31 Mayıs 2007 Perşembe

Türkiye'de 20 milyon kronik hasta var


Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan rapora göre, Türkiye'de yaklaşık 20 milyon kronik hasta bulunuyor. Rapora göre, kronik hastalıkların başında kalp-damar hastalıkları, yüksek tansiyon ve şeker hastalığı geliyor. Kronik hastalıkların en önemli nedeni ise sigara ve alkol kullanımı, sağlıksız beslenme, stres ve hareketsiz yaşam.

Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nce hazırlanan "Kronik Hastalıklar Raporu"na göre, Türkiye'de yaklaşık 20 milyon kişi kronik hastalıkların etkisi altında yaşıyor ve kronik hastaların sayısında artış gözleniyor. Raporda, kronik hastalıklar grubunda yer alan kalp-damar hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı ve KOAH'ın en önemli risk faktörlerinin, sigara ve alkol kullanımı, sağlıksız beslenme, stres ve hareketsiz yaşam tarzı olduğu vurgulanıyor.

Erken ölümlere yol açan ve kişilerin yaşam kalitesini olumsuz etkileyen kronik hastalıklardan korunmanın, alınacak koruyucu önlemlerle mümkün olacağına dikkat çekiliyor. Türkiye'de yaklaşık 15 milyon kişinin yüksek tansiyon, 4 milyon kişinin de şeker hastası olduğu belirtilerek, yaklaşık 3 milyon KOAH ve 2 milyon koroner kalp hastasının yaşadığı ifade ediliyor. Raporda, Türkiye nüfusunun önemli bir bölümünü etkileyen kronik hastalıklar, ayrı ayrı ele alınıyor.

Raporda, kalp damar hastalıklarının dünyada her yıl yaklaşık 17 milyon kişinin, ülkemizde de 130 bin vatandaşın hayatını kaybetmesine yol açtığına vurgu yapılarak, "Sigara bir çok hastalığa olduğu gibi, kalp-damar hastalıklarına da zemin hazırlayarak, ölümlere yol açar. Koroner kalp hastalıklarından ve bu hastalıkların yol açtığı ölümlerden korunmak için atılacak ilk adım, sigara ve dumanından uzak durmaktır. Kalp-damar hastalıklarının oluşumunu önlemek için ayrıca; beslenmede doymuş yağ oranının azaltılması, tekli ve çoklu doymamış yağ asitleri içeren yağların oranının artırılması, besinler yoluyla alınan kolesterole dikkat edilmesi, posa içeren yiyecekler ile meyve-sebze tüketiminin artırılması, şeker ve tuzun asgari düzeyde tüketilmesi gerekmektedir. Koroner kalp hastalıklarından korunmak için; vücut ağırlığı kontrol altında tutulmalı, doğru besinlerle beslenmeye özen gösterilmeli, stres azaltılmalı, alkol, sigara ve oksijensiz ortamlardan uzak durulmalı, spor ve haftada üç dört kez en az yarım saat tempolu yürüyüş yapılmalıdır" denildi.

BEYİN KANAMALARI VE ÖLÜMLERE YOL AÇAN YÜKSEK TANSİYONA DİKKAT

Raporda, Türkiye'de yaklaşık 15 milyon kişinin yüksek tansiyon hastası olduğu belirtilerek, yüksek tansiyon hastalığının 18 yaş üzeri görülme oranının yüzde 31.4'e ulaştığına dikkat çekildi. Yüksek tansiyonun, genellikle ensede olan baş ağrısı, çarpıntı, çabuk yorulma, baş dönmesi, burun kanaması, yol yürüme ve merdiven çıkmada zorlanma, bazen çok sık idrara çıkma, gece uyurken uykudan kalkıp idrar yapma ve bacaklarda şişlik gibi şikayetlere yol açtığına ve bazı kişilerde de belirti vermediğine vurgu yapılarak, tedavi edilmeyen yüksek tansiyonun, kalp krizi veya felç geçirme riskini artırdığı, kalp ve böbrek yetersizliği ile ölümlere yol açtığı kaydedildi. Türkiye'de tüm ölümler arasında ilk iki sırada yer alan kalp-damar hastalıkları ile kanserin ana risk faktörü sigaranın, yüksek tansiyon için de risk faktörü olduğunun altı çizildi. Yüksek tansiyondan korunma konusunda; sigaradan tümüyle uzak durma, fazla kilolardan kurtulma, az yağlı ve az tuzlu beslenme, düzenli egzersiz yapma ve stresle başa çıkmayı öğrenmenin önemli bir yer tuttuğu vurgulandı.

Sağlık Bakanlığı'nca hazırlanan "Kronik Hastalıklar Raporu"nda, şeker hastalığının yaşadığımız yüzyılın en önemli sağlık sorunlarından biri olduğu ve dünya nüfusunun yüzde 2.5'ini olumsuz etkilediği vurgulanarak, "Ülkemizde, aileleriyle birlikte 12 milyon vatandaşımız diyabet hastalığından etkileniyor. Türkiye'de 'önemli bir halk sağlığı sorunu' olarak varlığını sürdüren diyabet, bir çok hastalığa da zemin hazırlıyor. Tüm yaş gruplarında görülebilen ve yaşam boyu süren diyabet; aşırı su içme ve yemek yeme, sık acıkma, aşırı idrara çıkma, yorgunluk ve halsizlik gibi belirtilerle kendini gösteriyor" ifadesine yer verildi. Diyabetin, "en sık ölümlere neden olan" bir çok hastalığın hazırlayıcısı olduğu, iyi tedavi edilmemesi durumunda yaşamsal organlarda ciddi, kalıcı hasarlara yol açtığı ve sağlık sistemine de 580 milyon YTL yük getirdiğine dikkat çekildi.

Raporda, akciğerlerdeki hava yollarının daralmasına bağlı olarak insanların nefes almalarını zorlaştıran Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı'nın (KOAH), en tehlikeli akciğer hastalıkları arasında yer aldığına işaret edilerek, hastalığın oluşumunda en önemli ve önlenebilir tek nedenin sigara olduğu kaydedildi. Sigara tiryakilerinin potansiyel KOAH adayı olduğu bildirilen raporda şunlar kaydedildi:

"Bazı istisnalarla birlikte bu hastalığın sadece sigara içen kişilerde görüldüğü tespit edilmiştir. KOAH, sigaraya erken başlayan, uzun yıllar ve fazla sayıda sigara içen kişilerde daha erken görülür ve ağır bir seyir izler. Sigara içmeye başlayan hatta uzun yıllar sigara içen kişilerde belirti vermeden ilerleyen KOAH, ileri yaşlarda fark edildiğinde tedavi için geç kalınmış olur. Sigara dumanı; katran, karbon monoksit ve nikotine ek olarak, amonyak, arsenik, hidrojen siyanür, formaldehid ve metan gibi son derece zehirli olan 4 binden fazla kimyasal madde içerir. Sigarada bulunan nikotin, bağımlılık yapma özelliği olan bir maddedir. Sigara dumanın içerdiği katran akciğerlere zarar verirken, karbon monoksit kan dolaşımına girerek dokuların oksijen almasını zorlaştırır, damar içi pıhtılaşmayı artırarak, atardamarların iç duvarlarına zarar verir."


Mavi forum

Parkison hastalarına yeni umut

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türkiye Beyin Araştırmaları ve Sinirbilimleri Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Gönül Özsoy Peker, ''Parkinson hastaları için EÜ Tıp Fakültesi'nde bir umut olarak cerrahi sağaltım gerçekleştirildi'' dedi.

Prof. Dr. Peker, geçen yıl gerçekleştirilen ''sinirbilimi araştırmalarının'' sonuçlarını değerlendirdi.

Peker, Parkinson hastaları için EÜ Tıp Fakültesi'nde ''bir umut olarak'' cerrahi sağaltımın (derin beyin elektriksel uyarımı) gerçekleştirildiğini bildirdi.

Parkinson hastaları ile benzer şikayetleri olan kişiler için özellikle hastalığın erken devrelerinde kullanılacak ilaçlar bulunduğunu ifade eden Prof.Dr. Peker, şunları kaydetti:
''Daha önceleri çok umut bağlanmış olan nörotrop faktör, GDNF uygulamalarıysa bu yıl başarısızlık ve düş kırıklığı getirmiştir. Yine bir baş etme stratejisi için hedef olabileceği düşünülmüş proteazom-ubikuitin ise eski popülaritesini yitirmiştir. Hücrenin enerji jeneratörü mitokondriyi ve bununla ilgili oksidan stresi hedef alan yaklaşımlar, bu yıl içinde öne çıkmış bulunmaktadır.''


Mavi forum

Diyabet akciğerleri de vuruyor


Toplumda yaygın olarak görülen kronik hastalıklardan olan diyabetin, akciğerlerde gerek yapısal, gerekse fonksiyonel bozukluklara neden olduğu, ayrıca şeker hastalarında zatürree ve tüberküloz gibi akciğer hastalıklarına yatkınlık görülebildiği bildirildi.

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı'nda görevli Dr. Beril Bahadır Erdoğan, kan şekeri düzeyinde artış ile seyreden kronik bir hastalık olan diyabetin, insülin salınımının olmaması, azlığı ve etkisinin azalması sonucu ortaya çıktığını söyledi.

Kan şekeri yüksekliği ve insülin yokluğunun, şeker hastalarında çeşitli organ bozukluklarına neden olduğunu ifade eden Erdoğan, şeker hastalığının, diğer organlara olduğu gibi akciğer üzerine de olumsuz etkilerinin bulunduğunu kaydetti. Erdoğan, şeker hastalığının akciğerlerde enfeksiyonlara yatkınlık, akciğer fonksiyon bozuklukları, akciğer zarında sıvı birikimi, uyku apne hastalığı gibi rahatsızlıklara neden olduğunu bildirdi.


Mavi forum

kalp hast. tedavisi

Çoğumuzun yakınlarında kalp hastalıkları vardır bu tedavi yöntemi FDA onaylı amerika ve ülkemizde uygulanan bir tedavi yöntemi www.medkar.net adresinden ayrıntılara bakabilirsiniz.Sorularınız olursa cevaplamaktan memnuniyet duyarım.

Mavi forum

Hayat veren bitkiler


Tabiat bir eczane gibi... Tahıllarda, sebze veya meyvelerde bulunan çeşitli maddeler ve vitaminler, depresyondan tansiyona birçok hastalığa iyi geliyor

Romatizmal ağrılara enginar

Tabiat bir eczane gibi... Tahıllarda, sebze veya meyvelerde bulunan çeşitli maddeler ve vitaminler, depresyondan tansiyona birçok hastalığa iyi geliyor.

Acı pul biberinin cilde yararlı, teni güzelleştiren maddeler içerdiğini, ilaçta aspirin neyse, yiyecekler içinde elmanın da aynı özelliği taşıdığının belirten uzmanların, 'Doğal Savaş Programı'nda bitkilerin özellikleri şöyle anlatılıyor:

Romatizma hastalıklarına iyi gelen bitkiler
* Enginar: Vücuttaki zehri atma etkisi sayesinde başta romatizma olmak üzere gut hastalığı ve eklem yanmasına karşı birebirdir. Folik asit ve potasyum kemikleri güçlendirir.

* Domates: C vitamini deposudur. Kemiklere kuvvet verir.

* Tahıl: İçerdiği doğal kimyasallar, romatizmanın yol açtığı eklem yanmaları ve romatizmal ağrıları hafifletir.

* Kekik: Timol adı verilen bir tür doğal yağ, vücuttaki diğer yağların parçalanmalarına yardımcı olur. Kekik yağı banyoda sürüldüğü zaman, romatizma ağrılarını büyük bir oranda azaltır.

* Zencefil: Kan damarlarını genişletip dolaşımı artırarak romatizma ağrılarını ve yanmaları yok eder.

* Kuşkonmaz: Folik asit, C ve E vitaminleri içerir. Yenilen besinlerin vücuttaki zehirli kalıntılarını atmayı sağlar. Bu özelliği ile romatizmal hastalıklara faydalıdır. Karaciğer ve böbreklerin çalışmasını kolaylaştırır, destekler. Bu sebeple doktorlar, sistit hastalarının mutlaka kuşkonmaz yemeleri gerektiğini söylüyor.

* Pancar: Böbrekleri çalıştırır. Önemli bir potasyum kaynağıdır. Kemiklere büyük faydası vardır. Vücuttaki tuz oranını dengeler. Bu sayede böbrekler ve idrar yollarının çalışmasını da destekler.

* Kavun: Orta boy bir kavunun yarısı, günlük C vitamini ihtiyacını tamamen karşılar. A vitamini ve betakaroten içerir. Bunlar antioksidan, yani vücudu temizleyici etkiye sahiptir. Dolayısıyla romatizmaya iyi gelir. Ayrıca böbrekleri rahatlatır. Yüksek miktarda su ve düşük miktarda kalori içerir.

* Hurma: Türüne göre değişse de hurmaların birçoğu yüksek oranda demir içerir. Kemikler için faydalıdır. Besin değeri yüksek ve önemli bir enerji kaynağıdır. Doğal müshil etkisine sahiptir. Kurutulmuş olanlarına göre daha yüksek oranda su ve daha düşük kalori içerir. 1


İdrar yolları, alerji, basur ve karın ağrısına iyi gelenler


* Nane: İdrar söktürücü özelliğe sahiptir. İçerdiği mentol, midenin normal fonksiyonunu görmesini sağlar. Vücuda giren grip mikrobuna karşı savaştığı gibi, ileri yaşlarda ülsere yakalanma riskini de azaltır. Sabahları mide bulantısını keser. Nane çayı, baş ağrısı, stres gibi hastalıkların yanı sıra mide yanmasına da birebirdir. Ancak nane çayı aç karnına değil, tok karnına içilmelidir.

* Kepekli ekmek: B 3 vitamini, demir, potasyum ve folik asit içerir. Çok fazlası idrar yollarına zarar verirken, günde 2 dilim yemek iyi gelir.

* Elma: İçindeki C vitamini ve pektin oldukça faydalıdır. Kolesterolü düşürür, sindirim sistemini düzenler, idrar yollarındaki sorunları giderir.

* Hindistan cevizi: İçerdiği myristin adlı madde kusmayı engeller, basur tedavisinde birebirdir. Ancak fazlası basur için tehlikelidir.

* Papatya çayı: Bağırsak yollarında toplanan gazı çıkartır, sindirim sistemini düzenler, mide ağrısını keser.


Mavi forum

Çağın hastalığı 'Onlinekolizm'

Çağın hastalığı ‘Onlinekolizm’

Günlük hayatımıza hızla giren internet, artık bağımlılık yaratmaya başladı. ABD’li psikiyatri uzmanlarına göre internet bağımlılığının yıkıcı etkisi, uyuşturucu ve alkol bağımlılığıyla eş düzeyde. New York’ta ‘Internet/Bilgisayar Bağımlılık Hizmetleri’ adlı bir klinik işleten Psikiyatr Hilarie Cash, çağımızın yeni hastalığını şöyle tanımladı: Hastalarımızın bazılarını ‘onlinekolik’ olarak tanımlıyoruz. Bazı hastalarımıza ise internet bağımlılığı teşhisi koyuyoruz. İnternet bağımlılarının büyük bir kısmı, aynı zamanda depresyon ve ankisiyete sorunları yaşıyor. Gerçekten kaçma arzusu, kolay erişilebilir olması ve anonim kalarak sorumluluktan kaçma gibi özelliklerinden dolayı, internet, sağlıklı insanlarda da bağımlılık yaratıyor.

Haber sitelerini takip etmek, gelen mailleri okumak, yatırım hesaplarını kontrol etmek ve sanal sohbetle başlayan bağımlılık daha sonra internet üzerinden bilgisayar oyunu oynamaya, sanal kumar ve pornografi bağımlılığına da dönüşebiliyor. İnternet üzerinden en çok bağımlılık yapan oyunların başında ise Doom3 ve EverQuest geliyor. İnternet bağımlılığı bir müddet sonra kişinin hayatını olumsuz etkilemeye başlıyor. İnsanların evliliklerinde sorunlar oluşuyor. İşlerini kaybedenler oluyor. Hatta, depresyona girip toplumsal hayattan kendini tecrit edenlere rastlıyoruz. Ama, insanlar tüm yaşadıklarına rağmen, internete girmekten hâlâ kendini alamıyor.

ABD’DE 20 MİLYON İNTERNET BAĞIMLISI VAR

Amerika’da 189 milyon internet kullanıcısı bulunuyor. Bunun yüzde 10’u ise internet bağımlısı.


ABD’li gençlerin yarısı her gün internete giriyor. Bu oran beş yıl öncesine kadar yüzde 42’ydi.


Amerika’da internet bağımlığının neden olduğu işgücü kaybı yıllık 200 milyon dolar.

Bağımlılığı tedavi edebilmek için merkezlerde 12 adımdan oluşan bir program uygulanıyor.

‘Onlinekolik’ tanIma TESTİ

8 sorudan 5’ine ‘evet’ diyorsanız bir uzmana görünün!

1) İnterneti düşünmeden duramadığınız zamanlar oluyor mu?

2) Net’te geçirdiğiniz zaman hakkında yalan söyler misiniz?

3) Hobilerinizi bıraktınız mı?

4) İnsanlarla iletişim kurmakta bazen zorlanıyor musunuz?

5) Sırtınız sürekli ağrıyor mu?

6) İnternet’le tanıştığından beri kilo alıyor musunuz?

7) Net’te 3 saat aralıksız zaman geçirdiğiniz oluyor mu?

8) Bağlanamadığınız zamanlarda huzursuz oluyor musunuz?

Mavi forum

Yazı okurken gözlerinizi kısmayın

Yazı okurken gözlerinizi kısmayın

Araştırmacılar, bir metni okurken gözlerini kısan kişilerin daha az göz kırptığını, bunun da gözlerde kuruluk ve rahatsızlığa neden olduğu saptadı.

Ohio Devlet Üniversitesi'nde yapılan araştırmaya göre, bilgisayar ekranına ya da kağıt üzerindeki metne bakarken gözlerini kısanlar, diğerlerine göre daha az göz kırpıyor. Araştırmayı yöneten Profesör James Sheedy, göz kırpma sayısının azalmasının gözlerde kurumaya ve ağrıya neden olduğunu söyledi.

İnsanların bilgisayara ya da kitaplara bakarken, daha net görebilmek için gözlerini kısma eğiliminde olduklarını belirten Sheedy, gözlerini az miktarda kısanlarda bile, dakikada ortalama 15 olan göz kırpma sayısının, 7,5'e düştüğünü kaydetti. Sheedy, kırpma hareketinin gözleri sulandırdığını ve koruduğunu belirtti.

ALINTI

Mavi forum

Beyninizi Zinde Tutmanız İçin Öneriler

Beyninizi Zinde Tutmanız İçin Öneriler

40’lı ve 50’li yaşlardan sonra hafızamız zayıflamaya başlıyor. "Niçin isimleri hatırlayamıyorum, anahtarlarımı nereye koydum?" gibi soruları sormaya başlıyoruz. Yıllar ilerledikçe bu sorular sıkıntı ve üzüntü sınırını aşıp "Alzheimer hastalığı gibi ciddi bazı rahatsızlıkların başlangıcı olabilir mi?" endişesine götürüyor bizleri. Günümüzde ilerlemiş görüntüleme teknikleri, hayvan araştırmaları ve fizyolojik çalışmalarla, bilim adamları sadece hastalıkları değil aynı zamanda beynimizin nasyl çalıştığı ve yaşlandığını araştırıyorlar. Ayrıca beynimizi nasıl sağlıklı ve zinde tutabileceğimiz konusunda da önerilerde bulunuyorlar.

Neler kaybediyoruz?

Yaşımız ilerledikçe meydana gelen hafıza kayıpları, sisteminin dolmaya başlaması tarzında izah ediliyordu. Bugün aynı zamanda hafıza kapasitemizin ancak bir bölümünü kullandığımızı, eğitimle bu kapasiteyi arttırabileceğimizi, kayıpları yine eğitimle ve tekrar ile azaltabileceğimizi ve yavaşlatabileceğimizi biliyoruz. Buna rağmen yaşlanmayla sinir sistemimiz, önceki yıllara nazaran biraz daha yavaş ve biraz daha dalgalı çalışmaya başlıyor. Ancak isimleri hatırlayamama, beyninizin zengin, sağlıklı bir iletişim ağına sahip olduğunun da bir göstergesi olabilir. Çünkü bu bağlantılar birbirleriyle yarışmaya girmekte ve bazıları baskılanabilmektedir. Her halükarda yaş ilerledikçe beynimizin fiziksel olarak yıprandığı da bir gerçek. Ayrıyca yaşlandıkça beynimiz daha yavaş çalışıyor, sinir hücreleri (nöronlar) zayıflıyor ve ölüyor. Bilim adamları, hayata ihtiyacımızdan daha fazla nöronla başladığmızı, beynimizde hücrelerin, birbirlerini takviye edebilecek şekilde sıralar oluşturduğunu ve savaşta askerlerini kaybeden fakat çarpışma için yeni gruplar oluşturabilen bir ordu gibi davrandığını söylüyorlar. Bu durum ise "beyin rezervi" olarak adlandırılıyor. Uzmanlar, beyinde saklı tutulan mevcut hafızamızın yaşlandıkça önemli miktarlarda kaybolmadığını, bunun yerine yeni bilgileri depolayan beyin yapılarının yaş ilerledikçe zayıfladığını bildiriyorlar. Örneğin bilgilerin saklanması için asetil kolin adlı maddeyi üreten bazal ön beyin normal yaşlanma süreci içinde hücrelerinin yarısını kaybedebilmektedir.

Beynimizle ilgili bilimsel gerçekler

Beynimizin 1 cm3’de, bir trilyon bağlantılı, 100 milyar nöron bulunmakta ve bu nöronlar arasında her bir saniyede 10 milyon x milyar kere uyarı gerçekleşmektedir. Tüm bunlar 1300 gramdan daha hafif, sınırsız kompleks bir kimyasal fabrikayı oluşturmaktadır. Bu fabrika içerisinde hücreler arası bağlantılar ve etkileşimler ve bu etkileşimi sağlayan kimyasal maddeler hafıza sistemimizin temelini teşkil etmektedir.

Yaşlandıkça neler kazanırız?

Yaşlanma hepten kötüye gidiş anlamına gelmiyor. Nice yaşlı kişiler gençleri alt edebilecek yeteneklere sahipler. Yaşlı beyinler daha geniş bir kelime haznesine, yazılı metinleri daha iyi anlama ve olayları daha geniş açıdan yorumlayabilme özelliğine sahipler. Johns Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi Geriatri Nörolojisi Doçenti Claudia H.Kawas, "80 yaşındaki bir gruba belirli bir günde bir numaraya telefon açmalarını söyleyin. Bunlar bu işi gençlere göre çok daha iyi becereceklerdir. Çünkü yapılacak işlerin listesini tutmak gibi daha etkin stratejiler geliştirmişlerdir kendilerine göre" diyor. Kawas yaşlanmayı "uyum kaybı" olarak tanımlıyor ve ilave ediyor: "Görevlerinizi başarabilecek yeni yaklaşımlara uyum sağlayabildiğiniz ölçüde, başarılı bir yaşlısınız."

Normal ve Alzheimer’li beyin

Yapılan bir çalışmada her üç kişiden ikisi yaşlanmayla birlikte meydana gelen doğal hafyza kaybının farkına varamamaktadır. Ve yine bir çoğumuz seyrettiğimiz filmdeki oyuncuların isimlerini hatırlayamama veya bazen arabayı parkettiğimiz yeri unutma gibi belirtilerle başlayan ve sinsice ilerleyerek entellektüel yeteneklerin kaybı şeklinde karşımıza çıkan Alzheimer hastalığının farkına varmayız. Uzmanlar bu iki durum arasındaki ince çizgiyi şu şekilde belirtiyorlar: Anahtarları byraktığınız yeri unutmanız önemli değildir. Fakat onları bulduğunuzda oraya koyduğunuzu hatırlamıyorsanız bir problem var demektir. Veya annenizin pişirdiği pastayı size ikram etmeyi unutması önemli değildir. Fakat pasta yaptığını unutması durumunda alarm zili çalıyor demektir.

Beyni zinde tutma yolları

Daha az yiyin. Beynimiz, tüm vücut dokuları gibi kalori yakıyor. Hücrelerimiz daha az kalori yakarak DNA veya mitokondrimizi (hücre içinde enerji üreten küçük mutfaklar) hasara uğratan serbest oksijen radikalleri olarak adlandırılan zararlı maddeleri daha az üretecektir.

Zararlı maddelerden uzak durun. Aşırı alkol ve ilaç bağımlılığı beyin hücreleri için zararlı olmaktadır.

Kendinizi geliştirin. Yeni yetenekler kazanmak ve hafızanızı canlı tutmak için zihinsel egzersizler yapmak (bulmaca çözme, şiir gibi belirli metinleri hatırlama, vb.) beyin hücreleri arasındaki bağlantıları artırmaktadır.

Kendinize daha fazla güvenin. Kendinizi başarılı olacak şekilde planlayın. Kendi hayatynızı kontrol altında tuttuğunuza inanıyorsanız beyin kimyanız da düzelecektir.

Antioksidanlı maddeler alın. E ve C vitaminleri, toksik serbest radikalleri parçalayarak sinir hücrelerinin hasarını önleyebilmektedir.

ALINTI

Mavi forum

Kadın Sağlığı

ADENOMIOSIS


Adenomiosisde rahim iç yüzeyinin dokusu olan endometriyal doku, rahimin kastı duvarlarının içinde (duvar dokusunun içinde) büyümeye başlar. Bu oluşuma daha çok doğum yapma çağının sonuna doğru ve çocukların doğumundan sonra rastlanır. Adenomiosis birçok kadın-da hiç semptom göstermez.

Belirtiler

- Adet kanaması süresince devam eden ve yaş ilerledikçe artan, kramp şeklinde sancı;

- Uzayan ve fazla miktarda adet kanaması.

Genellikle alt karın muayenesi sırasında doktor, rahmin büyüdüğünü ve yumuşadığını fark eder. Doktorun bulguları ve yukarıda belirtilen belirtiler bir araya gelince, zararsız olmasına karşın Çok sancı verebilen adenomiosisin varlığı belirlenir.

Tedavi

Eğer menopoz yakınsa, doktor ağrı kesiciden başka bir şey vermeyebilir; çünkü bu sorun genellikle menopozdan sonra kaybolur. Ağrılar çok şiddetliyse ve menopoz da çok uzak görünüyorsa, doktor rahimin alınmasını tavsiye edebilir.

Mavi forum

Kan bağışı vücuda faydalı

Kayseri Kan Merkezi Müdürü Dr. Oktay Karacalar, kan veren vücudun daha dinç ve sağlıklı olduğunu söyledi.

Kayseri Kan Merkezi'nde 15 yıldır görev yapan Dr. Oktay Karacalar, halk arasındaki yanlış inanışlar sebebiyle kan verme oranının çok düşük olduğunu belirtti. Kan vermenin çok kısa süren bir işlem olduğunu söyleyen Dr. Karacalar, bir kişiden alınan bir ünite kanın birçok kişinin hayatını kurtarabileceğini kaydetti. Kan vermenin insan sağlığına sanıldığının aksine bir çok faydası olduğunun altını çizen Dr. Karacalar, "Kan vermenin vücuda hiçbir zararı yoktur. Vücutta dolaşan kan 120 günde bir kendini yenilemektedir. Kanın vücut içerisinde üstlendiği birçok görevler vardır. Kan verildiği zaman bu görevlerden hiçbirini aksatmaz. Aksine kan verildiği zaman vücut daha dinç olmakta ve insanlar kendilerini dana aktif hissetmektedirler. Kan veren kişinin vücudunun içinde dolaşan fazla miktarda yağ varsa o da kan verme yoluyla dışarı çıkar. Böylece kişi kendini daha sağlıklı hissetmektedir. Vücutta bulunan kan 120 günde kendini yenilediği için kan üreten hücrelerimiz hemen aktivite olmakta ve bunların çalışmasına başlamaktadır. Bu durum kan vermeye başlandığı andan itibaren oluşmaktadır. Bu da kan üreten hücreleri sürekli aktif halde tutmaktadır" dedi.
Halk arasında kan vermenin zararlı ve uzun süren bir işlem olduğu yönünde yanlış inanışların olduğuna da dikkat çeken Dr. Karacalar, "Sanıldığı gibi kan vermek çok zor, zaman alıcı ve can atıcı bir işlem değildir. Kan vermek 8 dakika gibi kısa bir sürede gerçekleşebilmektedir. Kullanılan bütün malzemeler steril olduğu için kan veren kişilerde herhangi bir şekilde bir hastalığın, mikrobun bulaşma riski söz konusu değildir. Kan veren şahıstan aldığımız bir ünite kan birçok hayat kurtarmaktadır" diye konuştu.

Kan vermekte gönüllüğün esas olduğunu ve Kayseri Kan Merkezi olarak ana hedeflerinin Kayseri ve civarının ihtiyacı olan kanı temin edip ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak olduğunu söyleyen Dr. Karacalar, herkesi kan vermeye sürekli olarak sahip çıkmaya davet ettiğini sözlerine ekledi.


Mavi forum

Çürük dişler kalp hastalığına neden olur


Bartın İl Sağlık Müdürü Dr. Osman Nacaroğlu, çürük dişlerin ve diş eti hastalıklarının, kalp hastalıkları, boğaz iltihapları, görme ve işitme bozukluğu, mide hastalıkları, böbrek iltihapları, eklem hastalıkları ve diş kayıplarına neden olduğunu belirtti.

Diş sağlığına dikkat çeken Bartın İl Sağlık Müdürü Dr. Osman Nacaroğlu, diş ve diş eti hastalıklarının beraberinde birçok rahatsızlığı getirdiğini söyledi. Nacaroğlu, "Çürük dişler ve diş eti hastalıkları, kalp hastalıkları, boğaz iltihapları, görme ve işitme bozukluğu, mide hastalıkları, böbrek iltihapları, eklem hastalıkları ve diş kayıplarına neden olmakta, hamilelerde erken doğum ve düşük doğum riskini artırmaktadır. Kötü ağız hijyeninin yol açtığı diş çürükleri ve diş eti hastalıklarından korunmada, öncelikle kişilerin kendi sağlıklarının bilincinde olması, bireylere düzenli olarak diş hekimliğine gitme alışkanlığının kazandırılması gerekmektedir. Çürükten korunmak için sabah kahvaltı sonrası ve gece yatmadan önce 2'şer dakikalık etkili bir fırçalama işlemi yeterli olacaktır. Fırçalama işleminde diş etlerine masaj yapacak tarzda dairesel hareketler yapılmalıdır. Fırçalarken aşırı kuvvet uygulamanın diş eti çekilmesine neden olacağı unutulmamalıdır. Diş sağlığımız için bol bol peynir, süt ve yoğurt tüketmeli, şekerli yiyecekler tükürük akışının yoğun olduğu ana öğünler sırasında yenmelidir. Sağlıklı ve güzel diş ve diş etleri için öğün aralarında da abur-cuburlarla değil elma, havuç gibi yıkanmış, taze meyve ve sebzeyle beslenmeliyiz" dedi.

İl Sağlık Müdürü Dr. Osman Nacaroğlu, halk arasında süt dişlerinin önemli olmadığına dair yanlış bir inanış olduğunu da söyleyerek, "Oysa ağız ve diş sağlığında dişlerin önemi süt dişlerinin sürmesiyle başlar. Süt dişleri çocuğun beslenmesinin yanı sıra düzgün konuşmasını da sağlamaktadır. Sağlıklı süt dişleri çiğneme işlemini gerçekleştirirken, aynı zamanda altında bulunan daimi dişin korunmasını ve zamanında sürmesini sağlar. Yani sağlıklı süt dişi sağlıklı kalıcı dişlerin en büyük garantisidir. Tedavi edilmeyen süt dişleri ağrı, koku, konuşma ve çiğneme zorluğu ve beslenme bozukluğuna sebep olur. Süt dişlerinin tedavi edilmeyip zamanından önce çekilmesi kalıcı dişlerin çapraşık çıkmasının ve çene gelişimindeki bozukluğun en önemli sebebidir. Bu sebeplerden dolayı süt dişleri 'nasıl olsa değişecek' mantığıyla ihmal edilmemeli, belirli aralıklarla diş hekimi tarafından mutlaka kontrol edilmelidir" diye konuştu.


Mavi forum

Nasıl Bir Uyku?

İnsanoğlu, hayatının yaklaşık üçte birlik dilimini uyuyarak geçirir. Ancak, uykunun insan hayatındaki yeri, sadece bu süreyle sınırlı kalmaz. Öyle ki, bir kimsenin uyku kalitesi, uyanık olduğu saatlere de tesir eder. Ayrıca uyku sırasında salgılanan büyüme hormonu çocukların gelişmesinde önemli bir rol oynarken, vazifeli diğer hormonlar da vücut sarayının bakımında, tamirinde ve hücrelerin yenilenmesinde istihdam edilir.

Bir insan uyumadan yaşayabilir mi?
Uyku, insanoğlunun hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan yeme, içme ve nefes alıp-verme gibi temel ihtiyaçlardan biri olarak kabul edilegelmiştir. İnsanoğlunun uykusuzluğa ne kadar dayanabileceği konusunda araştırmalar yapılmış, ortalama insanlar için bu sürenin genellikle 3-4 gün olduğu tespit edilmiştir. Bu süre sonunda kişilerde dalgınlık, sinirlilik, zamanı bilememe, hayal görme, kekeleme, konuşulanları anlayamama, ellerde titreme, vücutta yanma, ağrı ve görme bozuklukları gibi problemler ortaya çıkmıştır. Bu denemelerin en uzun sürelisi, Amerikalı bir üniversite öğrencisi üzerinde gerçekleştirilmiştir. 11 günlük uykusuzluğun sonunda öğrenci psikoza benzer bir klinik tabloya girerken deney sonlandırılmıştır.
Sağlıklı bir insan günde kaç saat uykuya ihtiyaç duyar?
Uyku üzerindeki çeşitli araştırmalar, sağlıklı ve dengeli bir hayat için ihtiyaç duyulan uyku süresinin, kişinin genetik faktörlerine de bağlı olarak ortalama bir insan için 4-10 saat arasında değiştiğini, yetişkinler için günde ortalama 6-8 saat olması gerektiğini ortaya koymuştur. Diğer taraftan, gerçekten sekiz saat uyumak zorunda olmadığımızı, günde sadece altı, beş, hatta dört saat uykunun bile yeterli olabileceğini gösteren çalışmalar da vardır.

İhtiyaç duyulan süreden az veya çok uyumak ne gibi neticeler doğurur?
İhtiyaç duyduğu süreden az veya çok uyuyan kimseler, ölçülü uyuyanlara göre daha fazla sağlık problemleriyle karşılaşmaya eğilimlidirler. Bu konuda yapılan bir çalışmada, 71.000 kadın, 10 yıl boyunca izlenmiş, neticede iki önemli husus tespit edilmiştir. Bunlardan biri, uzun süren uykusuzluğun kalb hastalığı riskini artırması, diğeri ise, çok uyuyanların da, tıpkı yetersiz uyuyanlar gibi, daha fazla sağlık problemleriyle karşı karşıya kalması olmuştur. Uyku düşkünlüğü şişmanlık, şeker hastalığı, yüksek kan basıncı, kas kitlesinde azalma, bağışıklık sistemi fonksiyonunda azalma ve depresyon gibi rahatsızlıklara da yol açabilmektedir.

Uyku süresiyle dinlenme arasında nasıl bir ilişki vardır?
Kendi tecrübelerimizden ve çevremizdekilerden de görürüz ki, uyku süresiyle dinlenme arasında her zaman doğru bir orantı yoktur. Az uyuyan bir kişinin, çok daha fazla uyuyana göre kendini daha dinlenmiş hissetmesinin sebepleri arasında, dinlendirici ve yeterli uyumasının büyük rolü vardır.

Kaliteli bir uyku için nelere dikkat etmek gerekir?
Kişinin günlük hayatında ve uyku öncesinde dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır:
- Akşam saatlerinde yatmadan en az iki saat önce hafif şeyler yenmelidir. Ağır yemekler bilhassa horlama ve solunum rahatsızlığı olanlar için daha büyük riskler taşımaktadır. Ayrıca, çay, kahve, kola gibi uyarıcı tesire sahip içecekler, uykuyu geciktirmektedir.
- Uyku ortamının rahatlığı önemlidir. Kaliteli bir uyku için ideal ortam; genellikle hafif ışıklı, gürültüsüz, çok soğuk veya çok sıcak olmayan bir oda ile, çok sert veya çok yumuşak olmayan bir yataktır.
- Düzenli bir uyku alışkanlığına sahip olunmalıdır. Kaliteli bir uykunun şartlarından biri, her gün olabildiğince aynı saatlerde uyumak ve uyanmaktır. Özellikle, hafta içinde düzenli bir uyku programına sahip olup, hafta sonlarında bu programın bozulması da, kaliteli uykuya engel teşkil eden faktörlerdendir.
- Sağ veya sol taraf üzerine yatılmalıdır. Uykuya dalma veya uyuma esnasında, yüzüstü veya yüzükoyun yatılması bazı rahatsızlıkları da beraberinde getirmektedir. Bazı hastalarda horlama ve solunum durması, sadece sırtüstü yatarken ortaya çıkmaktadır. Kişi için en uygun uyuma pozisyonu, sağ veya sol taraf üzerine yatılmasıdır. Gece boyunca normal bir insan, uykusunda genellikle iradesi dışında ve bir rahmet eseri olarak 10-15 defa hareket eder ve pozisyon değiştirir.

Uyku ihtiyacı hangi saatlerde karşılanmalıdır?
İdeal uyku saatlerinin hangileri olduğunu belirleyebilmek için, günün değişik zaman dilimlerinde ve uyku esnasında, insan bedeninde gelişen olayların iyi bilinmesi gerekir. Burada akla ilk olarak, insan vücuduna yerleştirilmiş bir sistem olan epifiz bezi gelmektedir. Beynin orta alt kısmına yerleştirilmiş olan bu bezin salgılamakla görevli olduğu hormonlardan biri de, melatonindir. Bu hormon vesilesiyle, uyku kolaylaştırılmakta ve uyku-uyanıklık çevrimi ayarlanmaktadır. Melatonin salgılanması, karanlığın tesiriyle akşam saatlerinde başlamakta ve zirveye çıktığı gece 0200-0300 saatlerine kadar da artarak devam etmektedir. Yani insanoğlunun bedenine fıtrî olarak, akşam saatlerinde uyumayı kolaylaştıracak bir sistem yerleştirilmiştir. Diğer taraftan, aşırı sun’î ışığa maruz kalma, gece yarısı televizyon seyretme ve elektromanyetik alanlar gibi dış tesirler, melatonin üretimini azaltmakta ve bu sistemin işleyişine zarar vermektedir.
Yapılan araştırmalar neticesinde, uykunun, metabolizmamızı ve dolaylı olarak enerji seviyemizi kontrol etmemize yardımcı olan TSH hormonunu dizginlenmesinde rol oynadığı ortaya çıkmıştır. Bu sebeple, günümüzde Avrupa ülkelerinde, % 25-35 oranında düşük TSH seviyesine sahip kişilere, gecenin bir bölümünde uyanık kalmaları tavsiye edilmektedir.

Gündüz uykusu hakkında önemli tespitler de vardır. Konunun mütehassıslarına göre, gündüz uykusu için en uygun zaman, öğle saatleridir. Daha ziyade derin ve yavaş uyku döneminden oluşan yarım saatlik bir öğle uykusu, gece uykusunun iki saatine eşittir. Bu vesileyle gece daha az uykuya ihtiyaç hissedilecektir. Ayrıca günün diğer saatlerine göre nispeten daha verimsiz olduğu bilinen ve uykuya daha eğilimli olunan öğle saatlerinin uykuda geçirilmesiyle, günün diğer saatlerinin daha verimli ve zinde geçirilmesi de sağlanmış olacaktır. Bu uyku, sıcak iklim kuşaklarında sıkça uygulanmaktadır. Diğer taraftan Japonya’da bazı işyerlerinde, öğle uykusunun özendirilmesi için, bu saatlerde uyuyanlara mekan tahsis edilmekte ve ek ücret ödenmektedir.

Mavi forum

Sır hastalık, MS!


Türkiye'de 35 bin hastasının var olduğu tahmin edilen Multipl Skleroz (MS), nedeni hâlâ bilinmeyen hastalıklardan. Kimlerin MS olabileceği önceden söylenemiyor ama kadınlarda 2 kat daha fazla görüldüğü ve gençlerde sık rastlandığı biliniyor.
Beynin konuşma, yürüme, görme gibi fonksiyonları üzerindeki kontrolünü kaybetmesine neden olan MS, ileri dönemde tekerlekli sandalyeye mahkûm olmaya kadar götürebiliyor. MS, bağışıklık sisteminin bir çeşit şaşkınlığı olarak da kabul ediliyor.
Henüz önlenebilir veya tedavi edilebilir bir hastalık olmaması nedeniyle fazla bilinmeyen MS, çoğu kez akıl hastalığı sanılıyor ya da belirtilerinden ötürü hastaların 'sarhoş' gibi algılanmalarına yol açıyor.
'Türkiye MS Tanıtım Haftası' olarak ilan edilen mayıs ayının üçüncü haftasında, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türkiye MS Derneği Tıbbi Komite Başkanı Prof. Dr. Aksel Siva, hastalıkla ilgili sorularımızı yanıtladı...

MS nasıl bir hastalık?
Genç erişkinlerde görülen bir merkezi sinir sistemi hastalığı. Özellikle 20- 40 yaş arası ilk belirtilerini veriyor ve yaşam boyu sürüyor. Ama 7, 16 hatta 65 yaşında da ortaya çıktığı oluyor. Kesinlikle bulaşıcı ya da bir akıl hastalığı değil.

Tipik belirtileri nelerdir?
Görme bulanıklığı, çift görme, görüntünün kayması gibi görme bozuklukları, bir kolda, bacakta ya da her iki bacakta güçsüzlük şeklinde kendini gösterebiliyor. Yürümede dengesizlik, bir veya iki elde titreme, idrar kaçırma ya da yapamama, uyuşma gibi sorunlarla ortaya çıkabiliyor. Ancak bu belirtiler tek başlarına MS'i düşündürmez. MS tanısını en çok destekleyen inceleme yöntemi ise 'manyetik rezonans'tır (MR).

Görülme sıklığı nedir?
Ekvator kuşağında hemen hemen hiç görülmüyor. Ama kutuplara gidildikçe artıyor. İspanya ve İtalya'da her 100 bin kişiden 50 - 60 kişi etkilenirken, Almanya'da 100 binde 80, İsveç ve İngiltere'de 100 binde 100'ü geçiyor. Kuzey Avrupa ülkelerinde her 1000 kişiden biri MS'li. ABD'de ve Kanada'nın kuzeyinde bazı bölgelerde MS'li oranı her 500 - 750 kişiden biri gibi daha yüksek oranlara çıkabiliyor. Edirne'de yapılan bir çalışmada Türkiye'deki görülme sıklığı 100 binde 34 bulundu.

Çevresel etmenler MS'in ortaya çıkmasında rol oynuyor mu?
Muhtemelen çevrenin de etkisi var. Ama nasıl etkisi olduğunu iyi bilmiyoruz. Sarı ırkta örneğin Kuzey Amerika'yla aynı enlemde olan Kuzey Japonya'ya bakıldığında MS'lilerin sayısı çok düşük. Sarı ırkın, kısmen siyah ırkın MS'e karşı koruyuculuğu var. Beyaz ırk MS'in ortaya çıkması için daha yatkın. En çok sarı saçlı, renkli gözlü, beyaz tenli kadınlarda görülüyor. Zaten kadınlarda erkeklerden 2 kat daha fazla rastlanıyor.

Hastalık öldürücü olabiliyor mu?
Kişiden kişiye farklı seyredebiliyor. Ataklı olanlar bazen iz bırakmadan düzeliyor ama MS öldürücü bir hastalık değil.

Yeni tedavi yaklaşımları nelerdir?
10 yıldır kullanılan koruyucu ilaçlar var. Hastalığı yok etmiyor, ama atak olma ihtimalini azaltıyor. Beyinde ortaya çıkardığı izleri azaltmak mümkün oluyor. Kök hücre çalışmaları da sürüyor.

Anneden bebeğe geçme riski var mı?
Yüzde 1'in altında.

Sigara ve alkol tetikleyici mi?
Sigara hastalığın bazı belirtilerini artırabiliyor. Alkolün çok aşırıya gidilmedikçe bir mahsuru yok.

Hamilelik riskli mi?
MS'li kadın hamile kalamaz ya da kalmamalı gibi yanlış bir kanı var. İsterse beş tane hamilelik yaşasın, bunun bir zararı yok.

En çok sorulanlar

Egzersiz MS'e yararlı oluyor mu?
- Tek başına egzersiz MS'i düzeltmez ancak bazı komplikasyonların önüne geçebilir. İştah ve uykuyu düzenlemeye yardımcı olduğu gibi kendini iyi hissetmeye de katkıda bulunur.

MS cinselliği etkiler mi?
- Hastalıkla ilgili her şey -fiziksel belirtilerden, duygusal etkisine dek- cinsel hayatı etkileyebilir. Ancak bu, cinsel problemlerin tedavi edilemeyecekleri anlamına gelmez. MS'i olan kişiler tatminkâr bir cinsel yaşam yaşayabilirler.

MS'lilerde depresyona sık rastlanır mı?
- MS'i olan kişilerin yüzde 30 - 40'ı hafif ya da orta derecede depresyona girmektedir.

Stres MS'i kötüleştirir mi?
- Stresin MS'e neden olduğuna veya kötüleştirdiğine ilişkin bir kanıt yok. MS'li kişiler stresle mücadelede, hem zihinsel hem de fiziksel açıdan olabildiğince aktif olmalı, eğlenceye vakit ayırmalıdır.

Sıcaklık MS'i nasıl etkiler?
- Sıcaklık MS'i kalıcı bir şekilde kötüleştirmez. Ancak, günün sıcağından kaçınmak ve sıcak su yerine ılık suda banyo yapmak iyi olur.

Grip aşısı yaptırılabilir mi?
- Grip aşıları bazı MS'lilerde belirtilerde artışa neden olabilmekte. Bununla birlikte, grip aşılarının şiddetlenmelerinin sayısında bir artışa neden oldukları fikrini destekleyecek kanıt mevcut değil.


Mavi forum

Kalpte risk yaşı düşüyor


Hareketsiz yaşam, sigara ve düzensiz beslenmenin kalp hastalığı riskini artırdığı, hastalığın başlama yaşının da 30'lara düştüğü bildirildi.

Fatma Kemal Timuçin Kalp Merkezi uzmanlarından Doç. Dr. Mustafa Kemal Batur, Türkiye'de en fazla ölümlerin kalp hastalığından kaynaklandığını belirterek, hastalığın en büyük tetikleyicilerinin hareketsiz yaşam, düzensiz beslenme ve sigara olduğunu söyledi.

Kalp hastalıkları yaşının giderek düştüğüne de dikkat çeken Batur, "Türkiye'de bölgeler arasında net bir kalp-damar çalışması yok. Ancak riskli yaş dönemi hızla düşüyor. 40'lı yaşlardan önceki yaşlara hasta gözü ile bakılmazdı ama geçen yıllar içerisinde gördük ki, kalp hastalıkları başlama yaşı 30'lara sarktı. Bazı zaman hastalıkta yaşı daha da düşük olabiliyor. Böyle giderse 10 yıl sonra kalp hastalığında büyük artış olacak" dedi.

Türk halkının kolesterol açısından zengin yiyecekler tükettiğini ve spor yapmayı sevmediğini vurgulayan Batur, herkese günde 45-50 dakika tempolu yürümeyi tavsiye etti. Yemeklerden 1.5-2 saat sonra spora başlanmasını isteyen Batur, şu önerilerde bulundu:

"Öncelikle sigarayı bırakarak en önemli risk faktörü ortadan kaldırılmalı. Türkiye'de her 3 kişiden 1'inde yüksek tansiyon var. Tansiyon 12 ve 8'den yüksek çıktığı zaman mutlaka doktora başvurulmalı. Diyet yapacaklara özellikle meyve ve sebzenin bol olarak tüketildiği Akdeniz Diyeti'ni öneriyoruz. Kalp ve damar rahatsızlıkları bulunanlar kırmızı etten uzak durmalı. Derisi alınmış tavuk eti ile balık yemeliler. Ayrıca yemeklik yağlarda da zeytinyağı ağırlıklı olarak tercih edilmeli."


Mavi forum

Tansiyonu olan bu haberi okusun!!!

Sarımsak, tuzlu ayran, hatta limon suyu, halk arasında tansiyonu dengeleyici olarak bilinirdi. Ancak, yapılan bilimsel bir araştırma, bunun doğru olmadığını kanıtladı... Etkinin sadece psikolojik olduğu ortaya çıktı... Doktorlara göre tansiyonun şifası, tansiyon ilaçları.


Tansiyon düşüren efsaneler!

Sarımsak ve tuzlu ayranın tansiyona hiçbir etkisinin olmadığı bilimsel olarak kanıtlandı. Doktorlar uyarıyor: Psikolojik etkisi var, mutlaka ilaç alınması gerekir.

Tansiyon hastaları için sarımsak ve tuzlu ayran tedavisi efsane çıktı. Halk arasında tansiyon düşmesine karşı tedavi amaçlı kullanılan tuzlu ayran ve sarımsak alışkanlığının hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı bilimsel olarak kanıtlandı. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde yapılan bir çalışmada hastaların yarısına sarımsak verildi, yarısına ise verilmeden tansiyon değerleri holter cihazıyla izlendi. Kan basıncı ölçümünde her iki grup arasında fark olmadığı belirlendi. Tansiyonu dengelemek amacıyla sarımsak yenmesinin ancak plasebo etkisi gösterdiğine dikkat çeken Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serap Erdine, "Plasebo boş ilaç demektir ancak hastalar psikolojik olarak ilaç zannettikleri için rahatlama hissederler. Sarımsak da aynen böyle bir etki yapıyor" dedi.

İÇ ORGANLARA DİKKAT
Sarımsak, tuzlu ayran ve hatta limon suyunun pek çok tansiyon hastası tarafından ilaç amaçlıkullanılmasının çok ciddi sorunlar da doğurduğunu açıklayan Prof. Dr. Erdine, "Tansiyon insanın iç organlarına zarar verir. Bazı hastalar bunu fark etmezler ancak onların da aynı şekilde iç organları zarar görmeyi sürdürür. Mutlaka ilaç tedavisi gerekir" diye konuştu. Hacettepe Üniversitesi Nefroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çetin Turgan, "Sadece bizde değil, ABD ve Avrupa'da da tansiyon ve sarımsak bağlantısı deneylerle incelendi. Sonuç hep aynıydı. Hiçbir etkisi yok" yorumunu yaptı. Türkiye'de 18 yaşın üzerindeki 48 milyon insanın yüzde 31'inde yani 15 milyon kişide tansiyon problemi bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Turgan, "Yüzde 40'ı hastalığının farkında değil. Tedavi gören her 5 hastadan biri de kontrol altında değil. Sarımsak ve tuzlu ayrandan çare aramalarını anlıyorum. Ancak hiçbir yararı yok" diye konuştu.
SABAH

Mavi forum

Zayıflamada son keşif:Obestatin

TOKLUK HİSSİ YARATAN HORMON ŞİMANLAR İÇİN YENİ UMUT

Stanford Üniversitesi'nce bulunan ve tokluk hissini artıran obestatin hormonu, kilo vermede etken madde olabilir

Birkaç yıl önce bilim adamları ghrelin hormonunu bulduklarında, iştahı etkileyen son hormon olarak adlandırmışlardı ama yanıldılar. 1994 yılında leptin, 1999 yılında da ghrelin hormonu bulundu. Yakın bir tarihte Stanford Üniversitesi'nin bulduğu obestatin ise anti-ghrelin hormonu olarakta adlandırıldı.

Daha az yemek
Obestatin de aynı yerden salgılanır ama ghrelinin tam tersi etkisini yapar. Ghrelin, büyüme hormonu salınımı ve enerji dengesinde önemli bir düzenleyici olarak tanımlanır. Esas olarak midede üretilmekle birlikte daha düşük miktarlarda bağırsak, hipofiz, böbrek, plasenta ve hipotalamusta da yapılır.
Yapılan çalışmalarda farelere obestatin enjekte edildiğinde normalde yediklerinden yüzde 50 daha az besin tükettikleri ve 8 gün içerisinde yüzde 20 kilo verdikleri gözlemlenmiş. Ayrıca obestatinin yiyeceklerin mideden barsaklara geçiş hızını da azalttığı, bu nedenle tokluk hissini artırdığı, yalnız bazı deneklerde mide bulantısına ve mide kaslarının kasılmasına neden olabileceği belirtiliyor. Bazı kaynaklara göre obestatin, mide bulantısını artırması nedeniyle gıda tüketimini azaltıyor.

İştahı baskılayabilir
İnsanlar son zamanlarda kilo verme konusunda birçok yönteme başvuruyorlar. Doğru olanı kişiye uygun tarzda beslenmek, egzersiz yapmak, az az sık sık yemek, bol su içmek... Ama bazı durumlarda açlık hissi kontrol edilememektedir ki, bunun nedeni de hormonal dengesizlik olabilir.
Obestatin belki de obez kişilerin iştahını baskılamada ve kilo vermelerinde kullanılacak bir etken madde olacak. Bu nedenle daha fazla yeni araştırmaların yapılmasını bekliyoruz.

Haftanın besini
Yerfıstığı
K, Ca, Mg, P ve S gibi mineral maddeler ile A, B ve E gibi vitaminlerce ve doymamış yağ asitleri bakımından zengin olan yerfıstığı, kanda kolesterolün yükselmesini ve kanın pıhtılaşmasını önler, kan şekerini dengeler. Kansere karşı koruyucu, kansızlığı giderici ve üreme sistemini düzenleyici özelliği de bulunur. Yerfıstığı ayrıca kalsiyum ve potasyumca zengin bir besindir.

Haftanın öğüdü
Bitkisel hormonlar
Bitkisel hormonlar sıcak basmaları, gece terlemeleri, bitkinlik, düşük cinsel dürtü ve osteoporoza karşı korunmaya yardımcı olurlar. Koyu yeşil yapraklı sebzeler, kuruyemişler, nohut, soya, elma, kivi, sarmısak, maydanoz bitkisel hormonlardan zengin yiyeceklerdir.

Mavi forum

DUR, BİR NEFES AL! 29 kasım

Özellikle büyük kentlerde, gün içinde insanlar oradan ortaya koşuyor. Ev ile gidilecek yer arasında uzun uzun yollar var aşılacak. Ve yine eve varmak için de yollar var aşılacak. Bu yol, öyle tatil zamanı yaptığınız muhteşem manzaralı, akıp gittiğiniz yollara pek benzemiyor. Trafikte geçen zaman, işte yaşanan adrenalini yüksek, stresli anlar, rekabet içindeki iş arkadaşlarınız, gazete ve televizyonda birbiri ile didişen insanlar. Biliyorum tüm bunlardan kaçmak istiyorsunuz ama zor sizin günlük rutininiz bu.

Tüm bu kargaşanın içinde sizlere bazı nefes alma alanları açmak isteğim. Kendi kendinize bir an da olsa, ‘’yalnız’’ kalabileceğinizi anlatmak.

Yalnızlığı da lütfen olumsuz olarak almayın.
Kafanızda durmadan konuşan, vıdı vıdı yapan size ego savaşları yaşatan zihniniz. Bu siz değilsiniz! Ruhunuz böyle yapmaz!

Biliyorum zor kendi kendine kalmak. Ama olanaksız değil!
Ruhunuzda akan sakinliği, dinginliği, sevgiyi, hoşgörüyü hissetmenin tek yolu kendi kendinize kalmak, kendinizi kendinize bırakmak.

Şimdi sizleri, her an otomatik olarak yaptığınız bir eyleme dikkat etmeye davet ediyorum.

NEFES ALMAK!

Enerji kaynağımız nefes! Yemeden, içmeden durmak mümkün ama nefes almadan yaşamı hissetmek durmak en fazla 4 dakika için mümkün..


Nefes almak, duyguları bastırmak ya da açığa çıkarmak için de kullandığımız bir mekanizma aynı zamanda.

Şimdi, sinirli olduğunuzu düşünün, gergin olduğunuzu düşünün ve nefesi izleyin. Evet almıyorsunuz hakkı ile.

Şimdi, huzurlusunuz, neşeli ve mutlusunuz. ‘’Ohhhh çok şükür!’’ İşte kocaman gerçek bir nefes!

Bu yanlış nefes alma alışkanlıkları, duygusal açıdan korunmak üzere kullandığımız bir kalkan oluveriyor. Her yerimize, yaşamın gergin, mutsuz, rahatsız anlarında alamadığımız nefesleri bir blok halinde yapıştırıyoruz. Sonra gelsin, sırt ağrıları, göğüs ağrıları, sıkıntı sıkıntı..

Doğru nefes, karından alınıyor! Buna diyafram nefesi deniyor. Diyafram; göğüs boşluğu ile karın boşluğunu bağlayan ince, uzun bir kas. Bu kası kullanmayı en iyi oyunculuk eğitimi almış oyuncular bilir. Bir de tabii şan eğitimi alan sanatçılar. Onlar, nefeslerini kontrol ederler. Performanslarının sonuna kadar nefes nefese kalmadan, sesleri kısılmadan işlerini böyle icra edebilirler.

Çocuklar da çok iyi bilir nefes almayı. Onlar bizler tarafından kontrol edilip, ‘’sus, otur’’ lar ile eğitilmeden önce, bu nefes ile bol enerji dolu koşar, koşar, oynarlar. İşte bu çılgın varlıkların enerjisi buradan gelir!

Şimdi yine dönelim bizlere:
Kaliteli nefesin enerjisi;
eski kalp yaralarını onarır
yenilerinin oluşmasını engeller.

İçimize aldığımız bol oksijen ile bedenimiz toksinlerden arınır, hem de %70 oranında.
Ayrıca bağışıklı sistemimiz güçlenir ve YAŞLANMA GECİKİR!

Hele bir de spor yapamasanız bile ritmik bir yürüyüş ile bu oksijen dolaşımını arttırmak size ruhsal ve fiziksel şifa kapılarını açıyor.

Şimdi birkaç küçük bilgi:
- Sinirlendiğinizde sol burun deliğinizden nefes alırsanız, sakinleşirsiniz.
- Günlük yaşamda zihniniz olumsuz yargılamaya başladığında, içinizden bir şeyler atarmışçasına nefes verin. ‘’Puffff diye atın, yollayın canınızı sıkanları’’
- İçinize almak islediğiniz her şey için de onu hayal edip derin nefes alın.

Sizlerle birkaç adres paylaşmak istiyorum.

Çünkü bu adreslerde çalışan uzmanlar NEFES TERAPİSİ ile unuttuğumuz nefes almayı bizlere hatırlatıyorlar.

Birkaç çalışma ile hatırlamanız ve artık böyle yaşama devam etmeniz mümkün.
Eğer yaşadığınız yerde bu tür eğitimleri veren mekanlar yok ise; internetten konu ile ilgi bilgi ve kitap edinebilirsiniz..

www.owo.com.tr

ARHAM İLE DIAMOND BREATH NEFES SEANSLARI

Özel bağlantılı nefes alma tekniklerinin kullanılarak duygusal bedene kaydolmuş olan travma ve duygusal yaraların iyileştirilmesi olarak yararlanılan Nefes terapisinde geçmişte yaşanan ancak tamamlanmayan duygusal döngüler tamamlanarak sevgiye, anlayışa, teslimiyete, çoşkuya ve yaratıcılığa yer açar.
Dünyaca ünlü DIAMOND BREATH Nefes okulunun terapistlerinden kullanılan nefes terapilerinden
• Stres düzeyini düşürmek isteyenler
• Bilinçaltı travmalardan,korkulardan, nedeni belirsiz iç sıkıntılardan kurtulmak isteyenler. •
Çocukluğundaki çoşku ve heyecanı yeniden yaşamak isteyenler
• Yaratıcılığının önündeki engelleri ortadan kaldırmak isteyenler
• Daha duru,sakin bir zihin yapısına sahip olmak isteyenler
• Geçmişin ağırlığından kurtulup, özgürleşmek isteyenler
• Hayata yepyeni gözlerle bakmaya istekli olanlar veya sadece ve sadece bugüne kadar yaşadığı her şeyden farklı bir deneyim yaşamak isteyenler yararlanabilirler.


www. ailesergisi. org

ANNA LANGERBER NEFES VE BEDEN TERAPİSİ

Fizik ve enerji bedenlerimiz birbirleri ile etkileşim içindedirler. Enerji bedenimizde olusan değişiklikler, fiziksel bedenimize yansımaktadır. Aynı şekilde fiziksel bedenimizdeki değişiklikler de enerji bedenimizi etkilemektedir. Enerji bedenimizde oluşan blokajlar fizik bedenimizde halsizlik, yorgunluk, ileri safhada ise çeşitli hastalıklar olarak kendini gösterir. Bu blokajları çözmek için günümüzde çeşitli teknikler uygulanmaktadır.
Bu tekniklerden bir tanesi olan Anna Langenberg’in Nefes ve Beden Terapisi, kolaylıkla öğrenip evinizde uygulayabileceğiniz bir nefes tekniği ve beden egzersizleri dizisinden oluşur.
Her uygulama 30-50 dakika arası sürmektedir. Sabah veya akşam, günün her saatinde kolaylıkla uygulanabilir.
Bu tekniğin uygulanması sonucunda bedeniniz gevşer, beynin sağ ve sol yarıküreleri dengelenir. Bütün şakralarınız aktive edilir.
Bu egzersiz düzenli yapıldığında;
• Hücreler tazelenir, cildiniz ve bedeniniz gençleşir.
• Kan dolaşımınız düzenlenir
• Lenflerdeki sıvı dolaşımı dengelenir.
• Sinüsler açılır.
• Konsantrasyonunuz güçlenir.
• Bağırsak sorunlarınızın çözümüne yardımcı olur.
• Bayanlarda adet ağrılarını ve mesane sorunlarını azaltır.
• Karaciğer ve sinir sistemini düzenler.
• Alerji, astım ve tansiyonu düzenler.


Gerçek nefesi almayı unutmayın!

Mavi forum

Yemeğe Neden Tuz Katarız? Sadece Lezzet İçin mi?

Prof.Dr. Ömer ARİFAĞAOĞLU
Beslenme yoluyla dışarıdan aldığımız karbonhidrat, yağ ve proteinler, beden şehrinde işletilen fabrikaların çalışması için gereklidir. Biyolojik fabrikalardaki kimyevî hâdiselerin sağlıklı şekilde gerçekleştirilmesinde, suya, çeşitli vitamin ve elementlere önemli vazifeler yüklendiğinden bunların dışarıdan düzenli şekilde alınmasına ihtiyaç vardır. Bu maddelerin bağırsaklarımızdan kana geçmesi için gerekli biyo-fiziko-kimyevî mekânizmalar da bağırsaklarımıza yerleştirilmiştir. Meselâ, besin maddelerinin tamamının israf edilmeden kana geçmesi için, bağırsaklarımız mükemmel bir mimaride yaratılmıştır. Emilim yüzeyinin artırılması için bağırsakların içinde bağırsak boşluğuna doğru yaklaşık bir cm uzanan Kerkring isimli kıvrımlar inşa edilmiştir. Ayrıca bu kıvrımların üzerine bir mm uzunluğunda eldiven parmağı şeklinde birbirlerine bitişik dizilmiş ve yüzeyi bağırsak epitelyum hücreleri ile döşeli villus adı verilen uzantılar yerleştirilmiştir. Her bir epitelyum hücresinin bağırsağa bakan tarafı yaklaşık 200 adet mikrovillus adı verilen ince uzantılarla süslenmiştir. Kerkring kıvrımları, villuslar ve mikrovilluslar hepsi birlikte yaklaşık 250 m2 gibi geniş bir emilim yüzeyinin teşekkülüne, bir başka ifadeyle bağırsakların emilim yüzeyinin 600 misli artmasına vesile olmaktadır. Rabb'imizin sindirim sistemine yerleştirdiği bu azamî tasarruf mekânizmasının (geniş yüzeyin) hikmeti, besin maddelerinin tamamının hızlı bir şekilde emilmesi ve israfın önlenmesidir.

Yemeklere niçin tuz atarız?
Bağırsaklarımızda emilimin mükemmel seviyede gerçekleştirilebilmesinde tuza önemli vazifeler yüklenmiştir. Bir lezzet vesilesi olan tuz, gıdaların tüketiminde ve iştahı açmada önemlidir. Haşlanmış bir et veya patatesi, tuzsuz yemekle, tuzlu yemek arasında lezzet bakımından büyük fark vardır. Yemeklere tuz atmak sadece tat açısından mı önemlidir? Yoksa bu tat duyusunun arkasında vücuda gerekli başka hikmetler de var mıdır?
Tuz, sodyum ve klor elementlerinden meydana getirilen bir bileşiktir. Tuzdaki sodyum, karbonhidratların yapı taşları olan basit şekerler ve proteinlerin yapı taşları olan aminoasitlerin kana emilebilmeleri için gereklidir. Dolayısıyla, yemeklere tuz atılmazsa önemli besin maddeleri olan karbonhidratlar ve proteinler kana geçemez, bağırsaklarda emilmeden dışarıya atılır ve önemli besin maddeleri israf edilmiş olur.
Bağırsak iç yüzeyini örten epitel hücrelerinin zarına glikoz, galaktoz ve aminoasitlerin tutunması ve bağırsak boşluğundan hücrenin içine alınması için taşıyıcı proteinler yerleştirilmiştir. Bu kargo proteinler vasıtasıyla besin maddeleri, önce epitel hücresinin içine alınır; bir sonraki adımda, hücrelerden kana taşınır. Bağırsak epitel hücrelerinde bulunan taşıyıcı proteinlerin iki adet alıcısı (reseptörü) vardır. Bu reseptörlerden birine glikoz, galaktoz veya aminoasitlerden biri; diğerine ise sodyum bağlanır. Eğer bağırsak boşluğunda glikoz, galaktoz ve aminoasitler olduğu hâlde sodyum yoksa, bu besin maddeleri kana geçememektedir. Bunun tersi de doğrudur. Bağırsakta sodyum var, fakat bu besin maddelerinden herhangi biri yoksa, yine sodyum emilemez. Sodyum elementinin kana geçmesi, şeker veya aminoasitlerin varlığına bağlı kılınmıştır.
Kolera ve dizanteri gibi hastalıklarda kusma ve ishale bağlı olarak, vücuttaki su miktarı azalır, tansiyon düşer. Nihayetinde damarların içinde kan devr-i dâimi devam ettirilemez. Çocuklarda yaz ishallerinde gözlenebilen bu dolaşım şoku, kısa sürede tedavi edilmezse, ölümle neticelenebilir. Dolaşım şokunun tedavisinde vücuttaki su miktarının artırılması hedeflenir. Suyun vücutta, özellikle damarlarda tutulabilmesi, tuzun bağırsaklardan kana düzenli olarak geçebilmesine bağlıdır. Tedavide tek başına su içirilmesi yeterli değildir. Tuz ve onun emilebilmesi için bağırsaklarda şeker ve/veya aminoasitlerin bulunması şarttır. Bu yüzden ishal tedavisinde kullanılan ishal tozunun içinde hem tuz, hem de şeker bulunur. Tansiyon düşüklüğü durumunda da hastalara tuzlu su yerine, tuzlu ayran tavsiye edilir. Çünkü ayranda bulunan aminoasitler, tuzun ve suyun emilmesini sağlamaktadır. Açken veya bağırsaklarda besin maddesi bulunmadığı zamanlarda su içilirse, bu suyun çok büyük bir kısmı kana geçemez. Belki de suyun midede israf edilmemesi için, mide veya bağırsaklarımız boşken su içmeye ihtiyaç duymayız, duysak bile fazla içemeyiz. O zaman yemeklerden sonra su içme ihtiyacının ortaya çıkmasının hikmeti, yemeklerden sonra içilen suyun; hem mide ve bağırsaklarda sindirimi kolaylaştırmaya, hem de besin maddelerinin kana geçmesine vesile olmasıdır.
Tuz sadece lezzet vesilesi mi?
Tuz, sadece lezzet almamıza vesile olan bileşik değil, besinlerin kana geçmesini sağlamada vazifelendirilmiş önemli bir moleküldür. Tuzun hem bir iştah vesilesi, hem de beslenmenin temel şartı olması, tesadüfen ortaya çıkmış olamaz. Yüce Yaratıcı, tuzu sadece lezzeti duymamıza vesile olan tat duyusu için yaratmamıştır. Meselâ, ayran veya haşlanmış patatesteki besleyici moleküllerin bağırsaklardan emilmesi, sebepler plânında tuzsuz mümkün olmadığından, Rezzâk-ı Kerîm, beden sağlığının devamlılığında önemli olan tuzu, insanların besinlerle birlikte almalarını teşvik etmek için, ona lezzet ve tat verme görevi de yüklemiştir. Zevk ve lezzetler, bu hissi işleten uyarıcılardır. Yemeklere tuz konulmasının hikmeti, bağırsaklardan besinlerin emiliminin sağlanmasıdır.

Tuz ve metabolik sendrom
Metabolik sendrom, asrımızın önemli problemlerinden biridir; bu sendromun içinde şişmanlık, şeker hastalığı, damar sertliği, yüksek tansiyon, kalb yetmezliği ve damar tıkanıklıkları gibi birçok hastalık mevcuttur. Şişmanlık, şeker hastalığına, damar sertliğine, yüksek tansiyona, damar tıkanıklıklarına, kalb krizlerine ve kalb yetmezliğine sebep olmaktadır. Tuz kısıtlaması, şişmanlık ve yüksek tansiyon tedavisinde başvurulan bir tedavi şeklidir. Tuzsuz alınan gıdalar yukarıda anlatıldığı gibi bağırsaklarımızdan yeterince kana geçemez ve kişinin zayıflamasına yardımcı olur. Besinlerde bulunan karbonhidratlar vücutta yakılamazsa, yağlara dönüşmekte ve yağ şeklinde depo edilerek şişmanlığa sebep olmaktadır. Tuzsuz diyet ile şişmanlamanın önüne geçildiği gibi, şişmanlıkla ortaya çıkan yüksek tansiyon düşürülmekte ve diğer bazı hastalıklar önlenebilmektedir. Ayrıca tuzsuz yemek iştahı azalttığından, fazla yemek tüketimi engellenmektedir. Bu tespitler neticesinde, halk arasında 40 yaşından sonra üç beyaz zehir olarak görülen tuz, un ve şeker hakkındaki bilgilerin doğruluğu ve Rabb'imizin hiçbir şeyi abes yaratmadığı kolayca anlaşılmaktadır.

Böbreklerdeki hikmetli işler
Bağırsaklarda tuza bağlı emilimin benzeri, böbreklerimize de yerleştirilmiştir. Böbreklerde kan süzülüp temizlenirken, glikoz ve aminoasitler de kandan süzüntüye geçerler. İsrafın olmadığı vücut sistemlerinde, bunların tekrar kana geri emilmesi için böbrek tüplerinde bağırsaklardakine benzer emilim yüzeyini artırıcı çıkıntılar yaratılmıştır. Böbrek tüplerinde de bu kıymetli besin maddelerinin kana geri döndürülmesi için tuzda bulunan sodyuma ihtiyaç vardır. Böbreklerden besin maddeleriyle birlikte sodyum da süzülür ve bunlar birlikte emilirler. Bağırsaklardaki benzer mekânizmayla tüplerde bulunan glikoz ve aminoasitler geri emildiğinden sağlıklı kişilerin normal idrarlarında bu besin maddeleri bulunmaz. Bu o kadar hassas işleyen bir mekânizmadır ki, idrarda glikoz veya aminoasitlerin bulunması, şeker hastalığına veya önemli bir böbrek hastalığına işaret eder.
Bağırsaklarımızdaki emilim işleminde, sadece sodyumun alınmasında enerji harcanır. Sodyumun emilmesine paralel olarak, glikozun, galaktozun, aminoasitlerin, bikarbonatların, klorun, suyun emilimi ile potasyumun ve hidrojen iyonlarının kandan bağırsağa taşınması gibi birçok işlem gerçekleştirilir. Enerji harcanarak yapılabilecek bütün bu işlemler, bir tek sodyumun emilmesine bağlanarak harika bir tasarruf sağlanmaktadır. Bikarbonata, kanın asit-baz dengesinin sağlanmasında dolayısıyla kanın asitliğinin azaltılmasında önemli roller verilmiştir. Kanın en önemli negatif yüklü anyonu olan klor, sodyuma elektriki yükle bağlandığından pasif olarak emilir. Potasyum miktarı, kanda fazla bulunursa kalbin durmasına sebep olabileceğinden, sodyumun emilmesi esnasında fazla potasyum vücuttan uzaklaştırılır. Hidrojen iyonlarının fazlalığı, kanda asidoza yol açabileceğinden, kandaki fazla asidin vücuttan atılması hayatî önem taşır.
Tuz gibi bol ve basit bir yapıya sahip moleküllere yüklenen bu hikmetli vazifeler, hiçbir şeyin boş ve abes yaratılmadığını, her şeyin bir plân ve program dahilinde yürütüldüğünü akıl sahiplerine göstermektedir. Bu mükemmel fonksiyonlardaki dakik işleyişlere ait reaksiyonlar zincirinde her molekülün tam istenen yerde ve istenen miktarda bulundurulmasını hiçbir zaman akılsız ve şuursuz moleküllere veremeyeceğimize göre, bütün bu hikmetli süreçleri yerli yerinde yaratan Sonsuz İlim ve Kudret Sahibi’ni bir kere daha hatırlamalıyız.

Mavi forum

Düşük yapan kadınlarda diyabet tehlikesi!

Hamilelik döneminde bebeğini düşük yaparak kaybeden veya ölü doğum yapan anne adaylarının halk arasında ''şeker hastalığı'' olarak bilinen diyabete yakalanma riski oldukça yüksek.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrin ve Metabolizma Ana Bilimdalı Başkanı Prof. Dr. Tamer Tetiker, gebelik döneminde kadında fiziksel ve hormonsal değişikliklerin ortaya çıkması sonucu özellikle kandaki şeker oranının yükseldiğini ve bunun da düşük tehlikesini beraberinde getirdiğini söyledi.
Tetiker, bebeklerini kaybeden kadınlarda şeker oranı yüksekliğinin devam etmesi halinde diyabet hastalığının ortaya çıkabileceğini belirterek, ''Bebeğini aniden sebepsiz yere kaybeden hamileler uzmanlara başvurmalı ve diyabet testi yaptırmalı. Aksi takdirde hastalığın çok fazla ilerlemesine neden olabilirler'' dedi.
Birçok anne adayının bu nedenle düşük yaptığı ve şeker hastalığına yakalandığını vurgulayan Tetiker, şunları kaydetti:
''Düşük yapan kadınlar, ağız kuruluğu, çok su içme, sık idrardan yakınma, nedensiz yere kilo kaybı, özelikle geceleri oluşan ellerde ve ayaklarda iğnelenme veya karıncalanma gibi rahatsızlıkları olanlar büyük bir ihtimalle şeker hastalığına yakalanmış olabilirler. Bu nedenle sorunları yaşayan kadınlar uzmanlara başvurmalı diyabetin ilerlemesini sağlayacak önlemler almalı.'' Kadınları hamilelik döneminde düzenli egzersizler yapmalarını öneren Tetiker, dünyada diyabet hastalığının artmasının en büyük nedeninin hareketsizlikten kaynaklandığının unutulmaması gerektiğini sözlerine ekledi.

Mavi forum

Yılda 68 bin kadın kürtajdan ölüyor

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 2005 Dünya Sağlık Günü’nde açıkladığı raporundaki son verilerine göre, her yıl 18 milyondan fazla kürtaj operasyonu, gerekli eğitim almamış kişilerce ya da minimum tıbbi standartlardan yoksun olarak gerçekleştiriliyor ve bu operasyonlar sonucu 68 bin kadının yaşamını yitirdiği kaydedildi.


Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, her yıl yaklaşık 530 bin kadın gebelik veya doğum sırasında hayatını kaybediyor. 3 milyondan fazla bebek ölü doğuyor, 4 milyondan fazla bebek ise ilk günlerinde ya da ilk haftalarında ölüyor. 5 yaşını göremeden ölen çocukların toplam sayısı da 10.6 milyon. Dünyada, her yıl 18 milyondan fazla kürtaj operasyonunun gerekli eğitimden yoksun kişilerce ya da minimum tıbbi standartların eksikliğiyle gerçekleştirildiğine dikkat çekilen raporda, 68 bin kadının bu nedenle öldüğü belirtildi.

YILDA 136 MİLYON DOĞUM

Raporda göre, yılda 136 milyon doğumun gerçekleştiğinin tahmin edildiği bilgisi veriliyor. Az gelişmiş ülkelerdeki kadınların üçte ikisinden daha azı, en az gelişmiş ülkelerdeki kadınlarınsa yalnızca üçte biri, eğitimli bir görevli kontrolünde doğum yapabiliyor. Rapor, gebelik sürecinde doğuma, sonra da çocukluk yıllarına kadar uzanan bir "sürekli sağlık koruması" yaklaşımının vazgeçilmez olduğuna dikkat çekiyor.

Mavi forum

Obez çocuklarda eklem sorunları yaygın

Aşırı kilolu çocuklar, normal kilolu çocuklara oranla daha fazla kemik kırılması ve eklem sorunlarıyla karşılaşıyor.

ABD'de yapılan ve sonuçları Kanada'daki Obezite Konferansı'nda
açıklanan bir araştırmada, aşırı kilolu çocuk ve gençlerin, ideal
kilolu akranlarından daha fazla kemik kırılmasının yanı sıra kalıcı
sakatlıklara yol açan kemik ve eklem anormalliklerine maruz kaldıkları
ortaya çıktı.

Obezite uzmanı Dr. Jack Yanovski ve ekibinin, ortalama yaşları 12
olan 227 aşırı kilolu ve 128 normal kilolu çocuk üzerinde yaptığı
araştırmada, aşırı kilolu olanların yüzde 13'ünün en az bir kez
vücutlarında bir kemiğin kırıldığı belirlendi. Bu oranın normal kilolu
çocuklarda yüzde 4 olduğu tespit edildi.

Yanovski, benzer sonuçların kas, kemik veya eklem ağrısı ile
özellikle diz ağrısı ve hareket zorluğu gibi sorunlarla
karşılaşılmasında da elde edildiğini belirtti. Dr. Yanovski,
''Kas-iskelet sisteminde ağrı ve zayıf hareket, düşük fiziksel
aktiviteye yol açabilir, böylece kısır döngü oluşur'' diye konuştu.

Cincinnati Hastanesi Çocuk Ortopedi Cerrahi bölümünden Dr. Junichi
Tamai de, çocukların sık sık dizlerinin ağrıdığını söylediklerini,
ancak asıl sorunun eklemde yanlış formasyonun oluşmaya başlaması
olduğunu, hareketsizliğin bu durumu daha da kötü hale soktuğunu
kaydetti.

Aktif çocukların kemiklerinin daha kuvvetli olduğunu, kilo verici
egzersizin kemik yoğunluğunu artırdığını belirten Tamai, ''Kilosu
fazla çocuklar düştüklerinde kemiklere daha fazla yük biner ve kırılma
riski artar'' dedi.

Tamai, ayrıca aşırı kilolu erkek çocuklarında, kas ve kemik
gelişimiyle paralel olan testosteron hormonu seviyesinin de düşük
olabileceğine işaret etti.

Mavi forum

Gözlüklülerin bilmesi gerekenler

Gözlüklülerin bilmesi gerekenler

Göz sağlığınızı korumak için kullandığınız gözlüklerinizle yeterince ilgilenmezseniz, gözünüze büyük zarar verebilirsiniz. Sağlıklı bir gözlük kullanımı için bilmeniz gerekenler:

Gözlük kullanmaya başlayan kişiler, bir zaman sonra bazı olumsuz alışkanlıklar ediniyorlar. Gözlüğü takıp çıkarırken, silerken, bir zemin üzerine koyarken, kordon veya zincirle boyunda asılı tutarken, baş üzerine kaldırırken, kılıfına ya da kılıfsız cebe, çantaya yerleştirirken dikkatsiz davranmak, gözlüğünüzün bozulmasına neden oluyor. Gözlüğünüze gereken önemi vermemek, gözlüğün ömrünü, yapısını, ayarlarını etkiliyor.

Gözlükteki deformasyonlar, hem estetik hem de fonksiyonları açısından kötü sonuçlar doğuruyor. Deforme olan gözlük, ağırlık burun ve saplara eşit dağılmadığı için ciltte kızarıklık yapıyor. Kaymalar veya baskılar, kulak arkasında, şakaklarda ve burun üzerinde acı ve ağrı veriyor. Gözlüğün görme fonksiyonlarını da bozan deformasyonlar, astigmatik ve prizmatik etkiler meydana getirerek bulanık görmeye, çift görmeye ve görme yorgunluğuna, dolayısıyla baş ağrısına neden oluyor.

Bu nedenle uzmanlar, gözlüklerin sert koruyucu bir kılıfta saklanmasını ve üzerine basılabilecek yerlere konulmamasını tavsiye ediyorlar. İşte size gözlüklerinizin uzun ömürlü olması için birkaç püf noktası:

ÇERÇEVENİN TEMİZLENMESİ

Silme bezinin yumuşak, hidrofil (su tutucu) ve cam üzerinde kolay hareket eden malzemeden olmasına titizlik gösterilmeli, silme bezi içinde kum, toz, kir olmamalı.

Eğer çıkmayan kirler varsa, özel temizleyici spreyler, kir çözücü emdirilmiş kâğıtlar kullanılabilir. Bunlar yoksa, her cama bir damla şampuan veya benzeri sıvılar damlatılarak camlar parmakla ovulmalı. Cildinize zarar vermemesi için deterjan kullanılmamalı. Bol su ile duruladıktan sonra, suyu silkeleyip kurulanmalı.

Gözlük en büyük zararı temizlik sırasında görür. Bu nedenle temizliğine dikkat ettiğiniz gözlüklerinizin ömrü birkaç kat uzar.

ÇERÇEVENİZ BOZUK MU?

Gözlüğü düz bir zemine koyduğunuzda düz durmalıdır.

Gövdenin göz tarafında kalan iç kısmına, menteşelere dayanacak şekilde düz bir cisim koyduğunuzda sağ ve sol halkalar, eşit mesafede olmalı. Bu, camların gözünüze eşit mesafede olduğunu gösterir.

Eğer şaşılık yoksa, göz bebekleri sağ ve solda aynı yerde olmalıdır.

Gözlük gövdesinin eğimi, her iki yandan bakıldığında eşit olmalı ve yanağa değmemeli.

Sapların kulak arkasına dönen kısmı, kafa ile kulağın birleşme eğrisini takip etmeli.

Sapın en uç noktası, hem kulak arkasına hem de kafa derisine fazla baskı yapmamalı.

Gözlük sapları açılarak önce düz, sonra ters bir şekilde düzgün masa üstü gibi bir zemine konulduğunda sap uçları veya büküm yerleri masaya değmelidir.

Saplar gövdeyle 90 derecelik bir açı yapmalı ve düz bir biçimde kıvrım yerine uzanmalıdır. Ancak şakakları geniş kişiler için, dışa doğru bombeler verilebilir.

Sap uzunlukları ve büküm yerleri eşit olmalıdır. Kişinin bir kulağı önde, bir kulağı geride ise ayarlama yapılabilir. Sap uçları camlara temas etmemelidir.

Çerçeve gövdesindeki camı sıkıştıran vidalar gevşek olmamalıdır. Sapların menteşe vidaları yeteri kadar sıkı olmalı, camı tutan vidalar sonuna kadar sıkışmalı, arada açıklık kalmamalı.

Mavi forum

Uyuma

Bir araştırmadan uyku hakkında ilginç sonuçlar!

MURAT BIRSEL'IN YAZISINDAN ALINMISTIR...

Uyuma! Uyu!

Liege Üniversitesi'nin yaptığı, Men's Health dergisinin yayınladığı, uyku üzerine bir araştırmaya göre, "uykusunu almak" beyin kapasitesini artırıyor. Sadece bu kadar değil... İyi bir uyku insana enerji veriyor, vücut kendini onarıyor, imün sistem (vücudun kendini hastalıklara karsı savunma mekanizması) güçleniyor, tansiyon düşüyor ve iyi uyuyan insan mutlu oluyor.

O zaman bir de uykunun 10 kuralını aktaralım...

1- Öğleden sonra uyuma ki, aksam uykun kaçmasın.

2- Yatmadan önce alkol almak veya kahve içmek yok. İlik bir süt içmek, ideal.

3- Spor harika bir alışkanlık ama spor ve yatak arasına en az beş saatlik bir ara koymak gerek.

4- Her gün ayni saatte yatıp ayni saatte kalkma alışkanlığı iyi fikir.

5- Yatmadan önce bir kitap karıştırmak, sıcak bir banyo veya biraz müzik dinlemek yarıyor.

6- İş düşünmemek şart.

7- Yatak odasında TV izlemek, yemek yemek ve çalışmak hata. Yatak odası uyumak için.

8- Uykudan evvel yaptığınız değişmeyen bir seri alışkanlık beyine mesaj.... Soyun, dişini fırçala, saati kur. Bir şartlanma gibi.

9- Yatak odası karanlık ve sessiz olacak. Ve çok sıcak olmayacak.

10- Uykudan evvel asla ağır yemek yenmeyecek. Sindirim için yükselen vücut harareti, uykuyu zorlaştırıyor. Bir muz, seratonin yükselttiği için, ideal.

ALINTIDIR

Mavi forum