6 Haziran 2007 Çarşamba

Çocuklarda ateşe dikkat!

Aşırı kıyafet giydirme ateşin daha fazla yükselmesine neden olabileceğinden, çocuklar çok az giydirilmeli, giysiler uyurken daha da azaltılmalı. Terletme yöntemi ile ateş düşürülemeyeceği gibi, daha fazla zarar verebileceği unutulmamalı...


Uzmanlar, çocuğun alnına dokunularak hissedilen vücut ısısının güvenilir olmadığını, ateşin mutlaka termometreyle ölçülmesi gerektiğini vurguluyor.


Bebeklik ve çocukluk çağında anne ve babaları endişelendiren ateş daha çok enfeksiyonlardan kaynaklanıyor. Çocuklar ilk 6 yaş içinde çok sık viral enfeksiyona bağlı ateşli hastalık geçirebiliyor.

Ankara Hastanesi Çocuk Kliniği Şef Yardımcısı Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ülkü Tıraş, bağışıklık sistemi henüz gelişmemiş 3 yaşın altındaki çocuklarda enfeksiyon hastalıklarının sık görüldüğünü söyledi. Ateşin, vücudun farklı virüs, bakteri ve diğer mikroorganizmaları tanımlama ve onlarla savaşın sonucu olarak ortaya çıktığını ifade edenTıraş, şunları belirtti:
“Ateş görülme nedenlerinin başında enfeksiyonlar gelir. Çocukların ilk 6 yaş içinde viral enfeksiyona bağlı ateşli hastalık geçirme riskleri fazladır. Ateşten şüphelenildiğinde, çocuğun vücut ısısı mutlaka ölçülmelidir. Alına dokunularak hissedilen vücut ısısı güvenilir olmayıp, elden daha hassas termometreler gerçek vücut ısısını ölçerler.”

İnsanlar için normal vücut ısısının ortalama 37 derece olarak kabul edildiğini kaydeden Tıraş, çocuğun vücut ısısının makatta 38, kulakta 37.8, koltuk altından ise 37.2 derecenin üzerinde ölçülmesi halinde “ateşli” kabul edildiğini bildirdi.

ATEŞLE İLGİLİ BİLİNEN YANLIŞLAR
Tıraş, tedavi konusunda aileler tarafından çok fazla “doğru bilinen yanlış” uygulama yapıldığına işaret ederek, şu uyarılarda bulundu:
3 ay ve altındaki tüm bebekler, mutlaka tıbbi açıdan değerlendirilmeli,
Susuzluğu engellemek için vücut sıvısı eksik bırakılmamalı,
Yüksek ateş, özellikle küçük çocuklarda hızlı su kaybına sebep olarak “dehidratasyon” yaratabilir. Su, çorba, meyve suları verilebilecek iyi seçeneklerdir. Kafein içeren kola ve çay gibi içecekler idrar söktürücü etkisinden dolayı su kaybına sebep olacağından içirilmemelidir,
Yemek istemeyen çocuklar zorlanmamalıdır. Çocuk ne yemek istiyorsa kabul edilebilir miktarlarda izin verilmelidir,
Okul çağındaki çocukların ateşi 24 saat boyunca izlenmeli, artış olmadığı takdirde okula gönderilmelidir,
Alın, şakaklar, koltukaltı, kasıklar ve bacak arkalarına ıslak ve ılık kompres uygulanması ateşi düşürmede oldukça etkili bir yöntemdir. Soğuk su ve alkol, ateşin yükselmesine sebep olabilecek ve titreme yaratacağından kullanılmamalıdır. Uygulanan kompresler sık sık değiştirilmelidir,
Aşırı kıyafet giydirme ateşin daha fazla yükselmesine neden olabileceğinden, çocuklar çok az giydirilmeli, giysiler uyurken daha da azaltılmalıdır. Terletme yöntemi ile ateş düşürülemeyeceği gibi, daha fazla zarar verebileceği unutulmamalıdır,
38.9 dereceden daha düşük vücut ısısına sahip ateşli çocukların çoğunda eğer genel durum iyi ise ilaç ihtiyacı olmayabilir. 38.9 derecenin üzerinde ateşte ise ateş düşürücüler, çocuğun yaşı ve kilosuna göre verilebilir. Çocuğun yaş ve kilosuna göre önerilen dozu bilinmiyorsa doktora danışılmalıdır,
Reye sendromu olarak bilinen ani karaciğer ve beyin hasarı ile seyreden hastalığa neden olduğu için, 12 yaş ve altındaki çocuklarda aspirin, ateş düşürücü olarak önerilmemektedir.

ATEŞTE ACİL DURUMLAR
Tıraş, ateşin çocuğun yaşına, mevcut hastalığına ve diğer bulguların varlığına göre değişiklik gösterdiğini belirterek, çocuğun durumuyla ilgili yorum yapmakta zorluk çekildiğinde doktora danışılmasının yararlı olacağını söyledi. Ancak bazı durumlarda hiç vakit kaybetmeden doktorun aranması gerektiğini kaydeden Tıraş, acil durumlarla ilgili de şunlara işaret etti:
3 ay veya daha küçük bebeğin ateşi makattan 38 derecenin üzerindeyse,
3-6 aylık bebeklerde ateş 38.3 ve üzerindeyse,
6 aydan büyük bebeklerde 40 derece ateş ölçülüyorsa,
Ateşle beraber ağlama susturulamıyor, ateşin düşmesine rağmen huzursuzluk devam ediyor, sürekli uyuklama hali, bilinç bulanıklığı vesayıklama, ateşle beraber vücutta kızarıklık bulguları varsa,
Bebekte susuzluk bulguları (ağlarken gözyaşı olmaması, bıngıldakta çöküklük, dudak ve ağız içi kuruluğu, idrar miktarında azalma gibi) mevcutsa,
Daha öncesinde veya ateşli iken havale geçirmişse,
72 saatten daha uzun süre ateş devam ediyorsa,
Ateşle beraber öksürük, kulak, boğaz veya karın ağrısı, ense sertliği, sık idrara çıkma, idrar renginde değişiklik, kusma, ishal, eklemlerde kızarıklık, eklem hareketlerinde kısıtlılık ve şişme mevcutsa doktor mutlaka aranmalıdır.

Mavi forum

Tırnak batmasını önemse

Kışlık çorap ile sivri burun ve dar giyilen ayakkabılar tırnak batmasını hızlandırıyor.
Erciyes Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ekrem Aktaş, ayak ve vücut sağlığını yakından ilgilendiren tırnak batması şikayetlerinin kış aylarında daha sık görüldüğünü belirterek, bu duruma kışlık çoraplar ile sivri burun ve dar giyilen ayakkabıların neden olduğunu söyledi.


Prof. Dr. Ekrem Aktaş, ayak sağlığınınönemli olduğunu ancak, insanların bazen bunu gözardı ettiğini söyledi. Ayakların bakımının, günlük aktiviteler ve çalışma hayatıyla doğrudan ilgili olduğu için önem taşıdığını, gerekli özen gösterilmediğinde bazı sağlık sorunlarının başgösterdiğini kaydeden Aktaş, tırnak batmasının da özellikle kış aylarında artan önemli bir sağlık sorunu olduğunu belirtti.

Tırnak batması ile beraberinde görülebilecek tırnak deformitesinin(şekil bozukluğu) kişinin günlük hayatını ve psikolojisini önemli derecede etkileyen ciddi bir sorun olduğuna dikkati çeken Aktaş, şunları söyledi:
“Kışlık çoraplar ile sivri burun ve dar giyilen ayakkabılar, kış aylarındaki tırnak batma şikayetlerinin artmasına neden olur. Çorapların uzun süre giyilmesi sonucu oluşan terleme, tırnakların yumuşamasına neden olup, tırnağın içe doğru büyümesine neden olur. Sivri burun ve dar ayakkabıların saatlerce tırnaklara basınç uygulaması da tırnakların serbest kenarlarının büyümesini engeller ve tırnak batması görülür.”

Aktaş, tırnağın çıkış biçiminin bozulması ve yumuşak dokuya batmasının kişinin şiddetli ağrı çekmesine yolaçabileceği gibi, şişme, iltihaplanma, enfeksiyon hatta tırnak çekilmesine varan sonuçlar doğurabileceğine işaret etti. Bu durumun sosyal hayatı ve hatta günlük basit aktiviteleri bile etkilediğini vurgulayan Aktaş, “Deforme tırnak nedeniyle özellikle kadınlarda ayağın estetik görünümü bozulmakta ve istedikleri ayakkabı veya terliği giymelerinde sorun yaşanmaktadır” dedi.

Tırnak batması yaşayan kişilerin pedikürcülerde çözüm aramasının yanlış olduğunu dile getiren Aktaş, tırnağın yumuşak dokuya batmasındaki temel nedenin belirlenmesi için uzman bir doktora gidilmesi gerektiğini ifade etti.

Prof. Dr. Aktaş, tırnak batmasının önüne geçilmesi için sivri burunlu dar ayakkabılar giyilmemesini, ayakların sık sık havalandırılmasını, fırsat buldukça yıkanıp kurulanmasını ve pamuklu çoraplar giyilerek terlemenin en aza indirilmesini tavsiye etti.

Mavi forum

Türkiye'de verem hızla artıyor

İnce hastalıkta salgın tehlikesi. Sağlık Bakanlığı’na göre veremle savaşta acil önlem alınmazsa, salgın kapıda.
Her yıl en az 30 bin kişinin yakalandığı tahmin edilen verem hastalığıyla mücadele Türkiye geri kaldı. Araştırmalara göre, Türkiye’de vereme yakalanan hastaların ancak 17 bini tespit ediliyor, bunların da 6 bininin kesin tedavisi yapılıyor.

Sağlık Bakanlığı Veremle Savaş Dairesi’ne göre, acil önlemler alınamazsa bir verem salgınıyla karşı karşıya kalınacak. Sağlık Bakanlığı bütçe tasarısında da veremle savaşta görev alan personelin eğitiminin durma noktasına geldiği ve yeterli ilaç stoğu yapılamadığına dikkat çekildi.

Ulusal bir kontrol programı hazırlayan Toraks Derneği’ne göre ise sorunun çözümü için verem hastalarının ilaç tedavisinin doğrudan yerinden gözetimle yapılması gerekiyor.

Program yürürlüğe girerse 100 binde 26 olan verem görülme sıklığının 10 yıl içinde 100 binde 10’un altına indirilmesi bekleniyor.

Mavi forum

Ağrı kadınları seviyor

Tüm vücutta yaygın ağrı, yorgunluk, ağrılı noktalar ve sabah tutukluğu ile kendini gösteren fibromyalji bir kas-iskelet sistemi hastalığıdır.
Hastalık sıklığı % 1-2 olup yaşla artar. Hastaların % 60-90’ı kadınlar oluşturur, ortalama hastalık yaşı ise 30-60 arasında değişir.

Anadolu Sağlık Merkezi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Yaprak Demir, belirtilerinden tedavisine fibromyalji ile ilgili bilgi verdi.

BAŞLATICI FAKTÖRLER NELERDİR?
Hastalığın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Yapılan çalışmalarda geçirilen grip benzeri viral enfeksiyonlar, trafik kazası gibi fiziksel ve duygusal travmalar sonrasında veya bazı ilaçların özellikle kortizonlu ilaçların kesilmesi sonrasında hastalık sıklığının arttığı görülmüştür.

BELİRTİLER:
Kişiler yaygın vücut ağrısı ile doktora başvururlar. Ağrıyan bölgeyi tam olarak tayin edemezler. Ağır hava değişiklikleri, kişinin moral durumu, fiziksel veya duygusal stresler, uyku süresi veya kalitesinden etkilenir.

Ağrıdan sonra en sık görülen diğer semptom yorgunluktur.

Uyku değişiklikleri ağrıyı etkileyen bir faktör olmasının yanında fibromyalji sendromunun da bir parçasıdır. Özellikle uykuya dalmada ve devamlılığında güçlük görülür. Hastalar sabah kalktıklarında dinlenemediklerinden yakınırlar.
Sık olmamakla beraber kronik baş ağrısı, barsak sistemi bozuklukları, uyuşma (Fizik muayene bulgusu vermeyen ), sabah tutukluğu (30 dk’yı aşmayan), depresyon görülebilir.

TANI NASIL KONUR?
Fibromyalji sendromunun tanısı hastanın yakınmaları ve fizik muayene ile konur. Laboratuvar ve görüntüleme teknikleri yorgunluk ve yaygın ağrı oluşturabilecek diğer hastalıkların (Guatr, romatizmal hastalıklar, yetişkin raşitizmi vs) tanısı için kullanılır. Fibromyalji de laboratuvar normaldir. Görüntüleme yöntemleri ile herhangi bir anormallik saptanamaz.

Fibromyalji tanısında aşağıdaki bulgular yol göstericidir:
1. En az 3 aydır devam eden yaygın vücut ağrısı,
2. Vücudun her iki yanında, belin altı ve üstünde olacak şekilde yaygın ağrı,
3. Omurga ağrısı (Boyun, göğüs ön bölümü, sırt veya bel)
4. Parmak basmak ile 18 ağrılı noktanın 11’de hassasiyet olması.

TEDAVİ YÖNTEMLERİ:
Fibromyalji tedavisinde öncelikle hasta eğitimi önemlidir. Hastalığın fiziksel bir fonksiyon bozukluk yapmadığı, yaşam süresini etkilemediği unutulmamalıdır.

Fibromyaljinin tedavisinde ilaç tedavisi daha çok hastanın şikayetlerine yönelik uygulanır. İlaç tedavisinde ağrı kesiciler, kas gevşeticiler, antidepresanlar tercih edilir. Fizik tedavi ajanlarının yanında egzersizler (Yürüyüş, koşu, bisiklet egzersizleri) önerilir.

Egzersizler ağrıyı kontrol altına almaktan çok hastaların fiziksel fonksiyonlarını arttırır, ağrılı noktaların algılanmasını azaltır. İlaç dışı tedaviler arasında gevşeme ve uyum tedavileri uygulanmaktadır.

Bu tedavi yöntemlerinin kombine olarak uygulanmasının daha faydalı olduğu yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Fibromyaljide hastalığın kesin tedavisi yoktur ancak, uygulanan tedavi yöntemleri ile hastalar ağrıyı daha az algılar ve yaşam kalitelerini yükseltirler.

Mavi forum

Yoğurt kilo vermek isteyenler için ideal

Yoğurt kilo vermek isteyenler için ideal

Yararları saymakla bitmeyen yoğurdun, yağ yakma özelliğiyle çabuk kilo vermek ve özellikle karın bölgesindeki fazla kilolardan kurtulmak isteyenler için ideal bir besin olduğu belirlendi.
ABD'de yapılan bir araştırmada, düşük kalorili rejimlerine yoğurt seçeneğini ekleyen ve günde üç öğün yağsız yoğurt yiyen aşırı kiloluların, yoğurtsuz bir diyet programı uygulayanlara oranla yüzde 22 daha fazla kilo verdikleri ve yüzde 61 daha fazla yağ yaktıkları tespit edildi. Yoğurt yiyenlerin ayrıca, karın bölgelerinde yüzde 81 daha fazla yağ yaktıkları ortaya çıktı.

Tennessee Üniversitesi'nde yapılan araştırmaya katılanlardan Dr. Michael Zemel, yoğurt yiyenlerin kas kütlesinin de diğerlerine oranla iki kat fazla koruduklarını belirtti.

Mavi forum

Kişiliğinizdeki bozukluğu tanımlayın: Korkak, agresif, şüpheci

--------------------------------------------------------------------------------

Kişiliğinizdeki bozukluğu tanımlayın: Korkak, agresif, şüpheci

Biz onlara genel olarak "kişiliği bozuk" diyoruz. Ancak hangi durumda, neden, ne yaptıklarında diyoruz bu çok açık değil. Kimi şüpheci, kimi agresif, kimi çekingen oluyor ama hemen hepsinin normalin dışında davrandıkları bir gerçek.

Kişilik Bozuklukları kaç guruba ayrılır?
Kişilik bozuklukları 3 gruba ayrılır.
Grup: Paranoid Kişilik Bozukluğu, Şizoid Kişilik Bozukluğu, Şizotipal Kişilik Bozukluğu'ndan oluşan guruptur.
Grup: Antisosyal Kişilik Bozukluğu, Borderline Kişilik Bozukluğu, Histeriyonik Kişilik Bozukluğu ve Narsistik Kişilik Bozukluğu'ndan oluşan gruptur.
Grup: Çekingen Kişilik Bozukluğu, Bağımlı Kişilik Bozukluğu ve Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğundan oluşan gruptur.

Kişilik bozuklukları genellikle hangi sebeplerle ilgilidir?
Prof. Dr. Arif Verimli: Kişilik bozuklukları şu sebeplerle ilgilidir:
- Çocuklukta oluşan ve yerleşen mizaç unsurları
- Merkezi sinir sistemi bozuklukları
- Anne ve babanın çocuk yetiştirirken sergiledikleri tutum
- Kültürel faktörler
- Fiziksel çevre
- Beyin hastalıkları
- Biyolojik Faktörler
- Psikoanalitik Faktörler (Bilinçaltı faktörler)

Paranoid Kişilik Bozukluğu nasıl bir kişilik bozukluğudur?
Ortada tam ve geçerli bir kanıt bulunmaksızın, herhangi bir gerçekçi temel bulunmaksızın, kişinin aldatıldığından, takip edildiğinden, kullanıldığından, kendisine zarar verildiğinden veya zarar verilmek istediğinden aşırı derece kuşkulanması olarak tanımlanabilir. Çevresindekilerin samimiyetinden, bağlılığından ve güvenilirliğinden emin değildir. Sıradan olay ve durumlardan kendisine karşı bir aşağılanma, küçük düşürülme veya gözdağı verilmesi gibi anlamlar çıkarır. Sürekli kin besler. Görmezden gelinmeyi bağışlamaz. Yeterli ve gerçek bir kanıt olmaksızın eşinin/partnerinin sadakatinden sürekli şüpheler duyar. Karşısındakinin sözlerinden kendince anlamlar çıkararak hiçbir sebep yokken öfkeyle saldırıya geçebilir. Bu kişiler patolojik olarak kıskançtırlar. Güvensiz, şüpheci, tedirgin ve gergindirler. Genellikle soğuk ve ciddidirler.

Paranoid Kişilik Bozukluğu nasıl tedavi edilir?
Genellikle bütün kişilik bozukluklarının tedavisinde kullanılan en temel ve birincil yöntem Psikoterapidir. Farmakoterapi (İlaç tedavisi) ikincil tedavi olarak yararlıdır.

Paranoid hastalar başkalarına karşı çok güvensiz olduğundan sır vermekten inanılmaz çekinirler. Bu sebeple terapide güvenlerini sağlamak çok önemlidir. Grup terapisi paranoid bozuklukta uygun değildir. Bireysel görüşmeler şeklinde uygulanan profesyonel psikoterapiler başarılı sonuçlar verir. Psikoterapiye ilaç tedavisi ile destek verilerek tedavi devam ettirilir.

Şizoid Kişilik Bozukluğu nasıl tanımlanabilir?
Şizoid Kişilik Bozukluğu teşhisi, yaşam boyunca sosyal çekingenlik gösteren hastalara konur. İnsan ilişkilerinde donuk, kısıtlı, içe dönük, tuhaf, kapalı, izole ve yalnızdırlar. Yakın ilişkilere girmez ve girmekten zevk almazlar. Genellikle gün boyu tek bir konuya odaklanır ve o konuya takılarak başka hiçbir etkinliğe katılmaz. Sırdaşları ve arkadaşları yoktur. Cinsel etkinlikleri ya hiç yok ya da çok azdır. Ne övülmekten ne yerilmekten etkilenmez. Duygusal tepkisizlik, soğukluk, ilgisizlik, tekdüze duygulanım, yaşamdan kopukluk hakimdir. Sessiz, uzak, güncellikten habersiz, kimseyle yarışmayan, pasif kişilerdir. Hiç evlenmeyebilirler. Kendileriyle ilgili projelerden çok, evren, din, felsefe, açlık, astronomi, zooloji... Gibi konularda tuhaf projeler üretirler.

Şizoid Kişilik Bozukluğu nasıl tedavi edilir?
Prof. Dr. Arif Verimli: Şizoid Kişilik bozukluğunun temeli erken çocukluk dönemidir. Genellikle tedavisi Paranoid Kişilik Bozukluğuyla aynıdır. Ancak Şizoid Kişilik bozukluğunda Grup terapisi de kullanılabilir. Gruba alışınca grup arkadaşlarını önemser ve izolasyondan uzaklaşabilir.

Şizotipal Kişilik Bozukluğu nasıl bir kişilik bozukluğudur?
Hastalar aşırı derecede tuhaf ve gerçekliğe yabancılaşmışlardır. Büyüsel inanış ve düşünceler, garip fikirler, batıl inançlara tutulma, gaipten sesler ve kişilerle görüşmeler ve mesajlar aldığına inanma, telepati ve altıncı his saplantısı, imkansız düşler kurarak bunlar üzerinde sürekli düşünme şeklinde tanımlanabilir. Kişinin duygu, düşünce ve davranışlar birbirinden bağımsızlaşarak savrulur. Düşünsel ve içsel özel güçlerinin olduğuna inanırlar. Konuşmaları net değildir ve yorum gerektirir. Yakın ilişkilere girerken rahatsızlık duyma veya zorlanma ortaya çıkar. Kişilerarası ilişkileri bozulur. Bilişsel algıları çarpıklaşır. Arkaik (ilkel) fikirler öne sürer. Derin dünya, derin evren kavramlarını irdeler.

Şizotipal Bozukluğun tedavisiyle ilgili bilgi verebilir misiniz?
Psikoterapide Psikiyatrist hastanın akıldışı ve sıra dışı inanışlarını, büyü ve benzeri saplantılarını, batıl inançlarını gülünç bulmamalı ve yargılayıcı olmamalıdır. Ancak bu şekilde hasta kazanılabilir. Zaman içerisinde terapiye uyumlandırılan hasta gerçeklerle tanışır. Edindiği inanışları terk eder. İlaç tedavide etkin ve yardımcıdır.

Paranoid, Şizoid ve Şizotipal Kişilik Bozukluklarının toplumlarda görülme oranı nedir? Kadın ve erkeklerde görülme oranı farklı mıdır?
Paranoid Kişilik Bozukluğunun toplumlarda görülme oranı % 2'dir. Paranoid Bozukluk erkeklerde kadınlarda oranla daha fazla görülmektedir. Ailevi temelleri bulunmaktadır. Yapılan bir araştırma azınlıklar ve göçmenler üzerinde daha yaygın olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Şizoid Kişilik Bozukluğunun yaygınlığı tam olarak bilinmemekle birlikte genel popülasyonun % 7'sini etkilediği söylenebilir. Erkeklerde 2 kat oranla daha fazladır. Şizotipal Kişilik Bozukluğu görülme oranı % 3'tür. Kadın ve erkek arasındaki oransal fark bilinmemektedir.

Antisosyal Kişilik Bozukluğunun ayırıcı tanı ölçütleri nelerdir? Antisosyal Kişilik Bozukluğu nasıl tarif edilebilir?
Antisosyal Kişilik Bozukluğu, halk arasında "psikopat" diye tarif edilen kişilerin gösterdikleri davranış bozukluklarıyla tanımlanabilen bir kişilik bozukluğudur. Bir bireyin 15 yaşından itibaren sürdürdüğü, başkalarının haklarını yok sayma ve başkalarının haklarına saldırma şeklinde gelişen kişilik bozukluğudur. Suça ve tutuklanmaya yönelik davranışları devam ettirme, yasalara ve toplum kurallarına başkaldırı, zevk için veya kendi çıkarı için huzur bozma, saldırganlık, sorumsuzluk, vicdan duygusunun yokluğu, yetersizliği, başkalarına zarar vererek zevk aldığında dahi kendini haklı çıkaracak bir model oluşturma şeklinde gelişen bir bozukluktur. Bu kişiler gergin, huzursuz, öfkeli, umursamaz, acımasız, bencil ve sadistiktik. Başkalarına zarar verdikleri gibi kendi bedenlerine de kesici ve delici aletlerle izler bırakırlar. Alkol ve madde kullanımı bu grupta yüksektir.

Borderline Kişilik Bozukluğu için tanı ölçütleri nelerdir?
Benlik algısı ve duygulanımda tutarsızlık, belirgin dürtüsellik, otomatik ve ölçüsüz çabalar gösterme, bir şeyi ve ya kişiyi gözünde aşırı büyütme ve göklere çıkarma ve yerin dibine batırma tarzında gidip gelen tutarsız kişilerarası ilişkiler, para harcama, cinsellik, madde kullanımı ve çılgınca araba kullanma gibi sonu zarar veren dürtülerin en az ikisini şiddetle yapma, yineleyen intihar davranışları, çevresindekilere kendini öldürmekle ilgili gözdağı verme, boşlukta olma, öfke, hırçınlık, kavgacılık, hiddet ve kimi zaman paranoid düşünceler taşıyan kişiler için borderline diyebiliriz.

Antisosyal Kişilik Bozukluğu ve Borderline Kişilik Bozukluğu arasındaki fark nedir?
Borderline en basit anlatımla kadının antisosyalidir. Çünkü kadınlarda erkeklerden 3 kat daha fazla görülür. Bu iki kişilik bozukluğu birbirlerine çok benzer ayırt etmek zordur. Antisosyal Kişilik Bozukluğu ise erkeklerde 3 kat daha fazla görülür.

Narsistik Kişilik Bozukluğu nasıl bir kişilik bozukluğudur?
Hasta kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşımaktadır. Başarılarını ve özelliklerini anlatır, üstünlük duygusu, grandiyözite, empati kuramama, kendini diğer insanlardan daha üstün ve özel görme, başarı, zeka, akıl, üstünlük gibi konulara kafa yorma, kendini çok sevme, kendine göre, kendi için ve kendi yararına düşünen, kıskanç, kendi çıkarları için başkalarını kullanan, aşırı bencil ve benmerkezci, özel ve eşi benzeri bulunmaz birisi olduğunu savunan, beğenilmek için her şeyi sergileyen, üstün kişi ve kurumlarla ilişkiler kurmayı hak ettiğini savunan kişilerdir. Sevgi, saygı, empati, anlayış ve duygusallık hayatlarında pek yer kaplamaz. Bu bozukluğun yapısı kronik olup tedavisi son derece zordur. Psikiyatristin telkinlerine yatkın değillerdir. Çünkü bir başkasının doğrusunu kabul etmeyi güçsüzlük sayarlar. Tedavisi oldukça güçtür. Bu kişiler aslında yapılarından pek de mutsuz değillerdir. Ancak çevresindekiler için son derece zor bir yapıları vardır.

Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğunun tanı kriterleri nelerdir?
Hastalar, yapılan iş ve ya etkinliğin geneline ve asıl amacına değil ayrıntılarına takılırlar. Aşırı derecede katı, sabit, kuralcı, değişmez, düzenli ve rahatsız edecek derecede titizdirler. Kurallar, listeler, sıralamalar, ayrıntılar hayatlarını yönlendirir. Cimri, mükemmeliyetçi, katı ölçü ve sınırlarda yaşayan, belli hareketleri belli zamanlarda ve belli şekilde asla şaşmaksızın yapar, yapmadıkları zaman rahatsız olur ve ya bu durumu uğursuz bulurlar. Eski ve değersiz şeyleri dahi atmazlar. Resmidirler ve mizah duyarlılıkları yoktur. Onlara göre hayat ya siyah ya beyazdır. Tekrarcıdırlar, kurallarının bozulmasında toleransları yoktur. Eleştiricidirler. Titizlikleri günde 35 - 40 kere el yıkamaya gidecek kadar rahatsız edicidir.

Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu nasıl bir tedaviyle düzeltilebilir?
Hastalık kişiyi ve yakınlarını mutsuz edecek, yaşamı zorlaştıracak ve keyifsizleştirecek hale geldiğinde hasta tedavi almayı genellikle kendisi talep eder ve psikoterapi süreci içerisinde de son derece uyumludur. Anksiyete ve paniği yüksek hastalarda ilaç tedavisi destekleyicidir.

Çekingen Kişilik Bozukluğu nasıl tarif edilebilir?
Hastalar eleştirilmekten, beğenilmemekten yoğun bir korku duyduğu için kişilerarası ilişkilerden kaçınırlar. Kendisini yetersiz bulan, tercih edilmeyen, çekiciliği olmayan, herhangi bir özelliği olmayan, yeteneksiz, beceriksiz olarak tanımlarlar. Yeni birisiyle tanıştıklarında hemen ketlenirler. Mahçup düşme korkuları çok yoğundur. Yalnız kalmayı tercih eder ve sevildiğinden emin olmadıkça asla kişiler arası ilişkilere yanaşmazlar.

Bütün bu kişilik bozukluklarına eklenebilecek başka türlü kişilik bozuklukları da var mıdır?
Elbette. Kişilik Bozuklukları son derece geniş ve son derece önemli bir konudur. Kişilik Bozuklukları kavramı psikiyatrinin en önemli araştırma alanlarından biridir. Bilim ve araştırmalar ilerledikçe yeni tanımlanan kişilik bozuklukları alanımıza katılmaktadır. Benim şu ana kadar anlattığım kişilik bozukluklarına eklemek istediğim bir iki tane kişilik bozuklukları var. Bunları da kısaca şöyle anlatabiliriz:

Bağımlı Kişilik Bozukluğu; Bu kişiler başkalarından destek ve öğüt almadan karar veremez, adım atamaz ve iş yapamazlar. Kendilerini yetersiz, ayakları üzerinde duramayacak, kendi bakımlarını sağlayamayacak kadar yetersiz hisseder ve başkalarının bakım ve desteğini alabilmek için her türlü şeyi yapabilecek kadar ileriye gidebilirler.

Pasif-Agresif Kişilik Bozukluğu; Bu kişiler rutin sosyal ve mesleki işlerini yürütürken pasif bir direnç gösterir ve işleri bilerek ağırdan alırlar. Çünkü onlara göre, eğer başkaları önlerini kapamasaydı daha başarılı olurlardı. Her zaman takdir edilmemekten ve yanlış anlaşılmaktan yakınırlar. Kişisel şanssızlıklarını abartılı biçimde dile getirirler, mutsuz, huysuz, gücenmiş ve tartışmacıdır. Otoriteyi küçük görür ve otoritenin kendisine yaptığı eleştirileri mantıksız bulur.

Sadomazoistik Kişilik Bozukluğu; Bu kişilerde sadizm(başkalarına acı vermekten zevk alma) ve mazoizm(kendisine acı vermekten zevk alma) aynı anda görülür. Kendilerine ve başkalarına ve başka canlılara zarar vermekten, işkence yapmaktan acı vermekten inanılmaz zevk alır ve cinsel doyuma ulaşırlar. Karmaşık, kompleks, son derece zor tedavi edilebilen vicdan duygusunun yok olduğu, insanlık ve doğruluğun ve insan haklarının muhakeme edilmediği bir kişilik bozukluğudur. Başkalarıyla alay etmekten ve küçük düşürmekten de zevk aldıkları gibi kendileriyle de sert, kaba, küçük düşürürcesine konuşulması hoşlarına gider.

Prof. Dr Arif Verimli

Mavi forum

kalp krizi hakkında çok önemli

Diyelim ki, mesai saati bitti ve siz de aksam 18:30 civarinda, alisilmadik derecede zorlu bir is gününün ardindan (tabii ki tek basiniza) arabaniza binip evin yolunu tuttunuz . Cok yorgunsunuz ve caniniz da fena halde sıkkın MÜTHIS GERGIN VE SINIRLI BIR HALDESINIZ... Birdenbire gogsunuzde,kolunuza ve cenenize dogru yayilmaya baslayan korkunc bir agri hissediyorsunuz. En yakin hastaneye sadece on dakikalik mesafedesiniz ama hastaneye ulasmayi basarip basaramayacaginizdan bile emin degilsiniz. NE YAPACAKSINIZ ??? ILK YARDIM KURSLARINA KATILACAK KADAR AKLI BASINDA BIRIYDINIZ AMA KURSTAKI EGITMEN, SIZIN BASINIZA BIR SEY GELDIGINDE NE YAPACAGINIZI OGRETMEDI!!! YALNIZ BASINIZAYKEN KALP KRIZI GECIRIRSENIZ NASIL HAYATTA KALIRSINIZ? PEK COK INSAN KALP KRIZI GECIRDIGI SIRADA TEK BASINA OLUYOR;ETRAFTA YARDIM EDECEK KIMSE BULUNMUYOR. KALP ATISLARI DUZENSIZLESEN VE KENDISINI BAYILACAKMIS GIBI HISSEDEN BIRININ BILINCINI YITIRMEDEN ONCE YALNIZCA 10 SANIYE KADAR ZAMANI VARDIR BU DURUMDA NE YAPMANIZ GEREKIR ? CEVAP: PANIGE KAPILMADAN
UST USTE KUVVETLICE OKSURMEYE BASLAYIN. OKSURMEDEN ONCE
HER SEFERINDE DERIN BIR NEFES ALIN; OKSURUKLERINIZ GUCLU OLSUN, DERINDEN GELSIN VE UZUN SURSUN, TIPKI GOGSUNUZDE BIRIKMIŞ BALGAMI ATMAYA CALISIR GIBI OKSURUN. HER IKI SANIYEDE
BIR DERIN NEFES ALIP OKSURUN VE BUNU YARDIM
GELENE DEK YA DA KALP ATISLARINIZ TEKRAR NORMALE DONENE DEK SUREKLI YAPIN. neden??? DERIN NEFES ALMAK CIGERLERI OKSIJENLE DOLDURUR. OKSURMEK KALBE TAZYIK YAPAR VE KAN DOLASIMINI
RAHATLATIR. KALBE UYGULANAN BU TAZYIK, KALBIN NORMAL RITMINE
DONMESINI KOLAYLASTIRIR. BUTUN BUNLAR
SIZE, BILINCINIZI KAYBETMEDEN ONCE HASTANEYE YETISECEK ZAMANI TANIR. BU KONUDA MUMKUN
OLDUGUNCA COK KISIYI BILGILENDIRIN. BU BILGI SAYISIZ INSANIN HAYATINI
KURTARABILIR!!! ASLA, "BENIM BASIMA GELMEZ!" DIYE DUSUNMEYIN.
HAYAT TARZIMIZIN EPEYCE DEGISTIGI SU SON YILLARDA
ARTIK HER YASTA iNSAN KALP KRIZI GECIRIYOR.

Mavi forum

Bİlgİsayar Kullanirken Dİkkat Edİlmesİ Gerekenler

bilgisayar kullanırken dikkat edilmesi gerekenler şekilli anlatımlarla

http://www.pcsistem.net/konuimg/saglik.htm

Mavi forum

Sigarayı bırakın artık yeteeer! Bi resim daha yaptık!

Sigarayı bıraktırma çabası için hertürlü yolları deneyen vatandaşların, bu olaya katkı için geliştirdikleri bir resim daha...Gayet başarılı ama, hoşuma gitti.



Mavi forum

Kış aylarında cilt hastalıkları artıyor

Kış aylarında cilt hastalıkları artıyor


Kış soğuğu cilt hastalıklarının artmasına sebep oluyor. Özellikle rüzgar, düşük nem, kirli hava ve kapalı ortamlarda vakit geçirme zorunluluğu sedef, egzama ve sivilce gibi hastalıklara davetiye çıkarıyor.

Memorial Hastanesi’nden Dermatolog Dr. Ayfer Bankaoğlu, kış aylarında soğuk ve kuru hava, düşük nem, rüzgar, kirli hava ve asit yağmurlarından özellikle sakınılması gerektiğini belirtiyor. Kapalı ortamlarda zaman geçirilmesinin de cilt sağlığını olumsuz etkilediğini vurgulayan Bankaoğlu "Strese ve depresyona zemin hazırlayan ‘melatoin' hormonu güneşsiz ortamlarda daha fazla salgılanıyor. Bu faktörlerin birleşmesi akne (sivilce) ve egzama gibi cilt hastalıklarının görülmesinin yanı sıra stresle tetiklenen sedef, vitiligo gibi önemli deri hastalıklarının da artmasına sebep oluyor." diyor. Çocukların ve yaşlıların kış mevsiminin yıpratıcı etkenlerine daha fazla maruz kaldığını belirten Bankaoğlu, kalorifer, soba ve klima kullanımının nem oranını daha da azalttığını hatırlatıyor. Deri kuruluğuna bağlı gelişen veya şiddetlenen deri hastalıklarının önlenmesinde nemlendiricilerin kullanılması büyük önem taşıyor. El sabunlarının cilt temizliğinde kullanılmaması gerektiğini ifade eden Bankaoğlu şöyle konuşuyor: "Çünkü el derisi, yüze oranla daha kalındır. Bu yüzden cilt tipine uygun temizleyiciler kullanılmalı. Günde birkaç kez duş almak, sık sabun kullanmak cilt kuruluğunu artırır. Özellikle çok sık duş alan kişiler, cilt bakımlarını ihmal etmemeli, banyodan sonra mutlaka nemlendirici kullanmalı. Yağlı cilde sahip kişiler de kış aylarında nemlendirici kullanmalı." diyor.

Cildimizi nasıl korumalıyız?

Cildin nemlendirilmesi kadar evin nemlendirilmesi de önemli. Bunun için kalorifer peteklerinin üzerine ıslak havlu koyulabilir. Soba kullananlar ise sobanın üzerinde su kaynatabilir.

Günde 1-1,5 litre su içilmeli.

Sokağa çıkıldığında cildi koruyacak eldiven ve atkılar kullanılmalı.

Saçların kuru ve kirli havalardan korunması için de bere ve şapka kullanılmalı.

Cilt tipine uygun nemlendirici kullanımı ihmal edilmemeli.

Mavi forum

C vitaminini gripten önce alın

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, gripten korunmak için hasta olmadan önce C vitamini alınması gerektiğini söyledi.

KTÜ Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tevfik Özlü, gribin yüksek ateş, yaygın kas ağrıları ve kırgınlıkla seyreden, kolay yayılabildiğiiçin özellikle kış mevsiminde salgınlara yol açan bir hastalık olduğunu belirterek, grip salgınlarında soğuğa maruz kalınmaması, uykusuz kalmamaya, düzenli ve yeterli beslenmeye özen gösterilmesi gerektiğini kaydetti.

Özellikle okul, yurt, kışla, kahvehane, huzurevi gibi kalabalık vetoplu yaşanan ortamların hastalığın yayılmasında önemli rol oynadığını ifade eden Prof. Dr. Tevfik Özlü, şöyle konuştu:
“Sigara, alkol alımı, düzensiz yaşam ile soğuğa maruz kalma, hastalığa yakalanma riskini artırmaktadır. Grip bilhassa bebekler, yaşlılar, kalp hastalığı, astım, kronik bronşit, şeker hastalığı, böbrek yetmezliği, AIDS gibi kronik hastalığı olanlarda ağır seyretmekte ve ölümlere neden olmaktadır. Bu gibi rahatsızlığı olanlargrip belirtileri başlar başlamaz hekime başvurmalıdır.”

Önceden grip aşısı olmamış yüksek riskli kişilerin salgın başladığında antiviral ilaçlarla korunmaya alınabileceğini belirten Özlü, “Salgın belirtilerinin görüldüğü alanlarda yaşayanlar mümkün oldukça kendilerini toplumdan, kalabalıklardan izole etmelidir. Soğuğamaruz kalınmamalı, uykusuz kalmamaya, düzenli ve yeterli beslenmeye özen gösterilmelidir. Sigara ve alkolden uzak kalınmalıdır” dedi.

Grip hastalarının istirahat etmesinin çok önemli olduğuna işaret eden Özlü, şöyle devam etti:
“İstirahat hem hastanın daha kısa zamanda iyileşmesini ve tehlikeli, ölümcül komplikasyonlardan korunmasını sağlar hem de etrafına hastalığı yaymasını önler. Ağrı kesici ve ateş düşürücüler ile yakınmaların kontrolü mümkündür. Ancak özellikle çocuklarda aspirin kullanılmamalı, diğer ateş düşürücüler tercih edilmelidir.”

ANTİBİYOTİK FAYDASIZ
Grip için antibiyotik kullanımının faydasız olduğuna dikkati çekenÖzlü, “Ancak griple karışan ve bazen gribe bağlı ikincil olarak ortaya çıkan zatürree, kulak ve bademcik iltihabı gibi durumlar söz konusuysa antibiyotik kullanılmalıdır. Herhangi bir bakteriyel iltihapolmadan koruyucu olsun diye gripliye antibiyotik verilmemelidir. Faydasız olduğu gibi dirençli bakterilerle iltihaplanmalara zemin hazırlayabilir” dedi.

Beslenme yetersizliği ve vitamin eksikliklerinin varlığında vücut direnci düştüğü için birçok hastalığın ortaya çıkışının kolaylaştığınıbelirten Prof. Dr. Özlü, “Bu bağlamda vitamin eksikliği olan kişilerde grip riski artmış olabilir. Ancak böyle bir beslenme bozukluğu olmaksızın hastalığa yakalandıktan sonra fazladan C vitamini almanın grip için yararı kanıtlanmamıştır” diye konuştu.

Mavi forum

Bilinçsiz ilaç kullanımı riskli

Doç. Dr. Sinan Çavun, “bir ilaç, bir hastalık için bir kişiye verilirken, aynı hastalık için başka bir kişiye verilmeyebilir. Kişinin o ilaca alerjisi olabilir, dozunu o kişiye göre daha farlı ayarlamak gerekebilir” dedi.

Bilinçsiz ilaç kullanımı insan sağlığını olumsuz yönde etkiliyor, hatta bazı durumlarda ölüme dahi yol açabilecek ciddi sorunlar doğurabiliyor.

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Tıp Fakültesi Farmakoloji ve Klinik Farmakoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Sinan Çavun, bilinçsiz ilaç kullanımının, sağlık konusunda ülkede yaşanan sorunlar içerisinde önemli yer tuttuğunu söyledi. İlaçların, çeşitli hastalıkları tedavi etmek amacıyla kullanılan madde veya ürünler olduğunu dile getiren Çavun, ancak kullanımlarının, dozlarının ve içeriklerinin, sadece ilacı alan kişinin hastalığına göre değil, yaşa, kiloya, hastalığın hangi evrede olduğuna, yan etkilerine, kişinin diğer hastalıklarına, cinsiyetine ve hastalığın nekadar süredir devam ettiğine bağlı olarak ayarlanabileceğini vurguladı.

“ANTİBİYOTİKLER BAŞI ÇEKİYOR”
Çavun, bilinçsiz ilaç kullanımıyla ilgili olarak Türkiye’de az sayıda yapılan çalışma ve gözlemlere dayanarak elde edilen verilere göre, en büyük oranı antibiyotik kullanımının oluşturduğuna işaret ederek, özellikle çocuk ishalleri ve viral kaynaklı enfeksiyonlarda bilinçsiz antibiyotik kullanımının daha çok görüldüğünü kaydetti.

Antibiyotiklerin yanında, yine sık olarak bilinçsiz şekilde kullanımı olan ilaçların başında, ağrıyı gidermek için kullanılan ilaçların geldiğini dile getiren Çavun, bu ilaçların gelişi güzel alınmasının, gerek çok ciddi mide şikayetlerine, gerekse karaciğer ve böbrekler üzerinde önemli problemlere yol açabileceğine dikkati çekti.

“ÖLÜME KADAR GİDEBİLİYOR”
Çavun, kişinin tüm özellikleri ve hastalığın o kişi üzerindeki etkileri değerlendirilmeden yapılacak ilaç kullanımının, küçük yan etkilerden, ölüme kadar gidebilecek olumsuz koşullara neden olabileceğini belirtti. Çavun, “Bir ilaç, bir hastalık için bir kişiye verilirken, aynı hastalık için başka bir kişiye verilmeyebilir.Kişinin o ilaca alerjisi olabilir, dozunu o kişiye göre daha farlı ayarlamak gerekebilir” dedi.

Bilinçsiz ilaç kullanımı yüzünden hastalığın tedavisinin yeterli düzeyde yapılamayacağını, istenmeyen yan etkiler görülebileceğini dilegetiren Çavun, birlikte kullanılan ilaçlar arasında etkileşmeler ve bunların olumsuz etkilerinin de görülebileceğini vurguladı.

Çavun, bilinçsiz ilaç kullanımının önlenmesinde doktorlara da büyük sorumluluk düştüğünü kaydederek, şunları söyledi:
“Hekim, kişiyi gerek hastalığı gerekse de tedavisiyle ilgili olarak bilgilendirmelidir. İnsan bedenini ve hastalıklarını bilen ve bu ikisini birleştiren kişi doktordur. Kişilerin eğitilmesi, bu olumsuz tablonun düzeltilmesindeki en büyük çözüm yollarından birisidir. Yasal olarak reçeteyle satılması gereken ilaçların eczanelerden rahatlıkla alınabilmesi de bu sorunun önemli bir ayağıdır. Bu nedenledir ki, doktora uğramadan eczaneye ya da komşunuzauğramayın.

Mavi forum

Çocuklarda ateşe dikkat!

Aşırı kıyafet giydirme ateşin daha fazla yükselmesine neden olabileceğinden, çocuklar çok az giydirilmeli, giysiler uyurken daha da azaltılmalı. Terletme yöntemi ile ateş düşürülemeyeceği gibi, daha fazla zarar verebileceği unutulmamalı...
Uzmanlar, çocuğun alnına dokunularak hissedilen vücut ısısının güvenilir olmadığını, ateşin mutlaka termometreyle ölçülmesi gerektiğini vurguluyor.

Bebeklik ve çocukluk çağında anne ve babaları endişelendiren ateş daha çok enfeksiyonlardan kaynaklanıyor. Çocuklar ilk 6 yaş içinde çok sık viral enfeksiyona bağlı ateşli hastalık geçirebiliyor.

Ankara Hastanesi Çocuk Kliniği Şef Yardımcısı Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ülkü Tıraş, bağışıklık sistemi henüz gelişmemiş 3 yaşın altındaki çocuklarda enfeksiyon hastalıklarının sık görüldüğünü söyledi. Ateşin, vücudun farklı virüs, bakteri ve diğer mikroorganizmaları tanımlama ve onlarla savaşın sonucu olarak ortaya çıktığını ifade edenTıraş, şunları belirtti:
“Ateş görülme nedenlerinin başında enfeksiyonlar gelir. Çocukların ilk 6 yaş içinde viral enfeksiyona bağlı ateşli hastalık geçirme riskleri fazladır. Ateşten şüphelenildiğinde, çocuğun vücut ısısı mutlaka ölçülmelidir. Alına dokunularak hissedilen vücut ısısı güvenilir olmayıp, elden daha hassas termometreler gerçek vücut ısısını ölçerler.”

İnsanlar için normal vücut ısısının ortalama 37 derece olarak kabul edildiğini kaydeden Tıraş, çocuğun vücut ısısının makatta 38, kulakta 37.8, koltuk altından ise 37.2 derecenin üzerinde ölçülmesi halinde “ateşli” kabul edildiğini bildirdi.

ATEŞLE İLGİLİ BİLİNEN YANLIŞLAR
Tıraş, tedavi konusunda aileler tarafından çok fazla “doğru bilinen yanlış” uygulama yapıldığına işaret ederek, şu uyarılarda bulundu:
3 ay ve altındaki tüm bebekler, mutlaka tıbbi açıdan değerlendirilmeli,
Susuzluğu engellemek için vücut sıvısı eksik bırakılmamalı,
Yüksek ateş, özellikle küçük çocuklarda hızlı su kaybına sebep olarak “dehidratasyon” yaratabilir. Su, çorba, meyve suları verilebilecek iyi seçeneklerdir. Kafein içeren kola ve çay gibi içecekler idrar söktürücü etkisinden dolayı su kaybına sebep olacağından içirilmemelidir,
Yemek istemeyen çocuklar zorlanmamalıdır. Çocuk ne yemek istiyorsa kabul edilebilir miktarlarda izin verilmelidir,
Okul çağındaki çocukların ateşi 24 saat boyunca izlenmeli, artış olmadığı takdirde okula gönderilmelidir,
Alın, şakaklar, koltukaltı, kasıklar ve bacak arkalarına ıslak ve ılık kompres uygulanması ateşi düşürmede oldukça etkili bir yöntemdir. Soğuk su ve alkol, ateşin yükselmesine sebep olabilecek ve titreme yaratacağından kullanılmamalıdır. Uygulanan kompresler sık sık değiştirilmelidir,
Aşırı kıyafet giydirme ateşin daha fazla yükselmesine neden olabileceğinden, çocuklar çok az giydirilmeli, giysiler uyurken daha da azaltılmalıdır. Terletme yöntemi ile ateş düşürülemeyeceği gibi, daha fazla zarar verebileceği unutulmamalıdır,
38.9 dereceden daha düşük vücut ısısına sahip ateşli çocukların çoğunda eğer genel durum iyi ise ilaç ihtiyacı olmayabilir. 38.9 derecenin üzerinde ateşte ise ateş düşürücüler, çocuğun yaşı ve kilosuna göre verilebilir. Çocuğun yaş ve kilosuna göre önerilen dozu bilinmiyorsa doktora danışılmalıdır,
Reye sendromu olarak bilinen ani karaciğer ve beyin hasarı ile seyreden hastalığa neden olduğu için, 12 yaş ve altındaki çocuklarda aspirin, ateş düşürücü olarak önerilmemektedir.

ATEŞTE ACİL DURUMLAR
Tıraş, ateşin çocuğun yaşına, mevcut hastalığına ve diğer bulguların varlığına göre değişiklik gösterdiğini belirterek, çocuğun durumuyla ilgili yorum yapmakta zorluk çekildiğinde doktora danışılmasının yararlı olacağını söyledi. Ancak bazı durumlarda hiç vakit kaybetmeden doktorun aranması gerektiğini kaydeden Tıraş, acil durumlarla ilgili de şunlara işaret etti:
3 ay veya daha küçük bebeğin ateşi makattan 38 derecenin üzerindeyse,
3-6 aylık bebeklerde ateş 38.3 ve üzerindeyse,
6 aydan büyük bebeklerde 40 derece ateş ölçülüyorsa,
Ateşle beraber ağlama susturulamıyor, ateşin düşmesine rağmen huzursuzluk devam ediyor, sürekli uyuklama hali, bilinç bulanıklığı vesayıklama, ateşle beraber vücutta kızarıklık bulguları varsa,
Bebekte susuzluk bulguları (ağlarken gözyaşı olmaması, bıngıldakta çöküklük, dudak ve ağız içi kuruluğu, idrar miktarında azalma gibi) mevcutsa,
Daha öncesinde veya ateşli iken havale geçirmişse,
72 saatten daha uzun süre ateş devam ediyorsa,
Ateşle beraber öksürük, kulak, boğaz veya karın ağrısı, ense sertliği, sık idrara çıkma, idrar renginde değişiklik, kusma, ishal, eklemlerde kızarıklık, eklem hareketlerinde kısıtlılık ve şişme mevcutsa doktor mutlaka aranmalıdır.

Mavi forum

Doğru ve sağlıklı diş fırçasını nasıl seçmeliyiz...!

Gaziantep Dişhekimleri Odası Başkanı Zafer Çolakoğlu, sert diş fırçasının dişleri daha iyi temizleyeceğine inanıldığını ama bunun doğru olmadığını söyledi.

Diş fırçalarken dişi ve diş etlerini tahrip etmemek gerektiğini ifade eden Çolakoğlu, ''Sert diş fırçası dişleri tahrip eder, diş etlerini hırpalar, diş etlerinin kanamasına, çekilmesine ve dişin diş etiyle birleştiği noktalarda çürüklere neden olur. İleriki dönemlerde dişlerde sıcak ve soğuk yiyeceklere karşı hassasiyet oluşur'' dedi.

Çolakoğlu, insanların dişlerini daha sağlıklı fırçalamak için orta ya da yumuşak sertlikte bir diş fırçası tercih etmesi gerektiğini belirten Çolakoğlu, ''Fırçanın şekli de etkili bir diş temizliği açısından önemli. Düz fırçaların arka dişleri temizlenmesi zordur. Ancak (L) şeklindeki diş fırçaları arka dişleri de temizlediği için daha etkilidir. Diş ve diş eti sağlığı için uygun diş fırçası seçimi çok önemlidir'' diye konuştu.





Mavi forum

Epilepsi (yayılma) Dikkat herkezde görülebilir!!

Epilepsi Nedir?
Doktorunuz çocuğunuzda mevcut nöbet ya da nöbetlerin “epilepsi” nöbeti olduğunu söylerse ilk sorunuz epilepsinin ne anlama geldiği olacaktır. Bu sözcük halk arasında “sara” adıyla tanınır. Epilepsinin ne olduğunu anlayabilmek için beyni bir bilgisayar gibi düşünmekte yarar vardır. Beyin hücreleri de bilgisayar parçaları gibi birbirleri ile bağlantılıdır ve haberleşmek için küçük elektriksel uyaranlar kullanırlar. Bazen beyinde normal olmayan bir elektriksel aktivite oluşur ve bu olay çocuğun nöbet geçirmesine neden olur.

Bu olay belirli aralarla tekrarlanırsa o kişi de epilepsi var demektir. O halde nöbet, beynin kuvvetli ve hızlı bir elektrik akımı ile kaplanması sonucu oluşan kısa ve geçici bir durumdur, ruh ya da akıl hastalığı değildir ve bazı nadir durumlar dışında zeka geriliğine yol açmaz.

Epilepsiye yol açabilen nedenler
Çoğunlukla epilepsinin bir açıklamasının bulunamaz. Çocuklarda epilepsiye en sık yol açan nedenlerişöyle özetleyebiliriz.

Doğuştan gelen hastalıklar: Kromozom hastalıkları, yapım maddeleri ile ilgili değişiklikler içeren metabolik hastalıklar, bazı enzim eksiklikleri gibi doğuştan gelen nedenler.
Gebelikte bebeğin beyin gelişimini etkileyen mikrobik hastalıklar, annenin ilaç ve alkol alımı.
Doğum sırasında meydana gelebilecek beyin zedelenmesi, kanaması ve beynin oksijensiz kalması.
Doğum sonrası menenjit, beyin iltihabı.
Kazalara bağlı beyin zedelenmesi.
Beyin tümörleri.
Uzun süren ateşli havaleler.

Bazen nöbetler, olaydan yıllar sonra ortaya çıkabilir. Bir çok vakada da nöbetlerin nedenlerini en modern araştırma yöntemleri ile dahi bulabilmek mümkün olmayabilir.

Epilepsi çocuğunuza sizden mi geçmiştir?
Bir çocuğunuz daha olursa onda da epilepsi gelişme ihtimali var mıdır? Her iki soruya da verilebilecek cevap büyük oranda hayır olacaktır. Ancak hem anne hem de babanın ailesinde epilepsi olduğuna dair bulgu, ya da tek bir tarafta epilepsi hikayesi ile birlikte anne-baba akrabalığı varsa ve özel bazı epilepsi türlerine sahiplerse kalıtımın rolü olduğu söylenebilir. Bu konuda her hastanın kendi içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu yüzden bu konuda daha fazla bilgi almak için doktorunuzla görüşmeniz tavsiye edilir.

Epilepsi nöbetleri nasıldır?
Elektriksel bozukluk eğer beynin sadece bir kısmını etkilerse “parsiyel nöbet” dediğimiz nöbet tipi oluşur. Parsiyel nöbetlerin en sık görülen türü şuur kaybı ile birlikte olan “kompleks parsiyel” nöbetlerdir. Kişi sersemlemiş ve şaşkın bir haldedir, gözlerinin önünde benekler görebilir, kulakları çınlayabilir, mide bulantısı olabilir, elbiselerini çekiştirebilir, ellerini kollarını anlamsızca oynatır ve yaptıklarının farkında değildir. Genellikle nöbet geçtikten sonra da olanları hatırlamaz.

Başka bir parsiyel nöbette belli bir kas grubunu (örn: bir kolu veya yüz yarısını) kontrol eden beyin bölgesinin etkilenmesi ile olur. Nöbet esnasında sadece o kas grubu etkilenir ve kontrol edilemeyen hareketler yapmaya başlar, bu olaydan başka hiçbir kas grubu etkilenmez ve şuur kaybolmaz (basit parsiyel, fokal motor nöbetler).

Bütün beyin etkilendiğinde ise sonuç jeneralize nöbettir. Jeneralize nöbetin bir çeşidi jeneralize tonik-klonik nöbettir (grand-mal). Grand-mal nöbet geçiren bir kimse aniden şuurunu kaybeder ve yere düşer, kasları kasılır sonrada bütün vücudu sarsılmaya başlar, ağzından köpük gelebilir, dilini ısırabilir, idrar ve kakasını kaçırabilir, dudaklarında, yüzünde, ellerinde morarma olabilir. 1-5 dakika sonra çırpınma hareketi durur, arkadan bazen uyuklama veya yorgunluk dönemi başlar, bundan sonra kalkıp daha önce yaptığı işine devam eder.

Başka bir jeneralize nöbet tipi dalma (absans, petit-mal) nöbeti olarak bilinenidir. Bu nöbet o kadar kısadır ki, hissedilmeden geçebilir. Absans nöbeti geçirenler hayal kuruyormuşcasına çevrelerine birkaç saniye anlamsız gözlerle baktıktan sonra yaptıkları işlerine devam ederler. El kol hareketi yoktur, kişi kısa bir zaman için şuurunu yitirmiştir. Tedavisiz kalırsa bir gün içinde defalarca tekrarlayabilir. Bu tip nöbetler çok kısa süreli olduğundan aile tarafından pek önemsenmeyebilir veya farkedilmeyebilir.

Nöbetlerin peşpeşe gelmeleri haline “status epileptikus” denir. Hayati tehlikesi olan bu durumda hastanın acilen hastaneye kaldırılması gerekir.

Her epilepsi nöbetinde şuur kaybı olmayabilir. Bazı nöbetler de sadece uykuda görülebilir. Burada anlatılanlar en sık görülen nöbet tipleridir. Epilepsinin başka tipleri de vardır.

Hastalığın teşhisi
En ideali hastanın nöbetini doktorun görmesidir. Ancak çoğunlukla bu mümkün olamaz, bu nedenle doktorunuz önce nöbeti gören kişiler ve anne-babadan nöbetin başlangıcı, sıklığı ve özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi alır. Ayrıca gebelik, doğum, çocuğun gelişimi ve diğer aile bireylerinde nöbet olup olmadığı konusunda bilgi isteyecektir. Ayrıntılı bir nörolojik muayeneden sonra bazı laboratuvar tetkiklerine ihtiyaç doğabilir. Bunların başında elektroensefalografi (EEG) gelir. Bunun yanısıra beyin tomografisi (CT), manyetik rezonans (MRI), uzun süreli EEG-video monitorizasyon ve çeşitli biyokimyasal ve metabolik tetkikler (kanda, idrarda ve beyin-omurilik sıvısında) gerekli olabilir. Bu tetkiklerin hiçbirisinin hasta açısından önemli bir tehlikesi yoktur. Aksine bu nöbetlerin nedenini bulmak, epileptik olmayan diğer bazı nöbetlerden ayırdedebilmek için gereklidir.

Doktorunuz epilepsi teşhisini kesin bazı deliller olmadan koymaz. Uzun süreli en az 4-5 yıllık, belki de ömür boyu sürecek ciddi ve zahmetli bir tedaviyi gerektirdiğinden teşhisi koyarken çok dikkatli davranmalıdır. Bu aşamada doktor aile işbirliğinin çok büyük önemi vardır.

Nöbet anında yapılması ve yapılmaması gerekenlere ilişkin bazı basit kurallar
Büyük bayılma şeklinde nöbet geçirmekte olan çocuğunuza yapılacak şey onu olabilecek zararlardan korumak ile sınırlıdır.
Sakin olun, çocuğun yanından ayrılmayın, yardım gerekiyorsa bir başkasını bu işle görevlendirin.
Çocuğu yere yatırın, etrafındaki sivri maddeleri ortadan kaldırın.
Çocuğu yan döndürüp tükrüğünün dışarı akması ve daha rahat nefes alıp vermesi için başını hafif yana arkaya eğin.
Elbiselerini gevşetin, şayet takıyorsa gözlüklerini çıkartın, hastanın dilini ısırmasını engellemek amacıyla elle veya bir cisimle çeneyi açmaya çalışmayın, ağzına hiçbir şey koymayın. Ancak ağızdaki yiyecek maddelerinin çıkartılması yararlı olur.
Üzerine su dökmeyin, zorla nefes aldırmaya çalışmayın, çocuğu sallayarak ya da yüzüne vurarak, bazı maddeler koklatarak uyandırmaya çalışmayın.
Nöbet esnasında ilaç vermeye çalışmayın, doktorunuzun önerileri dışında kendi kendinize nöbetin geçmesine yönelik hiçbir şey yapmayın.
Unutmayın ki nöbet sonrasında çocuk yorgun, ne yaptığını bilmez haldedir, bu aşamada elinizden geldiğince sakin bir şekilde teskin ederek bu durumun düzelmesini bekleyin, güven verici olun.
Nöbetler hakkında verebileceğiniz tüm bilgiler hem çocuğunuza, hem de doktorunuza yardımcı olacağından dikkatli bir gözlem daha sonra doktorunuzun sorularını cevaplamada çok işe yarayacaktır.
Akıllıca gözlemek akılsızca müdahele etmekten daha yararlı olacaktır.
Nöbet 10 dakikadan uzun sürerse ya da kısa bir süre sonra tekrarlarsa doktorunuza haber verip tavsiyelerine uyun ya da en yakın sağlık merkezine başvurun.
Unutulmamalıdır ki tehlikeli görünümüne rağmen epilepsi nöbeti öldürücü değildir.

Epilepsi tedavi edilmeli mi?
Epilepsi, mutlaka doktora başvurulmasını ve doktorun gerekli gördüğü sürece kontrol altında kalınmasını gerektiren bir hastalıktır. Bu epilepsinin ömür boyu devam edeceği şeklinde algılanmamalıdır. Epilepsinin bazı türleri hasta belli yaşlara geldiğinde kendiliğinden tamamen düzelebilirler ve bunlarda ilaç tedavisine gerek duyulmabilir, ancak bu kararı doktor vermelidir. Ülkemizde maalesef epilepsi hastalığı doktor olmayan kişiler tarafından tedavi edilmeye çalışılmaktadır.
Nöbetlerin tekrarlaması ve status epileptikus hali, beyinde oksijensiz kalmaya bağlı bazı etkilere yol açabilir ve her nöbet bir sonra kinin ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir. Tedavisiz kalan küçük nöbet türlerinin bir süre sonra büyük nöbetlere dönüşmesi olasıdır ve nöbet geçirme anında hastanın maruz kalabileceği tehlikeler vardır. Bunlar, merdivenden düşme, kişi sokakta ise trafik kazası, suda boğulma, vb.dir. Yukarıda sayılan tüm bu nedenlerle epilepsi mutlaka müdahale edilmesi gereken bir durumdur.
Epilepsinin en önemli tedavi şekli ilaç tedavisidir. Epilepside kullanılan ilaçlar beyin hücrelerinin aşırı uyarılma durumunu baskılayarak nöbetlerin oluşunu engeller. Epilepsi ilaçları hergün, önerilen dozda ve saatlerde çok düzgün bir şekilde kullanılmalıdır. Anne-babaların sık yaptıkları yanlışlıklar; *örneğin sabah dozu unutulduğunda akşam her iki dozun birlikte verilmesi veya *dozların çok dakik verilebilmesi amacıyla çocuğun uyku düzeninin bozulması gibidir. Bu uygulamalar hastaya yarar sağlamaz. İlacın veriliş saatlerinde yapılacak 30-60 dakikalık oynamaların zararı yoktur.
Doktorunuz çocuğun yaşını, kilosunu, nöbet tipini göz önüne alarak ilaçları seçmiştir. İlaçları düzenli ve doktorunuzun tarif ettiği gibi kullanmanız çok önemlidir. Kullanılan bu ilaçların hastalığı tamamiyle geçirmediğini, ancak nöbet gelmemesini sağladığını ya da sayısını azalttığını bilmelisiniz. Bu nedenle aylardır nöbet olmuyor diye ilaç miktarını azaltmamalı ya da çocuğunuza vermekten vazgeçmemelisiniz. İlacın ne zaman kesileceğini ya da değiştirileceğini ancak doktorunuz bilir. Bazen kullanılan tek bir ilaç nöbeti kontrol altına alamayabilir. O zaman doktorunuz ikinci, bazen de üçüncü ilaç ilave edecektir. Çocuğunuzun geçirdiği nöbetlerle ve aldığı ilaçlarla ilgili kayıt tutarak doktorunuza yardımcı olabilirsiniz.

Epilepsi tedavisinin düzgün bir biçimde sürdürülmesi halinde de nöbetler devam edebilir. Tıbbın dev adımlarla ilerlediği dünyamızda hiçbir hekim epilepsili bir çocuğun anne-babasına tedavi ile nöbetlerin %100 kaybolacağını garanti edemez. Nitekim dünya istatistiklerine bakılacak olursa uygun tedavi şartlarında hastaların %60’ında nöbetlerin tümüyle ortadan kalktığı, %20’sinde tüm tedavi seçeneklerine rağmen nöbetlerin devam ettiği görülmektedir. Anne babanın hiç aklından çıkarmamaları gereken bir nokta, epilepsi çağdaş tıbbi tedavi yöntemleriyle yeterince kontrol altına alınamıyorsa orta çağın büyücülük yöntemleriyle hiç durdurulamaz.

Halen ilaçla tedaviye cevap vermeyen belli epilepsi türlerinde ülkemizde cerrahi tedavi olanakları geliştirilmektedir.

Epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri var mıdır?
Evet, hastalıkların tedavisinde kullanılan tüm ilaçların olduğu gibi epilepsi tedavisinde kullanılan ilaçların da (özellikle uygun kullanılmadıkları zaman) hastada bazı yan etkileri olabilir. Unutulmamalıdır ki doktorunuz çocuğunuzun tedavi şemasını düzenlerken uygun gördüğü ilaçların yan etkilerini en az düzeye indirecek şekilde belirler.

Bazı epilepsi ilaçları tedavinin başlangıcında uyku hali, sersemlik, dengesizlik, ciltte döküntüler gibi yan etkilere neden olabilir. Doktorunuz bu tür yan etkilerin görülmememesi için ilaçları küçük dozlarda kullanmaya başlayarak zaman içinde doz artırmayı tercih edecektir. Bazen de tedavinin ilerleyen yıllarında iştah artışı, şişmanlama, saç dökülmesi, diş etlerinde kabarma, aşırı hareketlilik, kıllanma vb. gibi yan etkiler görülebilir. Doktorunuz, kullanılan ilacın çocuğunuzda yarattığı yan etkileri ve onun epileptik nöbetler üzerindeki etkisini yakından ve bilinçli olarak izleyen kişi olduğundan uygun aralıklarla muayene ve gerekli laboratuvar tetkikleri ile çocuğunuzu koruyacak önlemleri alacaktır. Bu durum "komşu çocuğuna iyi gelen ilacın" sizin çocuğunuz için kullanılmaması gerekliliğini anlatan en önemli sebeplerden biridir.

Epilepsi tamamen geçer mi?
Bu soruya kesin bir cevap vermek imkansızdır. Çoğu vakada bu durum ergenlik çağına gelindiğinde geçebilir. Diğer vakalarda ise nöbetler maalesef hayat boyu sürer. Her bir birey için gelecekteki durumu şimdiden tahmin etmek mümkün değildir. Eğer çocuğunuzda nöbetler arka arkaya 2-4 yıl görülmezse, doktorunuz yapacağı genel bir durum değerlendirilmesinden sonra vereceği kararla ilacı 6-8 ay gibi uzun bir sürede kesebilir. Böylece olayın tekrarlanıp tekrarlanmayacağı beklenebilir. Nöbetler tekrarlamayabilir, ancak tekrarladıkları takdirde yeniden ilaç tedavisine geçilecektir.

Epilepsi çocuğun hayatını etkiler mi?
Epilepsi kesinlikle utanılacak bir hastalık olmadığından çocuğunuzla çok sık görüşen ya da birlikte vakit geçiren insanların durumu bilmelerinde hiç bir sakınca yoktur. Önemli olan çocuğunuzun epileptik olması dışında hiçbir farkın bulunmadığının bilinmesidir. Çocuğunuzun sorumluluğunu sizlerle birlikte paylaşan öğretmeni, okul hemşiresi, servis sürücüsü, antrenörü vb. gibi büyüklerin ve çok yakın bazı arkadaşlarının da epilepsi konusunda hiç olmazsa genel bir bilgiye sahip olmaları gerekir. Ne olup bittiğini bilmeyen kişiler böyle bir nöbeti seyretmekle korkabilir ve çocuğunuza yardım edemeyebilirler.

Öncelikle vurgulanması gereken nokta epilepsinin ruh ve akıl hastalığı ile hiçbir ilgisi olmadığıdır. Epilepsili çocukların çoğu normal zekaya sahiptir. Bazıları okulda ortalamanın üzerine bile çıkarlar. Epilepsinin ağır beyin hasarı ile birlikte olduğu bazı durumlarda (%20) zihinsel gelişme bozulabilir.
Epilepsinin çocuğunuzun hayatını bazı konularda etkileyeceğini kabul etmelisiniz. Pilot olamaz, yükseklerde çalışamaz ama üniversite dahil olmak üzere istediği okula gidebilir. Doktor, avukat, iş adamı, profesyonel sporcu, balerin, fizikçi olmaması için hiçbir neden yoktur. Epileptik insanlar evlenebilir, çocuk sahibi olabilir ve normal bir hayat yaşayabilir. Gerçekten çocuğunuzun yapamayacağı çok az şey vardır.

Dünyanın tarihi gidişini değiştiren nice ünlü insan epileptikti. Örneğin Julius Sezar, Büyük İskender, Napoleon Bonaparte gibi generallerin bu tür kişilerden olduğuna inanırmıydınız? Bu kişiler o dönemde günümüzün tıbbi bilgilerine sahip olunmamasına rağmen pek çok iş başarmışlardır. Ayrıca Dostoyevski, Gustave Flaubert ve Dante gibi büyük yazarlar, adına ödüller verilen Alfred Nobel, Tchaikovsky, Van Gogh, Buddha ve St. Paul de epileptikti.

Dikkat edilmesi gereken hususlar var mı?
Epilepsili çocuğunuzun da herkes gibi dengeli beslenmeye gereksinimi vardır. Hastalığından dolayı fazladan vitamin ve mineraller almasına gerek yoktur. Kolalı ve alkollü içecekler, çikolata, boyalı şekerlemeler, çay, kahve aşırı miktarda alınmamalıdır. Işığa duyarlı epilepsi türlerinde çocukların çok yakın mesafeden karanlık odada televizyon seyretmesi, bilgisayar oyunları ile uzun süreli oynaması engellenmelidir. Diğer epilepsi türlerinde böyle bir kısıtlamaya gerek yoktur. Ayrıca aşırı uykusuzluk, ateşli hastalıklar, güneş altında uzun süre kalmak, uzun süren açlık ve kafaya gelebilecek darbeler gibi bazı durumlar nöbetin ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir. Bunlardan kaçınılmalıdır.

Spor yapabilir mi?
Çocuğunuzun pozitif tarafının belirgin olmasına gayret ediniz. Her insanın bir kuvvetli tarafı vardır. Çocuğunuzun o tarafını geliştirirseniz kendine güveni artar. Sporda, müzikte, resim çizmede ve benzer konularda yeteneği varsa, özendirilmelidir. Hastalığı bahane ederek, çocuğunuzun yapabileceği sporları ve işleri ihmal etmesine müsade etmeyiniz. Düzenli fizik faaliyet herkes için yararlıdır. Gerçekten de epilepsili hastalar spor faaliyetlerine katıldıkları zaman kendilerini daha iyi hissettiklerini ve daha az sayıda nöbet geçirdiklerini söylemektedir. Spor faaliyetlerine katılmakla sağlanan faydanın, yine aynı nedenle ortaya çıkabilecek tehlikelerden kat kat üstün olduğu açıktır.

Tehlike herkesin hayatında şu veya bu zamanda mevcuttur. Bu tehlike epilepsi hastasında zaman zaman sıradan bir hastanınkinden daha fazla olabilir ama, hastanın normal hayattaki faaliyetlere katılmasıyla sağlanacak fayda bu tehlikenin göze alınmasına yol açacak kadar fazladır. Özellikle çocuklarda olmak üzere hastanın diğer insanlarla karşılıklı ilişkiler kurması ve onların yaptıklarını yapması, onun diğerlerine ihtiyacı olmayan, üretken bir büyük olması yolunda atılacak çok önemli bir adımdır. Nöbetleri kontrol altındaki çocuklar gerekli, mantıklı önlemler alındığı takdirde spor yapabilirler. Aletli jimnastik, ağır fiziksel efora yol açan aktiviteler ve sık kafa darbelerine açık olan sporlar epilepsisi olan çocuklarda tercih edilmemelidir. Bisiklete trafiğin yoğun olmadığı alanlarda, mutlaka kask takarak binmelidir. Yüzme ve sörf türü sporlar ancak çocuğun durumunu bilen bir erişkinin gözetiminde yapılmalıdır. Tenis ve futbol, tramplen atlamadan daha güvenli sporlardır.


Araba kullanabilir mi?
Epilepsililerin trafik kazası yapma ihtimali az da olsa diğer normal sürücülerden fazladır. Ancak bu risk diabet gibi kronik hastalığı olanlardan daha fazla değildir. Amerika’da yapılan bir çalışmaya göre epilepsili sürücülerin sebep olduğu trafik kazalarının %27 sinin nöbetlerden ileri geldiği, geri kalan kazaların ise alkol ve uyuşturucu kullanımına bağlı olduğu belirlenmiştir. Çocuğunuzun nöbetleri en az 2 yıldır (bu süre ülkelere göre değişmektedir) kontrol altında ise doktorunuzdan alacağınız izin ile (18 yaşını bitirmişse ve ehliyeti varsa) araba kullanmasında sakınca yoktur.

Anne-babalara özel not
Çocuğunuzun durumunu değerlendirmede gerçekçi olmaya gayret ediniz. Çocuğunuza karşı anlayışlı olunuz. Çocuğun kendisini epileptik değil de epilepsisi olan (diabeti, hipertansiyonu, tüberkülozu olan vb.) bir kişi olarak görmesini sağlayınız.

Genellikle pek çok epilepsili çocuğu davranış ve kişilik açısından diğer çocuklardan ayırt etmek mümkün değildir. Epilepsi nöbetleri genellikle dış faktörlerden etkilenmezler ve ansızın ortaya çıkarlar. Çocuğun üzülmesi, isteğinin yerine getirilmemesi, iştahsızlık, çok terleme veya terli halde su içme gibi durumlar nöbetlerin oluşmasında rol oynamazlar. Bu nedenle anne-babanın kendilerini suçlamalarına ve aşırı koruyucu ve kollayıcı davranmalarına gerek yoktur. Bu tutum çocuktaki girişimciliği önler ve aşırı korunan bir çocuk toplum içinde anne-babası gibi koruyucular bulamayacağı için geçimsiz bir erişkin olmaya adaydır. Aşırı koruma epileptik çocuk için olduğu kadar, kardeşleri tarafından kıskanılmasına yol açacağından aile içi sorunlar da yaratacaktır. Epileptik çocuğunuza ilginiz, diğer çocuklarınıza olan ilginizden az veya çok olmamalıdır. Ona özel muamele yapmayın. Sevginizi, disiplin anlayışınızı, dikkat ve ihtimamınızı eşit bölüştürün. Birine bir sorumluluk verdiğiniz zaman, diğerlerine de ona benzer bir sorumluluk verin. Şüphesiz bu sorumluluklar yaşlarına ve yeteneklerine uygun olmalıdır. Epilepsisi olan çocuğunuza gereğinden fazla ilgi göstermeye gerek yoktur. Ailenin tüm fertleri bu durumu olgunlukla ve tebessümle karşılamalıdır. Çünkü koşulacak mesafe uzundur.

Çocuğunuz için her şeyin mükemmel olmasını isteyen sizler için epilepsi tanısı önceleri bu rüyanızı yıkan kabus gibidir. Çoğu anne-baba gibi siz de kendi kendinize “Neden benim çocuğumun epilepsisi var?” diye soruyor, bazen kızgınlık, bazen korku, bazen de suçluluk duyuyorsunuzdur. Bunları hissetmeniz gayet doğaldır. Hislerinizi yenmeye çalışmanız çocuğunuza yardım etmenizi kolaylaştıracak ve ailenin beraberce olgunlaşmasını ve yakınlaşmasını sağlayacaktır. Anne baba hislerini kendi aralarında açıkca konuşmalı ve gerekirse doktorundan yardım istemelidir.

Çocuğunuza karşı karşıya kaldığı sorunu anlatırken yaşını dikkate alın. Çocuğunuz nöbetlere yol açan bir hastalığı olduğunu bilmelidir. Olayın nedenlerini anlayabileceği kadar anlatın. Üç-dört yaşlarındaki çocuklar bile beynin vücudumuzun merkezi olduğunu ve değişik organlarımıza yapılmasını istediği şeyler hakkında emirler gönderdiğini anlayabilirler. Ancak bazen beynin gönderdiği acayip emre vücudumuz uymak istemese bile itaat etmek zorundadır. İşte kasılmaların nedeni budur. Ancak çocuğunuzun yaşı ne olursa olsun sorunun hem bugün hem de yarın geçmeyeceğini öğrendiği zaman hissedeceği olumsuz duygulara karşı onu rahatlatmak zorundasınız. Size "Neden ben?" diye soracaktır. Sizin olayı kabullenmedeki beceriniz, gerek kendi gerekse çocuğunuzun hislerini kontrol edebilmeniz, çocuğunuzun söz konusu duruma karşı reaksiyonunu çok etkiler. Bu aşamada kendisi gibi krizleri olan bir çocukla buluşturmanın kendisine güvenini artırması açısından büyük yararı olacaktır. Bir kez daha vurgulayalım: kızmak, suçluluk hissetmek veya gelecekten korkmak gayet doğaldır. Her sorununuzu doktorunuzla görüşünüz.

Epilepsi bir derttir, ancak dünyanın sonu demek değildir. Siz çocuğunuzdaki epilepsiyi yok saymaz, bundan ürkmez, bu durumu mutluluğunuzu alt üst eden bir felaket olarak görmezseniz çocuğunuzun ruhsal ve fiziksel sağlığı açısından gerekli temel koşulları oluşturabilirsiniz. Ancak bu koşullarda doktorunuz bilgi ve becerisini başarılı olarak uygulayabilir. Tıbbi durumunuzu konuşacağınız tek kişi doktorunuz olmalıdır. Her şeyi tek başınıza çözmeye çalışmak sizin için zor olacaktır. Böyle davranmak zorunda değilsiniz. Çevrenizde dostlarınız var. Ayrıca unutmayınız ki her çocuk gelecekte, toplum içinde kendi yerini alacaktır. Ona sorunu ile barışık yaşamayı öğretebilirseniz, topluma mutlu ve başarılı bir insan kazandırmış olursunuz.

Mavi forum

Ağız kokusu

Ağız kokusu olan bir kişi ağız hijyenine çok önem vermeli ve dişlerini günde en az üç kere fırçalamalı.

Çevrenizdekilerin sizden uzaklaşmasına bir anlam veremiyorsunuz. Sizinle konuşmaktan adeta kaçıyorlar. Oysa, yanlış bir davranışta bulunmadığınızdan o denli eminsiniz ki! Belki de sorun sizde değil, ‘nefesinizde”..

Ülkemizde KBB uzmanlarına başvuran hastalann yüzde 15”inde nefes kokması sorunu mevcut. “Nefes kokması”, çocukluktan başlayan bir rahatsızlık değil; daha çok erişkin dönemde ortaya çıkıyor. Bu soruna KBB bazında kaynaklık eden 4 ana neden bulunuyor.

KBB Hastalıklan Uzmanı Doç. Dr. Hasan Tanyeri, nefes kokması şikayeriyle gelen hastaların bazı durumlarda diş hekimlerine ve mide bağırsak doktorlarına yönlendirilmeleri gerektiğine dikkat çekiyor.

1. Sinüzit denilen yüz kemiklerinin içindeki boşluklarda bulunan müzmin iltihap, sarı - yeşil ve kalın kıvamda bir akıntının genze akmasına yol açar. Tabii ki bu geniz akıntısı iltihaplı olduğu için de hastanın nefesine hoş olmayan bir koku veriyor.
Tedavi: Öncelikle medikal yolla tedavi edilir. Yani ilaçlar yoluyla bu iltihap giderilmeye çalışılır. İlerlemiş sinüzit vakalarında ise, akıntı ilaçla tedavi olmayacagından “Endoskopik Sinüs Cerrahisi”ne başvurulur.

2. Ağız bölgesinde müzmin bademcik iltihapları “magma” denilen katı kıvamlı bademcik döküntüsüne yol açar ki, bu da hastalarda ağız kokusu şeklinde kendini gösterir.
Tedavi: Bademciklerin alınması.

3. Spesifik olarak KBB branşı tarafından tedavi edilmese de, KBB hekimleri tarafından tedavi edilen hastalarda ağız bölgeleri, nefes kokmasıyla ilgili durumun ayırıcı tanısında bakılması gereken bir husus. Çünkü diş ve dişeti hastalıkları da nefes kokmasına yol açabiliyor.
Tedavi: Sorun, KBB hekimleri tarafından tespit edilir. Ve hasta konunun uzmanı olan diş hekimlerine yönlendirilir.

4. Mide ve bağırsak sistemini ilgilendiren hastalıklarda ağız kokusu sorunu olabilir.
Tedavi: Direkt olarak KBB bölgelerinı ilgilendirmese de, muayene sırasında özellikle “esnek’ fiberoptik laringoskopla yapılan muayenede dil kökü, yemek borusunun giriş yeri, gırtlak ve ses telleri gözlemlenerek hasta ilgili birimlere yönlendiriliyor.

Doç. Dr. Tanyeri, “Reflü” adı verilen bir hastalığa da şöyle dikkat çekiyor:
“Bu hastalık midedeki asit içeriğinin özellikle geceleri yemek borusundan yukarıya hareketle mideden kaçak yapıp boğazın arka duvarını, ses tellerinin giriş yerini ve gırtlağı irite etmesi durumudur. Bu sorun en son geliştirilen yöntemlerle tespit ediliyor. Tedaviyi biz KBB uzmanları olarak başlatıyoruz. Ayrıca hastayı mide bağırsak doktoruna da yönlendiriyoruz.”

CİDDİ PROBLEMLERİN BELİRTİSİ
Bir de erişkin hastalarda gözlemlenen ve daha ciddi boyutlu durumlar söz konusu. Yani ağız, boğaz ve alt solunum yolları bölgelerinde tümöre bağlı bir nefes kokması probleminin baş göstermesi de mümkün.

“Ülserasyon” tabir edilen krater tarzında tümörün çok süratli büyümesine ayak uyduramayıp ölen dokuların yarattıgı bir koku türü burada sözü edilen. Gayet tabii ki sadece nefesi kokan bir insan için akla gelebilecek en son neden bu; başka bir deyişle ilk nedenler içinde sayılmamalıdır. Ancak, özellikle erişkin yaşlarda nefes kokmasıyla birlikte ses kısıklıgı, yutma güçlügü, kulağa vuran ağrı, ağızdan kan gelmesi ve boyunda şişlik şikayetleriyle birlikte (biri veya birkaçı) ortaya çıkarsa tümör ihtimali göz önünde bulundurulmalı ve hasta baştan aşağı muayene edilmelidir.

Nefes kokması sorunuyla ilgili olarak 2 türlü hasta başvuruda bulunuyor:
Hekime başvuran (sorununu bilen ve nedenini öğrenmek isteyenler)
Böyle bir şikayetle gelmeyen, muayene sırasında rastgele tespit edilen durum, yani belirtiler fark edildikten sonra.

Adım adım kurtuluşa doğru
Şu adımları izleyerek bu kötü durumdan sıyrılabilirsiniz:

1. Nefesinizin koktuğuna dair şüpheleriniz varsa, ailenizden veya dostlarınızdan tabii dürüstlüğüne ve samimiyetine güvendiğiniz birine sorun.

2. Tiksindirici boyutta olduğunu öğrendiyseniz, uzmandan bunun geçici mi yoksa kronik mi olduğunu öğrenin. Neticede bazı yiyecekler, sigara ve alkol kullanımı da ağız kokmasına yol açabiliyor.

3. Eğer geçici olduğunu öğrendiyseniz, yanınızda şekersiz naneli sakızlar, şekerlemeler ve tabii ki diş macunu ve fırçanızı taşımaya özen gösterin.

4. Kronik bir ağız kokusuna sahipseniz; düzenli olarak diş kontrollerinizi yaptırmaya, günde en az 8 bardak su içmeye, kahve ve alkol kullanımından uzak durmaya mecbursunuz!

DAHİLİYENİN BAKIŞI
Uzmanlar, öncelikle kokunun vasfı ve şeklinin çok önemli olduğunu söylüyor. Çünkü kokunun sıklığı, ne kadardır süregeldigi gibi özellikleri birçok dahiliye hastalığın habercisi de olabilir. Dr. Emel Terzihan, Türkiye genelinde yaygın olan bu sorunla ilgili kesin istatistiki bilgilere sahip olmadıklarını ifade ederek, problemin en önemli boyutunu “psikolojik ve sosyal” olarak niteliyor. Ve kendisinden hastalanın hekime bu sorun yüzünden başvurma nedeninin genel olarak, eşlerinin kokudan duydukları rahatsızlık olduğunu söylüyor.

Dahiliye branşının incelemelerine göre ağız kokusunun; ağız, nazofarenks, akciğerler ve sindirim sistemi olmak üzere 4 önemli kaynağı mevcut. Ve tabii sorunun öncelikli nedeni, diş ve dişeti hastalıkları. “Ağız kokusu olan bir kişi ağız hijyenine çok önem vermeli ve dişlerini günde en az üç kere fırçalamalı” .

Diğer bir kaynak ise, sindirim sistemi ile ilgili rahatsızlıklar. Yemek borusundaki cep şeklindeki çıkıntılardan oluşan özofagus divertikülleri, kronik özofajit denilen yemek borusunun iltihabı rahatsızlığı ve kronik gastrit bunların arasında yer alıyor.

Ağız kokusu olan bir hasta, ilk önce bir diş hekimine müracaat etmeli. Ağız kokusu yaratacak bir neden bulunamazsa, gastraenteroloji ve KBB uzmanlarına başvurmalı. Tanı koymak amacıyla gastroskopi; hastanın solunum sistemiyle ilgili şikayetleri varsa solunum sisteminin görüntülenmesi tetkikleri yapılır. Tüm tetkiklere rağmen, hastaların bir kısmında da etyolojik bir neden saptanamaz.

KAYNAK: www.maksimum.com

Mavi forum