28 Mayıs 2007 Pazartesi

Antibakteriyel sabun riskli mi?

Antibakteriyel sabun riskli mi?

ABD’lİ uzmanlar, bakteri öldüren sabunların, antibiyotiklere ve antibakteriyel maddelere dirençli bakterilerin gelişmesine neden olduğunu ileri sürdü. Halbuki bu sabunlar, salgın hastalıklardan korunmanın en etkin yollarından biri olarak gösteriliyordu. Bilim adamları, bakterilerin bu sabunlardaki öldürücü maddelere karşı direnç kazandığını ve ölmediğini söyledi.

Metal takılar ruhu bozuyor

Metal takılar ruhu bozuyor

Uzmanlar, özellikle sinirsel sorunları olanları, güzel görenmek uğruna sağlığından olmaması konusunda uyardılar. Metal takılar bakın insanın ruh sağlığını nasıl etkileyebiliyor:

Sinir sisteminde sorun olan kişilerin kullandığı altın ya da gümüş gibi metal takılar, hastalığı tetikliyor.

Uzmanlar bu nedenle, depresif günlerde kolye ve bilezik takılmamasını öneriyor.

Çünkü vücudun metalla temas etmesi, psikolojik yapıyı olumsuz etkiliyor.

Alzheimer ilaçlarında ölüm riski

Alzheimer ilaçlarında ölüm riski

ABD’li bilim adamları, Alzheimer tedavisinde kullanılan ilaçların ölüm riskini artırabildiğini belirledi.

California Üniversitesi’nden Psikiyatr Dr. Lon Schneider başkanlığındaki araştırmacılar, 5000’den fazla Alzheimer hastası üzerinde 10-12 hafta süren 15 klinik deney yaptı. Journal of the American Medical Association (JAMA) adlı tıp dergisinde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre, deneylerde kullanılan antipsikotik Risperidone, Aripiprazole, Zyprexa, Olanzapine ve Seroquel adlı ilaçlardan birini alan hastaların ölüm riskinde, tedaviye başlanmasından sonra 3 ay içinde, placebo verilen hastalara göre yüzde 54 oranında artış gözlemlendi.

Bu ilaçlardan birini alan 3353 hastanın 118’i hayatını kaybederken, placebo verilen 1757 hastanın 40’ı öldü. Buna göre, ilaçlardan birini alan hastaların ölüm oranı yüzde 3.5, placebo alan hastalarınki ise yüzde 2.3.

Bilim adamları ayrıca, bu ilaçların her birinin riskinin aynı olduğunu belirtti.

Dr. Schneider, “araştırmanın sonuçlarının bu ilaçlara başvururken daha dikkatli olunması gerektiğini gösterdiğini” söyledi.

Bu senenin grip virüsü Kaliforniya'dan yola çıktı!



Gripten korunmanın tek ve en iyi yolu; her yıl düzenli olarak aşılanmak. Ancak bu aşı, sizi soğuk algınlığı ve nezleden korumaz! Grip olunca, iyileşmek için dinlenmeniz şart

İstanbul Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Anadolu Sağlık Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Semra Çalangu, bu seneki grip salgınıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.

ATEŞLE BAŞLIYOR
Bu yılki virüs tipinin adı nedir?
Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamasında bu yılın virüsü; Amerika'nın Kaliforniya eyaletinden tüm dünyaya yayılan bir virüs tipi oldu. Bu virüs tipine yönelik aşılar da hemen tüm dünyaya dağıtıldı.

Nasıl belirtiler veriyor, bu yılki grip virüsü daha ağır mı seyrediyor?
Gribin belirtileri ateş, baş ağrısı, şiddetli halsizlik, kuru öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı veya tıkanıklığı ve kas ağrısıdır. Çocuklarda ek olarak bulantı, kusma ve ishal gibi gastrointestinal sorunlar görülebilir, ancak bu bulgular erişkinlerde nadirdir. Bu virüs tipi, ağır şikayetlerle ortaya çıkıyor.

AYIRT ETMEK ZOR
Grip başka hangi hastalıklara dönüşebiliyor?
Grip nedeniyle oluşan komplikasyonların bazıları; bakterilerin meydana getirdiği pnömoni (zatürre), dehidratasyon (vücuttan sıvı kaybı), şeker hastalığı, konjestif kalp yetmezliği veya astım gibi varolan kronik hastalıkların kötüleşmesidir. Çocuklarda grip komplikasyonu olarak, sinüs problemleri ve kulak enfeksiyonları görülebilir. Gribin ciddi komplikasyonları açısından en yüksek risk altındaki grup, yaşlılar ve kronik hastalığı olan her yaştaki insanlardır.

Birinin grip olduğundan nasıl emin olunabilir?
Gribi sadece hastalığın belirtilerine bakarak, diğer viral veya bakteriyel solunum yolu enfeksiyonu etkenlerinden ayırt etmek çok zordur. Semptomlar başladıktan 2-3 gün sonra yapılan testle hastalığın 'influenza' olup olmadığı anlaşılabilir. Ek olarak kişinin grip komplikasyonlarından herhangi birinin gelişip gelişmediğini anlamak için doktor muayenesi gerekebilir.

HER YIL DÜZENLİ AŞI ŞART!
Grip virüsü ile karşılaştıktan ne kadar sonra hastalanılır?
Grip virüsü ile karşılaştıktan sonra hastalığın belirtilerinin başlamasına kadar geçen süre ortalama iki gündür.

Grip virüsünü almış bir kişi ne kadar süreyle virüsü bulaştırır?
Enfekte kişinin virüsü bulaştırma süresi onun yaşıyla ilgilidir. Yetişkinler, hastalık belirtileri başlamadan bir gün önceden başlayarak belirtiler başladıktan sonra 3-7 gün süreyle hastalığı bulaştırır.

Kendimizi gripten korumak için neler yapabiliriz?
Özellikle gribin ciddi komplikasyonları açısından yüksek risk grubunda bulunan kişiler için gripten korunmanın tek ve en iyi yolu her yıl düzenli olarak aşılanmaktır.

Grip aşısı ne kadar koruyucu; aşı olmasına rağmen insanlar yine de grip olabilir mi?
Grip aşısı, yüzde 80-90 oranında koruyucudur. Aşı olmaya rağmen grip olma ihtimali çok azdır. Fakat grip aşısı sadece gribe karşı koruyucudur. Soğuk algınlığı ve nezle gibi şikayetlerden korumaz. Bu şikayetler griple karıştırıldığı için, hastalar yanılgıya düşüyor. İyileşmek için dinlenmek şart. Griplilerin iyileşebilmesi için birkaç gün dinlenmesi gerekiyor. Öncelikle yatak istirahati veriyoruz. Hastalar, 1-3 gün süreyle dinlenmeli. Bol sıvı almalılar. Ateş düşürücü ve ağrı kesici ilaçlar veriyoruz. İlaçlar ilk 48 saat içinde alındığında gribin süresini ve komplikasyonlarını azaltıyor.

C VİTAMİNİ KORUMUYOR
Grip salgınından bol C vitamini alarak korunulabilir mi?
Bu pek mümkün olmaz, vitaminlerden son yıllarda çok şey bekleniyor. Ayrıca hastalık döneminde çok fazla meyve suyuna yönelerek C vitamini almaya kalkışmak ishale yol açabileceğinden bir başka sorun da doğurabilir.

Enerji kaynağı portakal suyu

Enerji kaynağı portakal suyu

C vİtamİnİ açısından çok zengindir. Portakal suyundaki flavanoidlerin, C vitaminiyle birlikte bağışıklık sistemini güçlendirdiği belirtilmiştir. Bir bardak portakal suyu 112 kkal içerir. Potasyum, folik asit için iyi kaynaktır. Araştırmalar gün içerisinde 750 ml, yani 3 su bardağı portakal suyu içen yüksek kolesterol hastalarında, LDL (kötü kolesterol) düzeyinin yüzde 21 oranında azaldığına işaret ediyor.

Yorgunluğa savaş açın

Yorgunluğa savaş açın

Kendinizi son günlerde aşırı yorgun, bitkin mi hissediyorsunuz? O zaman enerjinizi yükseltmek için bazı önerilerimiz var
Yorgunluk kelimesi günümüzde yaşam koşullarına bağlı olarak sıkça kullandığımız bir kelime. Yoğun iş temposu, stres, hava kirliliği, uyku düzensizlikleri zamanla vücudu hem ruhsal hem de fiziksel açıdan yıpratıyor ve kronik yorgunluktan şikayet eder hale geliyoruz. Yorgunluğun yarattığı uykusuzluk, depresyon, cinsel fonksiyon bozuklukları da yaşam kalitesinin düşmesine neden oluyor.

SEBZESİZ OLMAZ
Daha enerjik olmak için diyetinize daha çok C vitamini, magnezyum, demir ve çinko dahil edin. Çünkü bunlar bol enerji verir. Turunçgiller, biber, patates, brokoli ve kivide bol miktarda C vitamini bulunur. Tahıllar ve mercimekse bol miktarda demir içerir. Yeşil sebzelerde de magnezyum vardır. Ayrıca B vitamini içeren besinleri de sofradan eksik etmeyin. Ton balığı, somon, tavuk, fasulye, mısır, arpa ve esmer buğday gibi kepekli gıdalar B vitaminleri açısından zengindir.

UYKUNUZU İYİ ALDINIZ MI?
Enerji seviyesini yükseltmek için bir diğer önemli şey de uykudur. Her gün aynı saatte yatıp kalkmaya çalışın. Yatağınız rahat, yattığınız odanın ısısı ne çok sıcak ne de çok soğuk olsun. Işık almayan bir odada yatmaya özen gösterin. İnsan ömrünü uzatan ve dinç tutan iki önemli hormon var ve bunların ikisi de uyku sırasında salgılanıyor. Biri melatonin hormonu, diğeri ise büyüme hormonu... Bu yüzden uyku kaliteniz, yattığınız odanın uygun şartlarda olması çok önemli. Yatak odanızda televizyon gibi elektronik eşya bulundurmayın ve asla televizyon karşısında uyumayın.

KISA YÜRÜYÜŞ
Evde ya da çalıştığınız ofiste kapalı kalmayın. Mutlaka gün ışığından yararlanın. Öğlenleri evden ya da ofisten çıkıp kısa bir yürüyüş yapmayı alışkanlık geliştirmeye çalışın. Gün ışığı, enerji seviyelerini kontrol eden hormonlar üzerinde doğrudan etkiye sahiptir.

Cİnsel Yolla BulaŞan Hastaliklar

Cinsel Yolla bulaşan hastalıklar sizin de sorununuz.

Önlem alın !



Cinsel yolla bulaşan hastalıklar yalnız ‘diğer’ insanların hastalığı değildir. Böyle düşünürsek, yakalanma ihtimalimiz daha da artar. Bu hastalıklar kadın ve erkekleri, doğacak çocuklarını ve yakın çevrelerini etkiler. Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan uzak durmak için bu hastalıkların neler olduğunu, nasıl korunulacağını ve belirtilerini bilmek gereklidir.

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar, kadınlara erkeklerden daha fazla etki yapar. Bu hastalıkların çoğu tedavi edilebilir. Tedavi edilmediklerinde ise, kısırlıktan ölüme dek pek çok olumsuz sonuca yol açabilirler. Anne karnındaki bebekler ya da yeni doğmuş çocuklar için de tehlike oluştururlar.Cinsel yolla bulaşan hastalıklar nelerdir?

Sık görülen cinsel yolla bulaşan hastalıklar :

Gonore (Bel soğukluğu) :

Erkeklerde sık ve yanmalı idrar yapma ve akıntı; kadınlarda akıntı, adet düzensizliği, sık ve yanmalı idrara çıkma belirtileriyle tanınır.

Cinsel yolla bulaşan hastalıkların en sık rastlanılanıdır. Karın içi iltihaplarına, kısırlığa ve üreme organlarında apselere neden olur. Gebe kadında, doğum kanalından bebeğe bulaşabilir. Yeni doğan bebekte körlük, zatürre gibi hastalıklara yol açar. Hastalık bulaştıktan 2-3 hafta sonra belirtiler başlar. Tedavisi kolay bir hastalıktır.



Sifiliz (Frengi) :

Bütün vücudu etkileyen bir hastalıktır. Erken fark edildiğinde tedavi edilebilir. Annede varsa bebeğe de geçebilir. Hastalığı yapan etkenin vücuda giriş yerinde şişkin ve ağrsız bir yara ile kendini belli eder. Tedavi edilmeyip ilerlerse,sinir sistemine zarar vererek körlüğe ya da sağırlığa yol açar. Kalp kasına zarar vererek kalp hastalıklarına neden olur. Vücudun çeşitli yerlerinde tümör oluşumuna ve ölüme neden olabilir.

Şankroid (Yumuşak Çıban) :

Üreme organlarında ağrılı yaralarla kendini belli eder. Genellikle yaraya yakın kasıkta oluşan şişlikler zamanla büyür ve içindeki iltihap akar. Tedavisi kolaydır.

Klamidya :

Kadınlarda sarı köpüklü bir akıntı ile kendini belli eder. Erkeklerde yanmalı idrara çıkma ve sarı akıntı ile belli olur. Kadınlarda karın içinde yaygın iltihaplanmalara yol açar. Bu durum kısırlığa, üreme organlarında apselere neden olur. Gebe kadınlarda yüksek ateş, düşük ve ölü doğuma yol açar. Doğum sırasında bebek, annenin doğum kanalından mikrobu alabilir ve akciğerlerinde ya da gözlerinde iltihaplar oluşabilir. Tedavisi kolaydır.

Trichomonas :

Yeşil ve kötü kokulu bir akıntı ile belli olan bir hastalıktır. Kadında tüplerde iltihaplanmaya neden olarak geçici kısırlığa yol açabilir. Tedavisi kolaydır.

Herpes (Genital uçuk) :

Üreme organlarında kaşıntılı ve ağrılı, uçuk şeklinde sivilceler görülür ve bunlar çok ağrılı yaralara dönüşür. Kendiliğinden iyileşir, ancak tekrarlar. Tedavisi zordur. İdrar yollarında hastalıklara, menenjite, kadınlarda rahim ağzı kanseri ve düşüklere neden olur. Bebek doğarken, doğum kanalından hastalığı alabilir. Gözleri, deriyi ve sinir sistemini etkiler, bebek ölümüne yol açabilir.



Üreme organı siğilleri ve deri kabarıklıkları :

Dış üreme organlarında, haznede, makat ve idrar kanalının dışa yakın kısımlarında görülen, ağrısız, karnıbahar görünümünde et kümeleri belirtisi taşır. Tedavisi mümkün, ancak zordur. Tedavisi edilmezse kümeler büyüyerek çevre organlara zarar verir. Doğum yolunu, idrar kanalını, makatı tıkayabilir. Doğum sırasında anneden bebeğe bulaşabilir ve bebeğin solunum yolunda siğiller oluşarak solunum sıkıntısına yol açabilir.



Hepatit – B

Su ve besinlerle bulaşan sarılık tipleri olduğu gibi kan ürünleriyle ve cinsel temasla geçen sarılık türleri de vardır. Hepatit B bunlardan biridir. Karaciğerde büyüme ve hassaslık, idrar renginde koyulaşma ve sarılık, ateş, kusma gibi belirtileri vardır. Hastalığın salgın olduğu yerlerde aşı yapılabilir. Karaciğer iltihabı,siroz, karaciğerde kanser ve ölüme neden olabilir. Kesin tedavisi yoktur. Vücudu güçlendirici tedavi, hastalığın zararını azaltır.



HIV-AİDS :

Cinsel yolla bulaşan virüslerden biridir. HIV taşıyan kanla veya kana temas etmiş araçlar yoluyla da bir insandan diğerine geçebilir. Anneden bebeğe, hamilelik döneminde, doğum sırasında ya da sütle bulaşabilir. HIV vücuda girdikten 3 ay sonra ‘ELISA’ testi ile saptanır. İnsana bulaşan HIV virüsü bazen hiç hastalık yapmayabilir. Ancak virüsü taşıyanlar başkalarına bulaştırabilir.



HIV’in neden olduğu hastalığa AIDS denmektedir. AIDS, tedavisi olmayan bir hastalıktır. Vücudun mikroplara karşı korunma sistemini bozarak bütün vücudu etkiler ve başka hastalıkların oluşmasına neden olur. HIV vücuda girdikten 5-10 yıl sonra ortaya çıkabilir. Hastalığın çıkma belirtileri arasında sürekli halsizlik, nedeni bilinmeyen uzun süreli ateş, kilo kaybı, gece terlemeleri, cinsel organlarda uzun süreli yaralar ve tedavi ile geçmeyen mantarlar, zatürre sayılabilir. Vücudu güçlendiren tedavilerle hastanın yaşamı uzatılır.

HIV, virüsü taşıyan kişinin kullandığı klozet, bardak ya da çatıl, kaşık ile bulaşmaz. Virüs, tokalaşma, kucaklaşma, öpme ile bulaşmaz. Ancak ağzı ağıza öpüşmede kanamaya yol açacak sert öpüşmeler, ağızdaki yaralar, diş fırçalanması sırasında diş etlerinin kanamış olması bulaşmaya neden olabilir.

HIV virüsü sivrisinek ya da böcekler vasıtası ile insanlara bulaşamaz. HIV virüsü, tükürük, gözyaşı, ter aksırık, öksürük, idrar ve dışkıyla bulaşmaz.Bulaşma yolları

En sık görülen bulaşma yolu, korunmasız cinsel ilişkilerdir.

Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunabilmek için,

Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunabilmek için, ne şekillerde bulaştıklarını ve güvenli cinselliğin ne olduğunu bilmek gerekir. Cinsel ilişki sırasında, erkeğin penisinin veya kadının salgısının (hazne sıvısının) diğer eşin ağzı, vaginası veya anüsüyle teması, bulaşmaya neden olabilir. Kucaklaşma, sarılıp yatma, öpüşme, masaj, elle okşama ve mastürbasyon güvenli yollardır. En güvenli yol vaginal (penis-hazne ilişkisi), anal (arkadan ilişki) ve oral (ağızla) cinsel ilişki sırasında kondom (prezervatif) kullanmaktır.

Penis vagina (hazne) ile temas ettiğinde, cinsel yolla bulaşan hastalıklar meniden vagina dokusuna veya vagina salgısından penisteki idrar deliğinin uç kısmına bulaşabilir. Vaginada veya peniste yara varsa, bulaşma kan ile vagina dokusuna veya penisteki idrar deliğinin uç kısmına olabilir.

Penisten akan sıvı veya meni ağızla temas ettiğinde, cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma ihtimali vardır. Ağızda kanama veya yara varsa, bulaşma ihtimali artar. Aynı şekilde ağız, vagina salgısı ile temas ettiğinde de bulaşma olabilir. Ayrıca ağzın, cinsel organlar ve anüs çevresindeki deri ile temasında parazitler bulaşabilir.

Anal (arkadan) cinsel ilişkide, cinsel yolla bulaşan hastalıklar meniden anüs dokusuna veya anüs dokusundaki kandan penisteki idrar deliğinin uç kısmına geçebilir.

Frengi, Hepatit B ve HIV için diğer bir bulaşma şekli , kan yoluyla bulaşmadır. Hasta kişiden kan nakli, hastayla aynı iğnenin veya aynı traş bıçağının kullanılması mikrobun bulaşmasına neden olur. İyi temizlenmemiş manikür-pedikür araçları, diş ve kadın doğum muayenesi araçları da bulaşmaya yol açar.Korunma Yolları

Cinsel ilişki sırasında cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmayı sağlayacak tek yöntem kondom (prezervatif) kullanmaktır. Sperm öldürücü krem, köpük ve fitillerin (spermisitler) de bazı mikroplara karşı KISMEN koruyuculuğu vardır. Ancak bu maddeler tek başına korunmayı sağlamaz. Eğer spermisitler ve kondom birlikte kullanılırsa korunma oranı artar.
Cinsel ilişkide bulunmamak da bir korunma yolu sayılır.

Frengi, Hepatit B ve HIV için, kanla bulaşma yoluna dikkat edilmeli ve gerek kuaför ve berber salonlarındaki araç gerecin, gerekse eczane ve sağlık kuruluşlarındaki hizmet amaçlı araç gerecin temizliğinden emin olunmalıdır.
Özellikle üreme organlarında meydana gelen yara, bere, sivilce ya da kaşıntıyla oluşan tahrişlerin hemen tedavi edilmesi, bulaşma tehlikesini azaltır.
Korunma yollarından bir diğeri, aşağıdaki belirtileri tanımak ve kişide ya da eşinde görüldüğü taktirde, derhal bir sağlık kuruluşun başvurmaktır. CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIĞI OLANLARIN EŞLERİNİN DE MUTLAKA TEDAVİ EDİLMESİ GEREKİR.


Belirtiler :

Erkeklerde ;

Sık idrara çıkma ve idrarda yanma, ağrı
Penisten idrar sonrası veya sürekli akıntı
Penis yüzeyinde ağrılı ülserler ve kasıklarda elle hissedilen sertlikler
Kadınlarda ;

İdrara çıkmada ağrı ve yanma, sık idrara çıkma
Hazneden koyu renkli ve kötü kokulu akıntı
Her iki cinste ;

Cinsel birleş sırasında ya da cinsel organlarda sürekli ağrı
Sık ölü doğumlar
Üreme organlarında siğiller
Üreme organlarında uçuğa benzer döküntüler, şiddetli ağrı
Makat veya perine (bacakların arasında kalan ve üreme organlarını örten kas dokusu) bölgesinde apseler
Düzenli aralıklarla tekrarlanan kanser taramaları (kadınlarda pap smear testi), erken teşhis için önemlidir.

Yine çok bulaşıcı olan ve ölüme yol açan Hepatit-B virüsüne karşı aşılanma önemlidir. Her iki cinste de akıntılara dikkat etmek ve görüldüğünde hekime başvurmak gerekir. Erkekte ve kadında koyu renkli ve kokulu akıntılar cinsel yolla bulaşan hastalıkların belirtisidir. Beyaz ve kaşıntılı akıntılar ya da sırf kaşıntı, mantarların belirtisidir.

f) Cinsel yolla bulaşan hastalıkların bulaşma tehlikesi, eş sayısında artışla birlikte artar. Paralı cinsel ilişkiye girenler, korunmak için daima kondom (prezervatif) kullanmalı ve bulaşmaya yol açacak davranışlardan kaçınmalıdır.

yazın güneşten .. kışın polardan...

http://www.kanka.net/forum/showthread.php?t=44933

Yapay tatlandırıcı sağlığa zararlı mı?

Yapay tatlandırıcı sağlığa zararlı mı?

Üretici şirketler tatlandırıcılarının kesinlikle zararlı olmadığını iddia ederken, bu ürünlerin sürekli kullanımının birikim yoluyla olumsuz etkiler yaratacağı konusundaki söylentiler tüketicide kuşku uyandırıyor.

Dünyada milyonlarca insan tatlandırıcı kullanıyor. Örneğin yalnızca ABD'de 10 Amerikalının 8'si bir çeşit tatlandırıcı kullanıyor. Yine bu ülkede geçen yıl gıda sanayi 2.225 adet, şekeri azaltılmış veya şekerden arındırılmış yiyecek maddesini piyasaya sürdü.

Bunların pek çoğu sukraloz içeriyor. Gıda maddelerinde kimyasal katkı maddelerinin kullanılması yeni değil. İşlenmiş gıdaların pek çoğu yapay tat vericiler, renklendiriciler veya kıvam artırıcılar Ğjöleler- gibi katkı maddeleri içerir.

Bunların içinde en yaygını şeker yerine geçen katkı maddeleridir. Ancak bunların yan etkileri konusundaki söylentilerin ardı arkasının kesilmemesi, bu ürünlerin sürekli olarak gündemde kalmasına neden oluyor.

Rastlantısal keşifler
Pek çok bilim adamı uzun süredir mükemmel bir tatlandıcının peşinde. İlginç olan şu ki bu çabalara karşın bugüne dek en başarılı tatlandırıcılar tesadüfen bulundu.

Sakarin 130 yıl önce "coaltar" türevleri üzerinde çalışan Johns Hopkins Üniversitesi'nden iki bilim adamı tarafından keşfedildi.

Aspartam ise 1960'lı yıllarda gastrik ülser için ilaç araştırmalarına katılan Illinoisli bir tıp kimyacısı tarafından bulundu.

Sukraloz ise 1976 yılında Londra'daki King's College'da bir lisans öğrencisi tarafından tamamen rastlantısal olarak ortaya çıkartıldı. Araştırma sorumlusu, söz konusu öğrenciden bazı bileşimleri test etmesini istemiş. Öğrenci, test (sınamak) ile taste (tatmak) sözcüklerini karıştırarak bileşimlerin tadına bakmış.

Bu üç tatlandırıcının içinde en doğalının sukraloz olduğu söyleniyor. Ancak Walters, "Sukralozun en doğal tatlandırıcı olduğu inancı bana kalırsa kimyasından değil, başarılı pazarlamasından kaynaklanıyor" diyor.

En doğalı
Sukraloz şekerden yapılmasın karşın kimyasal yapısı tamamen şekerden farklı. Bu tatlandırıcının bir molekülü üç klorin atomu içerirken, şeker üç çift oksijen ve hidrojen atomları içeriyor.

Oysa aspartamın içindeki doğal olmayan tek bileşim, fenilalanin ve aspartik asidi birleştiren metil ester bağlantısı. Fenilalanin ve aspartik asit insan vücudunda bol miktarda bulunan iki amino asittir.

Vücudun sindirim enzimleri aspartamı bir protein olarak algılar ve doğal bir bileşimmiş gibi parçalar. Diğer taraftan sukraloz, sakarin gibi sindirilmeden gelip geçer. Walters bu bileşimlerle ilgili şunları söylüyor: "Vücut bunları ne yapacağını bilemez ve sonuçta hiçbir şey yapmaz."

Tek reseptör kuramıBu farklı yapıların hepsi nasıl oluyor da ağızda tatlı bir tat bırakıyor? Son yıllara kadar bu sorunun yanıtını herkes verebiliyordu. 150'den fazla kimyasal sınıfa ait binlerce tatlı bileşim keşfedilmişti.

Bunların arasında düşük moleküler ağırlıklı karbonhidratlar, aminoasil şekerler, amino asitler, peptitler, proteinler, terpenoidler, klorinli hidrokarbonlar, N-sülfonil amidler, sülfamatlar, poliketidler, anilinler ve üreler sayılabilir.

Bilim adamları dilimizin üzerindeki tat tomurcuklarının içindeki reseptörlerin bu bileşimlere reaksiyon verdiğini uzun zamandır biliyor. Ancak kimse bu mekanizmanın tam olarak nasıl işlediğini bilmiyordu.

Bu soruyu 4 yıl önce Howard Hughes Tıp Enstitüsü'nden sinir bilimci Charles Zuker yanıtladı: Yaşamımızdaki tüm tatlı şeyleri tek bir reseptör algılıyordu. Zuker insan ve fare genomlarından yararlanarak tat ile ilgili genleri ayrıştırmayı başarmıştı. 30'dan fazla gen acı ile ilgili duyuları algılarken, tatlı ile tek bir reseptör ilgileniyordu.

"Evrimsel açıdan bu çok anlamlı" diye konuşan Coca Cola'da görevli kimyager Grant DuBois, "Çok sayıda acı tat, zehirli olabileceği için, ayırt edilmesi zorunlu. Oysa tatlılar keyifli ve zararsız olduğu için birarada algılanmasında bir sakınca yoktur" diyor.

Sinerjik etki
Tek-reseptör kuramı, açıklanması gereken pek çok soruyu da beraberinde getiriyor. En büyük problem kimyagerlerin sinerji olarak adlandırdıkları olgudur.

"Şeker içermeyen bir çikletin içindeki tatlandırıcılara bakarsanız, uzun bir liste ile karşılaşırsınız" diye konuşan DuBois, "Bunun nedeni bazı tatlandırıcıların diğerinin tadını artırmasıdır. Örneğin siklamatın içine sakarin katarsanız ikisini de tek tek kullandığınızdan daha tatlı bir tat elde edersiniz. Sinerji ilaç tasarımında çok iyi bilinen bir olgudur ve en az iki reseptörün birarada bulunmasını gerektirir" diyor.

Benzer şekilde sıcaklık (soğuk) ve kafein gibi faktörler, bazı tatlandırıcıları baskılarken bazılarını etkilemez. Bu da birden fazla reseptörün devrede olduğunu gösterir. Buna karşın tek reseptör iddiasından geri adım atmaya yanaşmayan Zuker bu konudaki bulgularını şöyle açıklıyor:

"Laboratuvar faresinde protein reseptöründeki iki alt ünitesinden birini yok ederseniz fare, hangi bileşim verilirse verilsin tatlı algılama yeteneğini kaybeder. Bunun üzerine iki alt ünitenin her birinin kendi bağlama sitesinin olup olmadığını kontrol ettim. Nihayet geçen eylül ayında Senomyx'ten biyokimyacılarla birlikte yürüttüğümüz araştırma, benim haklı olduğumu ortaya çıkarttı. Vücudumuzda tek bir tatlı reseptörü vardı, fakat diğer reseptörlerden farklı olarak, değişik moleküllerle faal duruma geçen birden fazla bölgeye sahipti. Bunu, iki tetiği olan bir tabancaya benzetebiliriz."

Şekerden tatlıKimyacılar bu reseptörün gerçek potansiyelini yeni yeni anlamaya ve bundan yararlanmaya başlıyor. Siklamat şekerden 45 kat, aspartam 180 kat, sakarin 300 kat ve suklaroz 600 kat tatlıdır. Fakat aspartamın neotam olarak bilinen yeni nesil bir türü şekerden 13.000 kat daha tatlıdır. Ve son bulunan bir bileşimin ise 100.000 kat daha tatlı olduğu iddia ediliyor.

Şekerin yerini başka
"Bu farklılıklar moleküllerin farklı çekimlerinin olmasından kaynaklanıyor" diye konuşan Walters, "Sözgelimi suklaroz reseptöre sukrozdan daha sıkıca tutunur. Bunun nedeni klorin atomlarının, yerini aldıkları oksijen atomlarına göre daha güçlü bir şarj taşımalarıdır. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin yeni onayladığı Neotame, reseptöre o kadar sıkı bağlanır ki reseptörün makineli tüfek gibi ateşlemesine yol açar" diyor.

Bu tatlandırıcılardan hiçbiri aslında şekerin yerini tutmuyor. Sakarin dilde metalik bir tat bırakıyor, çünkü acı ve ekşi reseptörleri de tetkliyor.

Aspartam ve neotam zayıf moleküllere sahip olduğu için süpermarket raflarında durduğu yerde çabucak bileşenlerine ayrılırken, pişirme sırasındaki ısıya dayanmıyor.

Sukraloz ısıya dayanıyor ve bileşenlerine ayrılmıyor fakat gerçek şekerin "ağız tadını" vermiyor.

Tüketici kuşkulu
Şeker yerine kullanılan bu maddeler uzun zamandır sağlığa zararlı olduğu gerekçesiyle kuşkuyla karşılanıyor.

1981 yılında sakarin, yapılan bir hayvan deneyine dayanarak kansere yol açan maddeler arasına sokuldu.

Suklarozun test tüplerinde genleri mutasyona uğrattığı iddia ediliyordu.

Aspartamın da multipl sklerozdan otizme kadar pek çok hastalığı tetiklemesinden korkuluyordu.

Halihazırda bu iddialardan hiçbiri kanıtlanmış değil. Walters, gıda maddeleri içindeki katkı maddelerinin ilaçlardan daha yüksek standartları tutturması gerektiğini öne sürüyor, çünkü bu maddelerin zararlarını dengeleyecek tıbbi yararları yok.

Sözgelimi aspartam FDA'nın en fazla incelediği ürünlerin başında geliyor. Ancak her seferinde zararsız olduğu sonucuna varılıyor.

Sukralozun hayvanlarda yüksek dozlarda bile kanserojen olmadığı anlaşılmış durumda.

Ve sakarinin katkı maddesi olarak güvenli olduğu 1997 yılında FDA tarafından onaylanmış. Kaldı ki önceki araştırmalarda deney farelerinin tatlandırıcdan bağımsız olarak kansere eğilimleri olduğu anlaşılmış.

En iyi tercih
Yapay tatlandırıcılar konusundaki bu kuşkuların nedeni çok yabancısı olmadığımız olgulara dayanıyor. Sukraloz ve sakarin vücut tarafından emilmemesine karşın, kalorileri hiç yok değil. Bunlara hacim kazandırmak için kullanılan dekstroz ve maltodekstrin şekerde bulunan kalorinin dörtte birini içeriyor.

Ayrıca hayvan deneylerinde yapay tatlandırıcıların, çok küçük miktarlada da olsa insülin salgısını tetiklediğinin ortaya çıkması şeker hastaları için olumsuz bir haber.

Discover'da yer alan habere göre, ayrıca şekersiz meşrubat içenlerin şekerlileri tercih edenlere göre daha fazla kilo verdikleri görülüyor, ancak beslenme uzmanları, vücudun şeker ihtiyacını kısmanın şekerli maddelere duyulan arzuyu körüklediğini düşünüyor.

Bu durumda şeker, küçük dozlarda tüketilmek kaydıyla hala en iyi tercih

Denize kar düşmeden HAMSİ yemeyin...

Ekimde en lezzetli balık levrek ve lüfer

Uzmanlar lezzet açısından balıkların mevsiminde yenilmesini öneriyor. Bazı türler her mevsim tüketilebilirken, bazı türlerin ise belirtilen aylar dışında mümkünse tüketilmemesi tavsiye ediliyor.

Uzmanlara göre, Ekim ayında en lezzetli balıklar levrek, lüfer, palamut, uskumru ve kofana. Karadeniz'in simgesi haline gelen hamsinin yöre halkının deyimi ile "denize kar düşmeden" yenilmemesi gerektiği belirtilirken, palamutun lezzetli olduğu dönemin Ağustos ve Kasım ayları arası olduğu, mezgitin Şubat ve Mayıs ayları arasında yenilebileceği ifade ediliyor.

İftar ve sahur arası bol sıvı alın



Gün boyu açlıkla birlikte yavaşlayan metabolizmanız, iftardan sonra üşümenize neden olur. Bu nedenle bir kase çorba, ısınmanızı ve rahatlamanızı sağlar. İftar ve sahur arasında geçen sürede bol bol sıvı tüketmelisiniz

Acıbadem Hastanesi Kadıköy Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatoş Özcan, sağlıklı ramazan sofralarıyla ilgili bilgiler verdi.

Sağlıklı beslenmenin ana kriterleri nelerdir?
Oruç tutan veya tutmayan herkes, sağlıklı ve kaliteli yaşamak için sağlıklı beslenmeli. Yeterli ve dengeli beslenme de sağlıklı olmanın ilk şartı. Sağlıklı beslenmenin ana kriterleri ise şöyledir: Tüm besin gruplarından bir arada yemek, yavaş ve iyi çiğnemek, az ve sık yemek, lif alımı için sebze ve meyveleri mutlaka tüketmek, yağı yeterli miktarda ve daha çok doymamış yağlardan tercih etmek, günlük 1.5-2 lt su içmek, kepekli, yulaflı tahıl ürünleri, bulgur ve kuru baklagilleri diyetimize mutlaka katmak ve yeterli oranda protein alımına dikkat etmek.

Sahurda beslenmede nelere dikkat etmeliyiz?
Sahur özellikle kişiyi oruca hazırlayan özel bir öğün. Sahur ile iftar arasındaki uzun açlık döneminin yan etkilerini bu öğünü zamanında yiyerek atlatabiliriz. Sahur yerine yatmadan önce yemek veya hiç yememek; hem besin öğelerinin yeterince alınmasını engeller hem de sindirim sisteminin fonksiyonlarını bozarak reflü, gastrit, ülser vb. hastalıkların tetikleyicisi olur.

MUTLAKA ÇORBA İÇİN!
Sahurda hangi yemekleri tercih etmeliyiz?
Sahurda susamaya neden olmayacak az tuz ve yağ içerikli, hafif, bol lifli, kızartma ve kavurma gibi yağlı yiyeceklerin olmadığı kahvaltıya dayalı yiyecekler veya makarna, akşamdan kalan et yemeği, çorba ve şeker yerine pekmezle tatlandırılmış kan yapıcı, kalsiyum içerikli kompostolar, taze meyveler tercih edilebilir.

İftar sonrası beslenmede nelere dikkat edilmelidir?
İftar da oruç açılırken su, zeytin, peynir veya hurma gibi yiyeceklerden birer parça alınıp, daha sonra bir çorba ile devam edilebilir. Gün boyu açlıkla birlikte yavaşlayan metabolizma kişinin üşümesine neden olur. Bu çorba kişinin ısınmasını ve rahatlamasını sağlayacaktır. Daha sonra yine ağır olmayacak sebze, ızgara ve salata gibi yiyecekler az miktarlarda yenerek iftar yemeği tamamlanabilir. Bu döneme ait bir gıda olan ramazan pidesinin lezzeti tartışılmaz. Ancak pideler tam buğday, çavdar veya yulaf unundan yapılmadıkları için doygunluk sağlama, kan şekeri kontrolü ve kan yağlarını düşürücü özellikler içermez. Lezzetiyle daha fazla miktarda yendiği için; kilonun hızla artmasına da neden olacağından 1-2 dilim ekmek değişimi kadar yenmesine özen gösterilmelidir.

Gıda ambalajına dikkat

Gıda ambalajına dikkat

SaĞlIk Bakanlığı’nca 16 Ekim Dünya Gıda Günü için hazırlanan raporda, açıkta satılan gıdaların alınmaması, ambalajlı gıda satın alırken ambalajın yırtılmamış olması uyarısı yapıldı. Çabuk bozulan balık gibi gıdaları da bekletmemek gerekiyor.

Lutfen Okumadan Gecmeyin Cok Onemli

Kankalar lutfen okuyun cunku bu gercek , gercek olduğu kadar da onemli bir durum bu bana maille geldi. lutfen dikkate alın.. aldığım gibi braya koyuyorum..



arkadaşlar çocuğun babası resmen yalvarmış siz de
>>>>tanıdıklarınıza gönderin.
>>>>
>>>>Daha 13 günlük bebek.
>>>>SADECE 13 GÜNLÜK
>>>>
>>>>Sevgili Arkadaşlar, ISTANBUL SISLI ETFAL HASTANESI COCUK CERRAHI
>>>>BÖLÜMÜNDE tümör ameliyatı geçirecek ALIBERK için (O RH -
>>>>Negatif) TAZE KANA
>>>>IHTIYACIMIZ VAR. VE BU ÇOCUGUMUN 2. AMELIYATI ICIN. LÜTFEN
>>>> YARDIMCI OLUN. BEN BABASIYIM... ESIMLE ÇOCUGUM SU AN
>>>>HASTANEDELER.
>>>>Yardım etme isteyenler olursa aşağıda yazılan cep
>>>>telefonlarından BANA ulaşabilirler.
>>>>
>>>>Siz de bu e-postayı lütfen tanıdığınız herkese gönderin. Zor
>>>>durumda olan bu ÇOCUGUMA yardım edin.
>>>>Herkese Sağlıklı Günler... DILERIM TUM ÇOCUKLAR SAGLIKLI
>>>>OLSUN ADIM HÜSNÜ KARATAS
>>>>
>>>>TEL=0535 895 43 93
>>>>LÜTFEN BU MAILI TANIDIKLARINIZA DA YOLLAR MISINIZ?...


Buraya koyduğum için kızmayın başka yerlere de koydum açtım aynı başlığı bana kızmayın lutfen.. teşekkur ederim...

Kozmetik kullananlar dikkat



Kozmetik ürünlerin bilinçli şekilde ve uzmandan yardım alınarak kullanılması gerektiğini bildiren Doç. Dr. Dereli, kullanıcılara çeşitli uyarılarda bulundu.

Ege Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Tuğrul Dereli, ''Hiçbir krem, yerçekimi sonucu ciltte oluşan sarkmaları
engelleyemez'' dedi.

Kozmetik ürünlerin bilinçli şekilde ve uzmandan yardım alınarak kullanılması gerektiğini bildiren Doç. Dr. Dereli, yaptığı açıklamada, yanlış ve bilinçsiz kullanılan kozmetik ürünlerinin çeşitli hastalıklara yol açabileceğini söyledi.

Doç. Dr. Dereli, şöyle konuştu:

''Kozmetik ürünler tıbbi ilaç değildir. Bu ürünlerin medikal ürünlerle karıştırılmaması gerekmektedir. Tıbbi ilaçlar, bilimsel deneylerden geçerek kanıtlanmıştır. Kozmetik sanayiinde reklam ve pazarlama faktörü önemlidir ve bu ürünler, reklamlarla değer kazanır.
Kozmetik, büyük paraların döndüğü bir sektördür ve yatırımların çoğu pazarlama ve reklama yapılmaktadır. Bu da tüketici için handikap oluşturur. Kadınların reklamlarla dolduruşa gelmemesi gerekir.''

-''İYİ MARKALAR TERCİH EDİLMELİ''-

Özellikle 35-40 yaş arası kadınların çok çeşitli ürünler
kullandığını, piyasada yaşlanmayı önlediği belirtilen birçok krem bulunduğunu söyleyen Doç. Dr. Dereli, yaşlanmanın yerçekimi, mimikler, güneş gibi çeşitli sebepleri olduğunu bildirdi.

Doç. Dr. Dereli, ''Hiçbir krem, yerçekimi sonucu ciltte oluşan sarkmaları engelleyemez. Burada tek önleyebileceğimiz, güneş faktörüdür. Zaten en gerekli kozmetik ürünü de güneş koruyuculardır'' diye konuştu.

Kozmetikte yan etkilerin daha çok cilde uygun olmayan ürünün seçilmesinden kaynaklandığına işaret eden Doç. Dr. Dereli, iyi markaların tercih edilmesi gerektiğini söyledi.

Doç. Dr. Dereli, şöyle dedi:

''Cildi yağlı kişilerin nemlendirici kullanması çok saçma ve gereksiz. En iyi nemlendirici, sebum adı verilen cildin kendi yağıdır. Cildi yağlı olanlar, süt bazlı ürünler ve yağsız güneş koruyucuları kullanmalıdır. Kuru ciltliler ise krem bazlı güneş koruyucuları ve nemlendiricileri tercih etmeli, kese yapmamalı, vücut şampuanı kullanmalı ve banyo sonrası nemlendirici sürmelidir.''

-GÖZALTI KIRIŞIKLIK KREMLERİ-

Doç. Dr. Dereli, özellikle gözaltı morlukları ve selülitin giderilmesi için satılan kremlerin hiçbir faydası olmadığını savundu. Selülitin bir hastalık olduğunu ifade eden Doç. Dr. Dereli, ''Kahve ve kola içmek, spor yapmamak, sigara kullanmak gibi faktörler
selülite yol açar. Kişi, yaşam tarzını değiştirmedikçe selülitten kurtulamaz'' dedi.

Gözaltı morluklarının çözümü olmadığını vurgulayan Doç. Dr. Dereli, bu bölgedeki kırışıklıklarının giderilmesi için satılan kremlerin gözaltı bölgesini tahriş ederek ödem oluşturabileceğini bildirdi.

Kozmetik ürünlerin bilinçli şekilde ve uzmandan yardım alınarak kullanılmasını öneren Doç. Dr. Dereli, sürekli makyaj yapılmasının çabuk yaşlanmaya yol açacağını belirtti.

Kilo almamak için sahura kalkın

KAYSERİ Özel Şelale Polikliniği Başhekimi Dr.Mete Deniz, ramazan ayında kilo almamak isteyenlerin, sahura kalkmaları gerektiğini söyledi.
İnsan vücudunun kontrol dışı bir bilinci bulunduğunu belirten Dr. Mete Deniz, gün boyu aç kalıp, iftarda yemek yemekle zayıflanamayacağını, aksine aşırı kilo alınacağını söyledi. Dr. Deniz, şöyle dedi:
“Ramazan ayında vücut uzun süre alıştığı beslenme şeklinin dışına çıkıyor. Günde 3 ögün yenilen yemek sayısı oruçla birlikte azalıyor. Vücut alıştığı beslenme şeklinin dışına çıkınca metabolizma korunma konumuna geçerek, yağ depolamaya başlıyor. Bir anda aç kalarak vücudun normalinden fazla depolama yapmasının önüne geçmek için ramazan ayında kesinlikle sahura kalkılması gerekir. ‘Kilo almayayım’ diyerek sadece iftarla yetinmek, aşırı kilo almaya neden olur. Bu yüzden oruç tutanların mutlaka sahura kalkmaları gerekir.''

Deliksiz bir uyku için acı biber yiyin

Deliksiz bir uyku için acı biber yiyin

AvustralyalI araştırmacılar, acı biber yemenin rahat bir uyku için birebir olduğunu ortaya koydu. Tazmanya Üniversitesi’nde bir grup gönüllü üzerinde yürütülen araştırmada, acı biber yiyen denekler gece çok daha rahat uyuduklarını ve ertesi gün de kendilerini çok zinde hissettiklerini ifade etti. New Scientist dergisinde yayımlanan rapora göre, normal beslenen ardından 8 hafta her gün 30 gram acı biber yiyen 25 denek, acı biber yediklerinde çok daha rahat uyuduklarını söyledi.

Ceviz cilt temizliğine de faydalı

Ceviz cilt temizliğine de faydalı

Türkiye'de, başta baklava olmak üzere tatlılarda kullanılan veya çerez olarak tüketilen cevizin, damar koruyucu, ishal kesici, cilt temizleyici gibi özellikleriyle fonksiyonel gıda maddelerinin başında geldiği bildirildi.

Cevizin insan sağlığı üzerindeki etkilerine ilişkin çalışmalar
yürüten Uludağ Üniversitesi (UÜ) Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği
Bölümü Araştırma Görevlisi Aycan Yiğit, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, fonksiyonel gıdaların, temel besin gereksinimini
karşılamanın yanı sıra vücutta özel fizyolojik etki sağlayan,
hastalıklardan korunma ve tedavide etkinlik gösteren gıdalar olarak
tanımlandıklarını söyledi.

Cevizin de fonksiyonel gıdaların başında geldiğini ifade eden
Yiğit, etkili bir kalori, protein, lif, vitamin ve mineral kaynağı
olduğu bilinen cevizin yeşil kabuğu ve yapraklarının, yüzyıllar
boyunca birçok hastalığın tedavisinde kullanıldığını vurguladı.
Yiğit, bilimsel çalışmalar sonucunda ceviz yaprağı ve yeşil
kabuğunun birçok yararının belirlendiğine dikkati çekerek, şöyle devam
etti:

''Bilimsel çalışmalar sonucunda cevizin damar koruyucu, ishal
kesici, cildi temizleyici, siğil giderici, hipoglisemik, antifungal,
antiviral, tümör engelliyici özelliklerinin olduğu belirlenmiştir.
Ceviz kanın pıhtılaşmasını önler, kan dolaşımını düzenler, kan
pıhtılarını bozar, antialerjik özellik gösterir, karaciğer
fonksiyonlarını düzenler, protein sentezini teşvik eder, serum
kolesterolünün azalmasını sağlar, bağışıklık fonksiyonları korur ve
anormal antikor oluşumunun engeller.

Son epidemiyolojik çalışmalar, sert kabuklu meyvelerin
kalp-damar hastalıklarının neden olduğu ölüm oranlarını azalttığını ve
bu etkinin, yaş, egzersiz, sigara, alkol, diyetteki yağ oranı, lif,
meyve, sebze ve vitamin E ile ilişkili olduğunu göstermektedir.''
Yiğit, sert kabuklu meyvelerde yer alan çoklu doymamış yağ
asitlerinin kalp-damar hastalıklarında önleyici rol oynadığının
bilimsel çalışmalarla belirlendiğine işaret ederek, cevizi diğer sert
kabuklu meyveler arasından öne çıkaran özelliklerin, ''Omega 3'' ve

''Omega 6'' gibi çoklu doymamış yağ asitlerini yüksek oranda içermesi
olduğunu bildirdi.

''Omega 3'' ve ''Omega 6''nın, esansiyel yağ asitleri olduğunu
anlatan Yiğit, ''Bu asitlerin, vücut tarafından sentezlenmemesi
nedeniyle gıdalarla alınması zorunludur. Sahip olduğu bu özellik,
cevizin tüketimini vazgeçilmez kılmıştır. Ceviz, diğer sert kabuklu
meyvelerle kıyaslandığında en yüksek Omega 3 yağ asidi miktarına
sahiptir'' dedi.

Yiğit, cevizin yüksek miktarda ''Tokoferol (E vitamininin bir
formu)'' içerdiğini de belirterekk ''Son yapılan çalışmalar bu
maddenin prostat kanseri riskini azalttığını da ortaya koymuştur''
dedi.

Ramazan'ın İdeal Besini Süt

Uzmanlar Ramazan ayında vücut direnç ve sağlığının korunması için süt öneriyor

Ramazan ayında beslenme aralıkları değişiyor, bununla beraber vücut sağlığının korunması için yeterli mineral, protein, vitamin ve sıvının alınması gerekiyor. Süt, Ramazan ayında vücuda ihtiyaç duyduğu tüm besin öğelerini kazandırmak için ideal özellikler taşıyor. Sahur, iftar ve iftar sonrası ara öğünlerde içilen süt vücuda enerji veriyor, sindirim sistemini düzenlerken günün rahat geçirilmesini sağlıyor. Türkiye Diyetisyenler Derneği (TDD) İstanbul Şubesi Başkanı Selma Önelge Gür, Ramazan ayında günde iki bardak süt içilmesinin sağlıklı beslenmeye katkıda bulunacağını belirtiyor.
Ramazan ayında oruç tutan kişilerin beslenmelerine her zamankinden daha çok dikkat etmesi gerekiyor. Beslenme aralıkları ve alışkanlıkları Ramazan ayında değişse de, vücudun ihtiyaç duyduğu besin ve sıvı miktarı aynı kalıyor. Süt, bu dönemde vücuda ihtiyaç duyduğu vitamin, mineral ve protein gibi besin bileşenlerinin kazandırılması için en iyi kaynaklar arasında yer alıyor.

Süt yeterli ve dengeli beslenmek için gerekli olan, 40’tan fazla besin öğesinin tamamına yakınını içeriyor. Osteoporoz, bir başka deyişle kemik erimesinin önlenmesinde etkili olan süt aynı zamanda sindirim sistemini ve tansiyonu düzenleyici, kronik hastalıklara karşı koruyucu özelliklere sahip. Bu nedenle Ramazan’da sahurda, iftarda ya da iftar sonrası ara öğünlerde günde iki bardak süt tüketmek gerekiyor. Her gün içilen yeterli miktarda süt, Ramazan ayında kilonun da kontrol altında tutulmasına katkıda bulunuyor.

Ramazan ayında enerjik olmak, zinde ve sağlıklı kalmak için süt

Türkiye Diyetisyenler Derneği (TDD) İstanbul Şubesi Başkanı Selma Önelge Gür, sütün Ramazan ayında kilo dengeleyici ve hastalıklardan koruyucu özelliklerine dikkat çekti. Gür şunları söyledi:

“Enerji sistemimize yaptığı önemli katkı sayesinde süt kilo dengesinin korunmasında etkili oluyor. Vücudun tüm hücrelerinde enerji üretimine yardımcı olan riboflavinden zengin olan süt, besinlerin biyoyararlığını artırıyor. 2 su bardağı süt, 2000 kalorilik diyette günlük riboflavinin gereksiniminin yüzde 70’ini karşılıyor. Süt aynı zamanda Ramazan ayında vücudun sıvı gereksiniminin karşılanmasında da iyi bir seçenek oluşturuyor. Süt kan basıncının düzenlenmesinde ve vücudun sıvı dengesinin sağlanmasında önemli rol üstlenen potasyumun yüzde 33’ünü, kalsiyumun ise yüzde 90’ını sağlıyor. Ramazan ayında günde iki bardak süt içmek oruç tutanların vücut sağlığının korunması açısından önem taşıyor.”

Ramazan ayında süt

• Sahurda içilen süt günün sakin, zinde, verimli bir şekilde ve dikkat dağılması yaşanmadan geçirilmesini sağlıyor
• Sağlık için hamur tatlıları yerine, besin öğesi de içeren sağlıklı sütten yapılmış sütlü tatlıların tercih edilmesi gerekiyor
• İftardan sonra yatıncaya dek geçecek uzun gecede iki saat aralıklarla iki ayrı ara öğünde seçilecek olan kuru ya da mevsim meyveleri, sütlü, meyveli hafif tatlılar sağlıklı beslenmenin bir parçasını oluşturuyor

İstanbul'un ruh sağlığı haritası

İstanbul’un ruh sağlığı haritası


Araştırmaya göre İstanbul’da ruhsal hastalık nedeniyle hekime başvurma oranı 2.3 ile sınırlı kaldı.


İSTANBUL - İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü 32 ilçede sağlık ocağına başvuran toplam 500 bin kişi üzerinde bir araştırma yaptı. Ruhsal hastalıklar sıralamasında ise ilk sırayı depresyon, ikinci sırayı anksiyete bozuklukları, üçüncü sırayı ise psikotik bozukluklar aldı.


İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü Ruh Sağlığı ve Sosyal Hastalıklar Şubesi’nin yaptığı araştırma kentin ruhsal hastalıklar profiliyle ilgili önemli veriler ortaya koydu. 32 ilçede 500 bin kişi üzerinde yapılan araştırmada 11 bin 507 kişinin psikiyatrik bir hastalık tanısı aldığı belirlendi. Psikiyatrik rahatsızlığı olanların yüzde 68.35’inin kadın, yüzde 31.65’inin ise erkek olduğu saptandı.

Uzmanlar batı ülkelerinde birinci basamakta psikiyatrik hastalık tanısının oranının yüzde 15 ile 40 arasında değiştiğine dikkat çekerek, “Bu araştırma pratisyen hekimlerin fiziksel şikayetlerle başvuran hastalardaki ruhsal sorunların tanısı koymak konusunda yeterince etkili olamadığını ortaya koyuyor. Bu yüzden pratisyen hekimlere psikiyatrik hastalıkların tanısının konulması konusunda düzenli eğitim verilmesi gerekiyor” diye konuştular.

Araştırmayı yürüten ekibe başkanlık yapan İstanbul İl Sağlık Müdür Yardımcısı Dr. Abdülkadir Tabo, psikiyatrik hastalıklar içinde en sık yüzde 70.7 ile depresyonun, yüzde 13.3 ile anksiyete (kaygı-endişe), yüzde 7.8 ile psikotik bozuklukların görüldüğüne işaret etti.



ŞİŞLİ İLK SIRADA

İlçelere göre sağlık ocaklarına başvuran psikiyatri hastalarının genel poliklinik sayısı içinde yüzdesine bakıldığında ise yüzde 5.1 ile Şişli, yüzde 4.4 ile Bakırköy, yüzde 4 ile Kadıköy ilk üç sırayı paylaştı. İlçelere göre değerlendirildiğinde en düşük psikiyatri tanısının yüzde 1.4 ile Ümraniye’de konulduğu belirlendi.

Dr. Abdülkadir Tabo, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Şişli; Bakırköy ve Kadıköy’de sağlık hizmetleri iyi organize olmuş durumda. İnsanlar hizmete ulaşma konusunda daha bilinçliler. İlçelere göre tanıların dağılımında depresyon yüzde 9.4 ile en fazla Bakırköy’de görüldü. En düşük depresyon ise yüzde 0.7 ile Silivri’de saptandı”



RUH VE BEDEN SAĞLIĞI

Bu arada İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü, Türkiye Psikiyatri Derneği, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sağlık Daire Başkanlığı, Türk Nöropsikiyatri Derneği’nin ortak yayınladığı bildiride şu açıklamalara yer verildi.

1. Ruhsal hastalıklar sık görülür. Toplumun her kesimini etkiler. Tedavi edilmezlerse toplumsal ve maddi kayba neden olur. İnsanların yüzde 25’i yaşamlarının bir döneminde ruhsal hastalıklardan etkilenir.

2. Ruh sağlığına destek veren ulusal sağlık politikaları olmadan ruhsal sorunlara kapsayıcı çözümler getirilemez. Tedavi edici kurumsal ruh sağlığı hizmetlernini yanısıra hastanın toplum içinde tedavi ve rehabilitasyonunu sağlayan toplum ruh sağlığı sistemi geliştirilmelidir. Hasta haklarını dikkate alan ve bu konudaki uygulamaları düzenleyen bir Ruh Sağlığı Yasası çıkarılmalıdır.

3. Ruh sağlığı politikalarının ve hizmetinin oluşturulmasında uzmanlar, hizmeti alanlar hasta aileleri ve toplum temsilcileri işbirliğiyle çalışmalıdır.

4. Savaş, çatışma, afetler, plansız kentleşme, işsizlik ve yoksulluk gibi sosyo-ekonomik olaylar r uh sağlığını olumsuz etkilediği gibi tedavinin önünde de engel oluşturabilirler. Bu açıdan ruh sağlığı toplumun tüm ilgili kesimlerinin ortak çabbasıyla gerektiğinde küresel işbirliği ile korunup geliştirilmelidir.

Kuş gribi virüsüne iki senaryo

Kuş gribi virüsü dünya çapında bir salgına yol açacak mı açmayacak mı?


Bilim adamlarına göre iki senaryo var. Birincisi kötü senaryo. Bu senaryoya göre H5N1 virüsü 42 insandan 32’sinde ölüme yol açtı. İnsandan insana bulaşmayı sağlayacak dünya çapında bir salgının tüm ön şartları yerine geldi. Kuş gribiyle ilgili ikinci senaryo ise iyi senaryo. Kuş gribi hayvan-insan etkileşiminin en yoğun olduğu Asya bölgesinde ortaya çıktı. ama insandan insana bulaşmayı sağlayacak genetik değişiklik olmadı. Virüs ya yaşayamadı ya da zor yayılıyor.

İlk kez 1878 yılında İtalya’da tanımlanan İnfluenzavirüs A H5N1, Türkiye için de risk oluşturmaya devam ediyor. Bir salgın endişesiyle önlemler alınmaya devam ederken bilim adamları da olası senaryoları tartışıyor.

Göğüs hastalıkları uzmanlarının derneği, Türk Toraks Derneği Başkan Yardımcısı Prof Dr Eyüp Sabri Uçan’a göre kuş gribiyle ilgili kötü senaryonun yani dünya çapında bir salgının gerçekleşmemesi için grip aşısı yapılması son derece önemli:
“Eğer bir insanda kuş gribi virüsünü alırsa, aynı zamanda da insan tipi grip virüsünü alırsa, genetik kayma olabilir. Yani genetik değişimle insandan insana bulaşabilen kuş gribi formu ortaya çıkabilir. En tehlikelisi ve dünya çapında salgına neden olabilecek durum budur. Grip aşısı ise işte bu eş zamanlı enfeksiyonu yaşayan kişilerde virüsün genetik değişim geçirmesini engelleyebilir diye öneriliyor. Yoksa direkt olarak kuş gribine etkisi yok. Kuş gribi salgınları bir ülkenin içine yayılacak olursa, kontrol altına alınması çok güç olabilir. Örneğin 1992’de Meksika’da patojenitesi düşük virüsla başlayan salgın, oldukça ölümcül bir biçime dönüşmüş ve 1995’e dek kontrol altına alınamamıştır.”

GRİP SALGINLARI
Kuş gribi virüsünde olabilecek genetik değişmeyle ilgili tarihsel bir değerlendirme yapan Prof Dr. Eyüp Sabri Uçan, şöyle konuşuyor:
“Tarihsel olarak incelendiğinde 20. yüzyılda 9-39 yıl arayla antijen kayması sonucu ortaya çıkan yeni virüs alt tiplerine bağlı dört ya da beş grip pandemisi olmuştur. 1918-1919 yıllarındaki H1N1 pandemisinin 40-50 milyon kişinin ölümüne neden olduğu tahmin edilmektedir. Ardından 1957-1958 (H2N2), 1968-1969 (H3N2) ve 1977-1978 (H1N1) pandemileri olmuştur. Halen dünya üzerinde H3N1 ve H1N1 virüsları birlikte dolaşmaktadır. Bundan sonra da yeni pandemilerin olması kaçınılmaz gibi görünmektedir. Uğradıkları sık ve kalıcı antijen değişmeleri nedeniyle, dünya üzerindeki grip virüsü aktivitesi sürekli olarak izlenmekte ve grip aşılarının bileşiminde her yıl ayarlamalar yapılması gerekmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) bu amaçla 1947’de başlattığı Küresel Grip Programı’nı uygulamaktadır.”

KUŞ GRİBİYLE İLGİLİ OLUMLU SENARYO
Kuş gribiyle ilgili ikinci senaryo, iyi senaryo. Kuş gribi hayvan-insan etkileşiminin en yoğun olduğu Asya bölgesinde ortaya çıktı. ama insandan insana bulaşmayı sağlayacak genetik değişiklik olmadı. Virüs ya yaşayamadı ya da zor yayılıyor. Prof Dr. Eyüp Sabri Uçan, kuş gribinin bulaşma riskiyle ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Kuş gribi virüsları genellikle insanları doğrudan infekte etmez ve insanlar arasında dolaşmaz. İnsanda kuş gribi virüslarıyla oluştuğu bildirilmiş doğal infeksiyon sayısı çok azdır. Ancak gönüllü çalışmalarıyla kuş kökenli kimi virüslarla infekte edilmiş insanlarda kısa süreli infeksiyonların geliştiği de gösterilmiştir. İnsanlardaki olguların infekte kümes hayvanları veya kontamine yüzeylerle temas sonucunda geliştiği düşünülmektedir. Kuş gribi virüslarının insanlar arasında tutunabilmesine karşı bir dereceye kadar etkili bir engelin bulunduğu açıktır. Bu engel, gen segmentlerinden bir ya da birkaçıyla ilişkilidir.”

“Normalde hiçbir enfeksiyon kolay kolay tür engelini aşmadığını” belirten Prof Dr. Eyüp Sabri Uçan, dünyanın kötü senaryoya hazırlıklı olması gerektiğini hatırlatıyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Yani kuşlar arasındaki enfeksiyon kuşlar arasında sürer. Ancak Güneydoğu Asya’da kaplanlarda domuzlarda da kuş gribi görüldü.Kuş gribi virüsunun doğal rezervuarı, yeşilbaş ördeklerdir ve infeksiyona en dayanıklı olan kuşlar da.bunlardır. Virüsları çok uzaklara taşıyabilmelerine ve dışkılarıyla çıkarmalarına karşılık, yalnızca hafif ve kısa süren bir hastalık geçirirler. Evcil ördeklerdeki infeksiyon ise tıpkı tavuklar, hindiler, kazlar ve benzeri kümes hayvanlarındaki gibi öldürücüdür. Virüs, infekte yabanıl kuşların dışkılarıyla kümes hayvanlarının arasına girebilir. Canlı kuşların sıkışık ve sağlıklı olmayan koşullarda satıldığı pazarlar da bir başka yayılma kaynağı olabilir. Kuş gribi virüsları, kuşları ve daha seyrek olarak domuzları infekte eder. İnfekte kuşlar, virüsu tükürük, burun salgıları ve dışkılarıyla yayarlar. Hollanda’da ev kedilerinde gösterilen deneysel infeksiyon ve Tayland’da infekte kaplan ve leoparlardan H5N1 virüslarının izolasyonu, kedigillerin de infeksiyonu bulaştırabileceğini düşündürmektedir. Kuş gribi virüsları, çevrede özellikle düşük sıcaklıkta uzun süre etkinliğini koruyabilir.”

KİMLER AŞI OLMALI
Kuş gribinden korunmak için 50 yaşın üzerindeki herkesin aşılanması öneriliyor. Ayrıca yaşları daha genç olsa da kalp, diyabet, yüksek tansiyon hastalarının, yeni ameliyat geçirenlerin, sağlık personelinin, kümes hayvanı yetiştiricilerini, itlaf ekibinde olanların da aşısı olmaları büyük önem taşıyor.

Şampuan ve Kepek (herkesin sorunu)

Gördüm ki her 2-3 reklamdan birisi şampuan reklamı..
dedim bunda bi iş var.. incelemeliyim..
Bu araştırmayı yapana kadar şampuanın faydalı akışkanlar olduğunu düşünürdüm..
Nede olsa reklamlar bize bunu empoze etmiyormu?
işte bulgular ve sonuçları..
1-bütün şampuanlar temelde sabundur...
şampuanlar temel olarak sabunlar sınıfının sıvı sabunlar kategorisine girmektedir. Kısaca ve özetle temel bileşimleri:
Şampuanın da dahil olduğu bu grup daha çok sıvı potasyum, amonyum ve triethanolamin sabun ve hindistan cevizi, zeytin ve diğer bir kaç yağı içerir.
Bu sabun piyasada bileşimind % 36 oranında hindistan cevizi yağından yapılmış potas sabunu bulunan sulu çözelti halinde bulunur.
Peki sabun nedir???
Sabun kimyasal olarak; yağ asitlerinin Naveyak tuzudur.Yani, ana maddesi bitkisel ve hayvansal yağların veya yağ asitlerinin alkalilerle reaksiyonu sonucunda elde edilen genellikle, temizleyici olarak kullanılan bir üründür. Herhangi bir yağ NaOH ve KOH çözeltisi ile ısıtılırsa hidroliz olur ve bunun sonucu gliserin ile uzun zincirli yağ asitlerinin alkali tuzları meydana gelir. Bu tuzlara sabun, alkali hidrolize de sabunlaşma denir. Sabunlaşma deyimi yağlar ve basit esterlerin hidrolizi için kullanılır. Bir başka deyimle sabun uzun zincirli organik asitlerin sodyum tuzudur. Örnek; oleik asit (C17H33COOH) ve stearik asitin (C17H35COOH) sodyum tuzu.
Dolayısıyla anladıkki bütün şampuanların temeli sabunlara dayanır.. Şampuanların sabunlardan en bariz farkı neredeyse hepsinde hayvansal yağ yerine bitkisel yağların kullanılmasıdır..
(reklamları hatırlayın. jojoba bitkili şampuan, Zeytiyağlı şampuan, badem yağlı şampuan vs.)
2-Şampuanlar ve kepekli saçlar...
Kepek nedir.. Saç derisinin dökülmesi işlemi sonucu ortaya çıkan kalıntılara kepek diyoruz. Kepek asla saçlar yüzünden ortaya çıkan bir durum değildir.Kepek kafa derisindeki ölü hücrelerin yenilenmesi sırasında ölü hücrelerin vücuttan uzaklaştırılmasıdır. Yani dönemsel olarak, hava şartlarına bağlı olarak, stressel olarak, hava kirliliğine bağlı olarak vs.vs. kepek ortaya çıkması son derece normal bir sonuçdur. Ama her sağlıklı derinin doğası gereği ortaya çıkan kepek bize şampuan reklamlarında hastalık yada tedavi edilmesi gereken bir durum gibi yutturulur.. Düşünün eminim sizde benim gibi bi çok kez "ya saçım kepeklendi dur şu diğer şampuanı deniim." yada "bu civarın suları çok bozuldu saçımı kepek bastı kepek şampuanı alayım" gibi yontemlere gitmişsinizdir. işte reklamların etkisinde ne kadar kaldığımızın bir gostergesi.. aslında normal olan dönemsel kepek olayını reklamlarda elektrik süpürgesi ile temizleyerek beynimizi yıkıyorlar.. Bunun ötesinde gerçekten bir cilt hastalığı olarak kepek sorununuz varsa inanın bu karışımlı sıvı sabunlar (şampuanlar) size hiç bir fayda sağlamayacaktır. derhal cilt doktorunuza gidiniz.
3- Şampuanlar ve Yağlı saçlar:
Kimimizin cildi gereğinden fazla yağ üretir buna neden olan bir sürü etken vardır ama bunun öenmi yok.. Sonuçta kimimizin derisi gereğinden fazla yağ üretir.. Buna saç deriside dahildir. yani yağlı saç yoktur yağlı kafa derisi vardır. Katkılı sıvı sabunlar içindeki kimyasalları gereği ve ciltle uyum zorlamasından dolayı Ph (asit baz dengesi) olarak daha yumuşak şekillerde hazırlanırlar.. Sabunlar temel olarak BAZik kimyasallardır. dolayısı ile bu BAZik maddeleri nötr seviyelere getirmek için ne yapmak gerekir? bunlara ASİT katmak gerekir.. Ph.5.5 demek artık notr olmuş bileşim demektir. Yani ne asidik ne bazik. Bunun cilde ne faydası ne zararı vardır. ancak kötü olan şudurki siz sabun bileşenlerinin ph değerini düşürürseniz en temel özellikleri olan temizleme özelliklerini zayıflatır hatta kaybedersiniz.
Günümüzde Yağlı saçlar için geliştirilen şampuanlar bile Ph 5.5. dir. zaten deri yağlı ve bu yağın çözülmesi gerekir. ve siz daha zayıf bir madde ile saçınızı temizlemeye çalışmaktasınız. Yeterince temizlenmemiş deri yüzünden gün içinde belki yeniden saçınızı yıkayacaksınız. yine katkılı sıvı sabun kullanacaksınız. zaten hepsinin ambalajında sıklıkla kullanabilirsiniz yazar.. amaçta bu sık kullanın çabuk bitirinki biz 75 kuruşa malettiğimiz bu katkılı sıvı sabunu size kilosu 10 Yeni liradan satabilelim..
3- Şampuanlar ve Nemlendiriciler:
saçlarınızın nemli olması size hiç bir şey kazandırmaz.. Nedenmi? çünkü onlar cansızdırlar.. Saçların sadece kökleri canlıdır ve bu kökler zaten derinin altındadırlar.. şimdi reklamları hatırlayın..
SAÇINIZI KÖKTEN UCA BESLER.. SAÇINIZIN UCUNDAKİ KIRIKLARI TAMİR EDER.. vs.vs.
teorik olarak canlı olmayan bir nesnenin beslenmesi nasıl birşeyse saçınızın beslenmeside oyle bir şeydir. Yani ben şu anda masamda duran kültablamı canlılığını korusun, beslensin diye kurufasulye tenceresine atarsam bana gülersiniz dimi.. ama bende size gülüyorum.. çünkü ölü bir şeyi beslemeye çalışıyor ve hatta buna inanıyorsunuz..
hatırlayın bir marka hep şunu soyler..
cildinizi sabun gibi kurutmaz, saçınızın nem ihtiyacını karşılar 1/4 nemlendirici sütler içerir.. evet doğrudur nemlendirici sütler içeriyordur. ve fakat merak ettiğim bunu ölü saçımıza sürmemizin bize ne kazandıracağıdır? hem bu o kadar faydalı bişise neden her marka 1/4 yada 2/4 nemlendiricili ürünler üretmiyo? sonuçta nemlendirici denen şey basit bi bileşimdir.. hep kıllanmışımdır Tove dan zaten.. bu Tove'dada bi gavurluk var ama.. neyse.. onu sonra inceleyelim.. konumuza dönelim.. sonuçta nemlendirici denen zımbırtınında hiç bir işe yaramadığını anlıyoruz. çünkü saçın kökten uca beslenmesi olanaksızdır. saç yapısı içinde kökten uca doğru giden hiç bişi yoktur. ağaçmı lan bu köküne su dökünce üstünde yaprak açsın.. hepsi yalancı bunların...buhh.. devam edelim...
4-Bizim markayı kullanırsanız hiç kepek kalmaz, dökülmeler %80 azalır..
Bu terane yıllardır vardır. ama 10-15 yıldır yaygın kullanılan şampuanları kullanıp kepek sorunundan temelli kurtulan birisini gördünüzmü ? hayır.. çünkü yukardada soylediğimiz gibi bu tamamen vücudun doğası gereğidir. eğer dönem dönem kepeklenmiyosanız cilt doktorunuza başvurunuz.. dökülmeler %80 azallır.. araştırın göreceksinizki günlük saç dökülme miktarı ortalama olarak 50-80 adettir.. İşin tuhafı bu uzun yıllardır boyledir bunu bu şampuan üreticileri bile şampuanlarını satarken soylerler.. "-kardeşim ortalama 50-80 dökülür... haaa bu mevsimine bağlı olarak hava şartlarına bağlı olarak artadabilir" iyide kardeşim.. bu zaten ortalama değilmi??? senin şampuanın bunu 50 adet dökülmeyi 10-15 e indirmiyorsa sen neyi iddia ediyosun??? hayır tuhaf tarafı şu.. şampuan reklamlarında görürüzki uzun saçlı hatunlar mutluluk içindedrler ve neşe saçarlar.. bu yazıyı okuyan herkes bilecektirki reklamlardaki saçlar duştan çıkıp kurutma ile elde edilemez.. bi sürü fön düzleştirme işlemi falan gerekir.. hepimizi bunu bildiğimiz halde aaa ne kadar düzgün ne kadar birbirine dolaşmamış ne kadar harika gözüken saçlar diye bu reklamları yutarız.. düşünün... hanginizin saçı banyodan çıkıp kuruttuğunuzda reklamlardaki kadar kusursuz oluyor??? ben soliim hiç birinizinki... eh ortalama 15 yıldır dökülmeyi %80 azaltıyorsanız bugun 2 adet saçımız bile dökülse fazla sayılabilir.. nede olsa 15 yıldır dökülmenin önüne geçiyorsunuz.. ve hala 50-80 i ortalama kabul ediyorsunuz.. Kardeşim benim 50 saç dökmek için şampuana ihtiyacım yok.. Yalancısınız... reklamlarda dikkat edin bilmem nerede kullanan bayanların %80 i bu fikirde falan gibi ibareler.. Sorarım size ben şimdi desemki ben 10 bayan arıyroum.. reklamlarada çıkaracağım.. ve şu elimde gördüğünüz has zeytinyağlı yeşil sabunu denemelerini isticem 15 gün yiyip içip yatacaksınız, reklama çıkacaksınız ve saçlarınızı yıkayacaksınız.. ben eminimki %100 ü yeşl sabundan memnun kalacaktır.. peh.. bir de bilmem neredeki saç enstitüsü vardı o reklam hala varmı bilmiom ama saç araştırma enstitüsüne bakın.. etrafta bi kaç tane cam raf. bir iki mikroskop ama bi sürü uzun boylu uzun saçlı harika hatun.. merak ettiğim şu bu saç enstitüsünde araştırmacı olmak için aranan nitelikler nelerdir ayhh neyse...
5-Şampuanlar kimi ciltlere zarar verebilir...
Hep bahsettiğimiz üzere şampuanlar sabun temelli kimyasal katkılı bileşimlerdir. ama bilirsinizki bazı insanların ciltleri bazı maddelere allerjik tepki verebilir.. siz saçınızı kökten uca beslemek isterken kepeklendirebilir, sürekli kaşıntıya neden olabilir, hatta dökülmesini artırabilirsiniz.. Ambalajı şık ve reklamı bol diye bilmediğimiz kimyasalları derimize ve saçımıza sürüyoruz.. özenle parfümlendirilen bu maddeler bizi hiç şüphelendirmiyorda.. Kullanırken dikkatli olalım..
NE YAPMALIYIZ.
Peki ne yapalım..
benim önerim şu halis zeytinyağlı sabunlardır. saçınızı ve kafa derinizi gerçekten iyi temizlerler ve kimyasala katkı maddeleri içermediklerinden size neredeyse hiç zarar vermezler..
ve Saç köklerine faydalı olduğu bilinen keratin, provitamin b-5 vs. gibi maddeler sadece şampuanlarda bulunmuyor.. bunların bulunduğu doğal şeyleri yiyip içebilir saçderinize tatbik edebilirsiniz.
boyle bir sabunu sanırım 1 ytl ye falan buluruz buna ilaveten illada saçım kazık gibi olmasın diyorsanız belki doğal bileşimli saç kremi kullanabilirsiniz.. biliyorsunuzki piyasada %100 bitki özlü şampuanlar ve saç kremleri bulunmakta.. bunları kullanmak kimyasal olarak elde edilmiş zımbırtıları kullanmaktan hem ekonomik hem daha sağlıklıdır..
Ha diyorsanızki sen ne yapıyorsun???
Walla ben bunlara hiç aldırmıyorum..
genelde zeytinyağlı sabun, bazen şampuan.. farketmio yani.. ama önemli olan şu ben şampuana para vermiyorum.
ortalama fiyat olarak 6ytl-10ytl aldığınız 750 Ml lik şampuanların maliyetlerinin 1 ytl yaklaşmadığını biliniz..
ve eğer siz yinede nemlendiricili katkılı, krem katkılı şampuanlar kullanmaktan yana iseniz, bu işi yapan daha ekonomik Turk markalarını oneriyorum.
Çünkü inanın temel bileşimlerin hepsi aynı.. hepsi sabun içine katılmış parfüm nemlendirici vitamin falan gibi şeylerden oluşuyor...Bari cebinizi kurtarın...
Kalın sağlıcakla...

Alıntı

Erkekle Kadın Arasındaki 25 Fark

Olaylara tepkiler, sevgi gosterme sekli, vucut yapilari, spor kabiliyetlerine varincaya kadar kadinlar ve erkekler arasinda tam 25 fark var... Iste o farklar...



Ergenlik Sivilcesi: Testosteron hormonundan dolayi erkeklerde sivilce sorunu daha cok gorulur. Bu hormon yag bezlerini uyarir ve derideki gozeneklerin tikanmasina ve dolayisiyla sivilceye neden olur.



Spor: Erkekler daha hizli, kadinlarsa dayanikli.



Kan: Erkeklerde 4.5, kadinlarda 3.6 litre kan vardir. Erkek kani daha koyu kivamlidir, bir damlasinda 1 milyon kan hucresi var. Toplam olarak erkeklerde 1 santimetrekup kanda 5 milyon alyuvar vardir, bu da kadinlara kiyasla yuzde yirmi fazlalik demektir. Erkeklerin tansiyonu da kadinlardan yuksektir: 140/88. Bu deger kadinlarda 130/80'dir.



Aids: Her dort AIDS hastasindan sadece biri kadin. Nedeni ise kadinlarin baskin olan X krozomundan iki tane tasimasi

Yuzme yetenegi: Kadinlar derilerinin altindaki yag tabakasi nedeniyle daha iyi yuzerler.



Su: Erkek vucudunun yuzde 70'i, kadinlarin yuzde 60'i sudan ibaret.



Duyu organlari: Kadinlarin isitme ve koklama duyulari daha guclu. Erkek gozu ayrintilari daha iyi secer.



Enerji harcamasi: Erkekler hareketsiz halde, vucudun metrekaresi basina ortalama 39.5 kalori yakarlar. Kadinlar ise 37 kalori.



Yag:Erkek vucudunun yuzde 15, kadinlarinsa yuzde 27'si yagdir.



Dirsekler: Kadinlar erkeklere kiyasla kollarini dirsekten 6 derece fazla acar.



Kromozomlar: Erkek ve disilerde toplam 46 kromozom vardir. Erkeklerin cinsiyet hormonu XY, kadinlarin XX'tir.



Saclar: Kadinlarin saclari daha sIk ve daha direnclidir.



Deri: Erkeklerin toplam 1.8 metrekare, kadinlarin 1.6 metrekare derileri vardir.



Masturbasyon: Erkeklerin yuzde 93'u, kadinlarin yuzde 62'si kendini masturbasyonla tatmin eder.



Antikorlar: Kadinlar daha cok antikor uretirler, bu yuzden virus hastaliklarina daha seyrek yakalanirlar.



Aglamak: Kadinlar erkeklerden 5 kat fazla aglarlar.



Beyin: Erkek beyni yuzde 14 daha agirdir.



Dolleyebilme yetenegi: Erkeklerde sicakligin artisiyla dolleyebilme yetenegi azalir. Kadinlarin dollenmeye musait oda sicakligi 17 derece.



Safra kesesi tasi: Kadinlarin yuzde 20'sinde, erkeklerin yuzde 8'inde tas var.



Yaslanma: 55 yasindaki bir kadin bedensel gucunun yuzde 90'ina sahiptir. Oysa erkek gucunun sadece yuzde 70'ine sahiptir.



Kaslar: Erkekler kadinlardan yuzde 50 oraninda fazla kas gucune sahiptir.



Yasam suresi: Erkeklerin ortalama omru 71.5 yil, kadinlarin 78 yildir.



Vucut olculeri: Erkek ortalama 175 cm boyunda ve 73.5 kg agirligindadir. Gogus cevresi 98.5cm , beli 80.4cm'dir. Kadin ortalama 160 cm boyunda olup 61.2 kg'dir. Gogus cevresi 90.1; kalca genisligi 96.5 cm; beli 74.3 cm'dir.

Adem elmasi: Girtlaktaki adem elmasi adli cikinti erkeklere hastir.



Solunum: Erkekler dakikada ortalama 16 kez soluk alip verir. Kadinlar 20-22 .

Aspirin'in 10 parmağında 10 marifet

Dünyaca ünlü sağlık dergisi Men s Health' in, uzman görüşlerine
başvurarak
yaptığı bir derlemede faydaları saymakla bitirilemeyen Aspirin'in 10
yeni
marifeti daha ortaya çıktı:

Prostatı önlüyor: Ünlü sağlık merkezi Mayo Clinic in uzmanları
tarafından
bin 400 erkek üzerinde 5.5 yıl boyunca yapılan bir araştırma, prostat
riskinin her gün Aspirin içen erkeklerde iki kat azaldığını gösterdi.

Kaşıntıyı kesiyor: Birkaç tablet Aspirin'i ezip toz haline getirin.
Elde
ettiğiniz tozu bir miktar nemlendiriciyle karıştırıp kaşınan bölgeye
sürün.

Tansiyonu düşürüyor: İspanyol bilimadamlarının yaptığı bir araştırma,
aspirinin yüksek tansiyona iyi geldiğini ortaya koydu. Her gün alınan
100
miligram aspirin büyük ve küçük tansiyonu belirgin oranda düşürüyor.
Ancak
sabah değil, geceleri içmelisiniz.

Güneş yanığına karşı: Yazın çok fazla güneş altında kaldıktan en az
bir-iki
saat sonra alınacak iki adet aspirin hem yanmayı hem de ciltte su
toplanmasını azaltıyor.

Nasıra iyi geliyor: 5-6 adet aspirini toz haline getirip yarımşar çay
kaşığı
su ve limon suyuyla karıştırın. Nasırlı bölgeye bu karışımı sürdükten
sonra
üzerini sıcak ve nemli bir bezle 10 dakika örtün. Süngertaşıyla biraz
ovduktan sonra nasırınız düzelecektir.

Uçukları geçiriyor: Macar uzmanların yaptığı araştırmada, her gün
alınacak
125 miligram aspirinin uçukların cilt üzerindeki ömrünü ortalama 8
günden 5
güne düşürerek, neredeyse yarı yarıya azalttığı ortaya çıktı.

Alzheimerdan koruyor: Hollanda daki Erasmus Tıp Merkezi' nde görevli
bilim
adamları birkaç yıl boyunca düzenli Aspirin kullananlarda Alzheimer
hastalığına yakalanma riskinin yüzde 80 oranında azaldığını tespit
etti.

Kadında kısırlığa iyi geliyor: Arjantinli uzmanlar, çocuk sahibi
olamayan
bir grup kadın üzerinde testler yaptı. Kadınlardan bir bölümüne sadece
kısırlık ilacı, diğer gruba ise kısırlık ilacıyla birlikte 100 miligram
Aspirin verildi. Aspirin, yumurtalıkta kan dolaşımını artırdığı için,
ilacı
Aspirinle alanların hamile kalma şansı yüzde 40 arttı.

Siğilleri söküp atıyor: Bir parça bant alın, ortasına yuvarlak bir
delik
açın ve bu delik tam siğilin üzerine gelecek şekilde bantı cildinize
yapıştırın. Ucu banttan dışarı çıkan siğilin üzerine, daha önce toz
haline
getirdiğiniz aspirini sürün. Üzerini başka bir bantla kapatıp aynı
işlemi üç
gece üst üste uygulayın. Siğiliniz iyileşecektir.

Felçten koruyor: Her gün alınacak bir aspirin, felç geçirmiş erkeklerde
yeni
bir felç riskini yüzde 25 oranında önlediği biliniyordu. Bundan yola
çıkan
uzmanlar, genel olarak felç riski taşıyanlarda da aynı oranda etkili
olacağını düşünüyor.

TÜm Hastaneler Tek Telefon

TÜM HASTANELER TEK TELEFON
>
> 444 0 911 Tum hastaneler Turkiye'nin her yerinden
> ulasilabilen tek bir
> no'
> da birlestiler: Cep telefonunuzdan ararsaniz
> bulundugunuz ilin alan
> kodu ile
> aramaniz gerekiyor. ( mesela 0212 444 0 911 ) Bu
> telefonu aradiginizda
> en
> yakin ambulans olay yerine gonderiliyor.
> Kaydediniz

***alıntı***

Pire geni yeni umut oldu

Pire geni yeni umut oldu

Resilin adlı proteini oluşturan pire geniyle çok güçlü elastik bir polimer üreten bilim adamları, bunun hasar görmüş atardamarların ameliyatında kullanılabileceğini belirtti. Resilin, pirelerin çok uzak mesafelere sıçramasını ve sineklerin kanatlarını saniyede 200 kez çarpmalarını sağlıyor. Bu özelliğiyle en yüksek kaliteli kauçuktan daha dayanıklı olan ve gerildiğinde eski haline kolaylıkla geri dönen resilin, araştırmayı yürüten Avustralyalı bilim adamlarına göre tıpta başka pek çok alanda da kullanılabilir.