10 Haziran 2007 Pazar

Sağlık için maden suyu.!

Sağlık için maden suyu
Hormonlu besinler bize ihtiyacımız olan kaloriyi sağlıyor ama sağlıklı bir hayat sürdürmemiz için gereken mineralleri ihtiva etmiyor. Peki, bu minarel ihtiyacına en iyi çözüm nedir? İşte minaral deposu maden suyu hakkında herşey.,

Sağlıklı bir hayatın şartlarından biri de vücuda ihtiyacı olan mineralleri temin etmek.
İnsan vücudu fonksiyonlarını doğru şekilde yerine getirebilmek için 80'den fazla mineral kullanıyor. Nasıl ki karalardan okyanusa doğru akan deniz suları bu esnada birçok zehirli maddeyi tesirsiz hale getiriyor, insanın dolaşım sistemindeki mineraller de benzer şekilde faaliyet gösteriyor.
Hücrelerin sağlıklı olabilmeleri ve fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için minerallere ihtiyaçları var. Kan oluşumu, uygun vücut sıvıları kompozisyonu, sağlıklı sinir fonksiyonları, uygun kardiovasküler sistem operasyonu ve diğer birçok faaliyet için vücut mineralleri kullanıyor. Vitaminler gibi, mineraller de vücudun enerji üretme, büyüme ve iyileşme gibi fonksiyonları sağlamasına yardımcı oluyorlar. Zira tüm enzim aktiviteleri mineral gerektiriyor. Yani vitamin ve diğer besinlerin vücuda yararlı olabilmesi için de minerallara ihtiyaç duyuluyor.
Peki mineral nedir? Mineraller, tıpkı vitaminler gibi mikrobesinler grubuna dahildir ve insan vücudunda hayatın devamını sağlayacak birçok metabolik reaksiyona katılırlar. Normal metabolizma ve hayati fonksiyonların sürdürülebilmesi için gerekli inorganik maddeler olan mineraller, metabolik olaylara katılarak pıhtılaşma, kas liflerinin uyarılması gibi biyolojik reaksiyonlarda görev alıyorlar.

Sağlıklı bir hayatın şartlarından biri de, vücuda ihtiyacı olan mineralleri temin etmek. İnsan vücudu, fonksiyonlarını doğru bir şekilde yerine getirebilmek için 80'den fazla mineral kullanıyor. Nasıl ki karalardan okyanusa doğru akan deniz suları bu esnada birçok zehirli maddeyi tesirsiz hale getiriyor, insanın dolaşım sistemindeki mineraller de benzer şekilde faaliyet gösteriyor. Hücreler, sağlıklı olabilmeleri ve fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için minerallere ihtiyaç duyuyor.

Vücudun dengesi için çok önemli olan minerallerin eksikliği, dengenin bozulmasına sebep oluyor. Peki vücut, mineral eksikliğini nasıl tamamlayacak? Hangi mineralleri hangi gıdalardan alacak? Ne yazık ki bugün yediğimiz besinlerin büyük bölümü bu minerallerden yoksun. Zira yıllar boyu aynı topraklarda aynı cins ürünler yetiştirildiği için, bu topraklar artık mineral bakımından eskisi kadar zengin değil. Vücudumuz için gerekli mineralleri almak için geriye tek kaynak kalıyor, o da maden suyu...

Çözünmüş halde mineral ve gaz ihtiva eden kaynak sularına 'maden suyu' adı veriliyor. Batıda her geçen gün maden suyu tüketimi artış gösteriyor. Avrupa'da kişi başına yıllık maden suyu tüketimi 24 litre civarında. Türkiye'de ise bu rakam henüz sadece 2.2 litre.
Sağlıklı bir hayat sürdürmede önemli rol oynayan maden suyu tüketimiyle ilgili ne kadar bilgi sahibisiniz?

İşte, maden suyu hakkında 'doğru' bildiğiniz 'yanlışlar' ve 'yanlış' bildiğiniz 'doğrular'...

- Maden suyuyla soda arasında ne fark vardır?

Maden suyu, ihtiva ettiği tüm mineraller ve karbondioksit gazıyla birlikte, yeraltındaki çatlaklardan yol bularak yeryüzüne çıkar ve tamamen doğaldır. Soda ise, su ve sudan yapılan içeceklere üretim esnasında karbondioksit gazı basılmasıyla elde edilen tamamen "soda" olan bir içecektir.

- Maden suyu asitli midir?

Halk arasında "asitli" denilen içeceklerden aslında kastedilen, içeceğin içindeki karbondioksit gazıdır. Karbondioksit gazı dilimiz ile temas ettiğinde geçici olarak tat algılayıcılarını uyuşturduğu için, içimi kolaylaştırmaktadır. Gazlı içecek üretiminde, çok özel proseslerle ve yüzde 99.99 saflıkta üretilen, gıda imalatı için özel karbondioksit gazı kullanılır.

- Günde ne kadar maden suyu tüketebiliriz?

Doğal suların ihtiva ettiği zengin mineraller, vücudumuzda vitaminlerin fonksiyonlarına yardımcı olur. Muhtevasındaki zengin kalsiyum ve florür gibi mineraller dolayısıyla özellikle çocuklar, bayanlar ve yaşlıların daha fazla maden suyu içmeleri gerekir. Uzmanlar, günde en az 2 litre civarında su ve maden suyu gibi "yararlı sıvı" tüketilmesini tavsiye ediyor.

- Çocukların maden suyu içmesi zararlı mıdır?

Maden suyunun bilinen hiçbir zararı olmayıp, aksine vücudumuza sayısız yararı vardır. Büyüme çağındaki çocuklar, kalsiyum, demir, çinko, florür gibi minerallere yetişkinlerden daha fazla ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaçlarını karşılamanın en iyi yolu, bolca süt ve doğal suları tüketmeleridir. Maden suyunun içerdiği kalsiyum kemik yapısının, florür ise ağız ve diş sağlığının gelişmesi için son derece yararlıdır.

- Hamilelikte maden suyu içilir mi?

Hamilelik, beslenmeye özellikle dikkat edilmesi gereken bir dönem. İnsan vücudu, bebeği besleyebilmek ve gelişmesini sağlamak için, normalden daha fazla gıda, sıvı, mineral ve vitaminlere ihtiyaç duyar. Bu katkıyı doğal yoldan sağlayabilmek için, hamilelikte düzenli olarak maden suyu tüketimi tavsiye edilir.

- Maden suyu cilde yararlı mıdır?

Maden suyunun ihtiva ettiği zengin mineraller, vücudumuzun birçok bölgesine olduğu gibi cilde de yararlıdır. Hatta piyasada, sprey şişelerine doldurulmuş ve yüze püskürtülerek kullanılan maden suları satılır.

- Maden suyu böbrek taşı yapar mı?

Böbrek taşlarının oluşumunda ana sebep, yetersiz miktarda sıvı tüketimidir. Başka bir ifadeyle, hayatı boyunca yeterli ve düzenli miktarlarda su ve maden suyu tüketmeyen insanlarda böbrek taşı oluşumu hızla meydana gelir. Bu duruma gelmiş ve böbreklerinde taş oluşmuş insanların maden suyu tüketmeleri tavsiye edilmez; ancak esas olan düzenli ve yeterli miktarlarda su ve maden suyu tüketerek vücudumuzu bu gibi etkenlerden korumaktır.

SAĞLIKLI BİR YAŞAM İÇİN DÜZENLİ MADEN SUYU TÜKETİMİ ŞART

- Avrupa'da ve Türkiye'de kişi başına yıllık maden suyu tüketimi ne kadar?

Avrupa'da kişi başına yılda 24 litre maden suyu tüketilirken, bu rakam Türkiye'de 3 litrenin altında. Ülkemiz aslında Avrupa'nın doğal mineralli sular açısından en zengin coğrafyasına sahip; ancak yıllık 65 milyon litre olan bu kaynağın sadece yüzde 1'i şişeleniyor, yüzde 99'u boşa akıyor. Süt ve süt ürünleri tüketiminde de Avrupa ile aramızda benzer oranlar olduğu için, neticede ulusal beslenme kültürüyle bağlantılı ilginç tablolar ortaya çıkıyor. Örneğin, bu beslenme kültürü sayesinde Avrupalı kemik erimesi gibi hastalıkları nadiren duyarken, Türkiye'de belirli yaş ve cinsiyet gruplarında kemik erimesi oranları yüzde 30'larda yaşanıyor. Bunun en önemli sebebi, hayat boyunca düzenli olarak tüketilen süt ve doğal suların miktarlarındaki, dolayısıyla bu yolla alınan kalsiyum takviyesindeki büyük farklılık.

- Maden suyu son kullanma tarihinden sonra bozulur mu?

Maden suyu, kapağı açılmazsa kesinlikle bozulmaz. Ürünlere son kullanma tarihi konulmasının tek sebebi, dolumdan sonra belirli bir süre geçtiği zaman kapak ve ambalajdan dışarıya karbondioksit gazı kaçması ve azalmasıdır.

- Düzenli maden suyu tüketimiyle bazı hastalıklar arasında bağlantı var mıdır?

Maden suyunda zengin olarak bulunan minerallerden magnezyum, hücre içerisinde potasyumdan sonra en yoğun olarak bulunan katyondur. Hücre zarı, hücre içi ve hücre çekirdeğindeki birçok biyolojik olaylarda etkilidir ve kas ile sinirlerdeki elektrik uyarılarının iletilmesini sağlar. Kalp ve damar hastalıklarıyla çok ilgisi vardır. Enfarktüs geçiren insanlarda magnezyum düşüklüğü tespit edilmiştir. Damar sertliğine yol açan damarlardaki yağ ve kalsiyum birikmesi de magnezyum eksikliğinden oluşur.

Sodyum, vücut sıvılarında en fazla bulunan elementtir ve sıvı dağılımıyla sıvı dengesinin düzenlenmesini sağlar. Ayrıca asit-baz dengesi ve sinir uyarılarının taşınması en önemli görevlerindendir.

Kalsiyum, vücudumuzda en fazla bulunan elementtir. Kemik yapısının yanı sıra kas kasılmalarının düzenlenmesine, sinir uyarılarının taşınmasına, hücre zarlarında iyon değişimine, hormonların, sindirim enzimlerinin ve nörotransmitterlerin salgılanmasına yardımcı olur. Yaşla ilgili kemik kayıplarını ve kırılmalarını önler. Kalsiyum, sadece süt ve doğal sularda bulunur. İçerisinde kalori ve kolesterol olmadığı için maden suyu, kalsiyum açısından süte en iyi alternatif olmaktadır.

Bikarbonat, sitrat, magnezyum, sodyum, flor ve kalsiyum, maden suyunda bulunan doğal dengeleriyle ürolojik hastalıkların seyri ve özellikle ameliyat sonrasında çok etkendir. Böbrek taşlarının tekrarlamasını önlemenin en kolay ve doğal yolu, maden suyunu bolca tüketmektir. Bikarbonatlı sular, alkali yapıları sayesinde mide asiditesini nötralize eder ve bu özelliği sebebiyle peptik ülser hastalığının tedavisinde önemli rol oynar. Yine fonksiyonel mide ve bağırsak hastalıklarında semptomları azaltıcı etkileri vardır.

Kalsiyum ve magnezyum içeren sular, stres sonucu gelişen ishal gibi şikayetleri önlemede de etkili olur.

Sülfatlı sular ise safra salgılarını ve akımlarını artırır. Kalsiyum zengini doğal mineralli sular, menapoz döneminde kadınlarda ve ileri yaşlarda erkeklerde kemik erimesinin önlenmesi ve tedavisinde yeterli kalsiyum desteği sağlanmasında önemli bir seçenektir.

HANGİ MİNERAL NE İŞE YARAR?
KLORÜR: Hayat için az miktarda klorür mecburidir. Klorür sindirim sistemini değişmeden geçip, idrara karışır. Klorür, sodyum ile birlikte hücresel sıvıda da bulunur ve vücut ağırlığının yaklaşık yüzde 0.15'ini oluşturur. Sodyum ve potasyumla birlikte klorür sağlıklı sinir ve kas fonksiyonunu sağlar. Sindirim ve atık yok etmeye de katkıda bulunur. Klorür besinleri sindirmede en önemli sıvılardan biri olan hidroklorik asidin ana bileşenidir. Azlığı aşırı terleme, kusma veya ishale sebep olabilir. Düşük klorür seviyesi vücut sıvılarının bazikleşmesi, dehidrasyon ve idrarda potasyum azlığına yol açar.
Kaynaklar: Kereviz, marul, zeytin, çavdar, deniz suyu ve domates.

SODYUM: Sodyum su dengesi ve etkin mide, sinir ve kas fonksiyonu için gereklidir. Potasyumun hücre zarlarından dışarı pompalanması için uygun ortamı sağlamaya yardım eder. Sodyum azlığı mide krampları, anoreksia, dehidrasyon, depresyon, baş dönmesi, yorgunluk, hayal görme, başarısı, kalp çarpıntısı, tat duyusu bozukluğu, uyuşukluk, düşük kan basıncı, hafıza bozukluğu, kas zayıflığı, tiksinme, zayıf koordinasyon, nöbet ve kilo kaybına sebep olur.
Kaynaklar: Hamsi balığı, peynir, deniz tuzu, kabuklu deniz hayvanları, kırmızı ve yeşil biber ve deniz sebzeleri.

SÜLFÜR: Sülfür kanı dezenfekte etmekte, yani temizlemekte görev alır ve vücudun bakterilere direncine yardımcı olur. Vücudumuzu zehirli maddelere, radyasyonun ve hava kirliliğinin zararlı etkilerine karşı korur. Safra salgısını canlandırır ve yaşlanmayı yavaşlatır.
Kaynaklar: Brüksel lahanası, kuru fasulye, lahana, yumurta, balık, sarımsak, et, soğan, deniz tuzu, soya fasulyesi, şalgam.

KALSİYUM: Kalsiyum kemik ve dişlerin yapı, oluşum ve sürdürülmesinde temel bir ihtiyaçtır. Kemik erimesini azaltmada yardımcı olur. Bu temel mineral aynı zamanda kan basıncı, kan pıhtılaşması, kas büyümesi, sinir geçirme, kanser önleme, enerji üretme, yağ parçalamaya yardımcı olur ve erken kalp hastalıkları riskini azaltır. Kalsiyum magnezyumla birlikte birbirini tamamlayarak çalışır. Örneğin kalsiyum kasları kasarken, magnezyum gevşetir. Azlığı eklem ağrıları, tırnak kırılması, depresyon, çarpıntı, hayal görme, yüksek kan kolesterolü, kalp çarpıntısı, yüksek tansiyon, egzama, uykusuzluk, kas krampları, sinirlilik, renk solukluğu, raşitizm ve diş çürümesine yol açar.
Kaynakları: Badem, brokoli, tereyağı, lahana, keçiboynuzu, karahindiba çiçeği, yeşil yapraklı sebzeler, keçi sütü, incir, süt ve süt ürünleri, somon balığı, sardunya balığı, deniz tuzu, deniz ürünleri, susam tohumları, şalgam yeşilliği, böğürtlen yaprağı, kuşburnu, nane, yulaf, hardal yeşilliği.

MAGNEZYUM: Magnezyum insan vücuduna kalsiyumun kullanımı, kalp fonksiyonları, kan basıncı, enerji üretimi, dinlenerek uyumaya yardım etmede gereklidir. Vücutta kalsiyum, magnezyum, sodyum ya da potasyum eksikliği bacak kramplarına sebep olabilmektedir. Araştırmalarda kalp krizi geçirenlerin kanında ve kalp kaslarında magnezyum azlığı tespit edilmiştir. Azlık belirtileri astım, kalp tutukluluğu, kronik yorgunluk, uykusuzluk, asabiyet, sindirim azlığı, solunum bozuklukları, hızlı kalp atışları ve kuşatılmadır. Kalp krizlerinde hastaya hemen magnezyum verilmesinin yaşama ihtimalini yüzde 60 artırdığı bilinmektedir. Migrene karşı da magnezyum minerali takviyesi yapılmaktadır. Magnezyum beyindeki damarları rahatlatarak kan akışını iyileştirmektedir.
Kaynaklar: Elma, kayısı, avokado, muz, pekmez-tahin, bezelye, esmer pirinç, süt ürünleri, balık, incir, sarımsak, greyfurt, yeşil yapraklı sebzeler, limon, Lima fasulyesi, et, ceviz, karabiber, maydanoz, şeftali, nane, somon balığı, deniz tuzu, susam tohumu, soya fasulyesi, tofu, tahıl ve tahıl taneleri.

POTASYUM: Potasyum vücut sıvılarının dengesinin sürdürülmesi, sinir sinyallerinin iletimi, insülünün serbest bırakılması ve kas gerilmesine yardımcı olur. Rafine ürünler kullanıldığı için potasyum azlığı insanlarda sık görülür çünkü diüretik alışı ve fazla miktarda su içilmesi hayati potasyumun dışarı atılmasına sebep olmaktadır. Potasyum eksikliği yorgunluk, zayıflık, ruhsal depresyon, düşük tansiyon, kas yorgunluğu, tuz tutulması ve normal dışı kalp atışlarına sebep olur.
Kaynaklar: Avokado, muz, kırmızı pancar, esmer pirinç, hurma, meyve kurusu, incir, balık, meyve, sarımsak, pırasa, domates, et, fındık, portakal, patates, piliç, kuru üzüm, sebzeler, tahıl taneleri.

BOR: Bor sağlıklı kemikler, dişler ve kalsiyum, magnezyum ve fosforun uygun metabolizması için ihtiyaç duyulan bir mineraldir. Bor beyin fonksiyonlarını geliştirir, kemik erimesini azaltır ve kas yapar. Bor azlığı D vitamini azlığını hızlandırır. Östrojen gibi belli hormonların aktive edilmesi için de bor gerekmektedir.
Kaynaklar: Elma, havuç, tahıl, üzüm, yapraklı sebzeler, fındık, armut.

DEMİR: Demir birçok enzim için hayati bir bileşendir. Hastalıklara direnci artırır, yorgunluğu azaltır ve kanın kırmızı hücrelerinin oksijenlenmesini sağlar. Azlığı anemi, konsantrasyon azlığı, kırılgan saçlar, uyku hali, kırılgan kemikler, sinirlilik, şişmanlık, azalan fiziksel kapasite ve azalan bağışıklık fonksiyonlarına sebep olur.
Kaynaklar: Badem, avokado, fasulye, kırmızı pancar, pancar, mısır gevreği, hurma, yeşil yapraklı sebzeler, ciğer, Lima fasulyesi, böbrek, et, yumurta, balık, fındık, midye, şeftali, armut, piliç, kabak, kuru üzüm, pirinç, kahve, tahıl.

MANGANEZ: Manganez minerali kemik oluşumu ve bakımı, bağ dokuları için çok gereklidir. Protein ve genetik malzemelerin sentezine katkıda bulunur ve besinlerden enerji üretmeye yardımcı olur. Aynı zamanda antioksidan görevi görür ve normal kan pıhtılaşmasına yardımcı olur. Manganez, glikoz metabolizmasının anahtar enziminde önemli bir yardımcı faktördür. Azlığı diyabet ve erken doğumlara sebep olabilmektedir. Diyabetliler normal kişilerin yaklaşık yarısı kadar manganeze sahiptirler.
Kaynaklar: Avokado, kuru bezelye, yumurta, yeşil yapraklı sebzeler, fındık, deniz sebzeleri, tahıl taneleri, kara hindiba çiçeği.
FOSFOR: Fosfor hem kemik hem de diş oluşumu için gereklidir ve hücrelerin büyümesine yardım eder. Azlığı pek yaygın olmamakla birlikte endişe, kuruntu, düzensiz nefes, deri hassaslığı, zayıflık ve kilo değişimine sebep olur.
Kaynaklar: Asparagus, mısır, süt ürünleri, yumurta, balık, meyveler, meyve suyu, pırasa, piliç, et, kepek.

LİTYUM: Lityum, depresyon ve alkol bağımlılığı gibi ruhsal bozuklukların sebeplerini azaltma ve önlemeye yardımcı olur.
Kaynaklar: İnek ciğeri, patlıcan, pırasa, patates, tahıllar, deniz ürünleri ve domates.

SELENYUM: Savunma sisteminin güçlendirilmesinde katkıda bulunur. Kanserden korumada etkilidir. Serbest radikallerin artığı durumlarda (sigara içilmesi, hava kirliliği, ultraviole ışınları ve radyasyona maruz kalma) önemlidir. Kardiyovasküler hastalıklardan korunmak ve karaciğer fonksiyonlarının sağlıklı devam etmesi için kullanılır.

ÇİNKO: Bütün mineraller vücut için önemli iken, çinko diğerleri içinde en ağır işçilerden biridir. Çinko sperm üretiminde çok önemlidir. Çinko azlığı, sperm sayısı ve testosteron seviyesinin azlığına sebep olmaktadır. Geç iyileşen kesik ve yaralar bedenin çinkoya ihtiyacını gösterebilir. Bu madde yaraların iyileşmesini hızlandırmak ve hücrelerin yenilenmesinde önemlidir.
Kaynaklar: Biftek, istiridye, hindi, tahıl ve baklagiller, kahvaltı gevrekleri, lifli yiyecekler.

Mavi forum

Rengine aldanıp kar yemeyin

Bembeyaz görüntüsüyle temiz izlenimi veren karın, oluşumu sırasında ya da yere düşerken, sağlığa zararlı partikül maddeleri de beraberinde getirmiş olabileceği belirtilerek, yenmesinin sakıncalı olabileceği ifade edildi.

Konya Meteoroloji Bölge Müdürü Ertuğrul Şen, “kimyasal özellikleri, bölgelere göre değişen karın yenip yenmeyeceği, ancak laboratuvar analizi sonucunda söylenebilir” dedi.

Ertuğrul Şen, bazı bölgelerde geleneksel bir alışkanlık olarak kar yenildiğini ya da karların biriktirilmesiyle elde edilen suyunun içildiğinin bilindiğini kaydetti. Kar da dahil, yağmur, dolu gibi tüm yağış şekilleriyle yeryüzüne düşen unsurların kaynağının, yeryüzünden yükselen su buharı olduğunu ifade eden Şen, “Su buharlaşıp atmosferin çeşitli tabakalarında bazı evrelerden geçtikten sonra bulut haline gelir. Uygun atmosfer koşullarında ise yeryüzüne yağmur, dolu ve kar gibi hallerde düşer” dedi.

BUHARLAŞMA SIRASINDA FARKLI MADDELERLE TEMAS EDEBİLİR
Buharın oluşumundan yağışa kadar geçen evrede, su buharının çok farklı maddelerle temas edebileceğini vurgulayan Şen, şunları kaydetti:
“Dünya üzerinde bazen çok şiddetli buharlaşmalar ya da su buharının havaya karışmasını sağlayan hortumlar yaşanmaktadır. Hortumlarda havaya su buharıyla birlikte, küçük okyanus kurbağaları gibi çeşitli canlılar ya da çamur karışabilir. Böyle durumlar halk arasında ‘kurbağa yağışı, çamur yağışı’ şeklinde adlandırılır. Yani yeryüzünde her zaman normal buharlaşma gerçekleşmez. Ayrıca, bir noktada oluşan buharlaşma, rüzgarların hareketine göre dünyanın çok başka bir noktasına yağış olarak düşebilir. Bu nedenle, bembeyaz görüntüsüyle temiz izlenimi veren kar, oluşumu sırasında ya da yere düşerken sağlığa zararlı partikülleri de beraberinde getirmiş olabilir.”

Bunun yanı sıra içinde sağlığa zararlı hiçbir yabancı madde bulunmayan kar da yağabileceğini anlatan Şen, “Hava kirliliğinin fazla olduğu kentlere yağan karın, havadaki zehirli partikül maddelerle temas etmiş olma ihtimali yüksektir. Aynı zamanda kimyasal özellikleri, bölgelere göre değişen karın yenip yenmeyeceği ancak laboratuvar analizi yapılarak söylenebilir” diye konuştu.

Mavi forum

Doğurganlığı tespit eden test

İngiltere’de kadınların gelecek iki yıldaki doğurganlık oranını tespit edebilen bir test geliştirildiği açıklandı.

Sheffield Üniversitesi bilimadamlarından Prof. William Ledger tarafından geliştirilen “Plan Ahead” adlı testle, aynı anda üç ayrı hormonun seviyesi ölçülebiliyor. Testle kadının yumurtalıklarında gelecek iki yıl boyunca doğurganlık sağlayacak üretim düzeyi olup olmadığı kontrol edilebiliyor.

Standart doğurganlık testlerinin sadece bir hormonun seviyesini ölçebildiğine dikkat çeken uzmanlar, testin özellikle ilerki ay ve yıllarda hamile kalmayı planlayan kadınlar için önemli bir imkan sunacağını kaydettiler.

179 sterline piyasaya sürülen yeni testin, bugünden itibaren telefonla ısmarlanabileceği açıklandı.

Mavi forum

Kar gözlerinize zarar verebilir

Göz sağlığı için, karlı ortamlarda uzun süre kalan kişilerin mutlaka güneş gözlüğü kullanması, kullanılacak gözlüğün ise ultraviyole ışınları engelleyecek nitelikte olması gerektiği vurgulandı.

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ümit Kamış, son günlerde yurt genelinde etkili olan kar yağışının göz sağlığını da olumsuz etkileyebileceğini söyledi.

Ozon tabakasındaki incelme nedeniyle zararlı ultraviyole ışınların yeryüzüne daha fazla ulaştığını vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Ümit Kamış, “Kar, yeryüzüne ulaşan ışınların yüzde 80’ini yansıtır. Bu nedenle karlı havalarda normalden daha fazla yansıyan güneş ışınlarından gözlerin korunması gerekir” dedi. Karlı ortamlarda uzun süre kalan kişilerin mutlaka güneş gözlüğü kullanması, ancak gözlüğün ultraviyole ışınlarını süzen kaliteli camasahip olması gerektiğini vurgulayan Kamış, şunları kaydetti:
“Gözün kardan yansıyan ışığa uzun süre maruz kalması geçici körlüğe ya da katarakta neden olabilir, hatta bazı durumlarda gözde daha büyük zararlar oluşabilir. Yansıyan ışınlara maruz kalınması ilk aşamada gözlerde kornea tabakasında keratit oluşturabilmekte ve bunun sonucunda gözlerde yanma, batma, kamaşma, baş ağrısı ya da görmede geçici azlık gibi sonuçlar doğabilmektedir. Bu ışınların uzun vadedekietkisi ise göz merceğinde katarakt oluşmasını hızlandırabilmesidir.”

GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ KULLANIN
Yrd. Doç. Dr. Kamış, fazla miktardaki ultraviyole ışınların göz ağ tabakasında hasarlar oluşturabildiğine de dikkat çekerek,”Kayak yapanlar ve özellikle uzun yolda araç kullanan sürücülerin gözlerini yormamak ve olası kazalara neden olmamak için, bu havalarda güneş gözlüğü kullanma konusunda daha hassas olmaları gerekmektedir” diye konuştu.

Mavi forum

Donma tehlikesinde ilkyardım

Gaziantep Sivil Savunma İl Müdürü Metin Bikir, donma olayına maruz kalmış kişinin, soba, lamba gibi sıcaklık veren gereçlerden uzak tutulması gerektiğini söyledi.
Metin Bikir, hava sıcaklığının sıfırınaltına düştüğü şu günlerde, donma tehlikesi yaşanabileceğini, bu tür durumlarda ilkyardımın çok önemli olduğunu belirtti.

Donmuş kişinin, öncelikle rüzgardan korunması ve kapalı bir yere getirilmesi gerektiğini kaydeden Bikir, soba, lamba gibi sıcaklık veren cisimlerden uzak tutularak, donan kısımdaki giysilerinin çıkartılıp, battaniyeye sarılması gerektiğini belirtti.

Bikir, donmak üzere olan kişiye ilk olarak yapılması gerekenleri şöyle anlattı:
Hastanın üzerini, kolları serbest kalacak şekilde battaniyeyle örtün. Kuru, ısıtılmış giyecekler giydirin; sıcak, şekerli ve içinde alkol bulunmayan içecekler verin. Vücut bu tür durumlarda fazla enerjiye ve suya gereksinim duyar.
Donmuş bölgenin daha fazla zarar görmemesi karla ya da çıplak elle o bölgeyi ovuşturmayın, masaj yapmayın. Elinizle tutarak ve verdiğiniz nefesle ısıtın.
Kol ve bacakların hareket etmesini sağlayın. Bu vücut ısısını ve kan dolaşımını arttırır. Soğuğun aynı bölgeyi tekrar etkilemesine karşı koruyucu önlem alın.
Derin donmanın ardından, deri normal rengini ve ısısını tekrar kazansa da donan kişiyi hemen yürütmeyin. Derinin ısısı, rengi ve dokunma hissi 30 dakika içinde düzelmemişse hastanın hemen hastaneye gitmesi gerekir.
Donan kişinin dinlenmesini sağlayın. Donmuş yerin altına yastık koyarak, kalp seviyesinin yukarısına kaldırın.
Donan kişinin bilinci yerinde değilse ağızdan içecek vermeyin. Hafif baş aşağı yatırın.
Donan kişide bilezik ve yüzük gibi takılar varsa çıkarın. Donma nedeniyle şişlik olursa, bunlar kol ve parmağı sıkarak kan dolaşımını bozar, hatta kangrene yol açabilir.
Deride oluşan su dolu kabarcıklar, mikrop bulaşma riski göz önünde tutularak delinmemelidir.


Mavi forum

Haftada 3 öğün balık tüketin

Ülkemizde balık tüketiminin Japonya’ya oranla 50 kat daha az olduğu ve kişi başı yıllık 10 kiloyu bile bulmadığı belirtilerek, sağlıklı yaşam için haftada 3 öğün balık yenmesi gerektiği ifade edildi.

Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Su Ürünleri Yetiştiriciliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. İbrahim Cengizler, A ve D vitamini bakımından çok iyi bir protein kaynağı olan balığın Türkiye’deki tüketiminin istenilen düzeyde olmadığını söyledi.

Balığın sindirimi kolay olduğu için özellikle yaşlılar ve çocuklar tarafından tüketilmesi gerektiğini belirten Cengizler, kalp ve damar rahatsızlıkları bulunan kişilere de özellikle önerildiğini ifade etti.

Cengizler, yapılan araştırmaya göre, balıkla beslenen çocukların balık tüketmeyenlere oranla yüzde 27 daha zeki olduklarının belirlendiğini vurgulayarak, “Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde balık tüketimi nüfusa göre yok denecek kadar az. Türkler, büyük olasılıkla Orta Asya’dan kalan alışkanlıkla, enerji ve protein ihtiyaçlarını balık yerine daha çok tahıl ve kırmızı etle gideriyorlar. Oysa, özellikle çocuk ve yetişkinlerin sağlık yönünden haftada en az 3 öğün balık yemeleri gerekiyor” dedi.

Ülkemiz denizleri, iç sular ve çiftliklerinde yılda ortalama 600 bin ton balık üretimi yapıldığını belirten Cengizler, şöyle konuştu:
“Çevre kirliliği ve aşırı avcılık baskısı nedeniyle deniz ürünlerinde azalmalar görülüyor. Buna paralel olarak da çiftlik balığı üretimi artıyor. Deniz ve çiftlik üretiminde yeterli derecede balık elde edilmesine karşın yıllık tüketim kişi başına 10 kilonun altında kalıyor. Eldeki veriler, yıllık üretimde üst, tüketimde ise alt sıralarda bulunduğumuzu gösteriyor. Japonya’da yılda kişi başına 500 kilonun üzerinde, Norveç’te 445 kilo, Danimarka’da 230 kilo ve Fransa’da 21 kilo balık tüketiliyor. Bizdeki rakamın azlığı da balık yeme kültürümüzün olmadığını açıkça ortaya koyuyor.”

Cengizler, son günlerdeki kuş gribi vakasının ise balık tüketimini az da olsa artırdığını söyledi. Vatandaşların, hastalık endişesiyle tavuk etinden uzaklaşmasıyla birlikte yıllık tüketimin artmasının beklendiğini ifade eden Cengizler, “balık üreticileriyle yaptığımız görüşmeler talebin arttığını gösteriyor. Umarım, bu artış, Türk milletinde bir alışkanlık haline gelir” dedi.

Mavi forum

Omega 3 kanserden korumuyor

Bazı balıklarda ve sebzelerde bulunan Omega 3 adlı yağ asidinin, kalp-damar hastalıklarından korumakla birlikte kansere karşı koruyucu etkisi olmadığı belirlendi.

ABD Tıp Derneği’nin (JAMA) yayın organında çıkan makaleye göre, 1966 ile 2005 yılları arasında Omega 3 konusunda yayınlanmış 38 incelemeyi tahlil eden uzmanlar, yağ asidinin kanserden koruyucu etkisi olmadığına hükmetti.

Araştırma sonunda rapor hazırlayan Catherine MacLean, “Omega 3 yağları, özellikle kalp-damar hastalıkları riskini azaltma bakımından yararlı sonuçlar sağlıyor ama bizim tespitimize göre, Omega 3’ün kanseri önleme konusunda böyle bir özelliği yok” dedi.

Omega 3’ün kanser riskini hem azalttığına hem de artırdığına dair bazı incelemelerin yayınlanmış olduğunu hatırlatan MacLean, “Oysa biz kanser riskiyle Omega 3 arasında bağlantı olmadığını gösteren çok sayıda inceleme bulunduğunu gördük ve kanserle yağ asitleri arasında sebep-sonuç ilişkisi olmadığına hükmettik” ifadesini kullandı.

Mavi forum

18 Adımla gribe yakalanmayın.!

18 adımla gribe yakalanmayın !

Kış aylarının belalısı gribe yaklanmamak için bu önerilere kulak verin...

Kış aylarında, soğuk algınlığı, gribal enfeksiyonlar, halsizlik ve yorgunluktan korunmak için;

1. Günlük ihtiyacınız kadar kalori alın.

2. Düşük enerji ile beslenmeyin. Herkes ihtiyacını karşılamak zorundadır. Yoksa vücut direnci ve vücudun iş performansı düşer.

3. Ketojenik diyetler, protein diyetleri, manken diyetleri, İsveç diyeti, lahana çorbası diyeti gibi dengesiz ve tek tip beslenme programlarını uygulamayın.

4. Sebze yemeklerinizi veya salata porsiyonlarınızı arttırın. Taze meyve ve sebzeler diğer besinlerden almadığımız C vitamini ihtiyacımızı karşılamaktadır.

5. Meyve tüketiminizi günde 5 porsiyona yükseltin -ortalama 5 meyve gibi-. Meyve tüketiminizi arttıramıyorsanız her gün bir bardak portakal veya mandalina-greyfurt suyu içmeye özen gösterin.

6. Özellikle kış sebzelerini ve meyvelerini tüketin. Koyu yeşil yapraklı sebzeler ve turunçgiller bunların başında geliyor. Örneğin lahanagiller, brokoli, mandalina, portakal, greyfurt, limon gibi.

7. Sebzeleri vitamin ve minerallerinden maksimum oranda faydalanabilmek için çok yüksek ateşte pişirmeden hazırlayın. Yemekler hazırlandıktan hemen sonra zeytinyağı ilave edin.

8. Meyveleri vitaminlerini kaybetmemeleri açısından tüketmenize yakın soyup yiyin.

9. Aşırı yağlı besinlerden (kızarmış besinler, cipsler, hamurlu tatlılar vb..) kaçının. Vücut direncinizi azaltabilir. Özellikle yüksek miktarda şekerli besin tüketimi bağışıklık sisteminizi zayıflatarak bakterilere ve virüslere karşı savaşma yeteneğinizi bozar ve uykunuzu olumsuz etkiler.

10. Kola, gazoz türü asitli içeceklerden kaçının.

11.Ortalama günde iki fincanı geçmemeye çalışmak kaydıyla içtiğiniz kafeinli ürünlere, ortalama günde 4-5 fincan açık çayı geçmemeye çalışmak kaydıyla içtiğiniz çay miktarına dikkat edin.

12. Sadece protein ağırlıklı beslenme, beraberinde, aşırı yağlanma ve diğer hastalık risklerini getireceği gibi vitamin mineral emilimini de negatif etkilemektedir. Dolayısı ile protein ağırlıklı, kızartılmış ürünlerden de uzak durmaya çalışın.

13. Alkolü sık içiyorsanız tüketimini azaltın. Çünkü fazla alkol alımı fazla enerji alımına neden olacaktır.

14. Düzenli uyku, özellikle vücut direncini ve beslenme şeklinizi etkilediği için her gün düzenli uymaya çalışmalısınız.

15. Su tüketimi; böbrek fonksiyonları, kan dolaşımı, vücut ısı dengeniz, besinlerin taşınması ve atık maddelerin atılması için çok önemlidir. Bol su içmeyi unutmayın.

16. Kuru meyveleri cebinizde bulundurun. İçindeki mineraller sizin direncinizin yükselmesine katkıda bulunacaktır.

17. Yağlı tohumlardan vazgeçmeyin. Her gün 10-12 fındık veya 4 ceviz veya 8-10 badem almayı unutmayın. Bunları sabah kahvaltıdan sonra almaya çalışın. Hatta kuru meyva ve yağlı tohumlardan kuru meyva tabağı oluşturup masanızda bulundurabilirsiniz.

18. Vücut direncinizi arttırmak için egzersiz yapmayı deneyin.

Mavi forum

Unutkanlık, bellek kaybı ve önlemleri

Uzmanlar bellek kaybını yavaşlatmak ve en düşük düzeyde tutabilmek için bizim alabileceğimiz bazı önlemler olduğunu müjdeliyorlar. Beyin hücrelerinin azalması, yaşlılığın kaçınılmaz sonucudur. Fakat bazı besinlerin yardımıyla beyin hücrelerinin ölümü geciktirilebileceğini artık tıp uzmanları da kabul ediyorlar. Doğru takviyelerle yaşa bağlı bellek kaybını ve zamanla Alzheimer hastalığına yakalanma tehlikesini ortadan kaldırmak mümkün diyor uzmanlar.

Unutkanlık gençler için de önemli bir sorun olmaya başladı. Uzmanlar stresin, ağır yaşam koşullarının ve yetersiz beslenmenin beyin hücrelerinin erken ölümüne yol açtığını belirtiyorlar.

Unutkanlıktan yakınmak yerine başlangıçta bazı önlemler alabiliriz. Önce neden unutkan olmaya başladığınızı araştırın. Kullandığınız bazı ilaçlar, belleğinizde bir sorun yaratabilir. Bu konuyu doktorunuza da danışmanızda yarar var. Beslenme düzeninizde değişiklik yapın. Az yağlı yiyeceklere ağırlık verin. Bol meyve ve sebze yiyin. Zihinsel faaliyetinizi artırın. Bilim adamları beyinin sürekli egzersiz yapması gerektiğini vurguluyorlar. Yeni meraklar edinmek, zihni sürekli yeni konularla meşgul etmek bulmaca çözmek hatta video oyunları bile belleği güçlendirebilir.

Belleğin kurtarıcıları

Antioksidan vitaminler: A, E, ve C vitaminleri, beyini hücre öldüren serbest radikallere karşı korurlar. Her gün düzenli olarak bu vitaminleri almalısınız.

B kompleks vitaminleri: B vitaminleri, bellek sorunu olan herkes için gereklidir. Bu vitaminlerin eksikliği bellek kaybına neden oluyor. Günde 1-2 kez, 50 mg. birer tablet almanızda yarar var.

Mineraller: Kalsiyum, magnezyum potasyum, bakır, çinko iyot, demir beyinin güçlü olması için gerekli mineraller. Bunların hepsini içeren tabletleri kullanmalısınız.

STRESS ve BELLEK KAYBI

Savaş, doğal afet gibi durumlarda yaşanan aşırı stres dört gün gibi kısa bir süre içinde belleği olumsuz etkileyebiliyor. Ruhbilim uzmanları yoğun stresin bireyde bellek yitimine ya da başka olumsuzluklara yol açtığını bir süredir biliyorlar, ancak bunun nereden kaynaklandığı konusuna kesin bir açıklama getiremiyorlar. Kimileri bunu bireyin aşırı gergin olduğu durumlarda beyinde etkin olan kortizol adlı hormona bağlıyorKonuya ışık tutmak üzere Washington Üniversitesi'nden ve ekibi 51 deneğe dört gün süreyle her gün kortizol hapları verdi. Kimilerine düşük dozda ilaç ya da yalnızca ilaç yerine etkisiz bir madde verilirken, kimilerine aşırı gerilim durumunda bireyin kanında tanık olabileceğiniz miktarda kortizol verildi. İlacı almaya başlamadan önce uygulanan bellek testlerinde her üç grubun da eşit düzeyde başarılı oldukları görüldü. ilacın alınmasından bir gün sonra belirgin herhangi bir değişikliğe tanık olunmamakla birlikte, dördüncü gün en yüksek dozu alan deneklerin yarım saat önce kendilerine okunan kısa bir paragrafı anımsamakta epey zorlandıkları, ilacın kesilmesinden altı gün sonra ise tüm deneklerin yeniden eski durumlarına döndükleri görüldü. Newcomer'e göre bu araştırmada elde edilen en sevindirici bulgu kortizolun bellekte böylesi bir etkiyi birkaç günlük bir süre içinde yaratması. Bunun dışında, sınav korkusu gibi daha ılımlı stres durumlarında çoğu kişide çok yüksek düzeylerde kortizol üretimine neden olmaması da olumlu bir bulgu olarak değerlendiriliyor. Söz konusu araştırma bedendeki kortizol düzeylerinin belleği etkilediğini ilk kez açıkça ortaya koyuyor. Bilim adamları elde edilen sonuçların çok daha ciddi bellek yitimi durumlarına da ışık tutabileceğine dikkat çekiyorlar.



Mavi forum

Hangi çay, neye iyi geliyor?

Uzmanlar sağlıklı ve uzun bir yaşam için, her derde deva olan bitki çaylarını öneriyor


Her bardakta daha sağlıklı bir hayat 'için'

Uzmanlar sağlıklı ve uzun bir yaşam için, her derde deva olan bitki çaylarını öneriyor.

Türkiye'de de gün geçtikçe popülerliği artan bitki çaylarının insan sağlığı için sayısız yararı bulunuyor. Son dönemde satış rakamları neredeyse iki katına çıkan bitki çayları, özellikle kafeinden ve asitli içeceklerden uzak durmaya çalışan insanların öncelikli tercihi haline geldi. Wales Üniversitesi uzmanlarından Prof. Dr. Jeremy Rees İngiliz Daily Mail gazetesine yaptığı açıklamada bitki çaylarının sağlığa olan yararlarının şöyle özetledi:

HANGİ ÇAY NEYE YARAR?
Yeşil Çay: Newcastle Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre yeşil çay Alzheimer'ın oluşmasında etkili olduğu düşünülen enzimleri bloke ediyor. İçinde bulunan anti-oksidanlar sayesinde kansere karşı vücudu koruyor. Kansas Üniversitesi tarafından yapılan araştırmalara göreyse yeşil çay kansere sebep olan serbest radikallerin oluşmasını engelliyor. Yine içinde bulundurduğu K vitamini sayesinde kemiklerin sağlamlaşmasını sağlıyor, diş çürümesini önlüyor.

Nane Çayı: Soğuk algınlığı ve gribe karşı vücudu koruyor. Yapılan bazı araştırmalara göre, içerdiği kimyasal maddeler sayesinde migren ağrılarının da önüne geçiyor.

Isırgan Otu Çayı: Romatizmaya karşı etkili olduğu söyleniyor. İçinde bulunan demir, folik asid ve B vitamini de vücut direncini artırıyor.

Papatya Çayı: Sakinleştirici özelliği sayesinde iyi bir uyku için vazgeçilmez olduğu söyleniyor... Ayrıca sindirim sorunlarına karşı etkili. ,

Karahindibağ Çayı : Kanı temizliyor. Havuçtan bile yüksek oranda A vitamini içeriyor.

Meyankökü Çayı : Özellikle ülser sorunu olanlar için öneriliyor. Menapoza bağlı bazı sendromlara karşı da kullanılıyor.

Kuru Üzüm Çayı: İçinde yüksek oranda anti-oksidan bulunuyor. Bu özelliği sayesinde kansere karşı etkili.

Böğürtlen Çayı : Anti oksidan miktarı yüksek... Özellikle hamile kadınlara tavsiye ediliyor.


Mavi forum

TÜrkİye Depresyona Gİrdİ

Anti depresan ilaç tüketimi hızla artıyor. Araştırmalara göre her beş kişiden biri depresyona giriyor. 15 milyon kişi de bu hastalığa yakalanmas riski ile karşı karşıya.


Ankara Psikiyatri Derneği Başkanı Prof. Dr. Hamdullah Aydın, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, depresyonun, insan sağlığını en çok tehdit eden 4. hastalık olduğunu belirterek, Türkiye'de de 15 milyon kişinin bu hastalığa yakalanma riski bulunduğunu söyledi.


Prof. Dr. Aydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bilimsel verilere göre, Türkiye'deki her 5 kişiden 1'inin yaşamının bir döneminde depresyona girdiğini belirterek, ''Ülkemizde ortalama 15 milyon kişinin risk altında olduğunu varsayıyoruz'' dedi.


Ekonomik problemlerin depresyonu tetiklediğinin bilimsel bir gerçek olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Aydın, işsizlik ve geleceğe yönelik kaygılar, güven duygusu azlığı, bireyin yaşamında ortaya çıkan ani ve şiddetli değişikliklerin depresyonun gelişmesini artırdığına işaret etti. Aydın, bunların yanı sıra, örf, adet ve geleneklerin bireyler üzerinde oluşturduğu baskı ve aile yapısının değişmesi sonucu bireyin yalnızlaşmasının da depresyon gelişimini tetiklediğini kaydetti.


Türk insanının, kendini çok rahat ifade edemediğini söyleyen Prof. Dr. Aydın, bu durumun, Türkiye'de hastalığın çok sık görülmesinin temel nedenlerinden biri olduğunu vurguladı.


Prof. Dr. Aydın, hastalığın doğru teşhis ve etkin bir tedaviyle minimum 6-8 ayda, ortalama 1.5 yılda tedavi edilebildiğini belirterek,bugün bilinen en etkili tedavi yönteminin ''psikoterapi'' ve ilaç tedavisi olduğunu dile getirdi.


Antidepresan ilaçlarla yapılan tedavilerin, bilinenin aksine hastalar üzerinde çok ciddi bir risk oluşturmadığına dikkati çeken Prof. Dr. Aydın, antidepresan ilaçların, kısa vadede, ağız kuruluğu, mide bulantısı, cinsel fonksiyonlarda bozukluk, tansiyonun düşmesi, fazla tepkili haller, uyku bozukluğu gibi yan etkilere neden olduğunu bildirdi. Prof. Dr. Aydın, ancak uzun vadede vücudun bu etkileri en aza indirebileceğini vurguladı.


İLAÇ TÜKETİMİNDE ARTIŞ


Antidepresan ilaç tüketiminde artış olduğunu belirten Prof. Dr. Aydın, bunun Türkiye'ye has bir durum olmadığını, dünya genelinde antidepresanların tüketiminin hızla arttığını kaydetti. Antidepresan ilaçların sanılanın aksine bağımlılık yapmayacağını anlatan Prof. Dr. Aydın, ''Bir maddenin bağımlılık yaptığını söyleyebilmemiz için kullanılmakta olan maddeyi almadığınız zaman bunun eksikliğini gösteren belirtilerin ortaya çıkması ve vücudun bu maddeyi tekrar ve daha fazla bir oranda istemesi lazım. Ancak antidepresan ilaç kullanan hastalarda böyle bir etkinin ortaya çıkması söz konusu değil'' diye konuştu.


Antidepresanlar sayesinde, depresyonun daha rahat tedavi edilebilir bir hastalık haline geldiğini vurgulayan Prof. Dr. Aydın, depresyonların, vücuttaki bir takım biyokimyasal dengesizlikler sonucu ortaya çıktığının artık bilindiğini, bu nedenle psikoterapik tedavinin tek başına hastalığın tedavisinde etkili olmayabileceğini vurguladı.

Mavi forum

Gripten Korunmak..

Grip ve nezleden korunmak için domates
Soğukların yol açıp, beslediği hastalıklara karşı en doğal ve sağlıklı kalkan şüphesiz meyve suları. Özellikle domates suyunda bol miktarda bulunan C vitamini ve bir antioksidan olan likopen, grip virüsüne karşı bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

Hava sıcaklıklarının değişkenliği ve mevsimsel virüsler, grip ve soğuk algınlığını artırıyor. Gribin en sık görüldüğü dönem ise içinde bulunduğumuz kış ayları. Doğal birer sağlık iksiri olan meyve suları ile gribe karşı önlemler alabilir ve böylece grip ve soğuk algınlığına yakalanmaktan kurtulabiliriz.

Gıda mühendisi Ebru Akdağ; "Bağıyık sistemini güçlendirmek için en ideal meyveleri şöyle listeledi:

DOMATES SUYU:
Domates içerdiği C ve E vitaminleri, potasyum ve diğer mineralleri ile, insan sağlığı için oldukça yararlı bir sebzedir. Domates suyunda bol miktarda bulunan C vitamini ve bir antioksidan olan likopen, grip virüsüne karşı bağışıklık sistemini güçlendirerek vücudu grip ve nezleden korur. Ayrıca likopen vücudu kalp hastalıklarına karşı koruyan bir maddedir. Hazmı kolaylaştırıcı ve vücudun su tutmasını önleyici özelliğe sahiptir. Kan basıncının düşürülmesinde de etkilidir. Bir bardak domates suyu ve bir adet çiğ yumurta ile hazırlanan karışım fazla miktarda sistein içermekte ve zararlı maddelerin vücuttan atılmasını hızlandırmaktadır.

PORTAKAL SUYU:
Bağışıklık sistemini güçlendirerek bizleri soğuk algınlığı ve gripten koruyan meyvelerin başında portakal gelmektedir. İçerdiği C vitamini ve folik asit sayesinde öksürüğü azaltır. Bunların dışında da, portakal suyundaki bir antioksidan olan bioflavin damarları ve kılcal damarları güçlendirerek kalbin zarar görmesini engeller. Portakal suyunda bulunan yüksek miktardaki potasyum tansiyonun dengelenmesine yardımcı olmakla kalmayıp aynı zamanda cildin kuruyup kırışıklıkların oluşmasını da engeller. Ayrıca, içerdiği vitaminler ve antioksidanlar sayesinde portakal, kanın pıhtılaşmasını, mide ve pankreas kanserini engeller ve ezik ve çürüklerin daha çabuk iyileşmesini sağlar.

VİŞNE SUYU
Ateşli hastalıklara karşı güçlü bir silah olan vişnede A vitamini ve potasyum bulunur. Ateşi düşürüp susuzluğu gideren vişne suyu, ateşli hastalıklardan sonra asitleşen kanı temizlemeye de yardımcı olur. Susuzluğu giderdiği gibi, vücutta biriken fazla suyun dışarı atılmasında da etkin rol oynar. Mide ve karaciğerin düzenli olarak çalışmasını sağlar.
Ayrıca, diyareyi keser ve idrar söktürücü özelliği vardır.

KAYISI SUYU
Grip ve soğuk algınlığına karşı bir başka silahımız olan kayısı, içerdiği A, B3(Niasin) vitamini,kalsiyum, magnezyum, potasyum ve fosfor sayesinde bağışıklık sistemini güçlendirir kansızlığa iyi gelir, kan yapımına yardımcı olur ve sinirleri gevşetip uyku getirir. İçerdiği kalsiyum ve magnezyum sayesinde kemik erimesinin önlenmesine faydalıdır. Kayısı, doğal lif açısından çok zengin bir meyvedir. Lifli bir meyve olduğundan bağırsakları korur ve pekliğe iyi gelir. Kayısıda bulunan betakaroten ise , kanserin,özellikle akciğer kanserinin, kalp hastalıklarının ve kataraktın önlenmesine yardımcıdır.

ELMA SUYU
Elma bağışıklık sistemini güçlendirici özelliği olan B3(Niasin) ve E vitamini, potasyum ve bol miktarda pektin içerir. Kan şekerini kontrol altında tutan elma suyu baş ağrısına da iyi gelir. Ayrıca böbreklerin temizlenmesine yarar ve kolesterolü düşürür. Hastalanmamızda büyük rol oynayan bağırsaklardaki parazitlerin dökülmesini sağlar. Grip ve soğuk algınlığını tetikleyen bedensel ve zihinsel yorgunlukların giderilmesinde ise etkin rol oynar. Bunların dışında, romatizma, gut ve mide rahatsızlıklarının (Gastrit, Ülser) panzehiridir. Elma suyunun içindeki bitki besinleri, kalp ve akciğer kanseri rahatsızlıklarına yakalanma riskini azaltır. Damar sertliğini önler, kan basıncını düşürerek tansiyonun yükselmesine engel olur.

ŞEFTALİ SUYU
Şeftali içerdiği A, B3 (Niasin) ve C vitaminleriyle, folik asit, betakaroten, potasyum ile gribe karşı vücudun savunma mekanizmasını güçlendirir. Vücutta A vitamini oluşturan temel madde olan betakaroten, şeftalide çok zengin miktarda bulunur. Ayrıca antioksidan özelliği ile toksit maddelerin vücuda vereceği zararları önler. Sinir sistemi üzerinde olumlu etki yapar, uykusuzluğu giderir. Sindirim sistemini çalıştıp hazmı kolaylaştıran şeftali aynı zamanda böbreklerin ve safra kesesinin düzenli çalışmasını sağlar ve iyi bir idrar sökücüdür.

ÜZÜM SUYU
Uzmanlar tarafından sihirli iksir ve bitki sütü olarak da adlandırılan doğal kalkanlarımızdan üzüm suyu, bileşimindeki zengin vitamin ve mineral maddeler vücudun günlük ihtiyacını karşılayabilecek özelliktedir. Bol miktarda A ve C vitaminleri, mineraller en çok da demir ile potasyum içeren üzüm suyu vücudun hastalıklara karşı daha dirençli olmasını sağlar. Antioksidan özellikli olduğu için cildin yaşlanmasını geciktirir. Kan yapıcı özelliğinin yanı sıra romatizma ve mafsal ağrılarına iyi gelen üzüm suyu, kalp sistemini düzenler, bedensel ve zihinsel yorgunlukları giderir.!

Mavi forum

Kanserin en büyük sorumlusu sigara

Sigarayla savaş, kanserin yüzde 43’ünü yok ediyor.

Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi’nin hazırladığı, “Kanser Raporu”na göre, Türkiye’de, önümüzdeki 29 yılda, sigaraya bağlı nedenlerle ölen kişilerin sayısı 1 milyon 40 bin’e ulaşacak. Üstelik pasif içiciler de risk altında...

Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi’nin “Kanser Raporu”na göre; kanser, Türkiye’de gerçekleşen ölümlerde ikinci sırada yer alıyor. Raporda, sigaranın kansere neden olan etkenler arasında birinci sırada yer aldığı ve sigaraya karşı savaşın kanserlerin yüzde 43’ünü yok edeceği belirtiliyor.

Sigara içmeyen akciğer kanserli hastaların yüzde 36’sının sigara içen bir kişiyle birlikte yaşadığına, bu kişilerde görülen akciğer kanserlerinin nedeninin çocukluk çağı veya erişkin dönemdeki pasif içicilik olduğuna dikkat çekiliyor.

Önümüzdeki 29 yılda sigaraya bağlı nedenlerden ölen kişilerin sayısının yaklaşık 1 milyon 40 bine ulaşacağının vurgulandığı raporda, kanser vakalarının yüzde 35’inin beslenmeye bağlı olduğu kaydediliyor.


ERKEN TEŞHİS HAYAT KURTARIYOR
Kanserle mücadelede erken teşhisin hayat kurtardığına dikkat çekilen raporda, güvenli su kullanımı, hava kirliliği ve radyasyondan korunmanın önemi vurgulanıyor.

Şişman kişilerde kanser riskinin iki kat daha fazla gözlendiğinin belirtildiği raporda, sağlıklı beslenme konusunda şu uyarılar yer alıyor:
Hayvansal yağ tüketimi azaltılmalı,
Az yağlı, bol lifli beslenme alışkanlığı benimsenmeli,
Kepek, yula gibi lif açısından zengin besinler tercih edilmeli,
Kırmızı et yerine, tavuk, balık veya kuru baklagiller yenilmeli,
Düzenli olarak süt veya süt ürünleri tüketilmeli.

Mavi forum

Genç kızların aile planlaması bilgisi

Erzurum’da, evlilik çağındaki genç kızların, aile planlaması yöntemleriyle ilgili yanlış inanışlara sahip olduğu belirlendi.

Erzurum’da evlilik çağındaki 258 genç kız ile yapılan araştırmada, rahimiçi aletin unutkanlığa neden olduğuna, hapların da kilo aldırdığına inanıldığı belirlendi.

Erzurum’da genç kızların aile planlamasıyla ilgili yanlış inanışları... -evlilik çağındaki 258 genç kız ile yapılan araştırmanın sonuçları... -”rahimiçi aletin unutkanlığa neden olduğuna, hapların da kilo aldırdığına inanılıyor” (A.A) - 23.01.2006 -

Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu tarafından yayımlanan bilimsel derginin son sayısında “Evlilik öncesi dönemdeki genç kızların aile planlaması ile ilgili bilgi ve düşünceleri” konulu araştırma yayınlandı. Evlilik çağındaki 258 genç kızın katıldığı araştırmada, genç kızların yüzde 74’ünün gebelikten korunma konusunda bilgileri olmaları gerektiği, yüzde 59’nun ise bu konuda bilgi edindikleri belirlendi.

Araştırmada, aile planlaması yöntemleri hakkında bilgi sahibi olduğuna inanan genç kızların yüzde 74’ünün ağız yoluyla alınan kontraseptif haplar, yüzde 72’sinin rahimiçi alet, yüzde 68.2’sinin prezervatif, yüzde 50.8’inin de koruyucu haplar hakkında bilgi sahibi olduğunu ifade ettikleri belirtildi.

Evlendikten sonra gebe kalmamak için korunmayı düşünen genç kız oranının yüzde 91.9’u olarak belirlenirken, bunun, genç kızların evlendikten hemen sonra çocuk sahibi olmak istemediklerinden kaynaklandığı vurgulandı.

Genç kızların iki gebelik arasında en az iki yıl geçmesi gerektiği görüşüne sahip olduğu belirtilen araştırmada, yine genç kızlara göre en ideal gebelik yaşının 20 ila 30 yaşları arası olduğu kaydedildi.

PASLANDIĞINA VEYA MİDEYE KAÇTIĞINA İNANIYORLAR
Araştırmaya katılan genç kızların yüzde 3.9’u, aile planlaması yöntemlerinin etkisiz olduğunu düşünüyor. Aile planlamasında en etkili yöntemlerden biri olan rahim içi alethakkında da genç kızlar ilginç inanışlara sahip. Araştırmaya katılan kızların yüzde 15.5’i, rahimiçi aletin paslandığını düşünürken, bu aletin mideye kaçabileceği ihtimalini önüne sürenlerin oranı ise yüzde13.2 oldu. Rahimiçi aletin eşi rahatsız edeceğini düşünenlerin oranı yüzde 27.1 olurken, aletin baş ağrısına yol açacağını düşünenlerin oranı iseyüzde 14 olarak belirlendi. Genç kızların yüzde 9.3’ü rahimiçi aletin unutkanlığa neden olduğuna inanırken, aletin kansere yol açtığını düşünenlerin oranı iseyüzde 6.6 oldu.

Doğum kontrol haplarının kansere yol açtığını düşünenlerin oranı yüzde 9.7, enjeksiyonların kansere yol açtığını düşünenler oranı ise 3.9 oldu. Doğum kontrol haplarının kilo aldırdığı inancını taşıyanların oranı yüzde 59.3, oral yolla alınan ilaçların kullanılması sonrası tekrar gebe kalınamayacağını inancını taşıyanların oranı ise yüzde 31.4 oldu.

KÜRTAJI AİLE PLANLAMASI YÖNTEMİ OLARAK KABUL ETMİYORLAR
Araştırmaya katılan genç kızların yüzde 81.8’i kürtajı aile planlaması yöntemi olarak görmediğine dikkat çekilen araştırmada, istenmeyen gebelikler karşısında kürtaja başvurabileceklerini ifade edenlerin oranı ise yüzde 43.8 olarak saptandı.

Mavi forum

Göğüs kanserli hasta sayısı artıyor

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Semih Aydıntuğ, meme kanserinin Türkiye’de en sık görülen kanser türleri arasına girdiğini ve kanserli hasta sayısının arttığını söyledi.

Prof. Dr. Semih Aydıntuğ, dünyada her 8-9 kadından birinde meme kanseri görüldüğünü belirterek, “Meme kanseri kadınlarda ölüme neden olan kanserler arasında ikinci sırada. Hastalığın 40 yaşından sonra görülme sıklığı giderek artıyor” dedi.

Hastalığın batı dünyasında görülme sıklığının yüksek olduğunu ve giderek arttığını, Çin, Kore ve Japonya’da ise ölüm hızının düşük olduğunu belirten Prof. Dr. Aydıntuğ, “Türkiye’de de meme kanseri sıklığı giderek artıyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye, Batı dünyasına benzer bir gidiş sergiliyor” diye konuştu. Aydıntuğ, batı ülkelerinde sık görülmesinin yaşam tarzı, stres, yeme alışkanlığı ile alkol ve sigara tüketiminden kaynaklandığını söyledi.

RİSK FAKTÖRLERİ VE BELİRTİLERİ
Prof. Dr. Semih Aydıntuğ, bu hastalık için risk faktörlerini şöylesıraladı:
“Birinci dereceden akrabaları arasında kanser hastasının bulunması, 40 yaşının üstünde olmak, ilk adete erken girmek, 35 yaşından önce doğum yapmamış olmak, emzirmemek, menopoza geç girmek, uzun süre östrojen hormonu almak.” Meme kanserinde tanı konulması için ilk olarak fizik muayenenin vegörüntüleme yöntemlerinin önemli olduğunu vurgulayan Aydıntuğ, “Tümör ne kadar küçük yakalanırsa yaşam şansı o kadar yüksek olur” dedi.

Aydıntuğ, meme ağrısının tek başına nadiren hastalığın habercisi olduğuna işaret ederek, meme başından gelen kanlı-koyu sarı renkli akıntının, kolda veya memede şişkinliğin, muayenede ele gelen sert ve rahat oynamayan kitlenin belirti olabileceğini, memedeki portakal kabuğu görünümünün ve derideki bozulmanın hastalığın ileri evrede olduğunu gösterdiğini söyledi.

NASIL KORUNURUZ?
Hastalıktan korunmak için yüksek risk taşıyan kadınların sık sık kontrolden geçirilmesi gerektiğini vurgulayan Aydıntuğ, “Kendi kendine muayene yöntemi her kadına öğretilmeli, yeterli ve doğru bilgiedinilmeli, alkol ve sigara kullanılmamalı, aşırı kilodan kaçınılmalı,hayvansal yağlardan uzak durulmalı ve düzenli egzersiz yapılmalı” dedi.

Aydıntuğ, erken tanının da korunmanın bir şekli olduğunu belirterek, tanı geciktikçe ölüm oranının arttığını, tedavinin pahalılaştığını, psikolojik ve sosyal etkilerin ağırlaştığını kaydetti.

“TEDAVİ EDİLMEZSE ÖLÜMLE SONUÇLANIR”
1 gram meme kanseri dokusunun 5 ile 8 yıl arasında geliştiğini ifade eden Aydıntuğ, hastalığın tedavi edilmezse 5 yıl içinde ölümle sonuçlanabileceğini söyledi. Aydıntuğ, hastalığın görülme sıklığının artmasına karşılık, ölüm oranının son yıllarda azalmaya başladığını ifade ederek, ölümlerin daha çok beyin, karaciğer, kemik ve akciğer gibi uzak organlarda hastalığın ortaya çıkmasından (metastaz) kaynaklandığını söyledi.

Aydıntuğ, hastalığın mamografi, ultrasonografi, magnetik rezonans, duktoskopi yöntemleri ile görüntülenebildiğini belirtti. Mamografi’nin 40 yaşından sonra rutin tarama amacıyla yılda 1 kere kullanıldığını ifade eden Aydıntuğ, ultrasonografinin ise kolay ve istenen sıklıkta uygulanabileceğini kaydetti.

HER KİST TÜMÖR DEĞİL
Aydıntuğ, memede sıkça karşılaşılan problemlerden birinin her 2-3 kadından birinde görülen fibrokistik hastalıklar olduğunu belirterek, “Ele gelen kistler veya kitleler başlıca bulgudur. Bu kitlelerin kist olduğu ultrasonografik tetkik ile anlaşılır. Kistlerin büyük çoğunluğu kansere dönüşmez. 30-45 yaşında sık görülür” dedi.

Fibroadenoma’nın ise 20-35 yaşları arasındaki kadınlarda en sık rastlanan iyi huylu meme tümörü olduğunu belirten Aydıntuğ, 2 santimetreden büyük olanların ameliyatla çıkarılması gerektiği uyarısında bulundu.

Mavi forum

Soğuk hava zatürree risk taşıyor

Türkiye’yi etkisi altına alan soğuk hava, zatürree açısından risk oluşturuyor. Her yıl 500 bin kişiyi etkilediği tahmin edilen zatürree hastalığı, çocuklar, yaşlılar ve kronik sağlık sorunları olan kişiler için yaşamsal risk oluşturuyor.

Önce SARS, daha sonra da kuş gribiyle gündeme yerleşen zatürree akciğerin iltihaplanmasıyla gelişen bir hastalık. Kış mevsiminde görülme sıklığı hızla artan zatürree önlem alınmadığında ölüme bile neden olabiliyor.

Türkiye’deki ölüm nedenleri arasında beşinci sırada yer alan zatürree tipik ve A tipik olmak üzere ikiye ayrılıyor.

30 farklı mikroorganizmanın neden olabildiği zatürreeden korunmak için kapalı ortamların sık sık havalandırılmasını öneren uzmanlar, sigara içenleri de ayrıca uyarıyor.

Kronik akciğer hastalığı, diyabet, böbrek yetmezliği gibi hastalıkları olan kişilere zatürreeden korunmak için aşı yaptırmaları tavsiye ediliyor.

Mavi forum

İhtiyaç sahibi kişilere ücretsiz estetik

Ordu Valiliği ve Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) işbirliğiyle yüz, el ve ayaklarında sorun bulunan ihtiyaç sahibi 88 kişiye, ücretsiz estetik ameliyat yapılacak.

Operasyonlar, ÇÜ Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüksiyon Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Metin Yavuz başkanlığındaki ekip tarafından yapılacak. Yüz, el ve ayaklarında problem olan maddi durumu yetersiz kişiler,Ordu Devlet Hastanesi’nde ücretsiz ameliyat edilecek. Yetkililer, bu hafta içinde tamamlanması planlanan operasyonlar için 222 kişinin başvurduğunu, uzman ekibin yaptığı kontroller sonrası88 kişiye estetik yapılmasının kararlaştırıldığını kaydettiler.

Mavi forum

Zayıflama ilacına reçetesiz satış izni

ABD’de uzman doktorlardan oluşan danışma kurulu, Gıda ve İlaç Dairesi’ne (FDA) bir zayıflama ilacının reçetesiz satılabileceği yolunda ilk kez tavsiyede bulundu.

GlaxoSmithKline laboratuvarınca yapılan açıklamaya göre, FDA uzmanlar kurulunun tavsiyesine uyarsa, “orlistat” adlı zayıflatıcı ilaç ABD’de reçetesiz satılacak ilk ilaç olacak. FDA’nın bu yönde karar almasının birkaç ayı bulabileceği belirtildi. Orlistat adlı ilaç, Xenical adı altında 1999’dan beri ABD’de reçeteyle satılıyor. Yemekle birlikte alınan ilaç, yağ emilimini engelleyerek zayıflama sağlıyor.

Mavi forum

Soğuk, kalp krizi riskini artırıyor

Uzmanlar yüksek tansiyon ve kalp damar hastalığı olan kişileri soğuk havalarda dışarı çıkmamaları konusunda uyarıyor.

Türkiye’de her yıl kalp damar hastalıkları nedeniyle 200 bin kişi ölüyor. Bunların yarısını da ani ölümler oluşturuyor. Kış mevsiminde ani kalp ölümlerinin arttığına dikkat çeken uzmanlara göre oluşan bir göğüs ağrısı muhakkak ciddiye alınmalı.

Kalp krizi yalnız kalp damar hastaları için değil diyabeti ve yüksek tansiyonu olan kişiler için de büyük risk oluşturuyor. Bu yüzden göğüs ağrısı şikayeti olur olmaz hastaneye başvurulması öneriliyor.

Uzmanlar kış mevsiminde kronik sağlık sorunu olan kişileri çok soğuk havalarda dışarı çıkmamaları ve egzersiz yapmamaları konusunda uyarıyor.

Mavi forum

Kışın da gözlerinizi koruyun!

Soğuk hava şartları gözleri de olumsuz etkiliyor...

Soğuk hava, rüzgar ve karÂ… Göz sağlığınız için koruyucu önlemler alarak gözlerinizi kış mevsiminin etkilerinden korumak elinizde.

Kışın cilde, saçlara önem veriliyor. Cildin kurumaması ve soğuktan etkilenmemesi için kozmetik ürünler kullanılıyor. Saçların dökülmemesi ve kırılmaması için bakım yaptırılıyor. Ancak en hassas organ olan gözlere ise gerekli özen gösterilmiyor. Oysa soğuk ve karlı havalar gözleri de olumsuz etkiliyor. Zarar görmesinden en çok korkulan organ olmasına karşın, gözle ilgili olarak neredeyse hiçbir koruyucu önlem alınmıyor.

Acıbadem Göz Sağlığı Merkezi Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Gülbin Saltık kış aylarında konjonktivit, kuru göz gibi rahatsızlıklardan kar körlüğüne kadar birçok tehlikenin kişileri beklediğine dikkat çekiyor.

VİRÜSLER TEHLİKELİ
Kış aylarında virüslere bağlı hastalıkların arttığı bir gerçek. Virüslerden etkilenen organlardan biri de göz. Özellikle üst solunum yolu enfeksiyonlarının artış gösterdiği dönemlerde viral konjonktivitin görülme sıklığı artıyor. Dr. Saltık konuyla ilgili şunları söylüyor:
“Konjonktivit, genel anlamıyla göz iltihabı demektir. Etkenlerine göre bakteriyel, virütik, alerjik gibi değişik tipleri vardır. Adenovirüse bağlı konjonktivit, çok kolay bulaşabilen bir hastalık olduğu için birdenbire ve salgın halinde ortaya çıkabilir. Okullar, kalabalık iş yerleri bu açıdan risk altındadır.”

Hastalıktan korunmak için gözlerimizi sürekli oynayıp kaşımamak, havlu, yastık kılıfı, mendil gibi kişisel eşyalarımızı ayırmak ve başkalarının eşyalarını kullanmamak, özellikle çocuklarımızı bu konuda eğitmek gereklidir. Ancak belirtileri tanıyarak, geç kalmadan hekime başvurmak gerekiyor. Gözlerde sulanma, kızarıklık, çapaklanma, sulu ve beyaz bir akıntı, ışıktan rahatsız olma başlıca belirtilerdir. Dr. Saltık, semptomların alerjik konjonktivitle karıştırılabildiğine dikkat çekerek şöyle devam ediyor:
“Bu karışıklık sebebiyle hastalar yanlış ilaç kullanabiliyor. Bu da iyileşme sürecinin uzamasına neden olur. Tedavide hastalığın durumuna göre damla ve pomatlardan faydalanılmaktadır.

GÖZ KURULUĞUNU ÖNEMSEYİN
Kış mevsimi boyunca yeterli havalandırılmayan ofisler, sürekli yanan kaloriferler, çalışan klimalar, bilgisayarlar gözün en büyük düşmanı. Özellikle bilgisayarları yoğun olarak kullanan bankacılar, gazeteciler, grafikerler, borsacılar, öğretmenler, öğrenciler göz kuruluğu riski ile karşı karşıya kalıyorlar.Kuru göz rahatsızlığı, teknolojinin gelişmesiyle paralel artış gösteren, gelişmiş toplumlarda sık görülen yaygın bir rahatsızlık türüdür. Bu konuda Dr. Saltık şunları söylüyor:
“Kapalı ortam ve kaloriferler havayı bozan etkenlerdir. Konsantrasyon gerektiren işlerde çalışanlar ise bilgisayar başında yeterli sayıda göz kırpma işlemini gerçekleştiremezler. Bu iki etmen gözlerde göz kuruluğuna sebep verir.”

Gözlerde batma ve kızarıklık şeklinde kendini gösteren göz kuruluğuna karşı alınabilecek çok basit önlemler var. Ofisin havalandırılması, ortam havasının nemlendirilmesi ve eczanelerden rahatlıkla temin edilebilen suni göz yaşını gözün ihtiyacına ve doktorunuzun önerisine göre kullanmak göz kuruluğunu gidermede etkili bir yol.

KIŞIN DA GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ KULLANIN!
Yazın birçok kişi güneşin zararlı etkilerinden korunmak için güneş gözlüğü kullanıyor. Kış geldiğinde de güneş gözlükleri çekmecelere kaldırılıyor. Oysa bu son derece yanlış. Yaz, kış demeden güneş gözlüğü kullanma alışkanlığını yitirmemek gerek. Dr. Saltık kışın göz ve göz çevresinin soğuk ve kuru havalarda korunması gerektiği konusunda uyararak şöyle diyor:
“Göz kapağı ve göz çevresindeki cilt ince ve kırışmaya en yatkın bölge olduğu için rüzgar, güneş ve karlı soğuk havalarda koruyucu, UV filtreli uygun bir gözlükle hem göz sağlığımızı hem de göz çevremizi korumuş oluruz. Ayrıca özellikle rüzgarlı havalarda gözümüzü kaçabilecek bir yabancı cisme karşı da koruruz. Bu nedenle koruyucu tedbir almak adına güneş gözlüğü kışın da kullanılmalıdır. Ancak kaliteli güneş gözlükleri tercih edilmelidir. Yeşil, mavi gibi soft renkler seçilmeli, filtresinin kaliteli olmasına dikkat edilmelidir.”

KAYAKÇILAR DİKKAT!
Kışın en çok tercih edilen spor dalı kayak. Çok keyifli bir spor dalı olmasına rağmen özellikle göz açısından bazı tehlikeler içeriyor. Kışın karlı havalarda kayak sporu yapanları saydam tabakanın kuruması ya da enfeksiyonu gibi etkiler bekliyor. Dr. Saltık riskler hususunda şunları söylüyor:
“Kuru hava, şiddetli yağış ve rüzgar kuru göz rahatsızlığını tetikler ve kornea sağlığını olumsuz etkiler. Uzun süre güneş gözlüğü kullanmadan kayak yapanlar ve dağcıları bekleyen bir başka tehlike de güneşe bağlı sarı nokta hastalığıdır. Sürekli çıplak gözle kara bakmak, kardan yansıyan UV ışınları nedeniyle , gözün makula( sarı nokta) bölgesinde bozulmaya yol açarak görme kayıplarına dek varan hasarlara yol açar. Bunun için de tek önlem koruyucu bir gözlük kullanarak kayak sporu yapmaktır.”

Mavi forum

Anti sosyaller hortumcuda olabilir aldatan bir kocada!

Gizli bir anti sosyal; çalıştığı kurumu, devleti, iş ortağını hortumlar ve bundan hiç vicdan azabı duymaz. Kurduğu haince bir planda başarılı olmak için herkesi ve her şeyi hiçe sayabilir. İş yerinde amir ise altında çalışanlara cehennem azabı yaşatabilir. Karısını bir gün içinde nedensiz terk eder hiç bir sorumluluk hissetmez

Doç. Dr. Kemal Sayar, insanı suça iten kişilik yapılarından biri olan anti sosyallik ile ilgili soruları yanıtladı.

Anti sosyallik bir kötülük mü yoksa bir hastalık mı?
Bazı bilim adamları anti sosyal kişilik bozukluğu tanısıyla kötülüğü tıbbi bir alana çektiğimizi tartışıyorlar. Onlara göre kötülük ahlâkın alanında kalmalı ve ahlâk tarafından kınanmalıdır. Bu tartışma anti sosyalliğin daha ağır ve suça dönük tipiyle ilgilidir. Herhangi bir psikoterapi yönteminden veya ilaç tedavisinden yararlanmayan, temel vasfı çevreye zarar vermek ve bundan ötürü hiçbir sorumluluk ve pişmanlık duygusu hissetmemek olan bir durum. 'Bu insanlar kötüdür ve kötülük tıbbi olarak tedavi edilemez' diyen bilim adamları var. Suça eğilimli insanların temel vasıflarından birisi özdenetimin çok az olmasıdır. Ayrıca kriminal tipler çok sabırsız ve dürtüsel olabilirler. Bu özellikler anti sosyal kişilikte de var.

ÇOK KOLAY YALAN SÖYLER
Zeki oldukları için kendileri inanmasalar da; çevrelerini etkilemek için yalanlara mı başvururlar?
Bu da mümkün. Anti sosyallerin temel vasıflarından birisi kandırıcı ve aldatıcı bir tarzları olmasıdır. Çok kolay yalan söyler, çevrelerini manipule etmek isterler. Onların zekâ ve oyunlarıyla kandırılan, baştan çıkarılan insanlar ne olup bittiğini çok sonra anlayabilirler. Bir bankayı dolandırmak için oradaki memureyi baştan çıkarabilir, haince bir plan için mesai arkadaşlarını veya tanıdıklarını kullanıp tehlikeye atmaktan çekinmeyebilirler.

Anti sosyal kişilik yapısındaki kişi, bir kötülüğe kolay yönlendirilebilir mi? Onu yönlendiren kişi de anti sosyal kişilik yapısında mıdır?
Bu kişilik yapısındaki insanlar istediklerine kestirme yoldan çabucak ulaşmak ister ve engellenmeye tahammül edemezler. Sabırsızdırlar, ani öfke patlamaları gösterebilirler. Dürtüleri üzerindeki denetimleri çok azdır. Bu nedenlerle, eğer ucunda menfaat varsa, kolayca kötülüğe yönlendirilebilirler. Onları yönlendiren insanlar da sıklıkla aynı yolun yolcusudur ancak bazı anti sosyalleri kendi karanlık amaçları uğruna kullanan güç odakları da mevcut olabilir. Terör örgütleri anti sosyal kişileri kolayca kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmektedirler.

Anti sosyal kişilik yapısındaki insanlar gizemli mi olurlar, yaptıkları kötülüğü uzun süre saklayabilirler mi?

Bu anti sosyalin zekâsı ve sosyal statüsüyle ilgili bir durum. Zeki bir anti sosyal, verdiği zararın çabuk fark edilmesini de önleyebilir. Gizli veya beyaz yaka anti sosyal, toplumun sosyo-ekonomik piramidinin tepelerinde yer alan ama çalıştığı kurumu, devleti veya iş ortağını hortumlayan ve bundan en ufak bir vicdan azabı duymayan kişidir. Anti sosyal iş yerinde amir konumdaysa altında çalışan kişilere cehennem azabı yaşatabilir. Eğitimsiz anti sosyaller kendilerini daha çabuk ele verirler. Yani bu durum zekâ ve eğitimle alakalı.

Bu kişilerin uzun süre kapalı tutulamadığını söylüyorsunuz. Hapis yatarlarsa kişilikleri terbiye olur mu, yoksa hastalıkları daha da mı ilerler?
Anti sosyaller kapatılmaya gelemezler. Bu durum onların endişesini çok arttırır, kendilerine zarar verici davranışlar sergileyebilirler. Uzun süre kapalı bir ortamda kalmak, kişiliklerinin bir ölçüde törpülenmesini sağlar. Ancak bu tarz kişiler hapishane ortamında başka kişilerle görüştükleri zaman ya yeni suç oluşumlarına katılmakta ya da cezaevinde illegal bir hiyerarşi kurarak sıradan mahkumları istismar edebilmektedirler. Ağır anti sosyal özellikleri olan kriminal tiplerin diğer mahkumlara zarar vermesini önleyecek bir ceza sistemi düşünülmelidir. Kapalı kalmak, kişinin bir ruhsal rahatsızlığı varsa bunu ilerletebilir. Mesela hezeyanlı bozukluk veya paranoya tecrit edilmiş kişilerde daha fazla görülür.

OLGUNLAŞTIKÇA TÖRPÜLENİR
Suç işledikleri için kendilerini kahraman olarak görürlerse, çevreye de bunu böyle gösterebilirler mi?
Bu zamanla ve zeminle alakalı bir durum. Bir anti sosyal; cephede olağan dışı gözü pek davranışlar sergileyerek kahraman payesi alabilir ama sivil hayatta aynı tutarlılığı gösteremez. Zaman ve zemin onları geçici bir süreliğine kahraman gibi takdim etse de dürtüsel, öfkeli ve kural tanımaz tarafı onu hemen yasadışı yollara, kişilerarası ilişkilerde istikrarsızlığa sürükleyebilir. Bir de savaş şartlarının anti sosyallerin sivrilmesine ve lider haline gelmesine izin verdiğini unutmayalım. Anti sosyaller bazı keskin ve uç ideolojiler içinde de kendilerini lider pozisyonunda bulup insanları kötülüğe sürükleyebilirler.

Anti sosyal kişilik yapısına sahip biri büyük bir suç işledikten sonra cezasını çekerse toplum içinde yine potansiyel bir tehlike midir, düzelmiş olma ihtimali var mıdır?
Bu kişilerde vicdan işleyişinde bir kusur var yani doğru ve yanlışı ayırt etmede, toplumun ahlaki kabullerini benimsemede bir sorun var. Hapiste geçirilen uzun yıllar, onları bir nebze olsun düzeltebilirse de bu bozukluğun asıl törpülenmesi yaşlanma ve olgunlaşma ile olur. Kişi olgunlaştıkça eski fevri davranışlarından uzaklaşır veya bu davranışlar biraz daha keskinliğini kaybeder. Ağır ve ıslah olmayan anti sosyaller de vardır. Bunların mutlaka sürekli gözetim altında tutulmaları gerekir.

DOKTORU DA KANDIRABİLİR
Bu hastalığın teşhisi nasıl konabilir, doktoru yanıltabilirler mi?
Belirli davranış örüntüleri ve geçmiş öyküsü bu kişilere tanı konulmasına yardımcı olur. Ancak anti sosyal kişiler nadiren doktora gelerek bir yardım talebinde bulunurlar. Doktoru yanıltabilirler. Bu bozuklukta akli meleke etkilenmez yani kişi yaptıklarının tam olarak bilincindedir. Aldatıcılık da bu durumun temel bir vasfı olduğundan doktoru da, çevrelerindeki diğer insanları da kolaylıkla kandırabilirler.

Tedavisi mümkün mü ?
Anti sosyal kişilik bozukluğunun bir bütün olarak ortadan kaldırılması mümkün değil. Psikoterapide daha ağır olgularda cevap alınma şansı düşük. Eşlik eden psikiyatrik rahatsızlıkları ilaç tedavisiyle iyileştirilebilir. Anti sosyaller çok öfkelidirler. Öfkelerini kontrol etmeyi öğretmek gerekir. Hiçbir ahlaki normu olmadığı için kötülükle iyilik arasında bir seçim yapmayan, hayatı kendi istekleri doğrultusunda yaşayan, 'benim yaptığım doğru' felsefesiyle yaşayan insanlar bunlar... Çok uç davranışlarını sınırlamak için de bazı ilaç tedavileri uygulanabilir. Hapishane nüfusunun neredeyse yarısını anti sosyaller oluşturur. Bizim cezaevlerimizde ruh sağlığı hizmeti yok maalesef. Bu insanların rehabilite edilmeleri lazım. Çünkü daha az anti sosyal kişilik özellikleri taşıyan bir insan o ortama girdiğinde oradaki ağalardan etkilenerek bir suç örgütüne de mensup oluyor.

Mavi forum