11 Haziran 2007 Pazartesi

Su içmek için susamayı beklemeyin



Vücuttaki su miktarının azalmasının sağlığı tehdit ettiğine dikkat çeken uzmanlar, su içmek için susamayı beklememek gerektiğini belirtti
Uzmanlar, vücutta su miktarının azalmasının (dehidrasyon) kişinin konsantrasyon kapasitesini etkilediğini, enerjisini azalttığını ve organlarının normal şekilde çalışmasını engelleyerek sağlığını tehdit ettiğina dikkat çekti. Yaşamsal faaliyetlerin sürdürülebilmesi için, vücuttan kaybedilen suyun gün içinde mutlaka yerine konması gerektiğini kaydeden uzmanlar, bunun için en iyi yöntemin su içmek olduğunu ifade etti.

Kaybedilen suyun, diğer içecekler, katı besinler ve besin öğelerinin vücutta yanmasından oluşan su ile yerine konmaya çalışıldığını belirten uzmanlar, "İnsanlar, yedikleri katı gıdalardan gün boyunca 4 su bardağı kadar su elde ederken, besinlerin vücutta yanması sırasında da yaklaşık bir su bardağı kadar su oluşur. Su ve diğer içecekler ise kalan ihtiyacın karşılanmasına yardımcı olur. Yaşamsal faaliyetlerin sürdürülebilmesi için, kaybedilen suyun gün içinde mutlaka yerine konması gerekir. Bunun için en iyi yöntem ise su içmektir" dediler.

Dehidrasyonun en erken bulgusunun ağız ve boğaz kuruluğu olsa da, pek çok kişinin bu bulguların farkına varamadığını belirten uzmanlar, böyle bir tehdit altında kalınmaması için, susama hissi uyanmadan önce yeteri kadar su içilmesini öneriyor. Uzmanlar, dehidrasyon konusunda şu görüşleri paylaşıyor: "Diğer bir önemli bulgusu ise bulantı ve kusmadır. Baş ağrısı, sürekli sıcaklık hissi, dudaklarda ve dilde kuruma, seyrek veya az idrara çıkma, idrar renginin koyulaşması, deride kuruma, eklem ve kaslarda acıma hissi ise, vücutta su kaybı yaşandığının sinyalini veren diğer bulgular olarak karşımıza çıkmaktadır. Vücudun su ihtiyacı karşılanmadığı takdirde yaşanan diğer sağlık sorunları, kalori oluşumunda yetersizlik, sürekli sindirim sistemi sorunları, yorgunluk, sersemlik hissi ve kas krampları olarak sıralanır".

ANNE ADAYLARI DAHA ÇOK SU İÇMELİ

Suyun anne adayları için taşıdığı önem, bebeğin içinde bulunduğu amniyon sıvısı için de geçerliliğini koruyor. Bu sıvı her üç saatte bir kendini yenilediğinden, yetersiz su alımına bağlı olarak ortaya çıkan dehidrasyon durumunda miktarı azalabiliyor. Bu nedenle sıvı alımı, hamileliğin her döneminde son derece büyük önem taşıyor. Yeterli sıvı alımı, anne adayının kendisini enerjik hissetmesine yardımcı olmanın yanı sıra cilt kuruluğu gibi problemlerin de görülmesini engelliyor. Yeterli miktarda sıvı alındığında, hem annenin hem de bebeğin kanındaki elektrolit dengesi de kolaylıkla sağlanabiliyor.

Hamilelikte salgılanan hormonlar, kişinin sıvıları kullanım şeklini değiştiriyor. Özellikle gebeliğin son dönemleri yaklaştıkça, kan hacmi yaklaşık 1.5 katına çıkıyor. Solunum yolu ile akciğerlerden kaybedilen su miktarı da hamilelik öncesine göre daha fazla oluyor. Bu nedenle anne adaylarının normal bir yetişkinden daha fazla su içmeleri, böylece hem kendilerini hem de doğacak bebeklerini su kaybı tehlikesinden uzak tutmaları gerekiyor.

Hamilelikte dehidrasyonun bir başka olumsuz etkisi de erken doğum ağrılarıdır. Dehidrasyon durumunda salgılanan bazı hormonlar, doğum kasılmalarını başlatan hormonu taklit ederek, erken doğum kasılmalarına neden olabiliyor. Erken doğum tehdidi karşısında yapılan ilk işlem, damar yolu açarak sıvı verilmesidir. Besin maddeleri ve oksijen, kan yoluyla bebeğe taşınıyor. Hamilelikte sık görülen, erken doğum ve düşüklere neden olabilen idrar yolu enfeksiyonlarının önlenmesinde de su aktif bir rol oynuyor.

Sağlıklı bir hamilelik geçirmek için anne adayının günde en az 8-10 bardak su içmesi gerekiyor. Anne adayı aktif çalışan bir kişiyse veya egzersiz yapıyorsa, alması gereken su miktarı daha da artıyor. Her bir saatlik egzersiz için, en az bir bardak fazla su içmesi gerekiyor.

HER ZAMAN HER YERDE SU İÇİN

Ağırlığımızın yarısından fazlasını oluşturan suyun vücuttaki dengesini korumak, sağlığımız için büyük önem taşıyor. Uzmanlar, kaybedilen suyu yerine koymak için en iyi seçim su içme olduğundan, gün boyunca belirtilen ölçülerde su içilmesi gerektiğini belirtiyor. Bunun dışında uzmanlar, yemeğe bir kase çorba ile başlanılması ve yemek sırasında da en az bir bardak su içilmesi gerektiğini kaydediyor. Diğer bir dikkat edilmesi gereken noktanın ise fiziksel aktivite sırasında vücuttaki su kaybının, dolayısıyla su ihtiyacının artması olduğuna dikkat çeken uzmanlar, "Bu nedenle, fiziksel aktiviteye su içerek başlamanın ve aktiviteyi su içerek sürdürmenin, vücuttaki su dengesinin bozulmaması açısından önemi büyüktür. Kişi, fiziksel aktivite bittiğinde dahi su içmeye devam ederek, vücudunda oluşan su kaybını eski dengesine kavuşturmaya çalışmalıdır. Otomobilde, trende, uçakta, kısacası tüm yolculuklarda da kişinin yanında mutlaka içme suyu bulundurması gerekir. Özellikle uçak yolculuğu ve dağ tırmanışları gibi yüksek rakımlara çıkılan durumlarda, vücudun su kaybı artar. Fark edilmese de, uçakta ortamın nemi düşer. Yolculukta vücudun kaybettiği suyu hızla geri kazanabilmek için su veya limonla tatlandırılan sıcak su içmek önerilir" diye görüş belirtiyor.


Mavi forum

İlaçlar yavaş yavaş öldürüyor.!

İlaçlar yavaş yavaş öldürüyor.!

Zirai ilaçların kurallara uygun kullanımında bile zararlı etkileri olabileceğine dikkat çeken Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bahattin Kovancı, çiftçilerin yanlış ilaç kullanımıyla bu etkilerin arttığını ve soframızdaki zehirli sebzelerin kanser, gen mutasyonu, üreme bozuklukları gibi pek çok hastalığa neden olabileceğini anlattı. KANSER, ÜREME BOZUKLUKLARI....

Prof. Dr. Kovancı kurallara uygun kullanılmayan zirai ilaçların insanlarda akut ve kronik zehirlenmeye yol açtığını söyledi. Kovancı'nın verdiği bilgelere göre; akut zehirlenme genelde ilaçlama sırasında maske, eldiven, gözlük ve ilaçlama elbiselerinin kullanılmaması durumunda yaşanıyor.

Kronik zehirlenme ise belirli bir sürede düşük dozların devamlı olarak alınmasıyla sinsi bir şekilde ortaya çıkıyor. Her gün soframızdaki yanlış ilaçlama yapılan sebze ve meyvelerden azar azar zehir alıyoruz.

Zehirli maddenin az miktarının vücutta olumsuz etki göstermeden parçalanabiliyor. Ancak devamlı olarak bu maddenin alınmasi zehirli bileşiğin bünyede birikimini sağlıyor.

Kurallara uygun olarak kullanılmayan ilaçlar kanser, üreme bozuklukları ve gen mutasyonuna neden oluyor. Özellikle çocuklarda gelişimi engelliyor ve fizyolojik bozukluklara yol açıyor.

Zehrin vücutta biriktiğini hastalanmadan anlamak ise nerdeyse imkansız. Çogu zaman hastalanarak doktora başvurulduğunda ise sebebin ilaç kalıntısı olduğu belirlenemiyor ve şikayetler 'sebebi bilinmeyen hastalık' olarak adlandırılıyor.

Prof. Dr. Kovancı gıdadaki ilaç kalıntıları yaşam boyu alınsalar bile insanda herhangi bir fizyolojik bozukluğa sebep olmayacak düzeyde olmaması gerektiğine dikkat çekti.

Türkiye’de kaç çeşit zirai ilaç kullanıyor?

Bugün Türkiye’de zirai mücadelede kullanılmak üzere ruhsat almış bin 250 ilaç ve bu ilaçlar içerisinde yer alan 300’ün üzerinde etkili madde mevcut. Ancak bu ilaçlar yeniden değerlendirilmeli ve etkili madde sayıları azaltılmalı.

Yurtdışında yasaklanmasına rağmen Türkiye’de kullanılan zirai ilaçlar mevcut mu?

Zirai mücadele ilaçları (Pestisitler) ABD, Almanya, İsviçre ve Fransa gibi gelişmiş ülkelerde üretildi. İlaçlar yoğun olarak kullanılınca önce ABD’de ve Avrupa’da, daha sonra da ülkemizde bazı sorunlar görülmeye başladı. İlaç kalıntılarının insana ve çevreye zararlı etkileri olduğu ortaya çıktı.

Bu ilaçlardan bazıları yurtdışında kanser yapıcı etkileri nedeniyle yasaklandıktan sonra Türkiye’de de yasaklandı. Başta ABD olmak üzere birçok Avrupa ülkesi kullanılan ilaçların sayısı azalttı. Örneğin Almanya kullanılan etkili madde sayısını 1/3 oranında azalttı, Hollanda 42 ilacın kullanımını yasakladı, Danimarka 30 etkili maddeyi tamamen yasakladı ve 78 etkili maddenin kullanımını da yeniden düzenledi.

Kalıntı miktarları nasıl belirleniyor?

Bitkilerdeki ilaç kalıntısı, kullanılan ilacın cinsine, ilacın uygulama zamanına, çevre koşullarına, ilacın ayrışma (dekompoze olma) süresine, uygulamanın yapıldığı bitki türüne, uygulama zamanı ile ürünün hasat edilişi arasındaki süreye ve diğer birçok etkene bağlı olarak farklılık gösterir.

Bu miktarlar her ülke için normal beslenme alışkanlıkları ve tüketilen besin maddesi miktarına göre saptanır. Bu yüzden de her ülkede farklıdır. Örneğin Almanya ile Türkiye'deki kalıntı miktarlı farklı. Almanya daha çok et ve süt ürünlerinde hassas biz ise sebzelerde.

Aslında Türkiye'nin tarım ürünlerinde kabul ettiği kalıntı miktarlarında sorun yok hatta bazı değerlerin Almanya'dan bile iyi olduğunu söylemek mümkün. Ama önemli olan uygulama.

Kurallara uygun kullanılsa bile zirai ilaçların sağlığa zararlı etkileri var mı?

Bütün ilaçlar az veya çok zehirlidir. Bu nedenle sebze ve meyvelerdeki hastalık ve zararlılara karşı kullanılması önerilen ilaçların tamamıyla tehlikesiz olduğunu düşünmek doğru değil.

İlaçlamalardan bir süre sonra, ilacın etkinliliğinin azalması, ilaçlamanın tekrarlanmasını gerektirir. İlacın prospektüsünde belirtilen son ilaçlama ile hasat arasındaki süreye uyulsa bile bir miktar ilaç ve ayrışma ürünleri besin maddesi üzerinde veya içinde kalmaktadır.

Türkiye'de kullanılan ilaçlar yeniden değerlendirilmeli ve etkili madde sayıları azaltılmalı.


Türkiye'nin tarım ürünlerinde kabul ettiği kalıntı miktarları norman standartlarda, sorun uygulamada.


Kurallara uygun kullanılsa bile bütün ilaçlar az veya çok zehirlidir.


Bazen ilaçlar bilinçsiz olarak karıştırılarak kullanılıyor. Bu da bitkilerde şekil bozukluğuna neden oluyor


Organik tarımın tamamıyla geleneksel tarımın yerini alması beklenemez.

Avrupa’da organik tarım için en uygun ülke Türkiye. Devlet organik tarımı desteklemeli.

Yine de bu ilaçlar için öngörülen son ilaçlama ile hasat arasındaki süreye uymak kaydıyla ilaçların zehirli etkisinden kaçınmak mümkün.

Çiftçilerin en fazla yaptıkları yanlış uygulamalar nelerdir?

Doğru ilaç seçimi yapılmıyor ve ilaçlar önerilen dozda uygulanmıyor. İlacın yüksek dozda kullanılması kalıntı miktarını artırıyor. Tarım ilaçlarının ruhsat almadıkları alanda kullanılmaları yasak, biberde yaşanan sorun da bu, ancak bu tür uygulamalar olabiliyor.

Ayrıca ilaçlama zamanı iyi belirlenemiyor ve gereksiz yere ilaç kullanılıyor. Son ilaçlama ile hasat arasında sürelere uyulmuyor. Sebze ve meyvelerde hasadın yaklaştığı dönemde kalıntı süresi kısa olan ilaçları tercih etmek gerekiyor. Örneğin kalıntı süresi 21 veya 14 gün olanların yerine 3, 5 veya 7 gün olanları kullanmak lazım. Özellikle domates, biber, patlıcan vb. gibi kısa aralıklarla hasat edilen ürünlerde bu çok daha önemlidir. Bir çok ilaç da bazen bilinçsiz olarak karıştırılarak kullanılıyor. İlaçların karıştırılması bitkilerde şekil bozukluğuna neden oluyor

İlaç kalıntılarının zararlı etkileri azaltmak içir organik tarım bir alternatif olabilir mi?

Öncelikle organik tarımın özelliklerini belirtmekte yarar var. Organik tarım aslında en yüksek verim elde etmeyi hedeflemez, ürünün kalitesi bir dereceye kadar ihmal edilebilir. Sentetik kimyasalların, doğaya yabancı maddelerin, gübre ve tarım ilacı olarak kullanılması yasaktır. Genetik olarak değiştirilmiş çeşitler (transgenik bitkiler) kullanılmaz.

Organik tarımın her üretim basamağı ve son ürün her türlü denetim ve kontrole açıktır. Bu iş devlet kurumları veya özel firmalar eliyle yürütülür. Organik yolla elde edilen tarım ürünleri daha pahalıdır. Bunda da hastalık ve zararlılar nedeniyle üründe azalma meydana gelmiş olması önemli bir rol oynar. Bir işletmenin geleneksel tarımdan organik tarıma geçmesi için 3 yıllık bir adaptasyon zorunluluğu vardır.

Ben organik tarıma sıcak bakıyorum ve teşvik edilmesini istiyorum ancak bu özellikler dikkate alındığında organik tarımın bugün uygulanan geleneksel tarımın yerini alması beklenemez. Özellikle gıda üretimi yetersizliği olan ve açlığın hüküm sürdüğü ülkelerde bu imkansızdır. Nitekim, organik tarımın geleneksel tarım içindeki payı ülkelere göre %1-2 ( en çok 5) arasında değişmektedir. Ancak yapay gübrelerle sentetik organik tarım ilaçlarının insan sağlığı ve çevreye olan olumsuz etkileri ortaya çıktıkça bu tip ürünlere olan talep artacak, organik tarım teşvik görecek ve yaygınlaşacaktır.

Organik ürünlerin kurallara uygun olarak yetiştirilen tarım ürünlerden daha sağlıklı olduğunu söylemek mümkün mü?

Bunu söylemek mümkün. Organik tarımda kullanılan maddeler zaten doğada bulunan bileşikler ve insanların uzun zamandır insanların ilişkide olduğu maddeler. Ancak sentetik organik bileşikler insan tarafindan keşfedilen yabancı maddeler ve insanlar bu bileşikleri parçalayacak enzimlere sahip olmadığı için ani veya kronik zehirlenmeler yaşanması mümkün.

Organik ürün alırken tüketici nelere dikkat etmelidir?

Sertifikasyonu yapan firmaların bitkinin tohumundan ekim-dikimine ve gelişmesinden hasadına kadar çok ciddi bir şekilde denetim yapmaları gerekmektedir. Bu çok zor bir kontroldür. Sertifika veren kuruluşların da habersiz olarak bilim adamları ya da devlet tarafından zaman zaman denetimi gerekebilir. Duyduğum kuşku, bitki koruma alanında dünyadaki bugünkü teknolojik gelişme ile Türkiye’de meyve ve sebzelerde her yıl görülen önemli hastalık ve zararlılar konusundaki bilgilerimden kaynaklanıyor. Bu açıdan sertifikasyon organik tarımın en önemli yönüdür ve sertifika veren firmaların güvenilir olmaları çok önemlidir.!

Mavi forum

112 bin kişinin ölümüne yol açtı.!

Sigara 2005'te 112 bin kişinin ölümüne yol açtı.!

Sigarayla Savaşanlar Vakfı Başkanı Ubeyd Korbey, kanser başta olmak üzere bir çok hastalığın baş sorumlusu olarak gösterilen sigaranın 2005'te 10 bin 500'ü pasif içici olmak üzere yaklaşık 112 bin kişinin ölümüne yol açtığını söyledi.

Korbey, pasif içicilerden bin 500'ünü bebeklerin oluşturduğunu, aynı yıl trafik kazalarından ölen kişi sayısının kesin olmamakla birlikte yaklaşık 3 bin olduğunu belirtti.

Geçen yıl sigaraya verilen kurban sayısının trafik kazaları sonucunda ölenlerin yaklaşık 37 katına ulaştığını söyleyen Korbey, "Bu çok ciddi bir rakamdır. Pasif içicilerden ölenler bile trafik kazalarında ölenlerden fazla" dedi.

Korbey, sigarayla ilgili tasarının yasalaşması durumunda 50 metrekareden büyük kahvehanelerin ikiye bölüneceğini, sigara içilen ve içilmeyen bölümlerin oluşturulacağını, küçük kahvehanelerin durumunun ise serbest bırakıldığını söyledi.

Böylece, yeni yasayla birlikte en azından pasif içicilerin bir bölümünün ölümünün önleneceğini belirten Korbey, "Yasanın en hızlı etkileyeceği kısım pasif içiciler olacak. Ancak, pasif içici ölümlerinden en büyük payı evlerdeki bebek, eş ve çocuklar oluşturuyor. Ölümlerin 6 bini bu şekilde. Geriye kalan 4-5bin arasındaki ölümlerin azalacağını düşünüyoruz" dedi.

Korbey, evde sigara içilmemesi konusunda tiryakilerin de artık bilinçlenmesi gerektiğini vurgulayarak, "5 yaşından küçük çocuğun olduğu evde sigara içmek, cinayet işlemek ya da toplumda havaya ateş açıp birini vurmakla aynıdır. Bugün kadınların sigara içme oranı da ciddi boyutlara ulaştı. 1988 yılında kadınların sigara içme oranı erkeklerin dörtte biriyken, bugün bu oran ikide bir haline dönüşmüştür. Buna bağlı olarak sigara yüzünden sayısı bilinmese de bebek düşüklüğü ve eksik kilolu doğum önemli oranda arttı" dedi.

29.01.2006

Kaynak : AA

Mavi forum

psikiatri

Alkol bağımlılığı

Tarihçe

* 8 bin yıl önce Mezopotamyalıların arpayı ekmek yapmak için ilk ıslah etmesiyle bira yapımı başladı.

* 6 bin yıl önce Sümerler, Godin Tepelerinde (Batı İran ve Anadolu) bira ve şarap içiyorlardı.

* Paleolitik çağda fermente edilmiş meyve, tahıl ve baldan alkol yapılıyordu.

* Metanol, Yunanca Methy ve Sanskritçe Madhu kelimelerinden gelir ve bal, sarhoş eden madde anlamına gelir.

* Alkol kelimesi Arapçadan gelmektedir.

* Distilasyon, İS 8. yy’da Arabistan’da başlamıştır.

Alkolizmin Kliniği

* Alkolizm, davranışsal bir bozukluktur.

* Tekrarlayıcı olarak fazla miktarlarda alınan alkole bağlı problemler gelişmesi anlamına gelir.

* Alkolik, kötü sonuçlar doğurmasına rağmen, kompulsif bir biçimde alkol içmeye devam eder.

* Alkolizmde, alkol alımının sınırlanması ile ilgili kontrol kaybolmuştur

İnsanlar neden içiyorlar?

- Zevk almak

- Duygudurumu düzeltmek

- Stresle başa çıkmak

- Alkol içme arzusu (craving, aş erme)

Alkoliğin hayatı

* İçenlerle arkadaşlık eder, evlenir

* İçmek için her zaman neden vardır: mutluluk, neşesizlik, gerginlik vs

* İçme fırsatları sonsuzdur: maç, av, parti, tatil, doğum günü vs

* Alkolizm ilerledikçe problemler artar, yalnız içmeye başlar, gizlice içer, şişeleri saklar, durumun ciddiyetini saklamaya çalışır

* Suçluluk duygusu gelişir, suçluluk ve pişmanlık duygularını bastırmak için daha çok içmeye ve sabahları kalkınca içmeye başlar.

Alkolizmde kısır döngü

Suçluluk ve anksiyete nedeniyle daha çok alkol alır, alkol aldıkça anksiyete ve depresyon derinleşir ve şu belirtiler ortaya çıkar: Uyku kalitesinde bozulma, gece uyanmalar, depresif duygudurumu, huzursuzluk ve sıkıntı hisleri, panik nöbetleri, göğüs ağrısı, çarpıntı, nefes almada zorluk …...

Alkolizmde fiziksel bulgular

- Arkus senilis: gözün kornea tabakasında yağ halkası

- Acne rosecea : kırmızı burun

- Palmar eritem: avuç içinde kırmızılık

- Asteriksis: Elde flapping tremor (büyük amplitüdlü titreme)

- Sigara yanıkları: parmak, göğüs vs’de

- Morarıklıklar (düşme ve çarpmalara bağlı)

- Hepatomegali (karaciğer büyümesi), karın ağrısı

- Spider anjioma

- Periferik nöropati (el ve ayaklarda his kusurları, uyuşma vs)

- Kan tetkiklerinde anormallikler: GGT, MCV, AST, ALT, ürik asit, trigliseritler, üre yükselir

Doğal gidiş, cinsiyet farkı

Erkeklerde daha erken başlar (20 civarı), sinsi gidişlidir, 30 yaşından önce problemleri farketmek zordur. 45 yaşından sonra başlama nadirdir.

Kadınlarda başlangıç daha geç olur, depresyon daha sıktır.

Alkolizm tipleri

Gamma tipi alkolizm: Çok aşırı miktarda alkolün aralıksız biçimde alındığı epizotların yaşandığı, ama aralarda alkol alınmayan dönemlerin olduğu alkolizm tipi. Örneğin kişi günler boyunca sızıncaya kadar alkol alıp ayılır ayılmaz içmeye devam eder. Sağlık durumu nedeniyle içemez hale gelince birkaç gün hasta yatar, daha sonra 1-2 hafta alkol almaz ve sonra herşey yeniden başlar. Bu kişilerde temel problem alkol alımı ile ilgili kontrol kaybıdır, yasal ve sosyal problemler ön plandadır. Bunun tersine “Fransız tipi alkolizm”de kişi sürekli olarak fazla ama aşırı olmayan miktarlarda alkol alır, alkol kullanımı bir hayat tarzı haline gelmiştir. Herhangi bir nedenle alkol içmeyi durdururlarsa alkol yoksunluğuna girebilirler. Uzun vadede sağlık problemleri ortaya çıkar.

Tip A-B ya da 1-2: Erken yaşlarda başlayan, ailede alkolizm öyküsünün varolduğu, antisosyal kişilik bozukluğu ile birlikte sık görülen kötü gidişli alkolizm ve daha geç yaşta başlayan, aile öyküsünün olmadığı, daha çok depresyonun eşlik ettiği, daha iyi gidişli alkolizm tipi.

Komplikasyonlar (alkolizmin sonuçları)

Sosyal:

Boşanma, terkedilme

İş sorunları, devamsızlık

Ev-iş-trafik kazaları

Adli problemler

Tıbbi: 1.Akut sorunlar 2.Kronik sorunlar 3.Yoksunluk belirtileri

Karaciğer harabiyeti, kardiyomiyopati (kalp büyümesi), anemi (kansızlık), yüksek tansiyon, trombositopeni (pıhtılaşma sağlayan hücrelerde azalma), miyopati (kas yıkımı), kanser, teratojenite (anne karnındaki bebekte anormallikler), pankreatit (pankreas iltahabı), pnömoni (zatüre), merkezi sinir sistemi bozuklukları (retrobulbar nörit,Wernike-Korskof Sendromu ve bunaması, serebeller atrofi)

Alkol Yoksunluğu belirtileri

Otonomik hiperaktivite (terleme, nabız 100’ün üstünde)
titreme
uykusuzluk
bulantı ve kusma
geçici halusinasyon ve ilüzyonlar: alkolü bıraktıktan sonra 1-2 gün içinde görülür.
psikomotor ajitasyon
anksiyete
grand mal konvülzyonlar (epileptik nöbetler): alkolü bıraktıktan sonra 2 gün içinde görülür.

Deliryum tremens: Uzun süre fazla miktarda alkol alan kişilerde alkolü kestikten 2-3 gün sonra ortaya çıkabilen, ölüm riski taşıyan bir tablodur.

Bilinç ve konsantrasyon bozukluğu, görsel halusinasyonlar (gerçekte var olmayan şeylerin görülmesi), bulunduğu zamanı ve yeri karıştırma ile kendini belli eder, hızlı başlayıp dalgalı bir seyir gösterir.

En sık eşlik eden psikiyatrik bozukluklar:

- Majör Depresyon: Alkol bağımlılarının %30-50’sinde görülür

- Anksiyete bozuklukları: %30 sıklıktadır. Erkeklerde sosyal fobi, Kadınlarda agorofobi sıktır.

- İki uçlu duygudurum bozukluğu (manik depresif b)

- Diğer madde bağımlılıkları: başta sigara olmak üzere esrar vs.

- Kişilik Bozuklukları: antisosyal ve sınırda kişilik bozuklukları.

Alkolizm tedavisi

* Alkolikler tedavi için başvurduklarında genellikle ‘dibe vurmuşlardır’ yani sağlık, aile, meslek, sosyal yaşam vb yönlerden büyük kayıplara uğramış ve ç****iz duruma düşmüşlerdir. Bu hale düşmeden pek çok alkolik bu zevki terketmeye yanaşmaz, ya da buna karar verse de kolayca vaz geçer. Önemli olan bu denli kayba uğramadan bu kısır döngüyü durdurmaktır. Bu nedenle kişinin alkolik olduğu yani alkol karşısında zayıf, hatta alkolün esiri olduğunu farkedip kabullenmesi düzelmenin başlangıç noktasını oluşturur. Erken dönemdeki alkoliklerin bu gerçeği farketmeleri için “motive edici görüşmeler” yapılır.

* Alkolizm tedavisi yoksunluk belirtileri kalktıktan sonra başlar

* Hedef ayıklıktır (sobriety): Eşlik eden psikiyatrik bozuklukların ayırıcı tanısı ve tedavisi için de bu önemlidir.

* Ekip tedavisi gerekir

* Tedavi hastanın ihtiyaçlarına göre seçilmelidir.

* Tedaviden sonra uzun süreli izlem gereklidir. Kişi uzun süre hastanede kalsa bile daha sonra izlenmezse alkole dönmesi kolaydır. Düzenli aralıklarla görüşmelere ya da kendine yardım gruplarına katılmalıdır.

* Nüksler (tekrarlamalar) ilk 6 ayda en sıktır.

İlaç tedavileri

* Disulfiram (Antabus)

* Antidipsojenikler:

Naltraxone, Acomprasate

* Seratonerjik antidpresanlar

* Lityum

Psikoterapi

* Sıcak ama biraz otoriter bir yaklaşım gereklidir.

* Adsız Alkolikler gibi kendine yardım grupları tedaviye entegre edilmelidir.

* Davranışçı-kognitif tedaviler iyi sonuç verir.

* Eğitimsel faaliyetler tedavinin önemli bir parçasıdır.

* Psikoterapilerde iç görü üzerinde yoğunlaşılmamalıdır. Psikanaliz gibi bu türdeki terapiler alkol kullanımını daha da arttırabilir.

* Hastanın içinde bulunduğu aile ele alınmalıdır, çünkü alkolizm bir “Aile Hastalığı”dır.

Mavi forum

Kızamık aşısına 12. ayda başlanacak

Kızamık aşısının ilk dozu bundan böyle bebeklere 9 aylıkken değil, 12 aylık olduklarında yapılacak.

Sağlık Bakanlığı, yürütülen kampanya sonrası kızamık virüsünün ortamda azalması ve etkinliğinin büyüdükçe artması nedeniyle kızamık aşısının bebeklere 12 aylık olduklarında yapılmasını kararlaştırdı. Eliminasyon programı çerçevesinde, 2010 yılına kadar yerli kızamık virüsünün yok edilmesi hedefleniyor.

Sağlık Bakanlığı bu kararı, yürütülen kampanya sonrası kızamık virüsünün ortamda azalması ve buna yönelik aşının etkinliğinin çocuklar büyüdükçe artması nedeniyle aldı. Çocukların aşılanmalarına hastalıklara karşı hassas oldukları en erken dönemde başlanarak, aşı takviminde yer alan difteri, boğmaca, tetanos, polio, kızamık, tüberküloz ve hepatit-B’ye karşı en kısa sürede tam bağışık hale getirilmeleri amaçlanıyor.

Bunun, çocukların, rutin aşı takvimine uygun yaş ve aralıklarla aşı programı kapsamına alınmasıyla mümkün olabileceğini belirten bakanlık yetkililere göre, bağışıklama hizmetleriyle ilgili hedefler şunlar:
Sıfır yaş grubunda her bir aşıda yüzde 95 aşılama oranına ulaşmakve bunda devamlılığı sağlamak,
Sıfır yaş grubundaki bebeklerin yüzde 90’ını 12.aya ulaştıklarında tam aşılı hale getirmek,
5 yaş altı aşısız ya da eksik aşılı çocukları tespit edip aşılamak,
Okul çağı çocuklarının pekiştirme aşılarını tamamlamak,
Gebelerin en az yüzde 80’ini tespit ederek, tamamını tetanoza karşı bağışık hale getirmek,
Çocuk felcinin yeniden ortaya çıkışını engellemek,
Doğum öncesi ve sonrası tetanozu elimine etmek,
Kızamık Eliminasyon Programı çerçevesinde 2010 yılına kadar yerlikızamık virüsünü yok etmek,
Difteri, boğmaca, hepatit-B ve verem hastalıklarını kontrol altına almak.

Geçen yılın ilk 11 ayında, sıfır yaş grubunda, BCG’de yüzde 87, DBT/OPV-3’de (difteri-boğmaca-tetanoz) yüzde 88, kızamıkta yüzde 88 ve hepatit-B’de yüzde 80 aşılama oranlarına ulaşıldığı bildirildi.

İLK DOZ 12. AYDA
2003-2005 yıllarında kademeli olarak uygulanan “Kızamık Aşı Günleri” sonrasında 15 yaşın altında yaklaşık 18.5 milyon çocuk aşılanarak, yüzde 95 aşılama oranına ulaşıldı. Bağışıklama Danışma Kurulu, bu kampanya sonrası ortamda kızamık virüsünün azalması ve etkinliğinin çocuklar büyüdükçe daha da artması nedeniyle ilk doz kızamık aşılama yaşının 12 aylığa çıkarılmasını kararlaştırdı. Bu karar doğrultusunda kızamık aşısının ilk dozu daha önce bebeklere 9 aylıkken yapılırken, bu yılın başından itibaren 12 aylık olduklarında yapılmaya başlandı. Bu çerçevede, çocuklara kızamık aşılamasının ilk dozu 12. ayını tamamlayıp 13. aydan gün aldıklarında, ikinci dozu ise ilköğretim birinci sınıfındayken yapılacak.

YENİ AŞILAR GELİYOR
Bağışıklama Danışma Kurulu’nun kararları doğrultusunda ayrıca, bu yıl içinde çocukluk çağı aşılama takvimine eklenen kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşısı ile menenjite karşı haemophilus influenza tip b aşısının uygulanmasına başlanacak. Alınan bilgiye göre, ihaleleri yapılarak akreditif işlemi tamamlanan yeni aşılar ithal edilecek ülkelerde üretim aşamasında. Kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşısının Mart, menenjit aşısının ise Eylül ayında ülkeye gelmesi bekleniyor. Aşıların kontrolleri Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi’nden yapıldıktan sonra aşı takvimi doğrultusunda uygulamaya konulacak. Yetkililer, böylece gelişmiş birçok ülkenin benimsediği aşı takviminin Türkiye’de de uygulamaya konacağına dikkat çekerek, bu yılın bütçesinde aşı ve soğuk zincir malzemeleri alımları için ayrılanbütçenin 2 kat artırılarak 112.5 milyon YTL’ye çıkarıldığını bildirdiler.

AŞILAMA TAKVİMİ
Sağlık Bakanlığı aşılama takvimine göre aileler bebeklerine doğar doğmaz hepatit B, 2 aylık olunca BCG verem, difteri-boğmaca-tetanos karma, ağızdan çocuk felci ve hepatit B, 3 ve 4 aylık olunca difteri-boğmaca-tetanos karma ve ağızdan çocuk felci, 12 aylık olunca kızamık ve hepatit B, 16-18 aylık olunca ise yine difteri-boğmaca-tetanos karma ve ağızdan çocuk felci pekiştirme aşılarını ücretsiz yaptırabiliyor.

Mavi forum

FDA'dan 'toz insüline' yeşil ışık

ABD’deki Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), şeker hastaları için solunum yoluyla içe çekilecek toz şeklindeki insülinin piyasaya sürülmesine izin verdi.

“Exubera” adlı toz insülin, Amerikan ilaç firması Pfizer tarafından piyasaya sürülecek. İnsülin hormonu, 1920’li yıllarda keşfedileli beri sadece iğneyle kana zerk ediliyordu. Sprey aygıtıyla akciğerlere insülin alınması yöntemi, şeker hastalarına çok büyük kolaylık sağlayacak.

FDA yetkilisi Stven Galson, insülinin toz şeklinde piyasaya sürülmesinin, şeker hastalarına kanlarındaki şeker oranını daha iyi kontrol etme imkanı vereceğini düşündüklerini belirtti. Toz insülin, yaza doğru piyasada olacak.

FDA, insan insülininin sentetik türü olan “Exubera”nın, sigara tiryakilerince kullanılamayacağını bildirdi. Astımlılarla amfizemlilere de toz insülini kullanmamaları tavsiye edildi. Exubera püskürtme cihazı, gözlük kılıfı büyüklüğünde; 1 ya da 3 miligram dozda akciğerlere çekilebilen toz kapsüller içeriyor. Günlük Exubera alımı, 4-5 dolara mal olacak. FDA, Avrupa Birliği Komisyonu’ndan bir gün sonra Exubera’ya onay verdi.

FDA’nın İlaç Araştırma Bölümü Müdürü Dr. Steven Galson, “Bu yöntemle kan şekerini ölçme hassasiyeti de mümkün oluyor” dedi.

Kan şekeri denetimi, göz, böbrek, sinir sağlığı bakımından önem taşıyor. Hekimler, kan şekerinin tam denetiminde bazı bünyelerde yine iğneye ihtiyaç duyulabileceğini hatırlattı. Akciğerin tam sağlıklı olması yeni yöntemin uygulanmasında önem taşıyor ve akciğere çekilen insüline geçilmeden önce akciğerin sağlık denetiminin şart olduğu hatırlatılıyor.

Mavi forum

Diş teknolojisinde yeni çağ

Diş Doktoru Alper Üke, diş sert dokusunda kullanılan Dentalr Lazer tekniğinin yeni ve pahalı bir teknik olduğunu ve bu tekniğin Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) bile hekimlerinin henüz yüzde 3'ü tarafından uygulandığını söyledi.
Üke, sert dokunun üzerine uygulanan lazer ışının gözle görünmediğini ve özel eğitim almış hekimlerce belli güvenlik protokollerine uyularak uygulandığını ifade etti. Tedavi sırasında koruyucu gözlükler takıldığına dikkat çeken Üke, gelecekte teknik daha da gelişip ucuzladığında yaygınlaşacağını belirtti. Konuya ilişkin İHA muhabirinin sorularını cevaplandıran Üke, diş lazer teknolojisindeki bazı haberlerin yanlış anlaşıldığını, bazı hekimlerin de konuyu yanlış değerlendirdiğini kaydederek, son yıllarda Diş Lazer Teknolojisi ile yeni bir çağın başladığını anlattı. Üke, yeni teknikle klinikte ağız kamerası ile hasta ağız fotoğraflarının tedavi öncesi ve sonrası digital olarak hasta dosyasına kaydedildiğini ve hasta takibi ve check-up'ların digital ortamda yapıldığını belirtti.

Üke, Dental Lazer tedavisinin 'çürüklerin temizlenmesi, dişeti tedavisi, kanal tedavisi, abse tedavisi, diş hassasiyet tedavisi, dişlerin boyunu uzatma, diş ve diş eti ameliyatları, kemik içindeki gömülü dişlerin çekilmesi, aft ve ülserin tek seansta tedavisinde' uygulandığını kaydetti. Lazer uygulamasının çok güvenli olduğunu ifade eden Üke özellikle anesteziden çekinen çocuklar ve yetişkinler için en iyi seçim, tansiyon ve kalp hastaları için de ideal olduğunu belirtti. Tedavi sonrasında iyileşme süresinin de çok hızlı olduğunu ifade eden Üke, "Dokularda yanma, ısınma, tahribat ve enfeksiyon yapmaz. Dişeti ve tedaviler sonrası ağrı ve komplikasyon oluşmaz. Ayrıca iğne gerekmediğinden birçok tedaviyi aynı anda tamamlamak mümkündür" dedi.



Mavi forum

Yeni nesil çocukların IQ seviyesi daha yüksek

Yeni nesil çocukların IQ seviyesi, testler her geçen dönem zorlaştırılmasına rağmen önceki kuşaklara göre yüksek çıkıyor.

Sürekli gelişen bilim ve teknolojinin etkisiyle daha hızlı öğrenen çocukların IQ seviyesi artıyor. Zaman ilerledikçe hem eğitim hem de sosyal alanda daha fazla engelle karşılaşan çocuklar, bu sayede problemleri kısa zamanda çözebilme yeteneği kazanabiliyor.
Psikolog Dr. Ferahim Yeşilyurt’a göre son yıllarda daha çok ilgilenilen ve çeşitli materyallerle desteklenen çocuklarda IQ seviyesinin yüksek çıkması normal. Çocuklardaki IQ seviyesinin dış uyaranlara bağlı olarak değişiklik gösterdiğini söyleyen Yeşilyurt, “Küçük yaşlardan itibaren hızlı bir öğrenme sürecine giren çocuk, ne kadar çok şeyle ilgilenir ve ne kadar çok şey görürse o derecede IQ’su ve becerisi artıyor.” diyor. Sosyal standartların, çocuğun IQ’sunu şekillendirdiğini ifade eden Yeşilyurt, “Her ne kadar zeka kalıtımla ilgili olsa da beslenmeden eğitime çocuğun önüne sunulan imkanlar kabiliyetlerin gelişmesine ve IQ seviyesinin yükselmesine katkıda bulunuyor.” diye konuşuyor. Psikolog Yeşilyurt, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bilgisayarı büyüklerden daha iyi kullanan, problemlere daha hızlı çözüm üreten çocuklarla karşılaşmak artık doğal. Çünkü çocukların ilgi alanları ve eğitim durumları gelişmelerini sağlıyor. Dolayısıyla çocuklar anne-babalarından daha akıllı görünebilirler.” Bilgisayar oyunlarının IQ seviyesini etkilediğine değinen Yeşilyurt, görsel strateji oyunlarının zeka seviyesini ve karar verebilme yeteneğini geliştirdiğini vurguluyor. Yeni jenerasyonun IQ seviyelerinin öncekilere göre yüksek çıkmasında uygulanan diğer sınavların da etkili olduğunu belirterek, “Sınırlı sürede yapılan ÖSS ve OKS’lerin benzer özellikler taşıması nedeniyle genel olarak IQ testlerine olumlu bir etkisi var.” bilgisini veriyor.

Amerikan Cornell Üniversitesi’nden Prof. Tomoe Kanaya’nın yaptığı araştırma da IQ testlerinin Flynn etkisi sebebiyle zorlaştırılmasına rağmen IQ seviyelerinin arttığını gösteriyor. Irkları ve sosyal grupları farklı 9 okuldan toplam 9 bin öğrenci üzerinde yapılan araştırma, öğrencilerin IQ’larının basit olan önceki testlere göre daha yüksek çıktığını ortaya koyuyor. Ayrıca 6-17 yaştaki öğrencilerin katıldığı araştırmada, aynı sınıftaki öğrencilerin IQ seviyelerinin yanı sıra sosyal davranış biçimlerinin de benzerlik gösterdiği belirtiliyor.

Flynn etkisi nedir?

Yeni Zelanda Otago Üniversitesi Öğretim Üyesi James Flynn, 1980’lerde aralarında ABD, Almanya ve İtalya’nın da bulunduğu 14 ülkede yaptığı araştırmayla IQ puanlarının giderek arttığını ortaya koymuş. Akademik çevreler tarafından Flynn’ın bu saptamasına ‘Flynn etkisi’ adı verilmiş. Araştırma, ülkelere göre farklılık gösteren IQ puanlarının her kuşakta 5-25 puan artış gösterdiğini ortaya koyuyor.


Mavi forum

Cüzzam korkulacak bir hastalık değil

Cüzzamla Savaş Derneği Başkanı Prof.Dr. Türkan Saylan, “Bugün lepra (cüzzam) hastalığı açısından korkulacak bir durum yok. Ama koruyucu sağlık hizmetlerini sağlamazsak hastalığın görülme sıklığı artabilir” dedi.

Cüzzamla Savaş Derneği tarafından “Dünya Cüzzam Günü” nedeniyle toplantı düzenlendi. Toplantının açılışında konuşan Prof. Dr. Saylan, Dünya Cüzzam Günü’nün amacının bu hastalığın korkulacak bir hastalık olmadığını anlatmak ve kamuoyunun dikkatini çekmek olduğunu anlattı.

İstanbul Lepra Hastanesi’nin başhekimliğini 21 yıl yaptığını ve o zamanlarda ilk doktoru gazete ilanıyla bulunan hastanenin bugün kocaman bir hastane haline geldiğini vurgulayan Prof. Dr. Saylan, şöyle devam etti:
“Her şeyden önemlisi, koruyucu sağlık hizmetlerine ağırlık vermek. Ama bizde sağlık hizmetleri daha çok tedavi edici amaca yönelik. Cüzzamın kırsal yerlerde tek oda içinde yaşandığı durumlarda birbirine geçme olasılığı var. Bu kişiler arasında da genellikle zayıf olanlara geçiyor. Bugün lepra (cüzzam) hastalığı açısından korkulacak bir durum yok. Ama koruyucu sağlık hizmetlerini sağlamazsak hastalığın görülme sıklığı artabilir.”

İstanbul Lepra Hastanesi Doktoru Mustafa Sütlaş da, lepranın öldürücü bir hastalık olmadığını ama bıraktığı sakatlıklar nedeniyle hastanın yaşamı boyunca tedavi hizmetlerine ihtiyaç duyduğu bir hastalık olduğunu anlattı. Hastalarının yaş ortalamasının 62 olduğunu ifade eden Sütlaş, mikrobik bir hastalık olan lepranın daha çok kırsal kesimlerde, maddi durumu bozuk ailelerin üyelerinde görüldüğünü kaydetti. Dr. Sütlaş, bugün halen tedavi gören 2 bin 500 hastaları bulunduğunu da sözlerine ekledi.

Prof. Dr. Saylan’ın hastalığını anlatması için çağırdığı Yüksekovalı Zehra Koç da, çok uzun yıllardır kendini rahatsız hissettiğini ve sonunda iyice güçten düşünce eşinden kendisini doktora götürmesini istediğini anlattı. Koç, hastalığının tespitiyle İstanbul Lepra Hastanesi’ne gönderildiğini ve yaklaşık bir yıl hastanede yattığını anlatarak, kızının da hasta olduğunu sözlerine ekledi.

Mavi forum

BONO'dan AIDS'e 'kırmızı' kart!

U2 grubunun solisti Bono, Dünya Ekonomik Forumu’nda, AIDS’le mücadele için yeni bir kampanya başlattı.

AIDS’le mücadele için başlatılan kampanyaya katılan şirketler, “Kırmızı” markasıyla, piyasaya bazı özel ürünler sunacak ve elde edilen karın bir kısmı, Afrika’da AIDS’le mücadele alanında kullanılacak.

Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’na katılan, rock sanatçısı kimliğinin yanında sosyal meselelere ilişkin yaklaşımıyla da tanınan U2 grubunun solisti Bono, bu çerçevede zirvede Afrika’da AIDS’ın mücadele için bir kampanya başlattı.

Buna göre kampanyaya katılan şirketler piyasaya, satışlarından elde edilecek karın bir kısmı AIDS’la mücadele fonuna aktarılacak özel ürünler sunacak. “Kırmızı” markası adıyla piyasaya ürün sunacak şirketler arasında, kredi kartı şirketlerinin yanı sıra ayakkabı ve t-shirt üreten firmalar da yer alıyor.

Ünlü italyan modacı Giorgio Armani de projeye destek vermesinde, Bono’nun ve kampanya sorumlusu Bobby Shriver’ın etkili olduğunu dile getirdi. Daha şimdiden önemli isim ve şirketlerin desteklediği kampanyanın, başka büyük şirketleri de cesaretlendimesi ümit ediliyor.

Mavi forum

Sigarayı bir anda bırakın

Kendiliğinden karar veren tiryakilerin, sigarayı bırakmakta daha başarılı oldukları belirtildi.

İngiliz bilimadamlarının yaptığı bir araştırma, kendiliğinden sigarayı bırakmaya karar veren tiryakilerin, bırakmayı planlayanlardandaha başarılı olduklarını ortaya koydu.

Araştırmacılardan Profesör Robert West, sigarayı bırakmadan önce plan yapmanın etkili olduğuna ilişkin inanışın aksine, buna kendiliğinden karar vermenin daha etkili olduğunu söyledi.

West ve iş arkadaşı Taj Sohal’in, eski ve şu andaki sigara tiryakilerinden oluşan 1900 kişinin katılımıyla yaptığı araştırma, sigarayı bırakma girişimlerinin neredeyse yarısının, kendiliğinden verilen karar sonucu olduğunu gösterdi.

Araştırma, kendiliğinden karar verip sigarayı bırakanların, yüzde 50 ila 60 daha başarılı olduklarını ortaya koydu.

Mavi forum

Kanser hastasına mahremiyet hakkı

Sağlık Bakanlığı’nca kanser hastalarının özel hayatının korunması amacıyla yönerge yayımlandı.
Kanser kayıt merkezleri gizlilik yönergesine göre, kanser hastası, hakkındaki bilgilerin yetkisiz kişilerin eline geçmemesi için gerekli tedbirlerin alınmasını isteme hakkına sahip. Bu hak, kişinin ölümü ile ortadan kalkmayacak. Hastaların tedavi ve kontrolünün sürdüğü merkezlerin görevlileri, gizlilik için yazılı bildirim imzalayacak.

Yönerge, “kanunla müsaade edilen hallerle tıbbi zorunluluklar dışında, hastanın özel ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz” ilkesini öngören Hasta Hakları Yönetmeliği çerçevesinde, Sağlık Bakanı Recep Akdağ imzasıyla yayımlandı.

Özellikle meme ve rahim kanseri olan kadın hastaların tedavileriyle ilgili gizliliğin korunmasına verdikleri önem doğrultusunda böyle bir yönergenin hazırlandığı öğrenildi. Buna göre, merkezler, bir yandan veritabanında hakkında bilgi yer alan kişilerin kişisel ve ailevi yaşamlarının gizliliğine saygı gösterirken, öte yandan veritabanındaki bilgilerin ciddi bilimsel araştırmalarda kullanılmasından yarar görecek kişi ve kurumların bundan mahrum kalmama hakkını dikkate alacak. Merkezler çalışmalarındabu iki hakkın dengelenmesini gözetecek.

Hasta, hakkındaki bilgilerin yetkisiz kişilerin eline geçmemesi için gerekli her türlü tedbirin alınmasını isteme ve bekleme hakkına sahip. Bu hak kişinin ölümü ile ortadan kalkmayacak.

Kanser hastalarıyla ilgili kişisel bilgilerin verilebilmesi için bunların kanser hastaları ve/veya sağlıklı kişiler için önemli yararlar sağlayacak ciddi bir araştırmada kullanılacak olması, başvuru sahibinin işi, mesleği, unvanı ve çalıştığı kurum açısından bu çalışmayı yürütebilecek durumda bulunması, ayrıca veriler için gizlilik kurallarını uygulamayı kabul etmesi şartı aranacak.

Hastalarla ilgili kişisel bilgilere bilimsel ve mesleki amaçlarla ulaşmak isteyenler, başvurularına projelerini ve kendileriyle ilgili bilgilerin yer aldığı bildirim formunu ekleyecekler. Bu başvuruları, bir danışma kurulu karara bağlayacak. Araştırmacı, çalışmasının sonunda elindeki kimlik bilgilerini yok etmekle yükümlü tutuldu. Kanser hastalarıyla ilgili verileri bilimsel, idari, hukuki veya bir başka amaçla kullanan ya da kullanmayı talep edenlere sağlayan hastane ve tedavi merkezleri gibi sağlık kurumları, bu verilerin gizliliğinin korunmasına özen gösterilmesini isteme hakkına sahip. Bu verileri kullananlar da genel gizlilik ilkelerine ve yönergeninkoyduğu kurallara uymak zorunda olacak

Verilerin gizliliğinin sağlanmasında birinci derecede sorumluluk ulusal düzeyde Sağlık Bakanlığı’na, il düzeyinde ise sağlık müdürlüklerine verildi. Bu konudaki bütün resmi yazışmalar sağlık müdürlükleri veya bunların yetkili kılacağı kişiler tarafından yapılacak. Verilerin yer aldığı merkezlerdeki görevliler, ulaştığı verilerin ve öğrendiği bilgilerin gizli kalmasından şahsen sorumlusu tutulacak. Bu sorumluluk, danışma kurulu üyeleri ve veri kullanıcılar gibi söz konusu merkezlerle birlikte çalışan kişiler için de geçerli olacak.

GİZLİLİK İÇİN YAZILI BİLDİRİM
Hastalarla ilgili merkezlerde görevli olanlar, gizlilik için yazılı bildirim imzalayacak. Bildirimde, “yetkililerin veri gizliliği ile ilgili olarak koyacakları kuralları öğrenip uygulayacağı, görevi gereği ulaştığı ya da ulaşması mümkün olan verileri gizlilik kurallarına uygun biçimde koruyacağı, yetkisiz kişilerin bu verilere kasten ya da rastlantı sonucu ulaşmasını engellemek için gerekli her türlü önlemi alacağı ve bu amaçla alınmış önlemleri uygulayacağı” ifadesi yer alacak.

Verilerin derlenmesi için gizlilik eğitimi almamış ve bildirimde bulunmamış kişiler görevlendirilmeyecek. Bu merkezler, verilerin gizliliği için alınan önlemlerin işlerliğini uygun aralıklarla kontrol ederek, önlemlerin en iyi biçimde işlemesi için zaman içinde gereken düzeltme ve iyileştirmeleriyapacaklar. Bireylerin kendileri ya da başkaları veya bir kişinin merkezlerin veritabanında yer alıp almadığı yönündeki bilgi talepleri reddedilecek.

Ticari firmalar, sigorta kuruluşları gibi bilimsel araştırma dışındaki amaçlarla veri tabanındaki kişisel bilgilere ulaşmak isteyen kurumların talepleri de karşılanmayacak.

Mavi forum

Kış, yaşlıların sağlığını tehdit ediyor

Türkiye nüfusunun yüzde 6.3’ünü oluşturan 65 yaş ve üstündeki kişiler için kış mevsimi sağlık açısından birçok riski de beraberinde getiriyor.

MÜ Tıp Fakültesi Sağlık Okulu Etkinlikleri kapsamında düzenlenen toplantıda uzmanlar, düşmeye bağlı kalça kırıkları, kalp krizi ve zatürre gibi artan sağlık risklerine karşı halkı uyardı.

Son günlerde tüm yurdu etkisi altına alan karlı ve soğuk hava özellikle 65 yaş üstündeki kişiler için ciddi sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor. Başta kalça kırıkları, kalp krizi, zatürre olmak üzere birçok hastalık yaşlılık döneminde öldürücü olabiliyor. Artan bu hastalık risklerine karşı toplumu bilgilendirmek amacıyla Marmara Üniversitesi Sağlık Okulu Etkinlikleri kapsamında 26 Ocak Perşembe günü bir toplantı yapıldı.

MÜ Hastanesi’nin konferans salonunda halka açık olarak yapılan toplantıda konuşan MÜ Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Pemra Ünalan, yaşlılık döneminde kronik birçok sağlık sorununun gözlendiğini bu sorunların kış mevsiminin olumsuz koşullarıyla birleştiğinde sağlık açısından önemli riskler doğduğunu hatırlattı.

KIŞ MEVSİMİNDE KALÇA KIRIKLARI ARTIYOR
Kalça kırıklarının kış mevsiminde yaşlılarda artan önemli sorun olduğunu hatırlatan Yrd. Doç. Dr. Pemra Ünalan şöyle konuştu:
“Düşmeler kalça kırığı olasılığını arttırır ve bu yaşta ortaya çıkan kalça kırıkları iyileşme ve sonrası dönemde de yaşam kalitesinde ve beklenen yaşam süresinde azalmalara neden oldukları için korunma çok önemlidir. Bu mevsimde diğer mevsimlere göre artış olan grup daha ileri yaşlılarda oluşan kalça kırıklarıdır ve yine bu mevsimde kalça kırıklarında ortaya çıkan artışta oransal olarak ev içinde oluşanlar ön plandadır. Bunun nedeni de fazla giyinmek ve soğuk nedeniyle denge ve yürümedeki koordinasyonun bozulması olarak açıklanmaktadır.”

KALP KRİZİ VE ZATÜRRE RİSKİNE DİKKAT


Kalp damar hastalığı ve yüksek tansiyon hastalığı olan yaşlıların da kış mevsiminde özellikle dikkatli olması gerekiyor. Aşırı soğuğa bağlı olarak kalp damarlarında ani daralmalar oluşması kalp krizine yol açabiliyor. Yrd. Dr. Perma Ünalan konuşmasında “Ülkemizde 65 yaş ve üzerindeki kadınların % 84.6’sı erkeklerin ise % 68.3’ünde kan basıncı normalin üzerinde bulunmuştur. Yine 65 yaş üzerindeki kişilerde gözlenen ölüm nedenlerinin yarıdan fazlası kardiyovasküler sistem hastalıklarıdır” dedi. Yaşlılık döneminde nezle, grip gibi enfeksiyonların da ciddiye alınması gerektiğini belirten Dr. Ünalan, iyi tedavi edilmediğinde bu tip sağlık sorunlarının yaşlılarda zatürreye yol açabileceğini vurguladı.

İLAÇ KULLANIMINA DİKKAT
Yaşlılık döneminde kalp, yüksek tansiyon, diyabet, romatizma, depresyon gibi sağlık sorunlarının yaygın olarak görülmesi düzenli ilaç kullanılmasına neden oluyor. Yapılan değişik araştırmalar yaşlıların günde ortalama 4 ilaç kullandığını gösteriyor. “Bu nedenle ilaç etkileşimleri ve yan etkilerinin izlenmesi çok önemlidir” diyen Yrd Dr. Pemra Ünalan sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yaşınız 65 ve üstündeyse yıllık kontrollerinizde doktorunuzla tüm ilaçlarınızı gözden geçiriniz. Yaşlı hastaların % 17’sinde ilaçlara bağlı ciddi sorunlar gözlenebilmektedir.”

AKTİF YAŞLANIN, HASTALANMAYIN
MÜ Tıp Fakültesi Sağlık Okulu Etkinlikleri Toplantısı’nda sağlıklı ve kaliteli yaşlanma konusuna da ağırlık verildi. 1990’ların sonunda Dünya Sağlık Örgütü tarafından sağlıklı yaşlanma yerine daha kapsamlı bir içeriği olan “aktif yaşlanma” teriminin benimsendiğini belirten Yrd. Doç. Perma Ünalan, şunları söyledi:
“Dünyada “gelişmekte olan ülkeler” kategorisine giren çoğu ülkede 60 yaş ve üzeri nüfus genel nüfusa göre çok daha hızlı artmaktadır. 1980-2020 yılları arasında bu ülkelerde toplam nüfusun % 95 oranında artması beklenirken, yaşlı nüfustaki artış oranı % 240 olarak hesaplanmıştır.Türkiye Nüfus Sağlık Araştırmalarına göre ülkemiz nüfusunun % 6.3’ünü 65 yaş ve üzeri nüfus oluşturmaktadır. 2010 yılında bu oranın % 7.1 olması beklenmektedir. Yine Türkiye’de doğumda beklenen yaşam süresi 2005 yılı çalışmalarına göre kadında 72.7, erkekte 68 yıldır. 2010 yılında bunun kadında 73.8 erkekte 69 yıl olması beklenmektedir.. Aktif yaşlanma ile ilgili programlar, kişisel bakım, yaşa uygun çevrenin oluşturulması, ve kuşaklar arası dayanışmayı güçlendirmeyi hedefler. Bu programların desteklenmesinin önemli bir nedeni de düşük maliyete yol açmalarıdır. Sakatlık ve kötü sağlık durumunun maliyeti yüksektir. Kişiler daha sağlıklı olarak yaşlandıkça ya da sağlık problemleri kontrol altında tutulabildikçe tıbbi harcamalar da hızla artmayacaktır. Örneğin ABD’de bu tür programların gelecek 50 yılda tıbbi harcamaları %20 azaltması beklenmektedir. Orta derecede fiziksel aktiviteyi desteklemeye yönelik 1 dolarlık bir yatırımın 3.2 dolar kazanıma yol açtığı tahmin edilmektedir.”

YAŞLILIK DÖNEMİNDEKİ RUHSAL SORUNLAR
Toplantıda konuşan MÜ Tıp Fakültesi Psikiyatri ABD öğretim üyesi Yrd Doç. Dr. Çağrı Yazgan ise yaşlılık döneminde sık görülen depresyon gibi ruhsal hastalıklar konusunda bilgi verdi. Zamanında tanı konulamayan ruhsal sorunların yaşam kalitesini azalttığını belirten Yrd. Doç. Dr. Çağrı Yazgan, aile bireylerinin bu anlamda yaşlılardaki ruhsal değişiklikleri iyi takip etmelerinin önemine dikkat çekti. Dr. Yazgan erken fark edilen ruhsal sorunların başarıyla tedavi edildiğini söyledi.

MÜ TIP FAKÜLTESİ SAĞLIK OKULU ETKİNLİKLERİ
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, genel sağlık konularında halkı bilgilendirmek amacıyla Sağlık Okulu adı altında konferanslar düzenliyor. Her ay farklı bir konunun işlendiği toplantılarda MÜ Tıp Fakültesi öğretim üyeleri halka bilgi veriyorlar. Her ayın son iki Perşembe günü gerçekleştirilen toplantıların biri MÜ Göztepe Yerleşkesi’ndeki İbrahim Üzümcü Konferans Salonu’nda , diğeri Altunizade’deki MÜ Hastanesi Konferans Salonu’nda yapılıyor. Bu öğretim yılı etkinlik takvimi çerçevesinde ilk toplantının konusu Ev Kazaları idi. Bu konferanslar Kasım ayında yapıldı. Aralık ayında “Sigara” Ocak ayında ise “Sağlıklı Yaşlanma” konuları ele alındı. Şubat ayı içinde düzenlenecek toplantının konusu ise “Bebeğimi Bekliyorum” olarak belirlendi. Toplantı halka açık olarak 23 Şubat Perşembe günü MÜ Hastanesi Konferans Salonu’nda 12:00 - 13:00 saatleri arasında yapılacak.

Mavi forum