3 Haziran 2007 Pazar

Prostat kanserinde Brakiterapi/6aralık

Prostat kanserinde Brakiterapi (radyoaktif kaynak implantları) yönteminin tercih edilme nedenleri...


Son yıllarda, impotans ve idrar kaçırma gibi yaşam kalitesini olumsuz etkileyen komplikasyonlara yol açmadığı için yoğun olarak tercih eedilen Brakiterapi yöntemi, yaklaşık bir yıl boyunca prostat dokusunun ortasına yerleştirilen ve düşük dozda ışın veren iyot 125 radyoaktif kaynakları ile kanserli dokunun yavaş ve sürekli ışınlanması esasına dayanıyor.

Brakiterapi (radyoaktif kaynak implantları), prostat kanserinin organa sınırlı evrelerinde cerrahi girişime alternatif olabilen, hastada minimal travmaya sebep olan bir tedavi yöntemidir.

Brakiterapi yöntemi ile küçük radyoaktif kaynaklar (seed’ler) prostatın içine yerleştirilir. Her seed 4,5 mm. uzunluğundadır. Tedavi, kanser hücrelerinin radyasyona karşı normal hücrelerden daha fazla hassasiyet göstermesi esasına dayanır. Her seed çevresindeki dokuya belirli bir dozda radyasyon yayar. Bu seedleri belirli mesafelerde prostatın her tarafına yayarak, kanserli hücreleri yok etmek üzere tam gereken ölçülerde radyasyon ulaştırılmış olunur. Bu işlem doğrudan prostatın içerisinde gerçekleştirildiğinden çevredeki organ ve dokulara hiçbir zarar verilmez.

Brakiterapinin başarısı, uygulanan hasta sayısında hızla artışa neden oluyor. ABD’de 1996’da 190 bin prostat kanserli hastanın sadece 8 binine (% 4.2) brakiterapi yapılırken, 2001’de bu rakam 45 bin (% 27) üzerinde, 2006’da ise hastaların % 50’sine yapılacağı öngörülüyor.


ABD’de standart bir tedavi şekli olan Brakiterapi, Türkiye’de ise ilk olarak 2000 yılında İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde uygulandı. Hattat Hastanesi, bu tedavinin uygulandığı ilk özel merkez olma niteliğinde. Hasta ve hekimlerin bu tedavi konusunda bilgilendirilmesi ile hasta sayısının hızla artacağı düşünülmektedir.

Brakiterapi işlemi
Bu işlem için bilgisayar bağlantılı 3 boyutlu özel bir ultrason kullanılır. Üroloji uzmanı ile radyasyon fizikçisi bir ekip olarak, bilgisayar tarafından işaretlenen tümörlü hücrelerin bulunduğu bölgelere seedleri yerleştirir. Diğer dokulara hiçbir zarar verilmeden tümörler yok edilir.

İşlem sonunda röntgen filmi ile alınan görüntüde taneciklerin dağılımı kontrol edilir:

Tüm bu işlem yaklaşık 1 saat sürer. Hasta hemen akabinde normal hayatına devam eder.

Uygun hasta seçimi
Bu yöntem için uygun hasta seçimi büyük önem taşır. Bu işlem,
Erken safhada teşhis edilmiş,
Tümörün kapsül dışına yayılmadığı
Prostat volümünün 50ccm’den küçük,
PSA’nın 10’dan küçük
olduğu hastalarda rahatlıkla uygulanabilir.

Tedavinin avantajları
Bu tedavi hastalara son derece önemli avantajlar sağlar:
Klasik ışın tedavisine göre çok daha yüksek doz radyoterapi yapmak mümkündür.
Cerrahi risk son derece düşüktür.: Ameliyat kesisi yoktur, tek seansta yapılır, kanama ve tromboemboli(pıhtı ile damar tıkanması) riski yok denecek kadar azdır.
Radikal prostatektomi ile eş değerde başarı oranları sağlamaktadır.
1 günlük bir prosedürdür.: Ayaktan yapılabilir, erken iyileşme ve normal aktiviteye dönüş sağlar.
Sağlık koşulları ameliyata uygun olmayanlarda dahi uygulanma şansı vardır.
Prostat çevresindeki sağlam dokulara(barsak, mesane ve üretra) zararı çok azdır
Tedavi sonucu impotans (sertleşme sorunu) görülme oranı son derece düşüktür.
Tedavi sonucu inkontinans (idrar kaçırma) görülme oranı son derece düşüktür.

800 civarında takip edilen brakiterapi hastasında 18 ile 156 aylık bir zaman diliminde hastalıksız yaşam yüzdesi % 77 ile % 85 arasındadır.

ERKEKLERDE EN ÇOK GÖRÜLEN VE EN SIK TEŞHİS EDİLEN KANSER: PROSTAT KANSERİ
Prostat kestane büyüklüğünde bir cinsiyet bezidir. Hemen idrar kesesinin altında yerleşmiştir ve idrar yapma sırasında idrar torbasından aşağı idrar taşıyan kanal olan üretranın bir kısmını çevreler. Prostatın birincil rolü ejakülasyon için gerekli sıvının bir kısmını sağlamaktır.

40 yaşını aşmış bir çok erkekte vücuttaki hormonal değişikliklere bağlı olarak prostatta büyüme başlar. Bu büyüme çoğunlukla prostatın kanser olmayan büyümesi ya da tıbbi terimi ile Benign Prostat Hiperplazisi (BPH) dir. BPH üretrada tıkanıklığa yol açarak idrar akışını etkilemediği takdirde bir tedavi gerektirmez.

Prostat kanseri ise özellikle erken dönemlerinde çok sinsi bir hastalıktır, kişide kanserle birlikte prostat büyümesi ve buna bağlı şikayetler mevcut değilse kanserin kendisine özgü hiç bir belirtisi bulunmayabilir. Ancak erkeklerde en çok görülen kanser olan prostat kanserinde erken teşhis hayat kurtarır. Gelişmekte olan teknoloji küçük müdahaleler ve minimum yan etkilerle iyileşme sağlayabilmektedir.

Prostat kanseri de diğer kanser türleri gibi vücuttaki normal hücre büyümesinin bozularak sonuç olarak tümör adı verilen bir doku kitlesi oluşturması durumudur. Tam olarak sebebi bilinmese de, yaş, ırk ve genetik faktörlerin büyük rol oynadığı tespit edilmiştir. % 9 unun kalıtsal geçişli olduğu düşünülmektedir. 50 yaşın üzerinde % 30 oranında, 80 yaşından sonra % 60-70 oranında görülür. ABD’de her 6 erkekten birinde klinik anlamlı prostat kanseri oluşmaktadır.

Erken Teşhis Hayat Kurtarır!
Prostat kanseri erken safhasında teşhis edilirse, doğru ve yerinde bir tedavi ile iyileşme şansı yüksek bir hastalıktır. Henüz kapsül dışına yayılmamış ise kanserin yok edilmesi mümkündür. Bu nedenle, 45 yaşını aşan erkeklerin yılda bir kez prostat kontrolünden geçmesi çok büyük önem taşır.

Mavi forum

cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve koruma yolları

Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar (CYBE), başlıca bulaşma yolu, cinsel salgılar nedeniyle korunmasız cinsel ilişki olan HIV ve Hepatit-B virüsü de dahil olmak üzere çok sayıda bakteri, virüs, mantar ve parazitin ortaya çıkardığı hastalıkları kapsar. Cerrahpaşa Tıp Fak. Androloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Halim Hattat, cinselle yolla geçen hastalıkları Mynet okurları için yazdı.

Sık görülmelerinin yanında, erken tanı ve tedavi uygulanmadığı takdirde bu hastalıkların neden olduğu ek bazı sağlık sorunları ile de karşılaşılmaktadır. Bu hastalıklar, cinsel eşlerden sadece birinin sağlık sorunu değildir.

Korunmasız cinsel ilişki (prezervatif kullanmama) hastalığın sağlam eşe de bulaşmasına neden olur. Bunun yanında, tedavisi yapılmamış cinsel yolla bulaşan bir hastalığı olan hamile kadınların, doğum öncesi veya hemen doğum sonrası dönemde, bebekleri de risk altındadır.

Kadın veya erkekte kısırlık, düşük, yenidoğan bebeklerde görülen bazı enfeksiyonlar, dış gebelik, genital organ kanserleri ve ölüm cinsel yolla bulaşan hastalıkların neden olduğu sağlık sorunlarındandır.

Hangi hastalıklar cinsel ilişki yoluyla bulaşabilir?

Bugün için 40'dan fazla cinsel yolla bulaşan hastalık bilinmektedir. En sık rastlanılanları:

-HIV enfeksiyonu (AIDS )
-Hepatit B
-Bel soğukluğu (Gonore)
-Frengi
-Klamidyoz
-Kandidiyazis
-Trikomoniyazis
-Yumuşak şankır
-Granuloma inguinale
-Genital herpes
-Lenfogranuloma venerium

Cinsel yolla bulaşan hastalıklarda belirtiler ne zaman ortaya çıkar?

Cinsel yolla bulaşan hastalıklarda bazen belirti yoktur ya da kişiyi rahatsız etmeyecek kadar hafif belirtileri olabilir. Özellikle kadınlarda bazen hiç belirti görülmez. Ancak, tedavi edilmediği sürece, belirtisiz enfeksiyonu olanlar, bilmeden hastalığı başkalarına bulaştırırlar.

Cinsel temastan sonra hastalık belirtilerinin ortaya çıkması için geçen süre (kuluçka süresi) hastalıktan hastalığa farklıdır. Hastalık etkeni bulunduran biriyle girilen cinsel ilişki sonucu bulaşan mikroplar ya da virüsler cinsel organlarda akıntı, şişlik, ağrılı/ağrısız yaralar gibi belirtilere neden olabilirlerse de bazen, bulaştıktan sonra hiç bir belirti vermeyebilirler. Bu nedenle sağlıklı görünen biriyle girilen cinsel ilişkiden hastalık kapmak ya da kendi hastalığını bilmeden başkalarına bulaştırmak çok kolaydır.

Cinsel yolla bulaşan enfeksiyon etkenleri ilişki sırasında salgı alışverişi dışında, herhangi bir nedenle etken bulunduran kan nakli, hasta biri tarafından kullanılmış iğne ile enjeksiyon, anneden bebeğine kan yoluyla ya da doğum sırasında hatta kısmen emzirme ile geçebilir. Yiyecekler ve kaplardan ya da aynı ortamda yaşamakla bu tür hastalıklar bulaşmazlar.

Cinsel ilişki sırasında erkeklerden kadınlara hastalık bulaşması cinsel organların yapısı nedeniyle daha kolaydır. Birlikte yaşayanların başkalarıyla cinsel ilişkide bulunmamaları kendilerini ve eşlerini bu tür hastalıklardan korur. Ancak bireyler daha önceki cinsel ilişkilerinden edindikleri bulaşmaları yeni eşlerine taşıyabilirler. Herkes, özellikle de çok eşli olanlar için karşılıklı olarak korunma yolu, her cinsel ilişkide erkeğin ya da kadının kondom kullanmasıdır. Alışılmışın dışında bir durum olduğunda hekime başvurulmalıdır.

Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlarda Her İki Cinste de Görülebilen Ortak Belirtiler

-Ağrılı idrar yapma, idrar yaparken güçlük, sık idrara çıkma.
-Cinsel organlarda ağrılı/ağrısız açık yaralar ya da kabarıklar.
-Cinsel organlarda siğil ve uçuklar.
-Kol ve bacaklarda kaşıntısız kızarıklıklar, döküntüler.
-Cinsel organda karıncalanma hissi ya da kaşıntı.
-Baş ağrısı, halsizlik, bulantı, kusma.
-Ateş, üşüme.
-Ağızda yaralar.
-Kasıklarda şiş ve ağrılı bezeler.
-Deri altında şişlikler.

Erkeklerdeki Belirtiler

-Penisten akıntı (yeşil, sarı renkli) gelmesi.

Kadınlardaki Belirtiler

-Düzensiz adet kanaması.
-Kasık ve/veya bel ağrısı.
-Her zamankinden farklı nitelikte vajinal akıntı (beyaz, grimsi, yeşil, sarı, köpüklü, iltihaplı, kokulu)
-Ağrılı ya da güç cinsel ilişki.

Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar ve HIV/AIDS Aşağıda Belirtilen Yollarla Bulaşmaz:

-Havadan bulaşmaz.
-Birlikte yaşama, çalışma, mutfak malzemeleri, telefon, kağıt-kalem gibi eşyaların paylaşımıyla bulaşmaz.
-Hamam böceği, kene, tahta kurusu, sivrisinek, karasinek gibi hayvanların ısırması ile CYBE ve HIV bulaşmaz.
-Aksırık, öksürük, tükürük ve balgamla bulaşmaz.
-Aynı taşıt aracını kullanma ya da evcil hayvanların bakımıyla bulaşmaz.
-Kan vermeyle bulaşmaz.
-Yüzme havuzu, banyo küveti, hamam ve duştan bulaşmaz.
-Çeşmeler, su içilen musluklar ya da dolaplardan bulaşmaz.
-Kucaklama ya da kısa süreli okşama ile bulaşmaz.

Tedavi

Tedavi edilebilen gonore, klamidya, frengi, trikomonas gibi CYBE'de antibiyotikler kullanılmaktadır. İlaçları doktorun gerekli gördüğü durumlarda, önerdiği süre ve dozda eşle birlikte kullanmak gerekir. Aksi halde yararı değil zararı vardır. Tedavi edilemeyen yani çaresi olmayan CYBE'nin bazı belirtilerini azaltmak ya da yok etmek mümkündür. Fakat bu, hastalığı tamamen ortadan kaldırmak demek değildir.CYBE'yi tedavi etmenin en iyi yolu, bir klinikte erken teşhis ve tedavidir. Özel laboratuvar testleriyle tanı konulmalı, yayılmayı önlemek için olabildiğince çabuk tedavi edilmelidir. Yeni bir CYBE ya da hastalığın tekrarlanmasını önlemek için, hastanın cinsel eşi(leri) de izlenmeli ve tedavi edilmelidir.

Sizde herhangi bir cinsel yolla bulaşan hastalık olduğundan kuşkulanıyor musunuz?

Cinsel yolla bulaşan hastalıkların tanısı hekim tarafından konabilir. Yukarıdaki belirtiler cinsel yolla bulaşan hastalıklara işaret edebilir.

-Hekim önerisi olmadan ilaç kullanmayınız!
-Cinsel yolla bulaşan hastalık belirtilerinden kuşkulandığınızda hekime başvurunuz.
-Cinsel eşinizin de muayene ve gerekirse tedavisini yaptırınız.

UNUTMAYINIZ:

-Cinsel ilişkide kondom kullanınız.
-Cinsel eş sayısının artmasının, hastalık bulaşma riskini de arttırdığını unutmayınız.
-Hastalık belirtisi olmadan da bulaşma olabileceğini unutmayınız.
-Size nakledilecek kanda gerekli testlerin yapılıp yapılmadığını sorunuz.
-Başkalarının kullandığı şırınga ve iğneyi kullanmayınız. Bir defa kullanılıp atılan şırınga ve iğne kullanılmasını isteyiniz



alıntıdır

Mavi forum

Kordon kanı sahibi için kullanılamaz

Kordon kanı sahibi için kullanılamaz


Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Gülersu İrken, kordon kanı bankacılığında insanları kandıran, yanıltan bir ortam yaratıldığını iddia etti. Prof. İrken, kök hücrenin saklanması için ilk yıl 1000-1500 dolar alındığını belirterek, ‘Ankara’da bir kişi restoran açmayı düşünürken bunun daha kárlı olduğunu görüp kordon kanı bankası açmış’ dedi.

Anne-babaların, ‘Bebeğinizin kordon kanını saklatın, yoksa çocuğunun hayat sigortasını kaybedersiniz’ sözleriyle kandırıldığını söyleyen Prof. Dr. İrken, ‘Hasta olana kendi kök hücresini vermenin tedavide yeri yok. Bir bebeğin kordon kanını doğumda sakladın. O çocuk sonunda lösemi oldu. Aynı kök hücreyi ona vermekle onu iyileştiremezsin. Bu kanı kendi çocuğun için değil başkaları için saklatabilirsin’ dedi.

Prof. Dr. Gülersu İrken, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çocukluk çağı hastalıklarının tanı ve tedavisinde yeniliklerin ele alındığı 1-2 Aralık tarihinde düzenlenen 7’nci Pediatri Günleri’nde, ‘Kordon Kanı Kök Hücrelerinin Klinikte Kullanımı’ konulu bir bildiri sundu.

Kadın doğumcular ve özel kordon kanı bankacıları tarafından ilk yıl 1000-1500 dolar, sonraki her yıl için 100-150 dolar saklanma parası alınan kordon kanlarının toplanması için anne babalara ‘Saklatın, yoksa çocuğunuzun hayat sigortasını kaybedersiniz’ gibi sözlerle baskı yapıldığı hatırlatan Prof. Dr. İrken, insanların kandırıldığı bir sistem yaratıldığını söyledi. Anne- babaların, çocuğunun ileride hasta olması halinde onu hastalıklardan kurtaracak bir sigorta gibi gösterilen kanın, ‘kendi çocuğu için’ işe yaramayacağını bilmediğini kaydeden Prof. Dr. İrken, sözlerini şöyle sürdürdü:

‘Hasta olana kendi kök hücresini vermenin tedavide yeri yok. Bir bebeğin kordon kanını doğumda sakladın, o çocuk sonunda lösemi oldu. Aynı kök hücreyi ona vermekle iyileştiremezsin. Burada kişi kendisi için saklamayacak. Devlet parasını verecek, aday hastalar için saklayacak. Kişi kendi çocuğu için saklarsa, çocuğu için kullanma ihtimali çok çok az. Dünyada kendisi için para verip kordon kanını saklatmış 175 bin insan var. Resmi bankalarda ise dondurulmuş 200 bin kordon kanı var. Bugüne kadar dünyada kök hücre nakli yapılan hasta sayısı altı bin. Bu 175 binin içinden kullanılan vaka sayısı ise sadece 2. Kullanılan çocuklardan biri öldü, diğeri ise yaşıyor. Kordon kanını saklatanlar kendi çocuğunun tedavisinde kullanılacağını sanmasınlar. Ankara’da bir kişi restoran açmayı düşünürken bunun daha kárlı olduğunu görüp kordon kanı bankası açmış. Üniversitelerde bu iş ciddi yapılıyor ama özelde bu işten rant sağlayan çok.’

Verilemez diye bir kesinlik yok

Acıbadem Klinik Laboratuar Direktörü Doç. Dr. İbrahim Ünsal, Prof. Dr. Gülersu İrken’e itiraz ederek şunları söyledi: ‘Bankamızda iki binin üzerinde kordon kanı var. Türkiye’deki diğer bankalarla 3-3.500 kordon kanı örneğinin saklı tutulduğunu tahmin ediyorum. Bilimsel literatürde kendi kök hücresinden tedavi örnekleri var. Bir çocuktan alınan hücrenin daha sonra gelecekte tekrar o çocuğun hastalığında kullanılmamasına dair bilimsel bir kısıtlama yok. Doktorların tercihine kalmış bir durum. ‘Hiçbir şekilde verilemez’ diye bir kısıtlama yok.

Genetik hastalıklarda tabii ki kullanılamaz. Ama sonradan kazanılmış hastalıkların veya vücuttaki hasarların tedavisinde doğuştan var olan sağlıklı hücrelerin kullanılmasında bir sakınca yok. Örneğin kalp krizi geçirenlerin kalp kası kendi kanından toplanan kök hücrelerle onarılıyor. Teorik olarak, kriz geçiren bu kişilerin doğuştan toplanmış kök hücreleri saklansaydı kullanabilirdik. Teknik bir fark yok. ‘Kullanılmaz’ deyip, kestirip atmanın bilimsel bir yanı yok. Hastanın kendi için kök hücre kullanılmaz demek, kısır, ‘bu işlere karşıyım’ bakış açısı.’

Mavi forum

Aslında 11 dakika 'tam' çalışıyoruz

Aslında 11 dakika ‘tam‘ çalışıyoruz

AmerİkalI bilim adamlarının yaptığı bir araştırma, işyerinde geçirilen 8 saatin sadece 11 dakikasında ‘yoğun konsantrasyon’la çalışabildiğimizi ortaya koydu. İnternette sörf, kısa mesaj görderme, e-postaların kontrolü, chatleşme, çalan telefonlar, iş arkadaşları arasında sohbet, çay-kahve molası gibi nedenlerden dolayı dikkat dağılıyor ve geri gelmesi oldukça zaman alıyor. Araştırmayı yapan uzmanlar, insan konsantrasyonun çok kolay dağılabileceğini ve işe tekrar kendini vermenin 25-30 dakika sürdüğünü söylüyor.

Mavi forum

İnme !!! Çok önemli

Bir toplantida, bir hanim dusuyor ve arkadaslarina bir seyi olmadigini
soyluyor.
Tokezledigini saniyorlar, ustune basina ceki duzen verip oturtuyorlar. Biraz
sarsilmis gorunuyor ancak aksamin geri kalan kismini da eglenerek geciriyor.

Daha sonra kocasi tum dostlarini arayarak eşinin hastahaneye kaldirildigini
bildiriyor ve hanim sabaha karsi vefat ediyor.
Meger "inme" (stroke) gecirmis. Norolojistin soyledigine gore boyle bir
durumda hasta 3 saatin icinde getirilebilseymiş, durumu duzeltebilirmis.

Bir insanın "stroke" gecirmekte oldugu nasil anlasilir:

1. Tebessum etmesini isteyin.
2. Iki kolunu birden kaldirmasini soyleyin.
3. Basit bir cumle soylemesini isteyin : Bu gun hava gunesli... gibi

Bunlardan birini yapamiyorsa hemen acil i arayin.

Mavi forum

Artık gençliğe dönüş zamanı



'Anti-aging' tedavi, erkeklere ve kadınlara, gençlik yıllarındaki canlılık ve enerjilerini yeniden kazandırdığı gibi, daha sağlıklı, uzun bir hayat sürmelerini de sağlıyor. Uygulanan gençleştirme tedavisi ile kişi kendisini ortalama 20 yaş genç hissediyor ve aktiviteleri 20 yıl öncesi gibi oluyor.

İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, özellikle ABD'de yoğun ilgi gören 'Anti-aging' tedavi, yaşlanmayı önlemek ve geciktirmekle kalmayıp, yaşlanma sürecini tersine çevirip, gençleşme ve yenilenmeyi de sağlıyor. Tedavinin dört önemli öğesinden birincisi olan estetik cerrahiyle, yaşlanmanın deri ve deri altı yağ dokusundaki olumsuz etkileri düzeltiliyor. Diğer öğe de, eksik hormon seviyelerini düzeltmeyi amaçlayan endokrinoloji yani hormon bilimi. Üçüncü öğe uygun beslenme yani diyet programı. Dördüncü öğe ise kondisyon arttırmaya yardımcı olan fiziki egzersiz programları. Bu dört öğe dışında jinekoloji, üroloji, kardiyoloji, nöroloji ve değişik laboratuarlar da, kendi dalları ile ilgili problemlerin çözümünde tedavi programı destekliyor. Elde edilen laboratuar test sonuçları, Anti-Aging Clinic Hekimleri Konseyi'nde değerlendiriliyor ve gerekli tedavi dozu kararlaştırılıp uygulanıyor.

Biyolojik dozları aşmadan ve birlikte verildiğinde daha etkili olan hormon modülasyon (hormon seviyelerinde düzenleme) tedavisi ile sportif egzersizler ve özel beslenme programları uygulandığında, hastalarda, mental aktivitelerde çarpıcı bir yükselme, hafıza ve konsantrasyon gücünde artma, immün sistemde güçlenme ile hastalıklarla mücadelede etkinlik, adale kitlesinde yüzde 8'lik artışla birlikte, yağ kitlesinde yüzde 15'lik azalma, fiziki kondisyonda iyileşme, zindelik, canlılık, deride kalınlaşma ve gerginlik yanında cinsel performanslarda artış görülüyor.

Tedavi programı süresi kişiden kişiye değişmekteyse de, bazıları kendilerindeki değişimi birkaç hafta içinde hissedebiliyorlar. Uzmanlar, uygun sonuçları alabilmek için 3-6 ay beklenmesini öneriyor.

Yapılan uygun hormon düzenleme tedavisi sonucu, hastaların yorgunluk hislerinde azalma, fiziki aktivitede artış, karamsarlık, yılgınlık ve sinirliliğin ortadan kalkması ve uyku problemlerinin çözülmesi gibi belirtileri ilk olarak hissetmeye başladıklarını ifade eden uzmanlar, programın estetik cerrahi, uygun egzersizler ve besin düzenlemeleri bölümüne başlamak için herhangi bir yaş sınırı bulunmadığını bildiriyor.

Uzmanlar, tedaviye, isteyen her yetişkinin her yaşta başlayabileceğini vurgulayarak hormon üretimi azalmaya başlayıncaya kadar, hormonal modülasyon tedavisine gerek duyulmadığını kaydediyor. Uzmanlar, estetik düzeltmelerin ise tedavi öncesi veya tedavi sırasında yapılabileceğini de belirtiyor.


Mavi forum

Sigara cildin de düşmanı/6aralık

Gaziantep Üniversitesi (GAZÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Orhan Özgöztaşı, bir tek sigaranın insan cildinin 90 dakika yeterli oksijen almasını engellediğini söyledi.


Sigaranın ciltte kırışıklıkların artmasının yanı sıra pek çok ciddi hastalıklara neden olduğunu belirten GAZÜ Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Orhan Özgöztaşı, sigaranın ciltte oluşturabileceği olumsuz etkileri önlemenin tek yolunun sigarayı bırakmak olduğunu kaydetti.


Prof. Dr. Özgöztaşı, günde içilen bir paket sigaranın insanın cilt dokusunun yaklaşık bir gün boyunca yeterli oksijen almasını engelleyebileceğini belirtti.

Sigaranın ana maddesi olan nikotinin derideki kan damarlarında daralmaya yol açıp damarın beslediği dokunun yeterli oksijen almasını engellendiğini, bu durumun ciltteki yaraların iyileşmesinde gecikmeye yol açtığını ifade eden Özgöztaşı, şöyle konuştu:
“Bir tek sigara insan cildinin 90 dakika yeterli oksijen almasınıengelliyor. Sigara ciltte kırışıklıkların artmasının yanı sıra çok ciddi hastalıklara neden oluyor. Sigara özellikle kadınlarda yüz bölgesindeki kırışıklıkların artmasına ve cildin daha soluk olmasına sebebiyet veriyor. Bunun nedeni sigaranın derideki kolejen ve elastik liflerde bozulmaya neden olması. Bu durum ultraviyole ışınlarla birleşince kırışıklık oluşumu daha da artıyor.”

Koltuk altında ve kasıklardaki iltihaplanmanın ya da avuç içlerinde ve ayak tabanlarında görülen sedef türü bir hastalığın sigara içenlerde daha sık görüldüğünü belirten Prof. Dr. Özgöztaşı, “Sedef hastalığının formu olan bu cilt hastalığının, sigara içenlerdeiçmeyenlere oranla 7 kat daha fazla görüldüğü tespit edilmiştir” dedi.

Cilt kanserlerinin sigara içenlerde daha sık görüldüğünü, bunun nedeninin sigaranın bağışıklık sistemine baskılayıcı bir etki yapması olduğunu ifade eden Özgöztaşı, şöyle devam etti:
“(Malin melenom) denilen cilt kanseri sigara içenlerde daha ağır seyrediyor ve kötü sonuçlar doğurabiliyor. Genital bölgedeki ve dudaktaki kanser türleri de sigara içenlerde daha sık görülüyor. Ağız içinde görülen beyazımsı plakaların daha sora kanserleşme riski var. Bu da çoğunlukla sigara içmeyle birlikte görülüyor. Diş eti hastalıklarına da sigara içenlerde daha fazla rastlanıyor.”

Özgöztaşı, ayak parmaklarındaki damarların daralmasıyla doku ölümüne neden olabilen “burger” hastalığının, sigara içenlerde daha çok görüldüğünü, hastalığın tedavi edilmemesinin ayak parmaklarının kesilmesine kadar varan ciddi sonuçlar doğurabildiğini vurguladı.

Sigara içenlerin saçlarının daha erken beyazladığının belirlendiğini ifade eden Özgöztaşı, “Pasif içicilerin ciltleri, aktif içiciler kadar olmasa bile bu tehlikelerle karşı karşıyadır” diye konuştu.

Özgöztaşı, sigaranın ciltte oluşturabileceği olumsuz etkileri önlemenin tek yolunun sigarayı bırakmak olduğunu kaydetti.

Mavi forum

Türkiye'nin sigara gerçeği/6aralık

Türkiye Toraks Derneği Tütün ve Sağlık Çalışma Grubu Başkanı Esra Uzaslan, Türkiye’de günde 200-250 kişinin sigaradan kaynaklanan nedenlerle öldüğünü belirtti.

Türkiye’de sigara içen 17 milyon kişinin günde 40 milyon doları, yılda ise yaklaşık 15 milyar doları sigaraya verdiklerini belirten Esra Uzaslan, “sigaraya başlama yaşı 12’ye kadar düştüğü Türkiye’de eğitim düzeyi arttıkça sigara alışkanlığı da artmaktadır” dedi.

Türkiye Toraks Derneği Tütün ve Sağlık Çalışma Grubu Başkanı Esra Uzaslan, Türkiye Toraks Derneği’nin, 3-4 Aralık tarihlerinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Oditoryumu’nda gerçekleştireceği “Tütün ve Kontrolü” konulu sempozyumun tanıtımı için basın toplantısı yaptı.

Dünyada 1.3 milyar kişinin sigara içtiğini ve her yıl 4.9 milyon kişinin sigara nedeniyle hayatını kaybettiğini belirten Uzaslan, sigara içenlerin yüzde 15’inin gelişmiş, yüzde 85’inin de gelişmekte olan ülkelerde yaşadığını bildirdi.

Türkiye’nin tütün üreten, ihraç-ithal eden ve tüketen bir ülke olduğunu anımsatan Uzaslan, ülkede erişkin nüfusun yüzde 51’inin sigara içtiğini ve sigara içme yaşının 12’ye kadar indiğini anlattı.

“DENEYEN 4 KİŞİDEN 3’Ü TİRYAKİ OLUYOR”
Türkiye’de tütün kullanımının toplumun her kesiminde yaygın olduğunu ifade eden Uzaslan, “Türkiye’de sigara salgını var” dedi. Sigaraya başlama nedenlerini, “akran etkisi, ulaşılabilirlik, rol modeller, görsel basın, film, klip, gizli reklam ve promosyonlar” olarak sıralayan Esra Uzaslan, sigarayı bir kez deneyen 4 kişinin 3’ünün sigara tiryakisi olduğuna işaret etti.

Fiyatının ucuz olması, tane ile satılması, gençlerin aile ve arkadaş ortamından rahatça edinebilmelerinin sigara tüketiminde etkili olduğunu kaydeden Uzaslan, kırsal alandaki kadınlar arasında sigara içiminin çok az olduğunu ancak kentlerde kadınların sigara içim oranının yükseldiğini, hatta eğitimli ve kültürlü kadınlar arasında sigara içme alışkanlığının arttığını söyledi.

Uzaslan, Türkiye’nin 1990-1999 yılları arasında Bulgaristan ve Pakistan’dan sonra sigara tüketiminin en fazla arttığı üçüncü ülke olduğunu ifade ederek, Türkiye’nin dünya tütününün yüzde 4’ünü ürettiğini bildirdi.

Kapalı mekanlarda sigara içilmesine devam edilmesinin büyük bir sorun olduğunu anlatan Uzaslan, pasif içicilerin kanser olma riskinin de çok yüksek olduğunu söyledi. Türkiye’nin Tütün Kontrol Çerçeve Sözleşmesi’ni imzaladığını, sigara ile ilgili kanunun da iyi hükümler içerdiğini anlatan Uzaslan, ancak kanunun uygulanmasının yeterli olmadığını kaydetti.

“ÖLÜMLER 6 KAT ARTTI”
Tütün endüstrisinin sigarayı popüler kültürün bir parçası haline getirmek için filmleri, televizyonu, müzikleri ve interneti araç olarak kullandığını dile getiren Uzaslan, şöyle devam etti:
“Ülkemizde sigara içen 17 milyon kişi günde 40 milyon doları, yılda ise yaklaşık 15 milyar doları sigaraya vermektedir. Bu, 17 milyon kişinin 4 milyonu hayatından 7 yıl, 4 milyonu ise 22 yıl kaybederek ölecektir. Ülkemizde her yıl yaklaşık 100 bin kişi sigarayabağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirmektedir. Sigaranın yol açtığı hastalıklar nedeniyle ülkemize verdiği yıllık ekonomik zarar ise 2.7 milyar dolardır. Sigara yetişkin kişileri erken yaşta verimli çağlarında öldürerek de ülke ekonomisine zarar vermektedir. Türkiye’de 3 milyon KOAH hastası bulunmaktadır. Her yıl 50 bin yeni akciğer kanseri olgusu ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de 1965-1997 yılları arasında sigara içimi ile ilgili hastalıklardan ölümler 6 kat artmıştır. Pnömoni, astım, tüberküloz hastalıklarının artışı ve alevlenmelerinde de sigara rol oynar. Ülkemizde sigaranın oluşturduğu 24 hastalığın tanı ve tedavi maliyeti bir milyar dolar olarak hesaplanmaktadır.”

“HER GÜN BİR UÇAK DÜŞÜYOR”
Türkiye’de günde 200-250 kişinin sigara ve ona bağlı nedenlerden öldüğünü belirten Uzaslan, “Bir uçağın 250 kişi taşıdığını varsayalım. Türkiye’de her gün sigara nedeniyle bir uçak düşüyor ve insanlar ölüyor. Böyle bir haber gazetelerde günlerce yer alırdı. Ama sigara nedenli ölümler bu kadar yer almıyor” diye konuştu.

Sigara ile mücadelede kalıcı çözümün ancak geniş kapsamlı ulusal tütün kontrol stratejilerinin geliştirilmesi ve program halini alarak sürekliliğinin sağlanması ile olabileceğini anlatan Uzaslan, Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı Ulusal Tütün Kontrol Programı’nı bir an önce uygulamaya geçirmesini istedi.

Uzaslan, 2 gün sürecek sempozyumda, sigara ve zararları, sigarayı bırakma yöntemleri, ulusal olarak yapılması gerekenler konularında görüş alışverişinde bulunulacağını anlattı.

Derneğin Yönetim Kurulu Üyesi Eyüp Sabri Uçan da, Türkiye’de son 10 yılda sigara tüketiminin yüzde 50 arttığını belirterek, “Sigara, tüm kanserlerin yüzde 70’inin, akciğer kanserlerinin yüzde 90’ının teknedeni. Sigara içmeyen kadınlar da kocalarının dumanlarından etkilenip hastalanıyorlar” dedi.

Uçan, sigaranın öldürdüğü bilinerek satılan tek ürün olduğunu kaydetti.

Mavi forum

Yılda 17 milyon insan kalpten ölüyor/6aralık

Kalp ve damar hastalıkları açısından Türkiye’nin durumunu değerlendiren Prof. Philip Pool-Wilson, “Türkiye’de kalp ve damar hastalıklarının önemli sebepleri, sigara içme alışkanlığı, yüksek kilo ve gittikçe artan diyabet oranı” dedi.


Dünya Kalp Federasyonu (World Heart Federation) Medyadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Prof. Philip Poole-Wilson, dünyada her yıl 57 milyondan fazla insanın öldüğünü, bunun yaklaşık 17 milyonunun kalp ve damar hastalıklarından kaynaklandığını belirtti. Prof. Pool-Wilson, “Kalp ve damar hastalıklarından korunmak için sigara içme, düzgün beslen, tuz yeme, spor yap ve mutlu ol” dedi.

İlaç firması Bayer tarafından Almanya’nın Köln şehrinde düzenlenen”Kardiyovasküler Risk Yönetimi” konulu seminere katılan Prof. Pool-Wilson, burada Türk gazetecilere açıklamalarda bulundu. Dünyada her yıl 57 milyondan fazla insanın öldüğüne dikkat çeken Prof. Pool-Wilson, “Bunlardan yaklaşık 17 milyonu da kalp ve damar hastalıklarından ölüyor. Bu ölümlerin de yüzde 80’ini gelişmekte olan ülkelerde oluyor” dedi.

Dünyada insan nüfusunun giderek yaşlandığına dikkat çeken Prof. Pool-Wilson, enfeksiyon hastalıklarından ölümlerin giderek azalacağını dile getirerek, “Önümüzdeki 15 yılda kalp hastalıkları ve inmeden ölüm sayısı çok artacak ve bu gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini etkileyecek” diye konuştu.

Prof. Pool-Wilson, kadınlar ile erkeklerin eşit oranda kalp hastalığına yakalandıklarını, ancak erkeklerin kalp hastalığına kadınlardan daha erken yaşlarda, yaklaşık 10 yıl daha önce yakalandıklarını anlattı.

TÜRKİYE’DEKİ DURUM
Kalp ve damar hastalıkları açısından Türkiye’nin durumunu da değerlendiren Prof. Philip Pool-Wilson, “Türkiye’de kalp ve damar hastalıklarının önemli sebepleri, sigara içme alışkanlığı, yüksek kilo ve gittikçe artan diyabet oranıdır. Çünkü Türkiye’de yiyecekler çok güzel, çok lezzetli. Çok güzel pişiriliyor. İnsanlar çok fazla yedikleri için bu problemler ortaya çıkıyor” dedi.

Fakirlerin yiyecek bulamadıkları, zenginlerin ise yağlı yiyecekleri çok tükettikleri için kötü beslendiklerini kaydeden Prof. Pool-Wilson, insanların hareketsiz bir yaşam sürdürdüklerini, spor yapmadıklarını, bunun da kardiyovasküler hastalıklar riskini ciddi oranda artırdığını bildirdi.

Prof. Pool-Wilson, bir gazetecinin, “Evlilikte yaşanan mutsuzluklar sonucu depresyona giren kadınların kalp hastalıklarına yakalanma riski daha yüksek midir?” şeklinde sorması üzerine de, bunun komplike bir durum olduğunu, kalp hastalıklarının depresyona sebep olabileceği gibi, depresyonun da kalp hastalıkları için bir riskfaktörü olduğunu söyledi. İnsanların kendini iyi hissetmesi ile kalp hastalığı arasında ilişki olduğuna dikkat çeken Prof. Pool-Wilson, “Eğer kendini mutlu hissediyor ve gülüyorsan, kalp hastalığı geçirme riskin azalır. O sebeple gülmek gerekiyor” dedi. Ancak insanların mutlu olmalarının önünde bazı yapısal problemler olduğunu vurgulayan Prof. Pool-Wilson, çok küçük bir evde yaşayanların, çok çocuğu olanların, maddi sorunlar yaşayanların, evde sigara içilmesinin, sürekli mutfak işleri ile uğraşanların mutlu olmalarının daha zor olduğunu belirtti.

“KALP HASTALIKLARI GECİKTİRİLEBİLİYOR”
Bir gazetecinin “İnsan ömrünün uzatılması yönünde çalışmalar var. İnsan ömrünün uzamasıyla kalp hastalıkları artacak mı, azalacak mı?” şeklindeki sorusu üzerine de Prof. Pool-Wilson, koruma yöntemiyle hastalıkların geciktirilebildiğini, yani 50 yaşında olabilecek kalp hastalığını 70 yaşına atabildiklerini, ancak önleme konusunda başarılıolunamadığını kaydetti. Prof. Pool-Wilson, koruyucu hekimlikle 60-70 yaşındaki insanlarda kalp hastalıkları sayısının azaltılabildiğini, ancak 80 yaş grubunda hastalığın ve buna bağlı ölümlerin arttığını söyledi.

Bütün hastalıkların, genetik ve çevresel faktörlerin etkisi altında olduğuna işaret eden Prof. Pool-Wilson, bütün kardiyovasküler hastalıklar için 9 risk faktöründen bahsedileceğini, bu faktörler arasında bulunan kolesterol ve diyabetin genetik bir durum olduğunu, ancak genetik olmayan risklerin de bulunduğunu belirtti.

Prof. Pool-Wilson, “Kalp ve damar hastalıklarından korunmak için sigara içme, düzgün beslen, tuz yeme, spor yap ve mutlu ol” dedi.

Mavi forum

Yetkililere göre durum iyiye gidiyor/6aralık

Vietnamlı sağlık yetkilileri, kuş gribi salgınından en çok etkilenen ülkeler arasında ilk sıralarda yer alan Vietnam’daki durumda iyileşme görüldüğünü açıkladı.

Sağlık Bakanlığı’nın hayvan sağlığı dairesi başkan yardımcısı Hoang Van Nam, “Son haftalarda durum gözle görülür biçimde düzeldi. Ülkenin kuzeyinde havaların erken soğumasıyla salgın önceki yıllara göre daha erken ortaya çıkmıştı” açıklamasında bulundu.

Ülkedeki aşılama kampanyasıyla ilgili birçok tartışmanın gündeme geldiğini, ancak Vietnam’ın “aşılama ve gözetim” olmak üzere iki temel önlem içeren politikasını devam ettirdiğini belirten Nam, “Eğerdurum Aralık sonuna kadar iyileşmeye devam ederse ve Ocak ayında salgından etkilenen bölgelerin sayısı azalırsa Şubat ayında bu sezon için salgın tamamen kontrol altına alınabilir” ifadesini kullandı.

64 eyaletinden 22’sinde salgın görülen Vietnam’da 2003 sonundan buyana 93 kişi salgından etkilendi, bunlardan 42’si hayatını kaybetti. Ülkede 2.2 milyon civarında kümes hayvanı öldü ya da itlaf edildi.

Mavi forum

3 bin çocuktan biri diyabetli/6aralık

Türkiye’de 3 bin çocuktan birinde diyabete rastlandığı belirtildi.


Çocuk ve Adolesan Diyabetikler Derneği (ÇADD) Başkanı Prof. Dr. Hülya Günöz, “çocuklarda diyabet, uzun süreli hastalıklar arasında görülme sıklığı açısından ilk sırada” dedi.


ÇADD Başkanı Prof. Dr. Hülya Günöz, diyabetin insülin eksikliği sonucu kan şekerinin yükselmesi sonucu ortaya çıkan ve ömürboyu süren bir hastalık olduğunu söyledi. Prof. Dr. Hülya Günöz, halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabetin çocuklarda görülen tipinin, erişkin yaşlarda görülen diyabetten çok farklı özellikler gösterdiğini belirtti.

Çocuklarda görülen diyabetin çoğunlukla Tip-1 diyabet olduğunu ve genetik yatkınlığı olan bireyde çevresel faktörlerin etkisi ile pankreasın insülin yapan hücrelerinde harabiyetin olması ve vücudun insülin üretemez hale gelmesi ile ortaya çıktığını anlatan Günöz, şunları kaydetti:
“Etkin ve bilinçli tedavi edilmeyen diyabetik bir çocuk kan şekeri düşmesi veya artması sonucu kısa sürede komaya girebilir ve kaybedilebilir. Ayrıca iyi takip ve tedavi edilmezse uzun dönemde gelişen komplikasyonları ile körlük ve böbrek yetmezliğine yol açmasının yanında yüksek tedavi maliyetleri açısından da en masraflı hastalıklar arasında.”

“Çocuklarda diyabet, uzun süreli hastalıklar arasında görülme sıklığı açısından birinci sıradadır” diyen Günöz, “Dünyada son 30 yıldan bu yana sıklığı giderek artmaktadır. Diyabet sıklığı açısından ülkeler arasında büyük farklar bulunmaktadır. Son yıllarda özellikle 5 yaş altında görülen yeni diyabetli sayısında büyük artış vardır. Türkiye’de her yıl ortalama 3 bin çocuktan biri diyabete yakalanıyor. Ayrıca, 0-18 yaş arası her 300-1.500 çocuktan biri diyabetiktir” dedi.

İnsülin, enjektör, kan şekeri ölçüm cihazı ve şeker ölçme çubuklarına para sağlamanın, diyabetli çocuğun ve ailesinin yaşadığı zorluklar olduğunu ifade eden Günöz, “Çünkü diyabetik bir çocuğun aylık sağlık gideri bir asgari ücrete eşit oluyor” diye konuştu.

Mavi forum

Prospektüsü okumuyoruz/6aralık

Konya Eczacılar Odası Başkanı Harun Kızılay, ilacın nasıl kullanılacağı ya da yan etkileri gibi çok önemli bilgilerin yer aldığı prospektüslerin, Türkiye’de yeterince okunmadığını belirtti.


Harun Kızılay, prospektüslerin, Sağlık Bakanlığı’nca belirlenen bir standardı olduğunu, kullanıcının önemle okuması gereken, yan etki ya da kullanım şekli gibi bölümlerin, anlaşılır şekilde yazıldığını söyledi.

Kutuya daha kolay girip çıkması için prospektüslerin bazen küçük harf karakterleriyle yazıldığını anlatan Kızılay, “Halkımızın da okuma alışkanlığı az olduğu için sorunlar yaşanabiliyor. İlacın nasıl kullanılacağı ya da yan etkileri gibi çok önemli bilgilerin yer aldığıprospektüsleri okuma alışkanlığımız genel olarak yok” diye konuştu.

Eczacılardan, vatandaşa ilaç verirken kullanım şeklini de ayrıntısıyla anlatmalarını isteyen Kızılay, şunları kaydetti:
“En gözle görülür ilaç kullanım hatası, kuru toz ve sıvının ayrı ayrı bulunduğu süspansiyonlarda ortaya çıkıyor. Bir sıvıyla karıştırılıp kullanılan süspansiyon türü ilaçların, yeterince çalkalanmaması tedavinin başarısını etkiler. Bu nedenle özellikle antibiyotiklerde, sıvı karıştırıldıktan sonra şişe baş aşağı getirilip çan sallar gibi sallanmalıdır. İlacı oluşturan tozlar, yapıştığı şişe tabanından ancak bu şekilde kurtulabilecektir.”

Vatandaşlara, prospektüsü okumadan kesinlikle kendilerine verilen ilaçları kullanmamalarını tavsiye eden Kızılay, ilaçların hazırlanış şekline de özellikle dikkat etmeleri gerektiğini sözlerine ekledi.

Mavi forum

Kışın cilt hastalıkları artıyor!/6aralık

Kış mevsiminin gelmesiyle birlikte cilt rahatsızlıklarının görülme sıklığı da artıyor.

Rüzgar, düşük nem, kirli hava ve kapalı ortamlarda daha uzun süre vakit geçirme zorunluluğu sivilcelerin artmasına neden oluyor. Melatoin hormonunun güneşsiz ortamlarda daha fazla salgılanması insanların kış aylarını daha stressli ve depresyona eğilimli geçirmelerine yol açarken stresle tetiklenen sedef, vitiligo gibi önemli deri hastalıklarının da görülme sıklığı artıyor.

Memorial Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Uzm.Dr. Ayfer Bankaoğlu, cilt hastalıklarının neden kış aylarında artığını anlattı:
“Cildimiz her an dış dünyayla irtibat halinde olduğundan fiziksel etkenlerden ciddi oranda etkileniyor. Özellikle kış mevsiminde cilt sağlığını tehdit eden faktörler çoğalıyor. Kışın soğuk ve kuru hava, düşük nem, rüzgar, kirli hava ve asit yağmurlarına özellikle dikkat edilmesi gerekiyor. Bu doğal etkenlerin yanı sıra kışın gelmesiyle birlikte kapalı ortamlarda geçirilen zamanın artması da cilt sağlığını olumsuz etkiliyor. Melatonin hormonunun güneşsiz ortamlarda daha fazla salgılanması insanların kış aylarını daha stressli ve depresyona eğilimli geçirmelerine yol açıyor. Bu faktörlerin birleşmesi; akne (sivilce) ve egzama gibi cilt hastalıklarının görülmesinin yanı sıra stresle tetiklenen sedef, vitiligo gibi önemli deri hastalıklarının da artmasına neden oluyor. Ayrıca soğuk havanın neden olduğu cilt kuruluğu cildin yaşlanma sürecini de kolaylaştırıyor.”

ELİNİZ İÇİN KULLANDIĞINIZ SABUNU CİLDİNİZE KULLANMAYIN
Kuru cilt tipine sahip olanların, çocukların ve yaşlıların bu kış mevsiminden daha çok etkilendiğini belirten Uzm. Dr. Ayfer Bankaoğlu, cilt sağlığını kışın olumsuz etkilerinden korumanın yollarını anlattı:
“Yaşlılar, çocuklar ve derisi kuru olanlar kış mevsiminden en çok etkilenen grubu oluşturuyor. Bu aylarda havadaki nem azalırken kalorifer, soba ve klima gibi cihazlar nem oranını daha da aşağıya çekiyor. Bu aşamada deri kuruluğuna bağlı gelişen veya şiddetlenen deri hastalıklarının önlenmesinde nemlendiricilerin kullanılması büyük önem taşıyor. Cilt temizliğinde, cildin PH değerine uygun tıbbi temizlik ürünleri kullanılmalı. El temizliği için kullanılan sabunların, yüz temizliği için kullanılması son derece yanlıştır. Çünkü el derisi, yüze oranla daha kalındır, bu yüzden cilt tipinize uygun temizleyicilerin kullanılması gerekmektedir. Günde birkaç kez duş almak, sık sabun kullanmak cilt kuruluğunu artıran faktörlerdir. Özellikle çok sık duş alan kişiler, cilt bakımlarını ihmal etmeyerek, banyodan sonra mutlaka nemlendirici kullanmalıdırlar. Ayrıca cildin yağlı olması, nemle karıştırılmamalıdır; yağlı cilde sahip kişiler de kış aylarında nemlendirici kullanmalıdırlar.”

CİLDİNİZ İÇİN ODANIZI NEMLENDİRİN
Cildin nemlendirilmesi kadar evin nemlendirilmesinin de önemli olduğunu belirten Uzm. Dr. Bankaoğlu, günde en az 1-1.5 litre su içilmesini önerdi:
“Soğuğun cilde olumsuz etkisini önlemek için nemlendirici dışında, sokağa çıkıldığında soğuktan koruyucu giysiler giyilmesi ve eldiven kullanılması yararlı olacaktır. Evlerin nemlendirilmesi de cilt nemlendirilmesi kadar önemlidir. Kalorifer peteklerinin üzerine ıslak havlu konulması, soba kullanılıyorsa, sobanın üzerine su koyulması odanın nemlendirilmesi açısından faydalı olacaktır. Günde en az 1-1.5 litre su içilmesi de derideki nem oranını artıracaktır. Saçların kirli ve kuru havaya daha fazla maruz kalacağı için bere veya şapka kullanılarak korunması da faydalı olacaktır.”

Mavi forum

Tütün çiğnemekte kanser nedeni / 6 aralık

İsveç'te Devlet Halk Sağlığı Enstitüsü'nün yaptığı araştırmalara göre, ağızda, dudak arasında tutulan ya da çiğnenen tütün, kalp-damar hastalıklarıyla birlikte, ağız ve pankreas kanserine de yol açıyor.

İsveç'te Devlet Halk Sağlığı Enstitüsü'nce yapılan araştırmanın sonuçları basın toplantısıyla açıklandı.

Araştırmada, dudak altına yerleştirilen ve ''snus'' adı verilen tütünün kansere neden olduğunun kanıtlandığı bildirildi.

Ağızda çiğnenen tütünün, kalp-damar sağlığının en büyük düşmanı olmasının yanı sıra ağız ve pankreas kanserinin gelişmesine de zemin hazırladığı kaydedildi.

Ayrıca hamilelikte dudak arasında kullanılan ya da çiğnenen tütünün, bebeğinin erken doğmasına neden olduğu belirtildi.
Bu arada, İsveç'te medyada büyük yankı bulan araştırma sonuçları, tütün kuruluşlarınca ''sorumsuzluk'' olarak değerlendirildi.

Mavi forum

Sigarayı Bırakma Yöntemleri..




Yapılan araştırmalar, sigara tiryakilerinin yüzde 75-80'inin sigarayı bırakmak istediğini, hatta tiryakilerin üçte birinin en az 3 kez ciddi anlamda bırakma çabası gösterdiğini ortaya koyuyor.

Buna karşılık, sigara alışkanlığından 60 yaşından önce kurtulma oranı yüzde 50'nin üzerine hiç çıkamadı. Sigara alışkanlığından kurtulamayan tiryakiler artık yarı yarıya sigaraya bağlı nedenlerle ölüyor. Türk Sağlık Vakfı'ndan alınan bilgilere göre, sigaranın olumsuz etkileri nedeniyle 25-69 yaş grubunda ölen insanlar, yaşamlarının 20-25 yılını bu alışkanlık nedeniyle yitiriyorlar. Başka bir ifade ile bu insanlar, 20-25 yıl erken ölüyor. Sigara, başta akciğer kanseri olmak üzere pek çok kansere, kalp-damar hastalıklarına, erken yaşlanmaya ve erken ölüme yol açıyor. Bu gerçekler, büyük bilimsel araştırmalarla ortaya konarak kanıtlandı ve sigara şirketleri bile artık bu verileri inkar etmiyor. Bu durum, güçlü bir bağımlılık yapıcı etken olan sigaranın etkisinden kurtulabilmek için tiryakilerin daha çok çaba göstermesine gerek olduğunu anlatıyor.
Sigarayı bırakmak isteyen tiryakilerin çoğu, bu alışkanlıktan kendi kendilerine kurtulma şansına sahip. Bunun için kararlı olmak ve bir hazırlık dönemi yaşamak gerekli. Gerektiğinde sağlık ocaklarında çalışan hekim ve sağlık personelinden destek istenmeli. Sigarayı bırakmaya yönelik kimi basit önlem ve öneriler şöyle özetlenebilir:



"- Bırakma tarihini belirleyin.
- Bırakmaya hazırlık için, çevrenizdeki insanlara sigarayı bırakacağınızı söyleyin.
- Sigara içmemeyi özendiren bir ortam hazırlayın. Örneğin, kül tablalarını ortadan kaldırın. Değişik yerlere "Sigara içilmez" uyarıları asın.
- Geçmişteki başarısız denemelerinizi gözden geçirin.
- Sigara içmenizin nedenlerini ve niçin bırakmanız gerektiğini düşünerek bunları not edin.
- Sigarayı bırakmanın ilk günlerinin güç olacağını bilin ama zor günlerin gelip geçeceğini, sigarasız yaşamın çok daha güzel ve sağlıklı olacağını düşünün.





SİGARAYI BIRAKTIĞINIZ GÜN NELER YAPABİLİRSİNİZ?

- Derin soluklar alın.
- Zorlandığınız durumlardan uzaklaşın.
- Sıcak bitkisel çay için.
- Su için.
- Şekersiz çiklet çiğneyin.
- Çiğ sebze ve meyve yiyin.
- Yürüyüş ya da egzersiz yapın.
- Sigarayı niçin bıraktığınızı düşünün.
- Su ve meyve suyu içebilirsiniz.
- Yürüyüşe çıkabilirsiniz.
- Bırakma nedenlerinizi yeniden yeniden okuyabilirsiniz.
- Alışverişe çıkabilirsiniz.
- Sigara içmeyen bir dostu ziyaret edebilirsiniz.
- Banyo ya da duş yapabilirsiniz.
- Sigaranın zararlarını anlatan yayınları okuyabilirsiniz.
- Kendinizi ödüllendirebilirsiniz.
Sigara bıraktıktan sonraki 14 gün kritik günlerdir. Bu nedenle, ilk 14 günün her biri ilk gün gibi değerlendirilmelidir. Sigarayı bırakan kişi ilk gün ve izleyen 13 gün şu belirtilere hazır olmalıdır:
- Yoksunluk belirtileri
- İyileşme işaretleri
- Dayanılmaz sigara içme isteği
- Sigara içme dürtüsü
- Gerginlik, acıkma, baş dönmesi, dikkati yoğunlaştırma güçlüğü, fazla uyuma, uykusuzluk
- 8 saat sonra vücudunuzda oksijen artışı olur.
- 2 gün sonra tüm nikotin ürünleri vücudunuzdan atılmıştır.
- Tat ve koku alma duyularınızda düzelme başlamıştır.
- Akciğerleriniz düzelmektedir. (Birkaç hafta öksürük sürebilir, çünkü akciğerleriniz temizlenmektedir.)
- 1 yıl sonra kalp krizinden ani ölüm riskiniz, sigara içen bir kişiye göre yarı yarıya azalmıştır".

HABER:MYNET

Mavi forum

sağlıklı yaşam ve spor

sağlıklı yaşam için spor şart ama spor denilince akla sadece koşmak gelmemeli balık tutmakta bir spordur ve kafanız dinç ve ohaftanın sitresi üstünüzden kalkmış olur....

Mavi forum

Karaciğere çay ve kahve / 6 aralık

Kahve ve çay, çok fazla alkol kullanan, aşırı şişman olan ya da kanında çok fazla demir bulunan insanlarda ciddi karaciğer zararlarını önlüyormuş.

Yaklaşık 10 bin kişi üzerinde yapılan çalışma sonucu, günde iki bardaktan çok çay ya da kahve içenlerin kronik karaciğer hastalığı riskinin yarı yarıya daha az olduğu ortaya çıktı.

ABD'de Diyabet, Sindirim ve Böbrek Hastalıkları Ulusal Enstitüsü'nce yürütülen çalışmada, kahvenin, mikrobik enfeksiyonlar gibi başka nedenlerle oluşabilecek karaciğer hastalıklarına karşı koruyucu etkisi ise saptanmadı.

Araştırmaya önderlik eden isimlerden Dr. Constance Ruhl, "Çalışmamız yüksek karaciğer hastalığı riski taşıyan insanlara, bu riski düşürmenin pratik bir yolunu sunuyor" dedi.

Mavi forum

Gece vardiyası kanser riskini ikiye katlıyor


Gece çalışmak kadınlarda göğüs kanserine yakalanma riskini iki kat artırıyor. New York'taki Mary Imogene Bassett Hastanesi'nde yapılan araştırmaya göre, melatonin adlı bir hormon göğüste tümör oluşmasını baskı altına alıyor. Fakat melatonin hormonu normal gece uykusu sırasında salgılanıyor.
Gündüz ışığa maruz kalınarak uyunduğunda ise melatonin salgısı yeterli düzeyde olmuyor. Yapılan testlerde, göğüs kanseri tümörü ışık altında gündüz uyuyan kadınlardan alınan ve yeterli düzeyde melatonin içermeyen kanla beslendiğinde gece uyuyanlarınkine oranla iki misli hızla büyüdü.





Mavi forum

Kalp krizinde ilk 3 gün çok önemli

Uzmanlar, halk arasında yaygın adıyla "kalp krizi" ya da "kalp sektesi" olarak bilinen hastalığın, hekimler ve hastalar için oldukça ciddi klinik tablolarından birini oluşturduğunu kaydetti. Kalp krizinde, kalbin pompa görevini yerine getirmesini sağlayan kalp adalesinin, kısmen ve geri dönüşü olmayan bir biçimde hasar görüp canlılığını kaybettiğini belirten uzmanlar, hastaların genellikle yüzde 35 civarındaki kısmının ilk 1 saat içinde hayatını kaybettiğini ifade etti.

Türkiye Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Sabahattin Gül, kalp adalesinin kanlanmasını sağlayan koroner arterlerin içinde bulunan "Aterom plağı" ismi verilen plakların, damar cidarını daraltmak yoluyla "koroner yetmezliği" denilen kalp hastalığına yol açtığını belirtti. Dr. Gül, "Koroner yetmezliği olan kişilerin genellikle kalbin işinin artmasına yol açacak, yürüme, yokuş çıkma ya da merdiven çıkma, yük taşıma gibi efor sarf ettiren işlemlerden sonra hissettikleri göğüs ağrısına 'angina pectoris' adı verilir. Bu ağrı efor sonrası ortaya çıkabileceği gibi, eforla hiç ilişkili olmadan da yani istirahat esnasında da olabilir. Hastaların bir kısmı bu ağrıları adale ağrısı, göğüs duvarı ağrısı ya da mide ağrısı olarak algılayabilir. Halbuki dikkatli bir müşahede ile aradaki fark anlaşılabilir" dedi.

Doç. Dr. Gül sözlerine şöyle devam etti: "Bahsi geçen damar sertliği plağının bir şekilde yırtılarak atar damar içini aniden tıkaması ile birlikte dayanılmaz bir göğüs ağrısı ortaya çıkar. Bu ağrı genellikle göğsün sol tarafında 'iman tahtası' tabir edilen göğüs kemiğinin altında, sıkıştırıcı ve baskı tarzındadır. Hastalar sanki birisinin göğsünde oturduğundan şikayetçidirler. Bu ağrı genellikle 30 dakikadan fazla sürer. Saatler boyu devam edebilen ağrı zaman zaman tahammül edilemez derecelerde görülebilir. Bazı hastalarda ise, omuzlara vuran, çeneye vuran ağrı söz konusu olmaktadır. Özellikle yaşlı hastalarda bu ağrı belirtisi yerine, enfarktüs sonrası yetersiz hale gelen kalbin pompa gücü dolayısıyla, ani kalp yetmezliği belirtileri olan nefes darlığı, terleme, bulantı, kusma, çarpıntı ön planda olabilir."

"ÖZELLİKLE KALP KRİZİNİN İLK 3-4 GÜNLÜK TAKİBİ ÇOK ÖNEM TAŞIR"

Bazı hastalarda da tamamen sessiz kalp krizi oluşabildiğini kaydeden Gül, "Bu da tesadüfi olarak EKG incelemelerinde ya da otopsilerde anlaşılabilmektedir" dedi.

Kalp krizi geçiren bir hastanın görünümünün oldukça sıkıntılı ve rahatsız olduğunu kaydeden Gül, "Göğsünü ovuşturup, sıkıca kavrayan hasta oranı oldukça fazladır. Kalp yetmezliği gelişmişse nefes darlığı ve soğuk terleme ile cilt solukluğu ön planda olacaktır. Kalp krizinden ölümlerin önemli bir kısmı, ilk 1 saat içinde olmaktadır. Bu ilk saat genellikle hastane dışında geçen süredir ki hastanın nakli bu esnada gerçekleşmektedir. Bu dönemde genellikle acil servis hekimleri, paramedikler ve acil tıp teknisyenleri hasta ile ilgilenmek durumundadırlar" ifadelerini kullandı.

Akut kalp krizi tedavisinin koroner bakım ünitelerinde yapıldığını belirten Dr. Gül, "Bu dönemin en önemli iki problemi ağrı ve buna bağlı gelişebilecek şok tablosu ve ritim bozuklukları ile başa çıkmaktır. Bu problemi giderilmiş ve rahatlatılmış hastanın ilk saatler içinde pıhtı eritici tedavi şansı ve gerekirse acil koroner by-pass alternatifleri olacaktır. Akut kalp krizi tedavisi mutlaka koroner bakım ünitelerinde yapılmalıdır. Özellikle kalp krizinin ilk 3-4 günlük takibi çok önem taşır. Hastalar durumlarına göre 1-2 hafta hastanede kalırlar ve sonrasında da düzenli takip ile hayatlarını devam ettirirler. Böylesi acil bir durumda kişinin hareketlerini azaltarak istirahata geçmesi, önceden bildiği hastalıkları ile ilgili ilaçlarını aksatmaması ve süratle ilk yardım istemesi dışında yapabileceği herhangi bir ilk ve acil müdahale bulunmamaktadır. İlk ve acil müdahale ilk yardım elemanları tarafından verilmelidir" dedi.


Mavi forum