Günlük C vitamini gereksiniminizin 120 gramdan fazla olduğunu göz önünde tutarak beslenmenizi ona göre düzenlemelisiniz.

Hamile iseniz:

Sizin bu dönemde A, B12 ve D vitaminine daha çok gereksiniminiz var. Çünkü hamilelik dönemindeki vitamin yetersizliği önemli sonuçlara yol açabilir. Örneğin D vitamini eksikliği , çocuğunuzun ağır bedensel sorunlarla dünyaya gelmesine neden olabilir.

Diyet yapıyorsanız:

Karbonhidrat veya meyve diyeti hızlı zayıflamak isteyenlerin başvurduğu bir diyet yöntemidir. Bu diyetlerden birini uyguluyorsanız, vücudunuzda halsizlik, isteksizlik ve aşırı yorgunlukla kendini belli eden vitamin ve mineral eksikliği ortaya çıkabilir. Bunu gidermek için vitamin ve mineral tabletleri almalısınız. Ama tabii ki bilinçsizce değil.

Stres altındaysanız:

Stresli bir ortamda mı çalışıyorsunuz? Zamanla yarıştığınızdan stresten bir türlü kurtulamıyor musunuz? O zaman bolca vitamin ve mineral takviyesi yapmalısınız. B vitamini yanında mineral tabletleri de aldığınızda , stresinizi daha sağlıklı bir şekilde üzerinizden atabilirsiniz.

Doğum kontrol hapı kullanıyorsanız:

Hamilelikten korunmak için doğum kontrol hapı kullanıyorsanız, B1, B2, B6 ve B12 ile C vitamini eksikliği ortaya çıkabilir. Bunların sonucunda da vücudunuzun hastalıklara karşı direnci azalabilir. Bu nedenle doktorunuza danışarak vitamin tabletleri almalısınız.


Mavi forum

Kadınların yaptırması gereken 10 test.!

Kadınların yaptırması gereken 10 test.!

Günümüzde ölümcül hastalıkların tedavisi bile mümkün. Ancak bunun için erken tanı şart. Erken tanıya giden yol ise, yaşamsal önem taşıyan testlerden geçiyor. İşte her kadın için hayati önem taşıyan ve yaşam boyu yaptırılması gereken testler...

Memorial Hastanesi Dahiliye Uzmanı Dr. Soner Dileklen, her kadının mutlaka yaptırması gereken 10 test ve tanı yöntemleri hakkında bilgi verdi.

MAMOGRAFİ İLE MEME KANSERİNDE ERKEN TEŞHİS

Özellikle meme kanseri, erken tanı ile ölümcül bir hastalık olmaktan çıktı. Bunun için kadınların 20 yaşından sonra her iki memesini de ayda bir kez kontrol etmesi ve 2-3 yılda bir doktor muayenesinden geçmesi gerekli.

Meme muayenesinin olmazsa olmazı mamografi. Uzmanlar kadınları, 40 yaşından itibaren her yıl mamografi çektirmesi ve eğer birinci derece akrabalarda meme kanseri varsa, sıkı takip altında olmaları gerektiği yönünde uyarıyor.

Mamografide, düşük doz x-Ray, yani iyonizan radyasyon üreten bir tüp ile meme inceleniyor. İnceleme için hasta mamografi denilen röntgen cihazının önüne oturtuluyor.

Meme x ışınına duyarlı bir levha üzerine yerleştirilerek sıkıştırılıyor. Ardından radyasyon verilerek, her iki memenin iç yapısının görüntüleri filmde oluşturuluyor.

Mamografi, meme kanserini henüz ele gelen bir kitle olmadan, yani kireçlenme aşamasındayken tespit edilebiliyor. Bu sayede meme kanseri çok erken evrede tedavi edilebiliyor.

TONOMETRE İLE KÖRLÜK ENGELLENİYOR

Glokom, halk arasındaki adıyla ‘göz tansiyonu’, yaptığı sinir hasarı ile körlüğe neden olabilen bir göz hastalığı.

İlaç tedavisi ve lazer ile körlüğün önüne geçiliyor ancak bu da erken teşhis ile mümkün. Körlük riskine karşı glokomun rutin muayenelerine en geç 40 yaşında başlanmalı. Ancak ailede glokom hastası varsa bu testler daha erken yaşlara alınmalı, da başlanmalı.

Göz içi basıncında genel adı tonometre olan cihazlara başvuruluyor. Retina kontrolünde, gözün arka bölümünü görebilmek için gözbebeği damla formundaki ilaçlarla genişletiliyor.

Göz içi basıncı, tonometre cihazından kontrollü bir şekilde hava püskürtülmesiyle ölçülüyor.

EFORLA KALP SORUNLARI BELİRLENİYOR

Uzmanlara göre 40 yaşını geçmiş her kadın senede bir kez kardiyolojik Check-up’tan geçmeli.

Uzmanlara göre, 40 yaşını geçmiş her kadının senede bir kez kardiyolojik check-up’tan geçmesi, kalp sağlığı açısından büyük önem taşıyor.

Ailede kalp krizi hikayesi bulunanlar için ise bu daha erken yaşlarda başlamalı. Efor testi, bu yaşamsal önem taşıyan check-up’ta başvurulan yöntemlerden biri.

Test, çoğunlukla koşu bandında uygulanıyor. Yaklaşık 10 dakika süren test sırasında kalp ve kalp kapaklarının durumu ile işleyişi hakkında bilgi veren EKG sürekli izleniyor, belirli aralıklarla damar basıncı ölçülüyor.

Efor testi egzersizi ritim ve ileti bozukluklarını araştırmak amacıyla yapılıyor. Bu sayede kalp ve dolaşım sistemi hastalıkları da ciddi boyutlara ulaşmadan tedavi edilebiliyor.

SMEAR İLE RAHİM AĞZI KANSERİNE SON

Uzmanlar, 18 yaşını aşmış ve aktif cinsel yaşamı olan her kadınının yılda bir kez düzenli olarak pap smear testi yaptırmalarını öneriyor.

Çünkü bu test sayesinde jinekolojik kanserler arasında 2. sırada yer alan rahim ağzı kanseri, çok erken safhada teşhis edilebiliyor.

Muayene sırasında, özel bir fırça yardımıyla rahim ağzı bölgesinden hücre sürüntüsü alınıyor. Bu sürüntüler patoloji laboratuarlarında inceleniyor. İnce yayma tekniğiyle, rahim ağzı kanserine yol açan Human Papilloma virüsü tespit ediliyor.

YILDA BİR KEZ ULTRASON

Kadın hastalılarında erken tanı için gerekli en önemli yöntemlerden biri de vajinal ultrason. Uzmanlara göre, yakınması olsun veya olmasın her kadın yılda bir kez ultrason muayenesinden geçmeli.

Vajinal yolla yapılan ultrasonda, iç organlar çok daha net bir şekilde izleniyor. Yumurtalıkları ve rahmi daha iyi görebilmek için ince bir sonda vajinaya yerleştiriliyor. Ekranda beliren görüntü, kadının sağlığı hakkında bilgi veriyor.

Jinekolojik ultrason ile karın organları, özellikle de rahim, yumurtalıklar ayrıntılı bir şekilde değerlendiriliyor. Rahmin yapısı, pozisyonu, büyüklüğü, rahimden kaynaklanmış tümörler, miyomlar saptanabiliyor.

Bunların yanı sıra rahim içi zarı, yani endometrium değerlendirmesi de yapılıyor. Aynı şekilde yumurtalıkların yapısı, yumurta geliştirme kapasiteleri, yumurtalık kistleri saptanabiliyor.

YILDA BİR KEZ CİLT MUAYENESİ KANSERİ ÖNLÜYOR

Her yıl düzenli olarak dermatoloji uzmanının kapısını çalmak da, sağlık için yaptırılması gereken testlerin bir parçası. Özellikle vücutta bulunan çok sayıda ben ve ailedeki cilt kanseri hikayeleri, muayenenin önemini daha da artırıyor.

Çünkü benler, ölümcül bir kanser türü olan melanom riski taşıyor. Melanomda yen tanı yöntemi, dijital dermatoskopi. Bu yöntemde yağlanmış deri yüzeyi ışıklı bir büyütme sağlayan dermatoskop ile inceleniyor.

Vücuttaki benlerin haritası oluşturularak noktasal lokalizasyonlar belirleniyor. Ardından her bir ben için dermatoskopik görüntü alınıyor ve kaydediliyor.

Böylece bir sonraki kontrolde elde edilecek görüntüyle karşılaştırma şansı sağlanıyor. Bunların yanı sıra dijital dermatoskop, benlerde izlenen şüpheli değişiklikleri de gösteriyor.

Bu test ile cilt üzerindeki değişiklikler, kanserleşmeden tespit edilebiliyor.

KAN TAHLİLLERİ SAĞLIĞI ELE VERİYOR

Düzenli olarak yaptırılan kan tahlilleri, genel sağlık durumu hakkında bilgi veriyor. Uzmanlara göre herhangi bir yakınma olmasa da, 35 yaşından itibaren 2 yılda bir kan tahlili yaptırılmasında yarar var.

Damardan kan örneği alındıktan sonra laboratuarlarda alyuvar ve akyuvarların durumuna bakılıyor, lökositler inceleniyor.

Testlerden alınan sonuçlara bakılarak vücutta enfeksiyon ve alerjik bir durum olup olmadığı tespit edilebiliyor. Kolesterol ve kan şeker değerleri hakkında bilgi ediniliyor.

MENOPOZDA KEMİK YOĞUNLUĞU ÖLÇÜMÜ ÖNEMLİ

Menopoz ile kendini gösteren kemik kırılmaları riski, osteoporoz tanısı ile konuyor. Özellikle ailede osteoporoz hastasının varlığı, kemik mineral yoğunluğu ölçümünün önemini artırıyor.

Kemik mineral yoğunluk ölçümü, hiçbir hazırlık gerektirmeden, vücuda bir zarar vermeden, özel bilgisayar programı ve hassas ölçüm yapan dansitometri cihazlarıyla yapılıyor.

Bu yöntemle vücudunuzdaki kemik yoğunluğu ölçülerek kemik erimesi riski tespit ediliyor. Erken teşhis sayesinde, ileri yaşlarda ciddi ve yaşamsal problemlere yol açan kırıkların oluşması önlenebiliyor.

AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI İÇİN TÜKÜRÜK TESTİ

Diş ve diş eti hastalıkları, dünyada ve Türkiye’de önemli sağlık sorunları arasında yer alıyor. Dişlerde ciddi bir sorunla karşılaşmamak için her yıl düzenli olarak diş hekimi ziyaret edilmeli.

Diş ve diş eti problemlerinin tespitinde, doğal bir koruyucu olan tükürüğün teste dilmesi önemli.

Bu test için tükürüğünüzün incelenmesi yeterli. Testte tükürüğün kimyasal ve mikrobiyolojik yapılarına bakılıyor.

Bu sayede çürüklerin önemli bir sağlık sorununa neden olması önleniyor.

KOLON KANSERİ ÖNLENEBİLİYOR

Kolon kanseri, en sık görülen kanser türleri arasında 3. sırada yer alıyor. Sinsi tehlike, özellikle 50 yaş ve üzerindekileri tehdit ediyor. Araştırmalar, kolon kanserinin önlenebilir olduğunu gösteriyor.

Ancak bunun için 50 yaşından sonra, 2 ila 5 yılda bir düzenli olarak kolonoskopi yönteminden yararlanılmalı.

Kolonoskopiyle kalın bağırsağın tümü incelenebiliyor. Çekim sırasında hastalar tomografi cihazına yatırılıyor ve kalın bağırsağa hava verilerek iç bölgenin görülmesi sağlanıyor. İşlem sonunda verilen hava geri alınıyor.

Kolonoskopi yöntemiyle hekim ileride tümöre dönüşebilecek polipleri teşhis edilebiliyor. Poliplerin cerrahi yöntemlerle alınması sayesinde, kolon kanseri oluşma riski önlenmiş oluyor.

Mavi forum

Fazla su içmek öldürüyor.!

Fazla su içmek öldürüyor.!

Çok su içmenin bilinenin tersine ölümcül olabileceği belirtiliyor..

Böbreklerin dışarı atamayacağı kadar çok su içmek, ölümle sonuçlanabilecek zehirlenmelere yol açıyor.

ÖZELLİKLE GRİPLİYKEN DİKKAT

Avustralya'daki Queensland Üniversitesi bilimadamları, her şeyin olduğu gibi su içmenin de fazlasının zararlı olduğunu ortaya çıkarttı.

Araştırmaya göre, özellikle soğuk algınlığı ve bronşit gibi hastalıklar sırasında vücuttaki suyu bağlayan bir hormon salgılanıyor.

İdrar yoluyla atılamayan su, hiponatremi hastalığına yol açıyor.

BAŞ DÖNMESİ İLE BAŞLIYOR

Kanın fazla sulanması nedeniyle tuz oranının düşmesi olarak açıklanan hastalık, baş dönmesi ve yorgunlukla başlıyor, komaya kadar uzanıyor.

Uzmanlar, "Gripliyken aşırı su içmek felce bile neden olabilir.

Ayrıca, böbreklerin atamayacağı kadar çok su tüketmek toksik etki gösterir. Bu da ölümcül zehirlenmelere yol açar" diyor.

Mavi forum

Yeşil kartlılara ilaç müjdesi.!

Yeşil kartlılara ilaç müjdesi.!


Ayakta tedavi gören yeşil kartlılara ilaç müjdesi. Daha önce yatarak tedavi gören yeşil kartlıların ilaç bedellerini karşılayan devlet, tedavi alanını genişletti.

Yeşil Kart sahibi vatandaşların, kamuya ait sağlık kuruluşlarında ayaktan tedavi sonucu yazdırdıkları ilaç bedelleri, devlet tarafından karşılanacak.

Daha önceki uygulamada, sadece yatarak tedavi gören Yeşil Kartlılar'ın ilaç bedelleri devlet tarafından ödeniyordu.

Sağlık Bakanlığı'ndan alınan bilgiye göre, "3816 Sayılı Ödeme Gücü Olmayan Vatandaşların Tedavi Giderlerinin Yeşil Kart Verilerek Devlet Tarafından Karşılanması Hakkında Kanun"un değişik 2. maddesi gereğince, Yeşil Kart sahibi vatandaşlar için ayakta yazılan ilaç reçete bedellerinin devlet tarafından karşılanmasına karar verildi.

Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdür Vekili Doç. Dr. Mehmet Güler, 81 İl Valiliği'ne gönderdiği genelgede, Yeşil Kart sahibi vatandaşlara ayakta yapılan muayene sonucu yazılan ilaç bedellerine ilişkin bilgilerin Bakanlığa gönderilmesini istedi.

Mavi forum

Üniversite Hastahanesi.!

Böylesi ancak Türkiye’de olur.!

Sağlık alanında yıllar sonraya verilen randevular bu kez üniversite hastanesinde yaşandı.

Atatürk Üniversitesi (AÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti Bölümü’nde tedavi için alınan sıralar 10 yıl sonraya uzayınca üniversite, hastalara randevu vermeme kararı aldı.

Fakülteye 2005 içerisinde çene, yüz ve dişlerinde problem olan 12 bin hasta başvuru yaptı.

Ancak bu hastalardan sadece bin 500’ünün tedavisi yapılabildi. Tedavi için 2006 yılında da büyük yoğunluk oldu.

Fakülte, tedavi sıraları 10 yıl sonraya sarkmaya başlayınca dişsel kaynaklı sorunları olanlara randevu vermeme kararı aldı.

AÜ Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Abdulvahid Erdem, tedavi için gelenlerden ancak hastalığı acil olanlar ya da iskeletsel düzeyde sıkıntısı bulunanları kabul ettiklerini belirtiyor.

Fakat bu tür rahatsızlıklarda bile sıranın 2008 yılına kadar uzadığını ifade ediyor. Erdem, ortodonti bölümünün uzmanlık alanı gerektirdiğine işaret ederek, Sağlık Bakanlığı’nın ortodontist tayini yapmadığından yakınıyor.

Prof. Dr. Erdem, sözlerine şöyle devam ediyor: “Sağlık Bakanlığı tayinleri pratisyen diş hekimi olarak yapıyor. Gelen kişi de genel diş hekimliği hizmeti veriyor.

Atamalar sadece ortodonti uzmanı olarak yapılmalı. Bu alanda hizmet verecek kişiler yetiştirilmeli.” Diş, çene ve yüz bozuklukları görülen ortodonti hastalarına üniversite ve devlet hastanelerinde çok uzun süreli randevular veriliyor.

Türkiye’de sadece 454 ortodondist bulunduğu için hastalar yıllarca beklemek zorunda kalıyor. Türk Ortodonti Derneği Başkanı Dr. Nejat Erverdi, ortodontist sayısının ülke nüfusuna oranla oldukça az olduğunu kaydederek, bu sayının en az 5 bin olması gerektiğini dile getiyor. “Ödeme gücü zayıf olanlar kamuda yığılmalara neden oluyor.

Bu da verilen randevuların uzamasına sebep oluyor. Genel Sağlık Sigortası’nın çıkmasının ardından bu yığılmalar son bulacaktır.” diyen Erverdi, 8 milyon nüfusu bulunan Yunanistan’da bile Türkiye’den daha çok ortodontist bulunduğuna dikkat çekiyor. Dr. Erverdi, “Geçmiş yıllarda ortodontik tedavi için sadece çocuklar gelirdi.

Ancak şu an 60 yaşında bile hastam var. Üniversitelerin yeterli derecede uzman yetiştirmesi gerekir.” diye konuşuyor.

Mavi forum

Diyet ve dengeli beslenme

Akapunktur

AKUPUNKTUR NEDİR?


Klasik Çin tıbbında insan yaşayan evrenin bir parçası olarak kabul edilir ve herşeyin içinde varolan evrensel gücün insanın da içinde bulunduğuna inanılır. “Chi” adı verilen bu enerji insan vücudunda “meridyen” denilen kanallarda dolaşır. Akupunktur yöntemi ile bu kanallarda meydana gelen enerji dolaşım engelini ortadan kaldırarak dengeyi sağlamak ve bu şekilde hastalığı önlemek amaçlanır.

İnsan vücudunun kendi kendini onarım gücü çok yüksektir. Vücudumuzda bu gücü harekete geçiren belli uyarı noktaları vardır ki, bunlara “akupunktur noktaları” denir. Bu noktalar uyarılarak vücudumuzdaki enerji dolaşımı normale döndürülür ve hastalık hali ortadan kaldırılır. Böylece organizma ilaç tedavisine gerek kalmadan, kendi olanaklarıyla hastalığın ortadan kalkmasını sağlar. Hastalığın belirtilerine değil, nedenine yönelik bir tedavi metodudur.

Hipokrat, canlıların kendi kendilerine iyi olma kudretlerinden ve iç hekimden bahseder. Paracelcus, “Hiçbir hayat sadece dış hekimin çabalarıyla varolamaz; dış hekim, iç hekime yardımcı olabilir.” der.

Akupunktur organizmanın kendi kendini tedavi ettiği bir metottur ve en önemli özelliği yan etkisinin olmamasıdır. Bu tedavi metodunu üç ana başlık altında toplayabiliriz:

Çeşitli hastalıkların tedavisi
Analjezi-anestezi
Alışkanlık tedavisi
Özellikle Uzakdoğu ülkelerinde kullanılan ilaçsız tedavi yöntemi akupunktur, Türkiye’de de hızla yaygınlaşmaktadır. Üniversitelerde ders olarak okutulan akupunktur, alternatif tıp olarak değerlendirilmemelidir; binlerce yıllık geçmişiyle akupunktur tıbbın kendisidir.

Mavi forum

Doğru ilaç kullanımı.?

DOĞRU İLAC KULLANIMI

ÇOCUKLUK ÇAĞINDAKİ İLAÇ ZEHİRLENMELERİNDEN KORUNMA

Zehirlenmeler genelde çocukların sorunudur. On dört yaşın altındakilerde ortaya çıkan zehirlenmeler, daha büyüklerde görülenin 2-7 katıdır. Çocuk zehirlenmeleri 1-3 ve 15-17 yaşlarında artış gösterirler. İlkinde kaza sonucu oluşanlar, diğerinde ise cana kıyma nedeni ağır basar.

Çoğu zehirlenmeler çocuğun kendi evinde olur. Bunu, büyükanne ve babaların, bir arkadaşın ve bakıcının evi izler.

El çantaları, buzdolabı rafları ve çocuğun erişebileceği ilaç dolapları tehlikeli yerler arasındadır.

Kaza sonucu ortaya çıkan zehirlenmelerin yarıdan fazlası ilkbahar ve yaz aylarında görülür. Bu aylar, boya, badana, ev taşıma, yolculuk gibi nedenlerle çocuk üzerindeki dikkat ve denetimin azaldığı, evin dağınık, dolapların ve çekmecelerin açık olduğu dönemlerdir.

Aile içi sorunlar, alışılagelmiş aile düzeninin bozulması, hastalık, ölüm, gebelik, aileye yeni bir bebeğin katılması, yolculuk, taşınma, başka bir evi ziyaret, eve misafir gelmesi ve yemek hazırlama gibi olaylar zehirlenmeye zemin hazırlar.

Bir kereden fazla ya da birden çok etkenle zehirlenme, ailenin çocukla ilgilenmediğini düşündürür. Altı aylıktan küçük bir bebekte, zehirlenmenin kasıtlı olabileceği akla gelmelidir. Ergenlik çağında ise, okulda başarısızlık, kız ya da erkek arkadaşla olan sorunlar ve ana babaların anlayışsızlığı zehirlenme nedeni olabilir.

Çocuklardaki doğal meraklılık, onlara zehirlenmeye hazır bir biçimde ortam yaratmaktadır. Çocuklar her yeri keşfetmeye ve çevrelerini incelemeye çaba göstermektedirler. Buldukları her şeyi doğrudan ağızlarına götürürler. Tehlikeyi anlamaz ve uyarı etiketlerini okuyamazlar.

Kaza ile olan zehirlenmelerin %60-70 kadarı ilaçlarla olmaktadır. Bunlar arasında, analjezik (ağrı kesici), antienflamatuvarlar, sedatif-hipnotik ve trankilizanlar (sakinleştirici-yatıştırıcı), antidepresanlar (ruhsal çöküntüyü giderici) ve santral sinir sistemini etkileyen diğer ilaçlar başta gelmektedir. Türkiye'de, özellikle salisilatlar (asetil salisilik asit tuzları ya da esterleri) en sık karşılaşılan zehirlenme etkenleri arasındadır. İlaçlardan kaynaklanan zehirlenmelerin büyük çoğunluğu oral (ağız yolu ile alınan), katı ilaç biçimleri (draje,tablet,kapsül) ile meydana gelmektedir. Çocuklar açısından, kaplanmış tabletler kaplanmamış olanlardan, değişik renkli tablet ve kapsüller tek renkli olanlardan ve yumuşak ilaçlar sertlerden daha çekicidir.

Zehirlenmeye yol açan ilaçların büyük çoğunluğu, anne tarafından kullanılan ve olay sırasında kullanılmakta olan ilaçlardır.

Çocuklarda İlaç Kaynaklı Zehirlenmeyi Önlemek İçin Kurallar :

·İlaçları çocukların ulaşamayacakları yerlerde ve tercihen kilit altında saklayınız. Çocukların iskemle vb.araçlar kullanarak boylarının çok ötesindeki yerlere dahi ulaşabileceklerini unutmayınız.

·Çocukların önünde ilaç kullanmayınız. Sizi taklit etmek isteyebilirler.

·İlacınızı aldığınız anda telefona veya kapıya cevap vermek durumunda kaldıysanız, ilacı yanınıza alınız veya çocukların ulaşamayacakları bir yere koyunuz. Çocukların genellikle gözlem altında olmadıkları zamanlarda çabuk hareket ettiklerini unutmayınız

·ilaç sürekli kullanılacak olsa bile, kullanır kullanmaz kapağını kapatıp sakladığınız yere tekrar koyunuz.

·Gece veya karanlık bir odada çocuğunuza ilaç verirken ışığı açınız.

·Tüm ilaçları kendi orijinal ambalajlarında saklayınız. Etiket (iç-dış ambalaj) ve prospektüs, ilacın doğru kullanımını sağlayan bilgileri içermektedir. İlacın içinde bulunan maddeleri ve acil durumlarda alınacak önlemleri içeren talimatları bilmek önemlidir.

·Her ilacın ismini doğru kullanarak, ilacın şeker olmadığını çocuklara öğretiniz. İlaçların şeker ya da oyuncak olarak algılanmasına yol açabilecek davranışlardan (ilaç kutularıyla veya kullanılmış enjektörlerle oynamasına izin vermek gibi) kaçınınız.

·Çocuğun ilaç kullanması gerektiğinde, ne amaçla ve ne süre kullanılacağını kendisine anlayabileceği bir dille açıklayınız.

·Kullanılmayacak duruma gelmiş ilaçları kesinlikle yok ediniz (çöpe atmayarak, lavaboya ya da tuvalete dökünüz).

·Zaman zaman evinizi ve otomobilinizi (torpido gözü, kapı içi bölmeler, vb.) kontrol ederek, ilaç saklama koşullarını gözden geçiriniz.

·Bu güvenlik kurallarını bebek bakıcınıza da anlatınız ve çocuklu olarak ev ziyaretinde bulunacaksanız veya bebeğe bakacaksanız bu kuralları hatırlayınız.

Bir zehirlenme durumunda 24 saat kesintisiz hizmet sunan Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı Zehir Araştırmaları Müdürlüğü ZEHİR DANIŞMA MERKEZİ'ne başvurabilirsiniz.

Telefonlar: 0-312-433 70 01 -0-800-314 79 00 (Ücretsiz)

Faks: 0-312-433 70 00

E-posta: zehir@saglik.gov.tr

AKLINIZDA BULUNSUN!

.FİYAT KÜPÜRÜ BULUNMAYAN AMBALAJLARI SATIN ALMAYINIZ.

.KULLANMADAN ÖNCE PROSPEKTÜSÜ OKUYUNUZ.

.BEKLENMEYEN BİR ETKİ GÖRÜLDÜĞÜNDE HEKİMİNİZE VE/VEYA ECZACINIZA BAŞVURUNUZ.

.ÇOCUKLARIN ULAŞAMAYACAKLARI YERLERDE VE AMBALAJINDA SAKLAYINIZ.

.SON KULLANMA TARİHİ GEÇMİŞ İLAÇLARI KULLANMAYINIZ.

.İLACIN ETKİSİNİ SON KULLANMA TARİHİNDEN ÖNCE YİTİRMEMESİ İÇİN HANGİ KOŞULLARDA SAKLANACAĞINI HEKİMİNİZE VE ECZACINIZA DANIŞINIZ.

.İLACI, KULLANILACAK MİKTAR VE SÜREYE İLİŞKİN HEKİMİN ÖNERİSİ VE ECZACININ UYARISI DOĞRULTUSUNDA KULLANINIZ

AŞAĞIDAKİ SORULARIN CEVAPLARINI HEKİMİNİZDEN VE ECZACINIZDAN ALMAYI UNUTMAYINIZ:

.İLACINIZI NİÇİN KULLANMANIZ GEREKİYOR?

.İLACINIZI DOĞRU BİÇİMDE KULLANMAZSANIZ NE OLUR?

.İLACINIZI NASIL HAZIRLAYACAKSINIZ (SULANDIRMA vs.)?

.İLACINIZI GÜNDE KAÇ KEZ, NE MİKTARDA (DOZDA) ALACAKSINIZ? NE ZAMANLAR KULLANACAKSINIZ?

.İLAÇ TEDAVİNİZ KAÇ GÜN SÜRECEK?

.İLACINIZI KULLANIRKEN KAÇINMANIZ GEREKEN YİYECEK VE İÇECEKLER VAR MI?

.TEDAVİNİZ SIRASINDA İSTENMEYEN BİR ETKİ GÖRÜLECEK OLURSA, NE YAPMALISINIZ?

.İLACINIZI NASIL (HANGİ ŞARTLARDA) SAKLAMANIZ GEREKİYOR?

Mavi forum