20 Mayıs 2007 Pazar

Olumsuz düşünce hasta ediyor

Bio enerji uzmanı Fatma Tatriyeva, hastalıkların olumsuz düşüncenin etkisiyle başladığı görüşünde. Tatriyeva'ya göre kırılgan kişilerin karaciğeri, sevgide sorun yaşayanların ise kalbi hasta oluyor.


Eski Sovyet ülkelerinden Kazakistan'da doğup büyüyen Çeçen asıllı Fatma Tatriyeva'da Sovyetlerin dağılmasından sonra bio enerji eğitimi alıp geçimini bu yolla kazanan alternatif tıp doktorlarından birisi. Kremlin ile Çeçenistan arasında bitmeyen savaşta eşini kaybedince geçimini sağlamak için sadece yakınlarını iyileştirmek için kullandığı bilgi ve yeteneğini bir mesleğe dönüştürmeye karar vermiş. Şimdi İstanbul'da doktorlar tarafından umutsuz görülen bir çok rahatsızlığı uyguladığı 8 ayrı çeşit masaj tekniği ve bio enerji seanslarıyla tedavi ediyor.

Fatma Tatriyeva 1999'da eşi ve oğlu ile bir yakınlarına misafir olmak üzere İstanbul'a gelir. Eşi onları misafir kaldıkları yakınlarının yanında bir süreliğine bırakıp başlayan ikinci Çeçenistan Savaşı yüzünden geri döner. Bu onların birbirlerini son görüşleri olur. Bir süre sonra Fatma, eşinin savaşta öldüğü haberini alır. Ondan sonra da sıkıntılı günler başlar. Üç ay içinde kendi çabalarıyla Türkçe öğrenir. Kazakistan'da eğitimini aldığı ve diploma sahibi olduğu uzmanlık alanı "bio enerji" ile Türkiye'de kendine yeni bir hayat kurmaya çalışır. Fatma Tatriyeva ilk önce ona yardım etmek isteyen bir tandığının annesinin uzun yıllardır şikayetçi olduğu başağrısı, tansiyon ve uykusuzluk sorunlarını uyguladığı özel tekniklerle tedavi ederek başlar. Ardından da bunu duyan diğer komşuları yavaş yavaş ona yeni hastalar getirir. İkinci evliliğini yapan Tatriyeva şimdi İstanbul'da modern tıpdan umudunu kesen insanlara da yardım etmeye devam ediyor.

Nasıl tedavi ediyor?

Bütün fiziksel ve ruhsal hastalıkların tek nedeninin olumsuz düşünceler olduğunu söyleyen bio enerji uzmanı Fatma Tatriyeva'nın uyguladığı 8 çeşit masaj yöntemi şunlar: Sigmentar Masaj, Şiatsu, Vakum, Bal ile Masaj, Vibro Masaj, Japon Masajı, Akupunktur ve Zayıflama Masajları. Bu masaj çeşitlerinin her biri farklı amaçlar için yapılıyor. Kadınlar en çok kreçlenme, bel ve omurg ağrılarına iyi gelen ve kasları rahatlatan bal masajına ve her seansta 2 santim incelten zayıflama masajına ilgi gösteriyor. Tatriyeva seans sırasında öncelikle vücudun enerji alanında elleri yardımıyla inceleme yaparak sorunlu bölgeleri tespit ediyor. O alanda kilitlenen enerjiyi rahatlatacak uygulamalar yapıp sonra hastanın taşıdığı fiziksel rahatsızlık hangi masaj yöntemiyla tedavi edilebilir onu tespit ediyor. Ardından da birkaç seans sürecek olan masaj tedavisi başlıyor. Fatih'de Nisa Kuaför'de kendisine özel bir yer ayrılan Tatriyeva, burada hastalarına şifa veriyor.

Maddi sıkıntı bele vuruyor

Fatma Tatriyeva hangi olumsuz düşüncenin hangi bedensel hastalığa neden olduğunu da anlattı. Buna göre bel ağrısını daha çok maddi sıkıntılar üzerine yoğunlaşan insanlar çekiyor. Özellikle de erkekler. Karaciğer rahatsızlıkları kırılgan ve hassas insanların başına gelirken kalp hastalıkları ise daha çok sevdiği insanlarla sorun yaşayan kişilerde görülüyor. Varis problemi hayattan bıkmış, yorgun, yaşama sevincini yitirmiş kişilerde görülürken boyun ağrıları ve boyun bölgesinde rahatsızlık çeken insanların ortak derdi hayatın zorluklarını taşıyamıyor olmaları. Göz ağrısı ise gözlerin artık her şeyi görmek istememesi. Üzücü ve kötü yaşantıları gözlemlemekten acı çekiyor olması.


BİO ENERJİ NEDİR?

20. yüzyılın başında Rus bilim adamları tarafından ortaya atılmış ancak "Marksizm-Leninizm'e aykırı" diye yasaklanmış. Bugün ise yeniden biyoenerji dünyada ilgi görüyor. Çok eski doğu kültürlerinde halk doktorları insan vücudunda 'qi' denilen bir enerjinin olduğunu, bel kemiğinde 7 noktadan oluşan bu enerjinin sinir merkezine bağlandığını keşfetmişler.



Kaynak:Yeni Şafak

Doğadan gelen mucize

"Mucize İlaç", "Doğal Şifa", "Yanık Bitkisi" olarak insanoğlunun 4000 yıldır tanıdığı doğal sağlık ve şifa kaynağı muhteşem bir bitkidir.

Antik çağlara uzanan geçmişi, ilk olarak 1862 yılında Alman Mısır Bilimci George Ebers tarafından bir dizi bitkisel tedavi reçetesini bünyesinde bulunduran MÖ 3500 yılına ait antik Mısır papirüsü üzerinde keşfedilmiştir.Efsaneye göre Aristo, Büyük İskender 'e yaralı askerlerini iyileştirmede zengin Aloe kaynaklarından faydalanabilmsei için Hint Okyanusu'ndaki Socotra adasını ele geçirmesi için tavsiyede bulunmuştur. Mısır kraliçeleri Nefertiti ve Kleopatra da güzellik amaçlı Aloe'den yararlanmıştır. Modern tıbbın babası Galen'in (kalbin ve dolaşımın nasıl işlediğini tarif eden ilk doktor) de tedavilerinde Aloe Vera kullandığı bilinmektedir.

Aloe Vera nın 200 den fazla çeşidi olmasına rağmen bunlardan sadece 3-4 tanesi tıbbi amaçla kullanılmaktadır (Linne, Barbadensis Miller gibi).Peki hangisi daha iyi? Hangisinin kullanıldığı ürünleri almalıyım? Barbadensis Miller ın kullanıldığı ürünleri ve Uluslararası Aloe Bilim Konseyi damgalı ürünleri kullanmalıyız.

ALOE VERA hastalanmama oranını % 80 artırır.
Bağışıklık sistemini güçlendirir, Toksin ve zehir atımını sağlar.
Enerji artırımını sağlar, Hücre yenilenmesini ve onarılmasını sağlar.

http://aleovera.tr.cx/

Antiseptik ilaçlar (Antiseptika)

Bir hastalık belirtisinde antiseptik(mikrop kırıcı) ilaçlar gerektiğinde, genel anlamda veya idrar yolları için kullanılan antiseptik ilaçlara başvurulabilir. Bu ilaçlardan bazıları: Kocayemiş yaprağı, civanperçemi, kekik, sarmısak, ayrıkotu kökü, ardıç kozalağı, aynısafa, altınbaşak, kestane yaprağı, mayıs papatyası, ısırganotu, lavanta, echinacea kökü veya preparatları.

Etkili bir bitki karışımı: Kocayemiş yaprağı 2 ölçü, civanperçemi 1 ölçü, altınbaşak(veya ısırganotu) 1 ölçü, mayıs papatyası 1 ölçü, kekik 1 ölçü. Bitkiler çok ince kıyılır, ölçülür ve iyice karıştırılır. Yarım veya bir tatlı kaşığı bitki, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar suyla haşlanır, ağzı kapalı olarak 8-10 dakika demlendikten sonra süzülür. Günde 2-3 bardak taze demlenmiş çay, aç karnına veya öğün aralarında, soğutulmadan içilir.

Kocayemiş yaprağı, civanperçemi, kekik, mayıs papatyası, ısırganotu ve aynısafa oturma banyoları da, çay içiminin yanı sıra günde 1-2 kere yapıldığında, iyileşme süreci kısalacaktır.

Bilgisayar Kullanımına Bağlı Göz Yorgunluğu

Günümüz modern teknolojisinde, ister iş hayatı ister özel hayat olsun, bilgisayarların yeri ve önemi inkar edilemez. Bu makinelerin faydası yadsınamamakla birlikte, kullanımları yüksek görsel dikkat istemektedir. Bilgisayar kullanımına bağlı olarak artan şikayetlerin büyük çoğunluğu, gözlerle ilgili olanlarıdır.

Bilgisayar kullanımına bağlı olarak, gözün kendisinde ya da görme kalitesinde birtakım problemlerin meydana gelmesi, göz yorgunluğu hali olarak yorumlanmaktadır. Sıklıkla görülen belirtileri şöyle sıralanabilir: Yorgun ve ağrılı gözler, gözlerde yanma ve batma, bulanık görme, kuruluk hissi, sulanma, kaşıntı, kızarıklık, gözleri kısarak bakmak, odaklama zorluğu, çift görme, yazı karakterlerinin veya grafiklerin etrafında ışık hareleri ya da saçılmalar görmek, ışığa karşı hassasiyet, baş ağrısı, boyun, sırt ve omuz ağrısı.

Sayılan bu belirtilerden bazılarının, bilgisayar karşısında çalışırken yaşanıyor olması, bilgisayara bağlı göz yorgunluğunu işaret ediyor olabilir. Belirtilerin görülme sıklığı ve şiddeti, kişiye bağlı sebepler dışında, çalışma ortamının şekline ve kişinin alışkanlıklarına göre de değişiklikler gösterecektir. Bu bağlamda, bilgisayar kullanımının gözlerde yarattığı problemlerden ve çözüm önerilerinden bahsetmek faydalı olacaktır.

Bahsedilen yorgunluk belirtilerini kendisinde hisseden kişi ilk olarak muayenesini yaptırıp, göz sağlığı hakkında bilgi edinmelidir; çünkü bu belirtilerin en büyük nedeni gözlerdeki kırma kusurudur (gözlük veya lens takmayı gerektirecek numara bozukluğu). Miyopi, hipermetropi, astigmatizma gibi kırma kusurlarının olup olmadığı saptanarak bunların gözlük camı veya lenslerle düzeltilmesi bu konudaki ilk aşamadır. Ayrıca halen kullanılan gözlük camı veya lenslerin numaralarının yetersiz kalması da göz yorgunluğuna sebep olabilecektir. Burada, halk arasında yaygınca inanılan yanlış bir görüşe değinmek ve doğrusunu anlatmak yerinde olacaktır; bilgisayar kullanımı insanların gözlerini bozmaz. Ancak mevcut olan ve kişinin o ana kadar önemsemediği veya bilmediği bir kırma kusurunun, belirtileriyle ortaya çıkmasına aracılık eder. Çalışma koşulları çok aşırıya kaçmadıkça normal bir göz bilgisayar karşısında bozulmaz.

Yakın objelere bakarken gözlerde meydana gelen uyum değişiklikleri, tıp dilinde akomodasyon olarak adlandırılır. Uzaktaki cisimden yakın bir cisme bakıldığında, gözlerdeki birtakım küçük kaslar kasılarak, kristal lens dediğimiz göz içindeki merceğin çapını değiştirir, böylece gözler yakına uyum sağlamış olur. Farklı uzaklıktaki objelerin her an net görülebilmesi, ancak bu bahsettiğimiz akomodasyon mekanizmasının sorunsuz çalışabilmesiyle mümkündür. Mekanizmada yetersizlik oluşursa, bilgisayar monitöründeki objelere ve/veya uzaktaki cisimlere bakarken kısa veya uzun süreli geçici bir bulanık görme hali oluşur. Normal şartlarda gözler, yakından uzağa ( veya uzaktan yakına) yarım saniye içerisinde uyum sağlarlar, yani yakın objeye bakarken birden uzaktaki cismi seçmek ve onu net algılamak bu süreyi geçmemelidir. Eğer bu süre uzarsa uyum mekanizmasında yetersizlik söz konusudur. Bu durum göz yorgunluğu ve baş ağrısına yol açacaktır, tedavisinde gözlükler kullanılmaktadır.

Akomodasyon (uyum) mekanizması, 40 yaşından sonra insanlarda doğal bir süreç olarak yetersiz olmaya başlar ve 60 yaşlarında tam yetersizlik gelişir. Bu duruma presbiyopi (yaşa bağlı yakın görme bozukluğu) adı verilir. Tedavisi yakın okuma gözlüğüdür ve genellikle 35-40 cm' lik yakın okuma mesafesine göre ayarlanarak verilir. Ancak bilgisayar karşısında çalışırken monitörler genellikle 70- 75 cm uzakta bulunur, bu mesafeyi net görmek için ikinci bir yakın gözlük edinmek yararlı olacaktır, çünkü esas yakın gözlüğüyle monitöre bakmak, mesafe uygunsuzluğu nedeniyle gözleri yoracaktır.

Bilgisayarlarda ekran özellikleri, gözleri etkileyen diğer bir önemli faktördür. Çalışmalar sonucu anlaşılmıştır ki, gözler monitöre baktığında tam bir kilitlenme (yani tam bir ekrana uyum) sağlanamamakta, yukarda bahsettiğimiz küçük göz kasları sürekli kasılıp gevşemekte ve kristal göz merceği devamlı şekil değiştirmektedir; bunun anlamı gözlerin ekrana tam odaklanamamasıdır, tabii ki sonucunda göz yorgunluğu şikayetleri başlayacaktır. Bu sebeple, göz sağlığı açısından, kullanılan ekranlar yüksek çözünürlü ve düşük parlaklık oranlı olmalıdır, büyük ve daha gelişmiş teknoloji ürünü ekranlar (LCD) en sorunsuz ekran tipleridir. Koruyucu filtre kullanılması hem yansımayı azaltır, hem de düşük bir oranda da olsa monitörden yayılan radyasyonu süzer. Teknik bir bilgi olarak, 14'' lik monitörlerin, yeni teknoloji ürünü düşük radyasyonlu büyük monitörlere oranla on kat daha fazla radyasyon yaydığını burada vurgulayalım.

Gözlerde kuruma hissi, bilgisayar kullanıcılarının en sık karşılaştığı sorundur; yanma, batma, kaşınma, göz yaşarması ve kızarma ile kendini belli eder. Bu durum kontakt lens kullananlarda daha belirginleşir, sebebi lensin doğallığını koruyan gözyaşı tabiatının monitör karşısında değişmeye başlamasıdır. Gözdeki kuruma hissinin en büyük sebebi, monitöre bakarken normalin 1/3' üne inen göz kırpmalarıdır, çünkü insan yakındaki bir objeye dikkatini verdiğinde refleks olarak daha az göz kırpmaya başlar. Gözkapakları her kırpmada gözyaşını kornea dediğimiz saydam tabakaya yayıp, oksijenlenmesini, nemlenmesini ve beslenmesini sağladıkları için, az kırpıldığında gözler kuru kalacak ve batmaya başlayacaktır. Diğer bir sebep monitörün göz hizasının üzerinde bulunmasıdır, bu durumda gözler yukarı doğru bakacağından kapaklar daha açılmış kalacak, bu da göz yaşının buharlaşmasını arttırarak kurumaya yol açacaktır. Ayrıca, çalışma ortamındaki havalandırmanın nem oranının yüksek olması ve havalandırmanın direk göze doğru gelmesi de gözlerde kurumaya yol açabilecektir. Bilgisayar kullanırken, sayılan bu etkenlerden gözlerin kurumasını önlemek için, göz kırpma sayısını bilinçli olarak arttırmak, belirli aralıklarla uzağa bakarak göz kırpma refleksini normale döndürmek alınacak önlemler arasındadır. Monitörü göz hizasının altına yerleştirmek gerekir, bunun ayarı monitörün üst kenarının göz seviyesinin biraz altında kalmasını sağlayarak yapılabilir. Bu önlemlerle geçmeyen göz kuruması, suni gözyaşı damlalarıyla tedavi edilmek durumundadır.

Gözlerimizde, fazla ışığın içeri girmesini ve gözü rahatsız etmesini engelleyen bir mekanizma bulunmaktadır. Aşırı parlak bir ışık bu mekanizmayı otomatik olarak devreye sokar ve gözün daha fazla çalışarak efor sarf etmesine neden olur. Bunun uzun sürmesi durumunda gözler yorulacak, bu aşırı ışıklı ortamdan rahatsız olduğunu, yorgunluk belirtilerini ortaya çıkararak anlatmaya çalışacaktır. Çalışma ortamında direk göze gelen bir ışık kaynağını ortadan kaldırmak gerekir, pencereden sızan ışığın arkaya alınması da gözleri rahatlatacaktır. Kullanılacak ışık kaynağının, arkadan, omuz hizasından monitöre veya çalışma masasına düşecek şekilde ayarlanması gerekir. Ayrıca monitörün kontrast ve parlaklık ayarının da uygun bir şekilde ayarlanması yerinde olacaktır, ekran zemin renginin açık, yazı karakterlerinin ise koyu renklerde tercih edilmesi gözlerin zorlanmasını önleyecektir.

Bilgisayar karşısında çalışırken, gözlerin sağlığını korumanın en güzel yolu, onları sık sık dinlendirmektir. Her yarım saatte bir ara vermek, birkaç saniye kapalı tuttuktan sonra uzaktaki bir objeye bakıp gözleri rahatlatmak yeterlidir. Çalışma masası ve sandalyesinin ergonomi kurallarına uygunluğu vücudu da rahatlatacaktır. Uzun süreli çalışmalarda, saat başı yapılacak basit vücut egzersizleri, diri kalmaya yardımcı olacaktır.


Op.Dr. Özcan Karakurt
Göz Hastalıkları Uzmanı
İstanbul - 17.07.2001

Tıp sözlüğü

ABDOMEN:Karın,batın.

ABORTUS:Çocuk düşürme,düşük.

ABSANS:Kısa süreli şuur kaybı.

ABSE:Çevre dokulardan kese tarzında doku ile sınırlı içerisi cerahat ile dolu oluşum.

ABSORBSİYON:Emilme, örn.sindirim, gıdaların barsaklarda absorbsiyonudur denilebilir.

ADRENALİN:Böbreküstü bezlerinin iç kısımları tarafından salgılanan bir hormondur. Tabiatta bu hormonun görevi, organizmayı acil harekete hazırlamaktır ve etkisini, nabzın atışı, kanın iç organlar ve deriden kaslara sevk edilmesi, karaciğerdeki glikojenin glikoza değişmesi ve böylelikle acil bir enerji kaynağı sağlanması şeklinde gösterir.

AFAKİ:Gözde, lensin olmaması.

AFAZİ:Beyindeki ilgili alanların tahribi sonucu, konuşma veya konuşulanı anlama yeteneğinin kaybı. Disfazi, aynı durumun daha hafif bir formudur.

AFRODİZYAK: Cinsi arzuyu artırıcı maddeler, ilaçlara verilen isim.

AFONİ: Ses kaybı. Kısmi veya tam olabilir. Afoni sebepleri, genellikle konuşma kaslarını kontrol eden sinirlerin hastalığı veya zedelenmesi, boğaz, gırtlak hastalıkları veya nörozdur. Histerik afoninin nedeni, şuuraltı, hiç konuşamamak veya özel bir durumda konuşmamamk arzusudur.

AGLÜTİNASYON: Sıvı bir süspansiyonda, ufak cisimciklerin bir araya gelip birbirlerine yapışmasıdır.

AGORAFOBİ:Geniş, açık bir sahada yalnız kalınca hissedilen, kontrol edilemeyen bir korkudur.

AJİTASYON:Kişinin etrafa saldırganlığı, aşırı aktivitesi ile karakterize durum.

AJİTE:Rahatsız, huzursuz, taşkınlık yapan.

AKNE:Yüz, omuzlar, sırt ve göğüsteki yağ bezleriyle ilgili kronik bir deri hastalığıdır. En çok 14-20 yaşlar arasında görülür ve bu hastalığın tipik belirtileri olan siyah noktalar, sivilceler, gençlerin bu en hassas devirlerinde genellikle psikolojik rahatsızlıklara yol açar. Yağ bezlerinin kanalında bir tıkaç oluşur ve bu tıkacın başı sertleşip siyahlaşır. Bazen, kanal tıkalı olduğu halde, bez yağ salgılamaya devam eder ve böylece içi yağ dolu bir kist oluşur. Siyah noktalara tıpta komedon adı verilir.

AKONDROPLAZİ:Tedavisi olmayan, sebebi bilinmeyen kalıtsal bir cücelik tipidir. Gövde normal büyüklükte olup, kol ve bacaklar anormal derecede kısa ve baş normalden büyüktür.

AKOMODASYON:Gözün optik sisteminin çeşitli uzaklıklara uyum yaparak net görmenin sağlanması.

AKROMEGALİ:Beyin tabanında bulunan hipofiz bezinin ön bölümünün aşırı çalışmasına bağlı bir durumdur. Büyüme tamamlanmadan, kemiklerin uzaması sona ermeden erken çağlarda baş gösterirse jigantism adı verilen dev görünüm oluşur. Bozukluk büyüme çağının bitiminden sonra baş gösterirse, el ve ayakların genişlemesi, çene ve burnun büyümesi ve sesin kalınlaştığı görülür.

AKUSTİK SİNİR:İşitme siniri.

AMBLİYOPİ:Gözde belirli bir bozukluk olmaksızın oluşan görme tembelliği.

AMNEZİ:Hafızanın kısmen veya tamamen kaybolması.

ANALJEZİK:Ağrı kesici.

ANEMİ:Kısaca, halk arasında kansızlık olarak bilinen anemi, alyuvarların sayı olarak az olması ve alyuvarların içerisinde bulunan hemoglobin adı verilen maddenin miktarının azlığıdır.

ANEMİK:Kan değerleri düşük olan, yani kan sayımında eritrosit sayıları ve hemoglobin miktarı düşük olan kişi.

ANERJİ:Özel bir antijene cevap verilmemesi hali. Organizmanın savunma yeteneğinin kaybolması.

ANESTEZİ: Doktorlar, ameliyat sırasında ağrı duymaması için, ameliyattan önce hastaya bir iğne yapar ya da solunum yoluyla bir gaz verirler. Hastanın bilincini yitirerek uykuya geçmesine narkoz, böylece vücudundaki ağrıları duyamayacak duruma gelmesine anestezi, bu duyu yitimine yol açan maddelere de anestezik denir.

ANKSİETE:İç sıkıntısı, iç daralması.

ANOSMİ:Koku alamama, nezle grip gibi enfeksiyonlarda olabildiği gibi koku siniri ile ilgili beyin bölgesindeki patolojilerde de görülebilir.

ANOREKSİ:Anorexia Nervosa, özellikle genç kadınlarda görülebilen, yemek yememek, çok az uyumak, buna rağmen çok aktif olmakla beliren psikolojik bir bozukluktur. Bu durum genellikle kişinin çok şişmanladığı kanısı ile mübalağalı bir şekilde rejim uygulaması ile başlar, önceleri kontrol edilebilen iştah bir süre sonra hakikaten yok olur ve zayıflama normal ölçüleri aşar.

ANSEFALİT:Beyin iltihabı.

ANTİENFLAMATUAR:İltihabi reaksiyonu önleyen madde, ilaç...

ANTİSEPTİK:Mikropları, yani insan, hayvan ve bitkilerin dokularına yerleşerek hastalığa yol açan bakteri, virüs, mantar gibi tek hücreli asalak canlıları yok etmek sağlıklı yaşamın temel koşullarından biridir. Antiseptik, antibiyotik ve dezenfektan gibi değişik adlarla anılan birçok madde bu amaçla geliştirilmiştir. Ama genel olarak "mikrop" öldürücüler denen bütün bu maddelerin bazı özellikleri ve kullanımları farklıdır.

ANTİSEPTİKLERİN TARİHİ:İnsanlar, "mikrop kuramının" bulunmasından yüzyıllarca önce neden ve nasıl etki yaptığını bilmeksizin antiseptikleri kullanıyorlardı. Örneğin çiğ etin bol tuz ve baharatla yoğrularak sucuk biçiminde saklanması, sebzelerin yoğun bir tuz ve limon ya da sirke çözeltisi içinde bekletilerek turşu yapılması, bakterileri büyük ölçüde yok ederek bu besinlerin bozulmasını önlüyordu. Bugünkü antiseptikler ise Louis Pasteur'ün değerli çalışmalarının ürünüdür.

ANTİSEPTİKLER NASIL ETKİ YAPAR?Kimyasal antiseptiklerin mikroplar üzerinde nasıl etkili oldukları tam olarak açıklanamamıştır. Bu maddeler doğrudan doğruya mikrop hücresine girerek yaşamsal işlevlerini engelleyebileceği gibi, mikrop hücresinin dış zarını eriterek de yıkıcı etki gösterebilir. Ne var ki birçok antiseptik normal hücreler üzerinde de ayn etkiyi yapar. Bu yüzden bu maddelerin dikkatli kullanılması gerekir. Bazı antiseptikler ağızdan alındığında ya da vücuda şırınga edildiğinde ağır sonuçlara, hatta ölüme yol açabilir.

ANTİSPAZMODİK: Spazm çözücü, daha çok iç organlardaki düz kasların kasılmalarını çözen ilaç grubuna verilen isim.

ANTİSTATİK: Statik elektrik birikimini önleyen madde.

ANTİTOKSİK:Toksin giderici.

ANTİTÜSSİF:Öksürük giderici.

ANTİVİRAL:Virüslara etkili, virusların zararlı etkilerini önleyen.

ANÜLER:Halka şeklinde.

ANÜRİ:İdrar çıkaramama.

ANÜS:Makat, sindirim kanalının bitiş kısmı.

AORTA:Kalpten çıkan, vücudun en büyük damarı, kalpten çıktıktan sonraki kavisli bölümüne arcus aorta, göğüs kafesi içersinde seyreden kısmına torasik aorta ve karın içersinde seyreden bölümüne de abdominal aorta denir.

AORTİK ANEVRİZMA:Aort damarının her hangi bir bölümünde görülen genişleme.

APANDİSİT:Kör barsak (apendiks) iltihabı.

APATİ:Çevre ile anormal derecede ilgisizlik, duygusuzluk, kayıtsızlık.

APEKS:Uç, tepe, zirve.

APİROJEN:Ateş yükselmesine neden olan herhangi bir madde taşımayan.

APNE: Solunumun geçici bir zaman içinde durması.

APOPLEKSİ:Felç, inme.

ARAKNOİD:Beynin üzerinin örten ince zar.

ASETABULUM:Uyluk kemiğinin başının, kalça kemiği ile eklem yaptığı çukurluk

ASETİLSALİSİLİK ASİT:Yaygın olarak kullanılan ve bilinen aspirinin kimyasal adı.

ASİDOZ:Organizmanın asit baz dengesinde asit istikametinde bozulma sonucu ortaya çıkan entoksikasyon tablosu.

ASO:"Antistreptolizin O" için kullanılan kısaltma. Streptolizin, "Hemolitik Streptokok" adı verilen bakterilerin salgıladığı toksinin adıdır. Bu toksinin varlığını tespit için yapılan tetkike de kısaca ASO adı verilir. ASO, romatizma gibi bazı Hemolitik Streptokok enfeksiyonlarında yükselir bu açıdan teşhis te ASO değerleri önem taşır.

AŞİL TENDONU:Baldır arka kısmındaki kas grubunun, topuk kemiğine birleşmesini ve ayağın aşağı yukarı hareketini sağlayan yapı(kiriş).

ATROPİN:Belladonna (Güzel Avrat Otu) adlı bitkiden elde edilen bir alkaloiddir. Tıpta çok değişik kullanım alanları vardır. Örneğin, göz dibinin muayenesinde, göz bebeğinin genişletilmesi için, ayrıca anesteziden önce üst solunum yollarında salgıların azaltılması için kullanılır.

Bayanlar Dikkat!Aşırı spor ve diyet kısırlık nedeni!

Aşırı spor ve diyet kısırlık nedeni

Kadınların uyguladıkları ağır diyet ve spor programlarının kısırlığa yol açabileceği belirtildi.

Kadınların son yıllarda uyguladıkları ağır diyet ve sporla bünyelerindeki yağ oranını tükenmeye yakın hale getirdikleri için hamile kalmakta zorlandıklarını belirten uzmanlar, kısırlığın gelecek yıllarda 2 katına çıkacağının tahmin edildiğini kaydediyor.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Yaralı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, aşırı zayıflığın da aşırı şişmanlıkta olduğu gibi kısırlığa yol açabileceğini belirterek, kadınları, spor ve diyet yaparken aşırıya kaçmamaları konusunda uyardı.

Kadınların, son yıllarda uyguladığı ağır diyet ve spor programlarının bünyelerindeki yağ oranını tükenmeye yakın hale getirdiğini söyleyen Yaralı, bunun hormonları olumsuz yönde etkilediğini ve adet düzensizliklerine yol açtığını söyledi.

keten tohumunun yararları

10 bin yıldır gıda olarak da kullanılan keten bitkisi, etkili bir gençlik,
sağlık ve güzellik kaynağı

Keten tohumunu hayatınıza sokun

Keten tohumunda yok yok;
Kolesterol düşürücü, felç, kanser, unutkanlık önleyici,
bağırsak çalıştırıcı ve temizleyici etkisi bunlardan birkaçı.
Uzmanlar, sıvı şeklinde, salataların üzerine serpiştirilerek
veya günde bir çorba kaşığı şeklinde tüketmeyi öneriyor

Sağlık açısından pek çok yararı var keten tohumunun.
Yüksek oranda lif, Omega-3, Omega-6 yağ asitleri, protein,
B12 vitamini, mineral ve amino asit içeren keten tohumu,
özellikle mide-bağırsak sistemindeki sorunlar, fazla kilolar,
yüksek kolesterol, yüksek kan şekeri, kemik zayıflığı,
kalp-damar sağlığı, romatizmal hastalıklar, bazı deri hastalıkları,
yaralar, solunum yolu rahatsızlıkları üzerinde olumlu etki yapıyor.
Anadolu'nun hemen hemen her yerinde yetişmesine rağmen, aslında keten tohumunun, layık olduğu ilgiyi pek de göremediğini söyleyebiliriz. Hatta
Türkiye'de birçok doktor bile keten tohumunun şifa dağıttığından habersiz.
Oysa, günde bir çorba kaşığı keten tohumu sayesinde pek çok hastalıktan
uzak durmak mümkün...

Şifa kaynağı
Latince adı 'Linum Usitatissimum' ile keten, dünyada tarımı yapılan ilk ürünler arasında yer alıyor.
Sadece dokumacılıkta, kumaş yapımında değil,
yaklaşık 10.000 yıldır gıda olarak da kullanılıyor keten bitkisi.
Vatanının Mısır olduğu düşünülüyor.
Çünkü milattan en az 5000 yıl önce Mısırlılar keten bitkisini, mumyaları sarmak için yetiştirmeye başlamışlar.
Ancak artık Türkiye ve Hindistan dahil,
tüm dünyada yetişiyor.
Uzmanlara göre sağlık açısından ketenin özellikle tohumlarından
ve yağından yararlanmak gerekiyor.
Keten tohumunun yararlarından söz eden
Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hüsnü Can Başer, keten tohumunun özellikle mide-bağırsak sistemindeki sorunlara karşı iyi geldiğini ve içerdiği yüksek oranda Omega-3 yağ asitleri sayesinde, adeta bir şifa kaynağı olduğunu söylüyor.
Ayrıca Anadolu Üniversitesi Tıbbi ve Aromatik Bitki ve İlaç
Araştırma Merkezi (TBAM) kurucusu ve eski müdürü olan Başer, "Keten tohumunun, ayrıca kolon kanserini önleyici etkileri hayvan deneylerinde de gösterilmiştir.
Keten tohumu içeren gıda takviyeleriyle kandaki kolesterol
seviyesinde de düşme gözlenmiştir.
Klinik çalışmalarda keten tohumu destekli gıdaların
kanser ve lupus nephritis gibi hastalıklarda olumlu
etki yarattığı gözlenmiştir.
Keten tohumu, kalp-damar hastalıklarını da önler.
Ayrıca eklem romatizmasındaki yararlı etkilerinin keten tohumunda
yüksek oranda bulunan linolenik asit ve sekoizolarisirezinol'den ileri
geldiği sanılmaktadır" diyor.
Uzmanlar, keten tohumunu mutlaka yaşamımıza
dahil etmemiz gerektiğini vurguluyorlar.
Bunun en önemli nedenlerinden biri de Omega-3 yağ asitleri.
Keten tohumunun, adeta bir somon balığı kadar Omega-3 içerdiğini belirten uzmanlar, bu yağların özellikle kalp
sağlığı açısından vazgeçilmez olduğunu belirtiyorlar.
Prof. Başer, "Keten tohumu uzun zincirli
Omega-3 yağ asitlerine dönüşen alfa-linolenik asitçe
(ALA) zengindir.
Balık yağları gibi, bu yağ asitlerinin eksikliğini
gidermek amacıyla bitkisel bir kaynak tercih edenler için
gıda takviyesi olarak kullanılabilir.
Optimum ALA miktarı günde bir veya iki tatlı kaşığı
(2-9 g) keten yağı alınmasıyla temin edilebilir.
Tohum içinde yağ iki yıl süreyle muhafaza olur. Yağ elde edildikten sonra dikkatle saklanmalı, raf ömrü etiketine yazılmalı, ısı ve ışıktan korunmalıdır.
Yağı dondurarak saklamak en iyi yoldur" diyor.
Hem dövülmüş keten tohumu hem de keten tohumu yağının,
çeşitli kronik hastalıkların tedavisinde, özellikle de kalp
rahatsızlıklarının önlenmesinde ve hormona bağlı kanserlerden korunmada ümit vaat ettiğini belirten Başer, keten tohumunun normal diyetin parçası olarak gıda maddelerine katılarak rahatlıkla kullanılabileceğini söylüyor.
Başer, "Güvenirliğinin yüksekliği ve başka ilaçlarla etkileşmemesi
nedeniyle ideal bir gıda bütünleştiricidir" diyor.

Zayıflatıcı özelliği de var
Keten tohumunu özellikle kadınlar için cazip kılan en önemli özelliği ise, zayıflatıcı özelliğe sahip olması.
Yıllardır Mısır Çarşısı'nda 'şifa dağıtan'
Ucuzcular Gıda Maddeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Eczacı Dilaver Kadıoğlu ise
bu bitki işine, eğitimsiz aktarların değil de, mutlaka eczacıların sahip çıkması gerektiğini savunuyor.
Yaklaşık 170 yıllık bir geçmişi olan 'Ucuzcular Baharat'ta yaklaşık 6000 çeşit baharat, ot, kök bulabilmek mümkün.
Bunlardan bir tanesi de keten tohumu. Keten bitkisinin yaprağından tohumuna kadar her tarafının yararlı olduğunu belirten Kadıoğlu, "Keten tohumunun ayrıca zayıflatıcı özelliği de var.
Tokluk hissi uyandırarak kişinin daha az yemek yemesine yol
açıyor. Zayıflatıcı özelliği, aslında içerdiği Omega-3 yağ asitlerinden
kaynaklanıyor. Tıpkı balık gibi etkisi var keten tohumunun. Keten tohumu, somon balığı kadar Omega-3 yağı içeriyor. Günde 1 yemek kaşığı alındığında ayda ortalama 4-5 kilo verilebilir.
Ancak tabii ki bu, kişiden kişiye ve bünyeden bünyeye de değişir.
Bir uzmana danışmak çok önemli" diyor.
Nedense 'doğal' gıdaların veya bitkilerin zararsız olduğuna inanılır Türk toplumunda. Oysa bir bitki de bilinçsiz kullanıldığında sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Kadıoğlu, "Suyun bile fazlası zarar. Keten tohumunu da dozunu kaçırarak tüketirseniz, bağırsaklar fazla yumuşar ve vücut aşırı su kaybeder. Dolayısıyla aşırı kilo kaybı olur. İdeali günde bir yemek kaşığı.
Ama kilo sorununa göre alınması gereken dozaj değişebilir.
Aslında bu dozajı insanlar kendileri de ayarlayabilirler.
Bağırsaklar fazla yumuşamayacak şekilde kullanılırsa dozu kaçırılmamış olur" diyor.
İnsanların bitkileri her derde deva olarak görmelerini yanlış buluyor
Kadıoğlu ve ekliyor:
"İnsanlar genellikle bu bitkileri kullanınca düzenli
olarak kullanmaları gereken ilaçları almıyorlar.
Bu yanlış. Tedavilerini ihmal etmemeliler.
Alınması gereken ilaçlar alınmalı.
Ayrıca bu bitkilerin de herhangi bir baharatçıdan alınmaması lazım. Bu işlerle mutlaka bir eczacının uğraşması gerekir

Bilinen ciddi bir yan etkisi yok
Susama benzeyen, ancak kahverengi olan, parlak bir madde keten tohumu. Özellikle gıda sanayiinde, başta ekmekler, kurabiyeler,
börekler olmak üzere pek çok unlu mamullere katılarak da kullanılıyor. Keten tohumunu yağ, tohum,
ya da öğütülmüş toz şeklinde kullanmak mümkün.
Doğal Tıp Derneği Başkanı Dr. Ender Saraç, "Amaca göre kullanım şekli değişir.
Bazen kabuklu, bazen de kabuksuz tüketmek gerekebilir.
Yeterince posalı, lifli gıda tüketmeyen insanlara bunu öğütmeden vermek daha yararlı. Çekirdek haliyle, posalı, lifli şekilde tüketmek daha iyi. Normal hazım yapabilen bir insan, çekirdek haliyle tüketebilir.
Bazı kişilerde belki gaz yapabilir, ama bu kişilere de keten tohumunun üzerine bir fincan rezene çayı içmelerini öneriyorum
ve sorun ortadan kalkıyor.
Keten tohumunun bilinen ciddi bir yan etkisi yok" diyor.
Keten tohumunun en büyük etkisi, müshil, yani bağırsakları çalıştırıcı olması. Uzmanlar özellikle de kabızlık sorunu olan kişilere keten tohumunu öneriyorlar. Genellikle tohumların tüketildiğini, ancak son yıllarda keten tohumu yağının da yaygınlaşmaya başladığını belirten Saraç,
"Keten tohumu yağı bağırsakları çalıştırırcı, temizleyici ve iç organların yüzeylerini rahatlatıcı olarak kullanılıyor.
Ayrıca cildi yumuşatıyor ve öksürüğe karşı iyi geliyor.
Kolay bozulan bir şey değil.
Yani herhangi bir kavanozda uzun süre saklanabilir.
Ayrıca ağız boşluğu, boğaz ve diş eti rahatsızlıklarında
gargara olarak da kullanılabilir.
Öksürükte, gıcıkta, ses kısıklığında ve de gastrit gibi mide
sorunlarında da olumlu etkisi var" diyor.
Keten tohumunun ciddi miktarda B12 vitamini içerdiğini de sözlerine ekleyen Saraç, özellikle vejetaryenlerin keten tohumu alımına dikkat etmeleri gerektiğini vurguluyor. Saraç,
"Son yıllarda dünyada vejetaryenlik çok arttı. Vejetaryenlerin en çok dikkat etmesi gereken konular ise kansızlık açısından demir, çinko ve B12 vitamini. Demir ve çinko doğadaki pek çok bitkide var. Ama hayvanlar ve hayvansal protein dışında B12'nin yüksek
oranda bulunduğu tek gıda keten tohumu.
Dolayısıyla keten tohumu, özellikle vejetaryenler için
Vitamin B12 açısından çok gerekiyor.
Her baharatçıda bir eczacı olmalı..."

önemli.
Her gün 1 çorba kaşığı keten tohumu yeterli olabilir.
Keten tohumu aynı zamanda Omega-3 yağ asitlerinden de çok zengin. Omega-3 de hayvansal kaynak dışında
özellikle keten tohumu, semizotu ve fındıkta bulunuyor.
Omega-3, özellikle kalp krizine, pek çok damar hastalıklarına,
bazı bağışıklık sistemi hastalıklarına, romatizmal hastalıklara,
bazı cilt hastalıklarına karşı korunmak için gerekli.
Somon balığındaki kadar Omega-3 var keten tohumunda" diyor.
Son yıllarda keten tohumu, östrojene benzer maddeler içerdiği,
menopoza bağlı şikâyetleri azalttığı için de
tüketilmeye başlandı.
Ancak uzmanlar, menopoz dönemi şikâyetlerini
gidermek için sadece keten tohumuna değil,
bir hekime de başvurulması ve
doktor kontrolünde olunması gerektiğini vurguluyorlar.

Keten tohumuyla genç kalın
Anti-aging,
dünyada ve Türkiye'de de gittikçe yaygınlaşmaya başladı.
İnsanlar 'genç yaşlanmak', zayıf kalmak,
formunu korumak için adeta birbirleriyle yarışıyorlar.
İşte uzmanlara göre, keten tohumunun burada da
olumlu etkileri var.
Keten tohumunun yaşlanmayı geciktirdiği belirten
Saraç, "Keten tohumundaki Omega-3, Vitamin B12
ve lifler, hücreleri genç tutarak yaşlanmayı geciktiriyorlar.
Zayıflatıcı özelliği de var bu tohumların.
Ben hastalarıma verdiğim zayıflama programlarında,
sabahları mayalı gıdalar yerine daha doğal tahılları
ön planda tutmaya çalışıyorum.
Ve onlara verdiğim karışımlar içerisine
genelde keten tohumu da oluyor.
Keten tohumu hem kabızlık oluşmasına engel oluyor
hem de çok lifli olduğu için de suyla, sütle ya da başka sıvılarla
şişerek tokluk hissi de sağlıyor.
Ancak aşırı miktarda alınırsa, sonuçta bunda da yağ ve vitamin
olduğu için zayıflatıcı etkisi olmaz.
Ama 1 veya 1 buçuk çorba kaşığı keten tohumu, günlük tüketim açısından yeterli" diyor.
Keten tohumunun
yararlarının pek bilinmediğine, dolayısıyla insanların bunu pek fazla
tüketmediklerine değiniyor uzmanlar.
Oysa Türkiye'nin her köşesinde bulunan bu minik tohumlar,
hem sağlığa hem de ekonomik olduklarından
keseye de hitap ediyorlar...

Keten tohumunun yararları

· Mide-bağırsak sorunlarına karşı iyi gelir
· Bağırsakları yumuşatır, kabızlığa karşı iyi gelir
· Kemikleri güçlendirir. Özellikle menopoz döneminde yararlı
· Bağışıklık sistemini güçlendirir
· Menopoza bağlı şikâyetleri hafifletir
· Kalp-damar hastalıklarından korur
· Kolesterol, şeker seviyesini dengeler
· Yüksek tansiyonu düşürür
· Romatizmal hastalıkları önler
· Sinir sistemini güçlendirir
· Hafızayı güçlendirir
· Konsantrasyon bozukluğuna karşı iyi gelir
· Yaşlanmaya bağlı dikkat dağınıklığına karşı iyi gelir
· Haricen kullanılarak yaraların çabuk iyileşmesini sağlar
· Egzama ve sedef hastalıklarında kullanılır
· Nasırlarda kompres olarak kullanılır
· Solunum yolu hastalıklarında olumlu etki yapar
· Ruhsal bozukluklara karşı iyi gelir
· Öksürüğü giderir
· Ağız boşluğu, boğaz ve diş eti rahatsızlıklarında gargara olarak
kullanılır
· Lifleri sanayide, özellikle dokumacılıkta kullanılır

Keten tohumu nasıl tüketilir?

· Kaynatılarak içilebilir.
· Dövülerek, öğütülerek toz haline getirilebilir. Bir kaşık ağza
atıldıktan sonra arkasından su içilebilir.
· Kavrulmuş olarak tüketildiğinde daha lezzetli olur. Keten tohumunun çok özel bir tadı veya kokusu yoktur,
ama kavrulunca güzel bir tada kavuşur.
· Tohum şeklinde de tüketilebilir.
· Yemeklere, yoğurda, salatalara, müsliye, pasta, börek gibi unlu
mamullere karıştırılarak da tüketilebilir.
· Günde 1-1.5 çorba kaşığı keten tohumu sağlıklı kalmak açısından
yeterlidir. Dozunu kaçırmamakta yarar var.

Keten tohumu ne içerir?

· Omega-3, Omega-6 ve Omega-9 yağ asitleri
· Yüksek oranda çözünür ve çözünmez lif
· Protein
· Lignanlar (kansere karşı maddeler)
· Vitaminler
· Mineraller
· Aminoasitler

Cildinizi seviyorsanız sabun kullanmayın

SABAHLARI ya da akşamları bakım yapmaya başlamadan önce yüzümüzü iyice temizlemeniz gerekiyor.

Bu kural aynı zamanda duru ve güzel bir tenin de habercisi. Sadece temizlemek yeterli değil.

Cildin, sivilce ve siyah noktaların oluşumuna neden olan günün ağırlığından kurtulması da gerekiyor. Ancak cilt temizliği için sakın suya sabuna dokunmayın.

Çünkü fazla su ve sabun cildin kurumasına ve cilt yüzeyinde hassasiyet oluşmasına neden olur. Dermatologlara göre sabun, bileşiminde yağ bulunduğu için gözenekleri bile tıkayabiliyor. O zaman, eğer cildiniz izin için yeterince değerliyse elinizi geleneksel sabunlardan çekmenin zamanı geldi demektir.

Aşk, gençleri depresyona sokuyor

Aşk, gençleri depresyona sokuyor

Ergenlik çağındaki genç kız ve delikanlılar üzerinde yapılan bir çalışma, aşkın depresyona ve alkol kullanımına sevk ettiğini ortaya koydu. Kızların aşk acısı yüzünden depresyona girmeye daha yatkın olduğunu gösteren araştırma, bu rahatsızlığın kadınlar arasında daha yaygın olmasını da açıklıyor.

Cornell Üniversitesi 'nden sosyolog Kaya Coyner ve North Carolina Üniversitesi'nden J. Rischard Udry'nin ortaklaşa gerçekleştirdiği çalışma, Journal of Health & Social Behavior dergisinde yayınlandı. Proje kapsamında yaklaşık 8,200 genç ile bir yıl arayla iki kez söyleşi yapıldı. Gençler ilk söyleşinin gerçekleştirildiği sırada 12 ila 17 yaşları arasındaydı.

Depresyon seviyelerini ölçmek için gençlere 11 sorudan oluşan bir anket yapıldı. Son bir haftadır kendilerini nasıl hissettikleri, ne sıklıkta bunalım yaşadıkları, yalnızlık, üzüntü ve sıkıntı deneyimledikleri sorulan gençlere ayrıca aşk hayatları da soruldu. Sonuçta romantik bir ilişki yaşayan gençlerde depresyon düzeyinin büyük ölçüde artmış olduğu görüldü.

Aşkın depresyona neden olan etkisi erkekler üzerinde çok belirgin bir fark yaratmadı. 33 puanlık bir skalada yalnızca 0,5 puanlık bir artış kaydedildi. Kızlarda ise bu fark 2 puana kadar çıktı. Ayrıca yaşla beraber depresyon seviyesindeki artışın da azaldığı belirlendi.

Evli çiftlerin bekarlara oranla daha az depresyon geçirdiğini daha önceki araştırmalar sonucunda gören sosyologlar, elde ettikleri sonuçları çok şaşırtıcı buldu.



AŞK NEDEN YIPRATIYOR?

Aşkın gençler üzerindeki bu yıpratıcı etkisinin neye bağlanabileceğini sorgulayan uzmanlar, bu duruma üç olası gerekçe gösteriyor: ailelerle ilişkinin bozulması, okuldaki performans düşüklüğü ve ilişkinin sona ermesi. Bu nedenlerden yalnızca ilişkiyi noktalamak erkeklerde depresyona neden olurken, kızlar için en yıpratıcı etkenin ebeveynlerle ilişkilerin bozulması olduğu gözlendi.

Küçük kızlarının çıktığı erkeğin nasıl biri olduğu konusunda anne babaların çok endişelendiğini söyleyen Joyner, bu yakın ilginin tartışmalara neden olduğunu tahmin ediyor.

Michigan Üniversitesi psikoloji uzmanlarından Susan Nolen-Hoeksema, çalışmanın sonuçlarının çok anlamlı olduğu görüşünde. Gençlerde depresyonu araştıran araştırmacılar, fromantik ilişkilerin genç kızların sağlığı üzerinde yıkıcı etkisi olduğunu belirlemişti. Nolen-Hoeksema'ya göre kızlar erkeklere kıyasla daha yoğun şekilde kendilerine güvenlerini ilişkileri üzerine kuruyor ve ilişki yürümediğinde kendilerine güvenleri ve kendilerine verdikleri değer sarsılıyor.

Apranax ve Ağrı Kesicilere Dikkat!

Apranax isimli ilac ile ilgili....
Vatandasin biri, hafta sonu arkadasinin evine gidiyor.
Cok basi agridigindan, arkadasi ona bir Apranax veriyor.
Vatandas yutmadan once ilaci agzinda cigniyor bir kaç dk.
sonra suurunu kaybediyor.
Cevresindekileri tanimamaya basliyor.
Apar topar hastaneye kaldiriyorlar ve orada anlasiliyor ki;
sebep beyin kanamasi. Nedeni ise, doktorlarin
aciklamalarina gore; agri kesicilerin ozellikle apranax ve türevlerinin
çignenmesi ya da agizda bekletilmesi (apranax,
aprol, aprowell, naprosyn, napradol, kapnax, apraljin,
aleve, synax, oprax... kysaca etken maddesi naproksen sodyum olanlar)
Cignenince; etken madde beyne çok hizli nufuz ediyor ve
olumcul sonuclara yol acabiliyormus.


Dikkat Arkadaşlar!

Güneş çarpması tedavi edilmesi tehlikeli

Güneş çarpması tedavi edilmesi tehlikeli

Kayseri Tabip Odası Başkanı ve Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Kurtoğlu, güneş çarpmasının tedavi edilse bile kalıcı zararlar verebileceğini bildirdi.

Prof. Dr. Kurtoğlu, güneş çarpmasının, aşırı sıcak sonucu beden ısısını ayarlayan mekanizmanın bozulmasına bağlı olarak geliştiğini belirtti.

Yaz mevsiminin gelmesiyle artan hava sıcaklığının sağlığı olumsuz etkilediğini, güneş ışınlarının özellikle ciltte yanıklara, kurumaya ve kansere neden olduğunu ifade eden Prof. Dr. Kurtoğlu, şunları kaydetti: ''Güneş çarpması, uzun süre güneşe maruz kalan kişilerde, sıcak havada oyun oynayan çocuklarda, uzun yol yürüyenlerde, ateşin yükselmesi, terlemenin azalması, halsizlik, baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, iştahsızlık ve bayılma belirtileriyle görülebilir. Bu durum tedavi edilmediği takdirde, ölüme sebebiyet verebilmektedir. Aşırı sıcak ve güneş sebebiyle oluşabilecek olumsuzluklardan korunabilmek için, güneş ışınlarının güçlü olduğu 11.00-16.00 saatleri arasında korunmak gerekmektedir. Güneşlenmeden ve güneşe çıkmadan önce cilde koruyucu bir güneş kremi sürülmeli ve güneşlenme sonrasında oluşabilecek güneş yanıklarında kesinlikle yoğurt kullanılmamalıdır. Bu durumda soğuk kompres uygulanmalı veya müdahale gereken durumlarda hekime danışmadan hiçbir şekilde merhem gibi malzemeler yanık yere sürülmemelidir.''

Prof. Dr. Kurtoğlu, öğle yemeklerinde yağlı, tuzlu ve kuru yiyeceklerden kaçınılması gerektiğini belirterek, hafif yiyecekler yenmesini, ayran, su, meyve suyu gibi bol sıvı alınmasını önerdi

Hangi hastalığa hangi yiyecek?

İdrar yolları

Nane:

İdrar söktürücü özelliğe sahiptir. İçerdiği mentol, midenin normal işlevini görmesine neden olur. Vücuda giren grip mikrobuna karşı savaştığı gibi, ileri yaşlarda ülsere yakalanma riskini de azaltır. Sabahları mide bulantısını keser. Nane çayı, baş ağrısı, stres gibi hastalıkların yanı sıra mide yanmasına da birebirdir. Ancak, nane çayını aç karnına değil, tok karnına için.


Elma:

İçindeki C vitamini ve pektin oldukça faydalıdır. Kolesterolü düşürür, sindirim sistemini düzenler ve idrar yollarındaki sorunları giderir.
Kepekli ekmek: B3 vitamini, demir, potasyum ve folik asit içerir. Çok fazlası idrar yollarına zarar verirken, günde 2 dilim yemek iyi gelir.

Alerji

Kayısı:

İçindeki betakaroten adlı madde hücrelere saldıran molekülleri kontrol altına alarak, kanseri önler. Bir kayısı ne kadar parlaksa, içindeki betakaroten oranı o kadar yüksektir. İçerdiği kalsiyum ve magnezyum, gırtlak yanmalarını engeller. Kuru kayısıya rengi bozulmasın diye eklenen sülfür dioksit, astım gibi alerjilere iyi gelir.

Basur

Hindistan cevizi: İçerdiği myristin adlı madde kusmayı engeller, basur tedavisinde birebirdir. Ancak fazlası basur için tehlikelidir.

Karın ağrısı

Papatya çayı: Bağırsak yollarında toplanan gazı çıkartır, sindirim sistemini düzenler, mide ağrısını keser.

Sindirim sorunları

Arpa:

İçerdiği kalsiyum ve potasyum gibi mineraller ile B vitamini vücuda direnç kazandırır. ABD'deki bir araştırma, 6 ay boyunca her gün arpa ürünü besinlerin yenmesinin kolesterol oranını yüzde 15 düşürdüğünü kanıtladı.

Yoğurt:

Günde 150 gr yoğurt, vücudun bir günlük kalsiyum ihtiyacını karşılar. Meyveli yoğurtlara şeker eklendiği için şeker oranları daha yüksektir. Yoğurttaki potasyum, kan basıncı ve kalp atışlarını düzenler. Midenin yiyecekleri düzenli olarak öğütmesini sağlar.

Aynadaki kâbus: Sivilceler

Sivilce oluşmasının sebepleri arasında ilk sırada stres yer alıyor; bir başka sebep de yağ bezlerinin çalışmasındaki bozukluk. Bu sebeple de yağ bezleri ağzındaki bakterilerin gözenekleri tıkayıp akneye dönüşüyor. Engellemek için cildi temiz tutmak şart.

Halk dilinde sivilce diye adlandırılan, kırmızı ya da sarı başlı akneler hakkındaki bilgileri sizinle paylaşmak istiyorum.

Önce sivilceler hakkında bilmemiz gereken önemli bir not; sadece ergenlik döneminde değil, daha ileri yaşlarda da kişinin bünyesi ve yağ salgılama derecesiyle orantılı olarak, 35 yaşına kadar çıkabilir.

Sivilcenin özellikle ülkemiz gibi Akdeniz ülkelerinde en yaygın görüldüğü yaş oranını 13-37 olarak sınırlandırabiliriz. Ancak stres ve hava kirliliği gibi faktörlerle bu durum değişiklik gösterebilir.

'Sivilce niye oluşur' sorusunun birçok açıklaması mevcut. Bu da kişiye göre değişiklik gösterebiliyor. İlk sırada stres yer alıyor; bir başka sebep de yağ bezlerinin çalışmasındaki bozukluk. Bu sebeple de yağ bezleri ağzındaki bakterilerin gözenekleri tıkayıp akneye dönüşmesi, bunun yanında temizliğe yeterince önem verilmemesi diyebiliriz.

Temizliği için ne yapılmalı derseniz, cevabı çok açık, mümkün olduğunca cildi "sabun harici" içinde salisik asit olan suda köpüren ürünlerle yıkamak.

Size bir tavsiyem; eczanelerde satılan, Vichy markasının Normaderm serisi. Hem arındırıcı temizleyici jeli; birkaç kez pompaya basarak yeterli miktarda köpürterek ılık suyla kullanın, sonrasında pamuğa dökerek bütün cildinizi silebileceğiniz, iri gözenekleri sıkılaştırıcı toniği, sürekli kullanabileceğiniz nemlendiricisi var. Tabii ki tek bir markaya bağlı kalmamak lazım. Bir dermatoloğa gözükürseniz sizin için en faydalı ürün ile tanışmış olursunuz.

Bu arada buhar işlemi de haftada bir "peeling" işleminden sonra yapılması gereken, cilt yüzeyindeki gözenekleri açabilmenin bir yolu. Bunun için cilt bakım salonlarına gidemiyorsanız, evde kendi kendinize de yapabilirsiniz.

Mısır Çarşısı'ndan edinebileceğiniz birer avuç lavanta, papatya, ısırgan otunu, dört bardak suyu ölçü alarak 10 dakika kaynatın, daha sonra başınızı havluyla kapatarak çok sıcak olmamak kaydıyla 20 cm. yükseklikten yüzünüzü buhara tutun. Sonrasında sarı başlı aknelere dokunmadan sadece siyah noktaları kağıt mendil yardımıyla tırnağınızla bastırmadan, parmak içi yardımıyla önce gerip sonra sıkın.

Bu işlemden sonra yüzünüzü salisik asitli temizleme jeliyle yıkayıp tonikleyin ve yağsız, su bazlı nemlendiricinizi sürün.

Şiddetli bir akne problemiyle karşı karşıyaysanız o zaman hemen bir cilt doktoruna başvurun, en azından ağızdan alınan antibiyotik ilaçlar sayesinde içten bir kurutma sağlarsınız.

Tedavi süresince aknelerle dost olmanız lazım; çünkü birkaç ay bu durumla yüz yüze kalıyor, sonrasında pürüzsüz bir cilde "merhaba" diyorsunuz. Bu arada bir de halk arasında şöyle bir söylem vardır; çikolata, kuruyemiş yeme yoksa yüzün azar.

Yapılan araştırmalar yiyeceklerin sivilce oluşumuyla pek bir ilgisinin olmadığı yönünde. Hatta bazı hekimler bu konuda çok kesin bir dille 'istediğinizi yiyebilirsiniz' bile diyor. Ama her şeyin fazlasının zararlı olduğunu hatırlamak lazım. Kesin olan, katı yağlar dediğimiz margarin türü yağlardan uzak kalmamız.

Gelelim "makyaj" konusuna… Yağlı ve sokaktan alınmış bir ürün olmamak kaydıyla cildinize makyaj da yapabilirsiniz. Önemli nokta gözeneklerin kapanmaması.

O yüzden alacağınız veya kullandığınız fondöten, pudra, far gibi ürünlerin üzerinde su bazlı olmasına ve non komodojen yazmasına dikkat edin ki gözeneklerinizi kapatarak cildinizin hava almasını engellemeyin.

Sivilceler bulaşıcı ya da mikrobik değildir. Bazı kişilerin ciltleri akneden geçilmezken hemen cildimi soyduracağım diyerek güzellik enstitülerine koşuyorlar. Bu yanlış. Lazerle soydurma ya da kimyasal "peeling" işlemini nisan-ekim ayları arasında kesinlikle yaptırmamanız gerekiyor.

Çünkü epidermisin üst tabakası soyulduğu gibi cildin alt tabakaları da hassaslaşıyor.

Kalp sağlığınızı nasıl korursunuz?


Ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer alan koroner kalp hastalıklarının oluşmasında; şişmanlık, sigara kullanımı, alkol tüketimi, hareketsiz yaşam, şeker hastalığı, hipertansiyon ve yanlış beslenme alışkanlıkları büyük rol oynuyor. Peki kalp hastalıklarından korunmak için nasıl bir beslenme düzeni takip etmek gerekiyor?

Yağlara dikkat!

Memorial Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü'nden Dyt. Seçil Kenar, kalp hastalıklarından korunmak için hangi yağ asitlerinin ne kadar tüketilmesi gerektiğini anlattı: "Doymuş yağ asitleri; tereyağı, margarin, iç yağlar gibi hayvansal yağlardan oluşuyor. Bu tür yağların tüketilmesi kötü huylu kolesterolün ve kalp hastalıklarının oluşum riskinin artmasına sebep olabilir. Bitkisel sıvı yağlar ise Doymamış yağ asitleri'nden oluşmaktadır.

Zeytinyağı ve fındık yağı da tekli derecede doymamış yağ asitleridir, yapılan çalışmalarda bu yağların LDL kolesterolünü düşürücü, damar tıkanıklığı riskini azaltıcı etkisi olduğu saptanmıştır. Adından sıkça söz edilen omega -3 yağ asitleri' de, kan basıncını düşürüyor, aynı zamanda kanın pıhtılaşma eğilimini ve koroner hastalık riskini azaltıyor. Haftada 2 kez balık, 2-3 kez fındık ve ceviz tüketimi vücudun ihtiyacı olan omega-3 yağ asitlerinin karşılanmasında yeterli olacaktır."

Şeker tüketimini azaltın!

Aşırı şeker ve şeker içeren besin tüketimin kandaki kolesterol seviyesini arttırdığına dikkati çeken Dyt. Kenar, şekerli besinlerin tüketimi yerine kepekli makarna, kepekli ekmek gibi posa içeriği yüksek besinler ile taze meyve tüketimini öneriyor: "Yapılan araştırmalarda gün içerisinde diyetle yeterli posa alındığında kolesterol yapımının azaldığı, kan kolesterol ve LDL kolesterolünün düştüğü görülmüştür. Yeterli posa alımı için posa içeriği yüksek sebze ve meyveler, kurubaklagil, kepekli ekmek gibi posa içeriği yüksek besinler tüketilmelidir."

Kalp dostu besinler

Sarımsak içinde bulunan besin öğelerinden dolayı damar içinde pıhtılaşmayı engelleyerek koroner kalp hastalıklarının oluşma riskini azaltır. Her gün 1 diş sarımsak yenilebilir.

Balık ve balık yağı, kanama zamanını uzatır, damar içi tıkanıklarının azalmasında etkindir. İçeriğindeki omega-3 yağ asitleri yüksek antioksidan özelliğindedir. Haftada 2-3 kez balık tüketimini öneriyoruz. Somon, uskumru, ton, sardalya, omega-3 yağ asitleri bakımından zengin balıklardır.

Ceviz, fındık; yüksek antioksidan özelliği olan omega-3 ve E vitamininin yanı sıra magnezyum ve posa da içerir. Haftada 2-3 kez 6-7 fındık, 2-3 ceviz tüketilmelidir.

Yulaf, çavdar, tam buğday ununun, B ve E vitamini içeriklerinden dolayı kalp hastalıklarını önleyici özellikleri vardır. Yulaf gevreği, kepekli ekmek, kepekli makarna ve pirinç, bulgur tüketimini artırabilirsiniz.

Yeşil çayda bulunan polifenoller antioksidan özelliği nedeniyle kalp hastalıklarının engellenmesinde etkili oluyor.. Siyah çay ve kahve tüketimi yerine yeşil çay, adaçayı, papatya, rezene gibi bitki çaylarının tüketimini tavsiye ediyoruz.

Haftada 1-2 kez kırmızı şarap tüketebilirsiniz..

Domates-karpuz, antioksidan özelliği olan laykopeni yüksek oranda içeriği için yapılan araştırmalarda kalp hastalıkları oluşum riskini azalttığı görülmüştür.

Soya, yüksek protein içeriğinin yanı sıra içerdiği B1, demir, çinko, fosfor, magnezyum sayesinde kalp hastalıklarının engellenmesinde etkili oluyor. Yapılan çalışmalarda düzenli olarak günde 25g soya tüketiminin kalp hastalıklarının oluşum riskini azalttığı saptanmıştır.

Keten tohumu, doymamış yağ asitleri, potasyum, posa, E vitamini ve omega-3 içeriyor. Bu sayede kalp hastalıklarına karşı koruyucu etkisi bulunuyor. Her gün 1 çorba kaşığı keten tohumunu yoğurt, çorba gibi besinlerin içine katarak tüketebilirsiniz.

Beslenme programınızı planlamak için

Günlük aldığınız kalori miktarını azaltınız

Katı yağlar yerine bitkisel sıvı yağları; zeytinyağı, fındıkyağı, ayçiçek, soya ve mısırözü yağlarını düzenli ve belirli düzeylerde tüketiniz.

Balık tüketimi arttırınız. Kırmızı et tüketimini haftada 1 kez olarak sınırlayınız.

Tavuk ve hindi gibi beyaz et tüketimine ağırlık veriniz.

Yağ içeriği yüksek poğaça, cips, kek, pasta gibi gıdaları tüketmeyiniz.

Besinleri pişirirken ızgara, buğulama, haşlama yöntemlerini tercih ediniz.

Tuz tüketimini azaltınız

Günlük öğün sayısını arttırınız.

Alkol alımını azaltınız, sigara kullanmayınız.

Haftada 3 kez egzersiz yapınız.

Basit şeker içeren tatlılar ve rafine edilmiş gıdalar yerine posa içeriği yüksek saflaştırılmamış tahıl ürünleri, kurubaklagiller, sebze ve meyve alımını arttırınız.

Örnek Menü:

Sabah: 1 su bardağı light süt, 6-7 kaşık yulaf gevreği, içine 2 ceviz, 3 fındık 1 kaşık keten tohumu

Ara: 3 kayısı

Öğle: Haşlanmış sebze ile hazırlanmış karışık 1 tabak salata üzerine yağı alınmış ton balığı ve 1 kaşık zeytinyağı, 5 adet zeytin. Yanında 1-2 dilim kepek ekmek

Ara: 1 porsiyon şekersiz incir tatlısı

Akşam: Mevsim sebzeleriyle marine edilmiş hindi, ayran, salata ( 1 kaşık zeytinyağı), 6-7 kaşık kepekli makarna veya kepekli pirinç

Gece 1 dilim karpuz, 1 dilim yağsız peynir

Kireçlenme en çok dizleri vuruyor

Kireçlenme en çok dizleri vuruyor

Kireçlenme olarak bilinen 'artroz' eklemlerde bozulma anlamına geliyor ve en çok dizlerde görülüyor
Kireçlenme ya da artroz, eklemlerde zorlanma ve hareketlerde kısıtlanma yaratan kronik bir hastalık. Bu hastalığın görülme sıklığı yaş ilerledikçe artıyor. Kadınlarda erkeklere oranla daha fazla rastlanan artroz eklem çevresinde ağrıya ve şişliğe yol açıyor.
Acıbadem Hastanesi Kozyatağı Ortopedi ve Travmatoloji Klinik Şefi Prof. Dr. Metin Türkmen ''Artrozlar görülüş sıklığına göre iki grupta toplanıyor. Birincisi kalça, ikincisi ise dizler. Kalçada artroz meydana geldiğinde ve artroz ilerleyip hasta yürüyemeyez hale geldiği zaman tek şans protez ameliyatı. Ancak dizlerde durum farklı; bu bölgede artrozun ilerlemesini kontrol altına almak daha kolay'' diyor.

EKLEMLERE BİNEN YÜK

Bozulmaya yol açan nedenler ikiye ayırılıyor:
Primer bozulma: Primer bozulmanın sebepleri bugün kesin olarak bilinemiyor. Yaş, ırsiyet gibi faktörler bu grupta sayılıyor.
Sekonder bozulma: Eklemdeki geometrik yapıyı bozan sebepler sekonder bozulma içinde yer alıyor.
Örneğin, kalçanın çocukluktaki gelişimi ile ilgili bir problem söz konusu olduğunda diz ekleminde açısal bir deformitenin bulunması halinde buradaki geometrik bozukluk ileride eskimeye ve dolayısıyla artroza neden oluyor.

40 YAŞ ÜZERİ DİKKAT!

Yaşlanan bedende ömrünü tamamlayan veya yaralanma sonucunda ölen hücreler çoğunlukla yerini yenilerine bırakıyor. Eklem kıkırdağı hariç! Eklem kıkırdağı yenilenme potansiyeli olmayan bir doku. Hastalığın seyri sırasında, kıkırdak dokusunun harap olması ile eklem mesafesi daralıyor ve dolayısıyla eklemi oluşturan kemikler birbirlerine yaklaşıyorlar ve yakın temasta olabiliyorlar. Bu durum da zamanla eklemlerde özellikle dizde artroza sebep oluyor. Bu tarz bozukluklar çoğunlukla 40 yaşında ortaya çıkıyor. O zaman hasta ikna olur da açısal bozukluğu düzeltilirse, hayatı boyunca problem çıkmayacak şekilde dizin ömrünü uzatmak mümkünken, hasta ikna olmazsa, işlem dize protez uygulamaya gidebiliyor.

HER YAŞTA EGZERSİZ

Artrozun getirdiği sorunları yaşamamanın yolu her yaşta spor yapmaktan geçiyor. Yaşlılıkla birlikte şişmanlamanın de getirdiği risk faktörü ile dizlere binen yük artıyor. Bu da dizlerde daha çok artroz görülmesine yol açıyor. Bu noktada en önemli koruyucu faktör egzersiz yapmak. Bunun yanında artroz tedavisinde ilk amaç protez tedavisine gerek kalmadan dizi doğal hali ile kullanılabilir hale getirmek. Bunun ilk şartı erken teşhis. Geç kalındığındaysa tek tedavi yolu protez. Protez ile ağrı, hareket kısıtlılığı ve eklemlerde şekil bozuklukları düzeltilip, hastaların baston ve benzeri yardımcı malzemelere gerek duymadan yürümeleri sağlanıyor. Ancak burada protezin ömrünün ortalama 15 yıl olduğunu unutmamak gerek. Bu nedenle uzmanlar doğal olanı korumanın ana prensip olması gerektiğinin altını çiziyorlar.

Türkleri kolay öldüren hastalıklar

Üç yılda tamamlanan araştırmanın çarpıcı sonucu: Türkiye'de sağlığa dikkat edilse toplam ölümlerin yüzde 86'sı önlenebilir. İşte dikkat edilmeyince ölümcül olan hastalıklar. Sağlık Bakanlığı ile Başkent Üniversitesi işbirliğiyle yurt çapında yapılan araştırmada örnekleme yoluyla 12 bin haneden 250 bin kişi tarandı; Türkiye'nin hastalık haritası çıkarıldı.

SAĞLIĞA ÖZEN HAYAT KURTARIR

Buna göre, örneğin 2000 yılında ölen 430 bin kişiden 372 bininin ölüm nedeni önlenebilir risk faktörlerden oluştu. Sağlığa dikkat edilse çoğu hayatta olacaktı.

Tansiyona dikkat

Türkiye'de ölümlerin % 21.7'si kalpten, % 15'i beyinden.

Yüksek tansiyonu olan önlem alsa yılda 109 bin kişi ölmeyecek.

Obezler ve tiryakiler kendini tutsa yılda 112 bin kişi hayatta kalacak.

Kanserde akciğer (toplam ölümlerin % 2.7'si) birinci sırada.

Akciğer kanserinde toplam tedavi maliyeti 18 bin dolara ulaşıyor.

Kaliteli yaşam kaybının nedenleri arasında depresyon 4. sırada.


Üç yıl süren araştırma sonunda, bir yıl içinde hayatını kaybeden 430 bin kişiden 372 bininin, sırf yaşam alışkanlıklarını değiştirmediği için öldüğü ortaya çıktı Türkiye'de hastalıklar ve maliyetlerine ilişkin olarak yapılan araştırma, pek çok ölümün önlenebilir riskler dikkate alınmadığı için gerçekleştiğini ortaya koydu.

Türkiye'de 2000 yılında toplam 430 bin 459 kişi öldü. Aslında bunların 372 bin 247'si ölmeyebilirdi. Çünkü ölüm nedenleri, "önlenebilir risk faktörlerinden" kaynaklanıyordu. Yani tansiyonu kontrol altında tutmamaktan, şişmanlıktan, sigaradan, az sebze-meyve tüketmekten, alkolden, egzersiz yapmamaktan ve kalitesiz sudan. Bir başka deyişle, 108 bin kişi tansiyonunu kontrol altında tutabilseydi, 57 bin kişi aşırı şişmanlıktan kurtulabilseydi, 54 bin kişi sigara içmeseydi, bugün belki de yaşıyor olacaktı. Örnekleri daha ayrıntılı olarak yandaki tabloda görebilmek mümkün. Sağlık Bakanlığı-Başkent Üniversitesi ve uluslararası kurumların biraraya gelerek yaptığı araştırma, sağlık konusunda bugüne kadar hiç ölçülmeyen verileri ortaya koydu. Üç yıl boyunca 12 bin hanede 250 bin kişi tarandı.

KAYIP YILLAR BİLE BULUNDU

Türkiye'de hastalıkların oluşturduğu yük, bölgelere göre hastalıklar ve her bir hastalığın neden olduğu toplam maliyetler hesaplandı. Sağlık Bakanlığı'nın Dünya Bankası ihale kurallarını kullanarak 6 uluslararası kurum arasından seçtiği Başkent Üniversitesi liderliğinde yapılan çalışmayla dünyada ilk kez hastalık ya da sakatlık nedeniyle "kayıp olan yıllar" ile erken ölüm nedeniyle hiç yaşanmamış yıllar biraraya getirilerek DALY adlı bir ölçek oluşturuldu. Araştırma Başkent Üniversitesi'nden Prof. Dr. Seval Akgün ve Doç. Dr. Adnan Kısa liderliğinde yapıldı.

MALİYETLER ORTAYA ÇIKTI

Araştırmanın tam adı, "Ulusal Hastalık Yükü ve Maliyet Etkililik Projesi". Bu çalışmaya 'ilk' olma özelliği katan pek çok yeni ölçüm var. Birincisi ilk kez sağlıkla ilgili bir araştırmada sağlığın ekonomisi üzerinde duruldu. Aynı şekilde, DALY denen kayıp yılların geri kazanılması için gerekli maliyetler de çıkarıldı. Üçüncü olarak araştırmada risk faktörü analizleri yapılarak hangi risk faktörü önlenirse ne kadar kişinin ölümden kurtulacağı da ortaya kondu. Toplam 2 bin sayfalık araştırma, 1.6 milyon dolarlık bir ödenekle gerçekleştirildi. Biz de bu araştırmayı derlerken, her bir bölümü çarpıcı sonuçlara sahip araştırmayı olabildiğince çok parçaya ayırdık.

ERKEN MÜDAHALE

Çalışmanın Maliyet Etkililik Analizi bölümünde farklı hastalıklar ve durumlar nedeniyle kaybedilen yılların yarısının düşük maliyetli müdahalelerle önlenebileceği ortaya kondu. Araştırma, koruyucu sağlık hizmetleri ve yapılacak kampanyaların maliyeti ve bu maliyet karşılığında geri kazanılan yılları da saptadı. Buna göre çocuk hastalıklarının önlenmesine yönelik hizmetlerin, önlenen kayıp yıl başına maliyeti sadece 1.59 dolar. Sigarayı bırakma yönünde düzenlenecek sosyal bir kampanya ile de bir kayıp yıl başına 224 dolar maliyet çıkıyor. Kanserde ise kaybedilen yıl başına maliyet diğerlerine göre oldukça yüksek, 2004 dolar. Bu araştırma hem sağlık sektörü, hem sağlık politikası oluşturanlar için önemli ipuçları taşıyor. Ama herkesten çok birey olarak bizlerin, uyarı olarak kabul etmesi gereken veriler içeriyor.

İştahınızı Kapatmanın Yolları

Diyet yapmak isteyip ancak iştahına engel olamayanlar için öneriler...

Diyet yapmak isteyip, iştahına engel olamayanlara önerilerde bulunan uzmanlar, gün içinde sık ve az öğünler yemenin, iştahın kontrolden çıkmasını önlemenin en kolay yolu olduğunu belirtiyor.
Uzmanlara göre, yeme isteğinin kontrol altında tutulması, atıştırma krizinden kurtulmak için sağlıklı karbonhidratlara yönelinmesi, bol bol su içilmesi, yiyeceklerin iyice çiğnenmesi ve güç gerektiren egzersizlerin yapılması gerekiyor.

Beynin, vücutta enerjinin azaldığını fark eder etmez açlık hissetmeye yol açan kimyasal maddeler salgıladığını belirten uzmanlar, "Ancak beynimizin bu kimyasal maddeleri salgılayan kısmı, aynı zamanda duyguları da kontrol ediyor. İşte, sıkıldığımız veya kendimizi kötü hissettiğimizde hemen buzdolabına koşmamızın başlıca sebebi bu. Ayrıca yemeklerin tadı, kokusu veya görüntüsü de açlık duygusuna sebep olabiliyor. Örneğin, yemek sonrasında canınız, tatlı vitrininde duran o dondurma kasesinden çekiyorsa, bunun sebebi kesinlikle aç olmanız değil, kontrolden çıkan yeme isteğinizdir. Eğer bunu aklınızdan çıkarmazsanız, tokken yediğiniz yemek miktarını en aza indirmiş olursunuz" ifadelerini kullanıyor.

Gün içinde sık ve az öğünler yemenin, iştahın kontrolden çıkmasını önlemenin en kolay yolu olduğunu kaydeden uzmanlar, şöyle devam ediyor: "Belki yine arada bir şeyler atıştırmak isteyebilirsiniz, ama bu sefer yiyeceğiniz miktarlar az olacaktır. Böyle bir durumda atıştırmak için sağlıklı karbonhidratlara yönelin, çünkü bu besin türü, sindirim sisteminde daha uzun süre kalıyor ve şeker seviyenizi yavaşça yükselterek daha uzun süreli tokluk hissi sağlıyor. Yapılan araştırmalara göre, tat alma duyusunu değişik tatlarla tatmin etmenin, daha az miktarlarla yetinmeyi sağladığını bildiriyor. Sürekli aynı yemeği yeme, özellikle tadı hoşa gitmiyorsa, bir süre sonra tat alma mekanizmasının iptal olmasına yol açıyor. Ve bu sebeple de kendinizi sanki hiç yemek yememiş gibi hissedebiliyorsunuz. Böyle bir durumu engellemek için öğünlerinizi taze otlarla ve baharatlarla tatlandırabilirsiniz" tavsiyesinde bulunuyor."

Su içmenin, kişinin kendisini tok hissetmesi açısından önemli olduğunun da altını çizen uzmanlar, ayrıca vücut susuz kaldığında, çoğu zaman açlık hissine benzeyen sinyaller gönderdiğini belirten uzmanlar, bol su içmenin, beden su istediği zamanlarda yemeğe yönelmeyi engelleyeceğini kaydediyor.

Uzmanlar, yiyecekleri uzun süre çiğnedikten sonra yutmanın, beynin vücuda giren besinleri kaydetmesine zaman tanımak anlamına geldiğini ifade ediyor.

Üstelik bu şekilde tat alma duyusunun da tatmin olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Böylece doyduğunuzu anlamanızla, yemeye son vermeniz arasındaki zaman kısalıyor. Fazla yemekten kaynaklanan sindirim sorunlarından kurtulmanız da ayrı bir avantaj" ifadesini kullanıyor.

Uzmanlar, egzersizler zorlaştıkça vücut ısısının arttığını ve daha fazla kalori yakmaya başlandığını, bu durumun da egzersizi takip eden birkaç saat boyunca iştahın bastırılmasına sebep olduğunu bildiriyor.

Böyle bir durumda normal öğün saatinden birkaç saat önce egzersiz yapmanın en mantıklısı olduğunu belirten uzmanlar, şöyle devam ediyor: "Çünkü öğün saati geldiğinde spor yapmanın verdiği etkiyle iştahınız biraz daha kapanır. Fakat asla öğün atlama hatasına düşmeyin, aksi halde hem vücudunuz zayıf düşer, hem de bir süre sonra aşırı yeme isteği duyarsınız."

Talasemi Nedir ?

Sizlere şimdilik yüzeysel olarak talasemiyi anlatmak istiyorum. Eski yunancada "Thalas" kelimesi deniz, "Emia" kelimesi anemi anlamına, "Thalasemia" ise Akdeniz anemisi anlamına gelir. Akdeniz bölgesinde ve göçlerle yayılarak dünyanın bir çok ülkesinde görülen kalıtsal kan hastalığıdır. D.S.Ö. (Dünya Sağlık Örgütü) nün verilerine göre, tüm dünyada 266milyon hemoglobinopati taşıyıcısının bulunduğu vurgulanmaktadır.

Talasemi kalıtsal geçiş gösteren, önlenebilir bir kan hastalığıdır. Akdeniz bölgesinde daha sık görülen bu hastalık genellikle bir yaşından önce solukluk, dalak büyüklüğü ve gelişme geriliği ile kendini gösterir. İyi tedavi edilemeyen hastalarda yüz kemiklerinde değişiklikler, demir birikimine bağlı olarak da kalp, karaciğer, pankreas gibi organlarda bozukluklar ortaya çıkmaktadır.

TALASEMİNİN FORMLARI:
1. TALASEMİ TRAİT: TALASEMİ TAŞIYICILIĞI: Bu bireyler, tamamen sağlıklıdır. Eğer her iki ebeveyn de talasemi taşıyıcı iseler, çocuklarına geçirdikleri talasemi geni ile talasemi hastalığına neden olabilirler. Talasemi taşıyıcılarına talasemi minör denir. Daha fazla bilgi için TaşıyıcılıkNedir butonuna tıklayaraz sayfamızı ziyaret ediniz.
2.TALASEMİ İNTERMEDİA: Taşıyıcılar gibi tamamen sağlıklı olmayan, hastalık belirtileri genellikle ileri yaşlarda başlayan, kan gereksinimleri daha az olan hastalığın hafif formudur.
3. TALASEMİ MAJOR: Akdeniz anemisi olarakta bilinir. Erken çocuklukta başlayan, çok ciddi bir kan hastalığıdır. Bu çocuklar kendileri için yeterli hemoglobini yeterince yapamazlar.
Çocukta ilk belirtiler genellikle ilk 6 ayda ağır, ilerleyici bir hemolitik anemi şeklinde kendini gösterir. Bu çocukların yaşam boyu ortalama 3-4 haftada bir, kan transfüzyonlarına ihtiyaçları vardır. Anemiyi düzeltmek amacı ile yapılan konsantre kan transfüzyonları çocuğun yaşamını uzatırken, vücutta demir birikmesine yol açar ve çeşitli organların fonksiyonları bozulur. Demir birikimini önlemek amacıyla genellikle 3 yaş civarında özel bir pompa ile haftanın 5 günü demir bağlayıcı ilaç (Desferrioxamine) alınması zorunludur. İleri yaşlarda dalak alınarak, hastanın kan ihtiyacı geçici olarak azalır, fakat kesin çözüm değildir. Kemik iliği nakli, hastalığı tamamen düzelten bir tedavi yöntemidir. Çok pahalı bir tedavi yöntemi olmasına rağmen, son 15 yıldır kemik iliği nakli konusunda yapılan çalışmalarda özellikle uygun verici kardeşi olan küçük hastalarda başarılı sonuçlar alınabilmektedir.
Uygulanan ek tıbbi tedavi gereksinimleri ile beraber bir hastanın yıllık maliyeti yaklaşık 12.000-15.000$ civarındadır.

Bu tür kalıtsal hastalıklardan korunmada en etkili yöntemler;
1. Toplum eğitimi,
2. Taşıyıcıların taranması,
3. Genetik danışma,
4. Doğum öncesi tanı yöntemleridir. İki taşıyıcının evlenmesi halinde ise hamileliğin 6-22. haftasında doğum öncesi tanı yapılabilir. Böylece hasta bir çocuğun doğması önlenir. Doğum öncesi tanı ile sağlıklı olacağı belirlenen bebeğin doğmasına izin verilebilir.

Güneşten korunayım derken zehirlenmeyin!

Yaz aylarında kullanımı artan güneş koruyucuların yanlış tercih edilmesinin, kusma, baş dönmesi, ciltte alerji ve kaşıntı ile ortaya çıkan zehirlenmelere neden olabileceği bildirildi. Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji Kliniği Şef Yardımcısı Uzm. Dr. Zerrin Öğretmen, yaptığı açıklamada, güneş koruyucuların fiziksel ve kimyasal olarak ikiye ayrıldığını söyledi.

Fiziksel koruyucuların cildin üzerinde tabaka oluşturarak güneş ışınlarını yansıttığını belirten Öğretmen, dışarıdan tabaka gibi görünen bu koruyucuların tercih edilmediğini, ancak emilmedikleri için daha güvenli olduğunu bildirdi. Öğretmen özellikle 2 yaşından küçüklere bu koruyucuların uygun olduğunu belirtti.

Kimyasal koruyucuların, renksiz olduğunu ve sürüldükten sonra görünmedikleri için daha fazla tercih edildiğine işaret eden Öğretmen, şu bilgiyi verdi:

"Bu koruyucular emildikleri zaman, özellikle sık kullanıldıklarında, kusma, baş dönmesi, ciltte alerji ve kaşıntı ile ortaya çıkan zehirlenmelere neden olabiliyor. 2 yaşından küçüklerin bunları kullanması sakıncalıdır."

"Güneş koruyucuları 2-3 saatte bir yenilenmeli"

Güneş koruyucularının terleme ve yüzmeyle etkilerini kaybettiğini vurgulayan Zerrin Öğretmen, bu nedenle 2-3 saatte bir yenilenmeleri gerektiğini ifade etti. Öğretmen, iyi bir güneşten koruyucunun, tahriş edici ve çok yağlı olmaması, kolay sürülmesi ve kokusuz olması gerektiğini anlattı.

Güneş ışınlarının, yaz-kış etkilerinin aynı olduğunu, "ultra viyole A"nın (UVA) bütün yıl boyunca hem bronzlaştırıcı, hem de kanser yapıcı etkiye sahip olduğunu, "Ultra viyole B"nin etkisinin ise yaz aylarında etkisini daha fazla gösterdiğini, bu nedenle güneş koruyucunun. "ultraviyole A" ve "ultraviyole B"den koruması gerektiğini vurguladı.

Açık tenliler, açık renk gözlüler ve kızıl saçlılar cilt kanserine daha yatkın

Öğretmen, açık tenliler, açık renk gözlüler ve kızıl saçlı olanların cilt kanserine daha yatkın olduğunun altını çizerek, "Bunlar bronzlaşmaz, güneşte kızarırlar. Esmer olanların ciltlerinde güneşten koruyucu hücreler fazla olduğu için güneş yanıklarına karşı daha dayanıklıdırlar" dedi.