7 Ocak 2008 Pazartesi

Medyatik aþký Sarkozy’ye yaramadý

PARİS - Sarkozy’nin, Elysee Sarayına seçildiğinden bu yana ilk defa popülaritesinin yüzde 50’nin altına düştüğünü hatırlatan gazeteler, “satın alma gücünün azaldığı ve enflasyonun arttığı bir dönemde, ülkede ve yurt dışında geniş yankı uyandıran medyatik aşkın, Sarkozy’ye yönelik desteğin artmasına hiç de katkıda bulunmadığı” görüşünde birleşiyor.France Soir gazetesi, enflasyonun giderek arttığına bir dönemde, Sarkozy’nin medyatik özel aşkının, kendi itibarına zarar verdiğini yazdı.

Sol eğilimli Liberation gazetesi, seçimlerden önce özellikle alım gücününün artırılmasına öncelik vereceğini vaat eden Sarkozy’yi eleştirirken, “Cumhurbaşkanın, yaşadığı medyatik aşkla kamuoyunun ilgisini başka yerlere çekme girişiminde olduğu” yorumunu yaptı.

Sağ eğilimli Le Figaro gazetesi, “Sarkozy, Bruni ile flört ederken, petrol varil başına 100 dolarla flört ediyor” ifadesini kullandı.

Yerel basın da, özel yaşamını abartılı bir biçimde kamuoyunda yaşamaktan çekinmeyen Sarkozy’nin popülaritesinin, ekonomik zorluklar karşısında düştüğünü yazdı ve medyatik aşkın cumhurbaşkanına yaramadığı” yorumunu yaptı.

Le Journal du Dimanche gazetesi, dün Sarkozy ve Carla Bruni’nin büyük olasılıkla gelecek ay başında evleneceklerini iddia etmişti.

Naomi Campbell gazeteciliðe soyundu

İSTANBUL - Campbell’in ilk röportaj yaptığı kişi “asi melek” olarak nitelediği Venezuela Lideri Hugo Chavez oldu. Röportaj henüz yayınlanmadı ama bir bölümü basına sızdı bile. İşte Latin Amerikalı liderin dünyanın en güzel kadınlarından birinin sorularına verdiği yanıtlardan kısa bir bölüm...37 yaşındaki süpermodel Naomi Campbell, geçen Kasım’da Venezuela’ya giderek Devlet Başkanı Hugo Chavez’le biraraya gelmişti. Campbell’in, bu görüşmede Chavez’le İngiliz GQ dergisi adına röportaj yaptığı ortaya çıktı.

Campbell, röpartaj sırasında usta bir gazeteciyi aratmayacak şekilde sorular sorarak Hugo Chavez’in açılmasını ve görüşlerini açık yüreklilikle dile getirmesini sağladı.

Derginin bu perşembe piyasaya çıkacak sayında yer alacak bu röportajın bir bölümü şimdiden basına sızdı.

Campbell Latin Amerikalı liderden epey etkilenmişe benziyor ve röportajına Chavez’i fikirlerini açıkça dile getirmekten korkmayan, demokrasi için tehdit oluşturmayan “asi bir melek” olarak niteleyerek başlıyor.

Chavez, Campbell’a verdiği röportajda da ABD hükümetine yüklenmeyi ihmal etmiyor. Bush’u zırdeli, Condoleezza Rice’ı ise soykırım hükümetinin Dışişleri Bakanı olarak nitelendiriyor.
Chavez: İmparatorluğun çöküşünü izliyoruz. Masaldaki gibi... Kral artık çıplak ve insanlar Bush’un kaba etlerini görüyor.

Hugo Chavez, yakın dostu Fidel Castro’ya da övgüler yağdırmayı ihmal etmiyor.
Campbell: Sizce en iyi giyenen dünya lideri kim?
Chavez: Tabii ki Fidel. Üniforması mükemmel, sakalı çok şık ve postalları hep cilalı...

Röportajın sonundaysa soru sorması sırası Chavez’e geçiyor.
Chavez: Prens Charles’ı tanıyor musunuz?
Campbell: Evet onunla tanışmıştım. Diana’yla da tanışmıştım.
Chavez: Prens Charles’ı severim. Şimdi Camilla var, prensin yeni kız arkadaşı. Ama hiç çekici değil. Öyle değil mi?

Japonya’nýn divasý saðýr oldu

TOKYO - Japonya’nın pop ikonlarından olan şarkıcı Hamasaki (29) internetteki güncesinde (blog) yaptığı açıklamada, “Geçen yıl bir duyma testi yaptırdım ve sol kulağımın hiç duymadığını ve hiçbir tedavi olasılığı bulunmadığını öğrendim” ifadesini kullandı.Sankei Sport gazetesinin haberine göre, Hamasaki, “Buna rağmen sağ kulağım dayandığı sürece şarkı söylemeye devam etmek istiyorum” açıklamasında bulundu.

Tokyo’da taksilere sigara yasaðý geldi

TOKYO - 34 bin taksinin bağlı bulunduğu Tokyo Taksi Derneği ile 17 bin 500 taksisi bulunan Tokyo Bağımsız Taksi Derneğinin, birlikte başkent taksilerinin yüzde 95’den fazlasını çalıştırdığı bildirildi. Ulaştırma Bakanlığı yetkilileri, yaklaşık 3 bin kadar bağımsız takside de yakında sigara içme yasağının başlayacağını belirtti.Tokyo’daki taksilerde de sigara yasağının uygulanmaya başlanması ile Japonya’nın 47 ilinden 15’inde yasak geçerli oldu. Diğer illerdeki sınırlı yasaklar da dikkate alındığında Japonya’daki toplam 274 bin taksiden yaklaşık 122 bininde sigara içilmediği belirtildi.

Gelişmiş ülkeler içindeki en yüksek sigara içme oranına sahip olan Japonya’da, alınan sert önlemlerle sigara içme oranı son yıllarda düzenli olarak düşmeye başladı.

Japonya’da birçok kamu binası ve hastanelerde sigara içmek tamamen yasak, tren şirketleri de belirlenen yerler dışında trenlerde sigara içilmesini yasakladı.

Restoranların çoğunda ise sigara içilebilen ayrı bölümler var.

Suri, Cruise’dan deðil, Scientology liderinden

LONDRA - Prenses Diana’nın da biyografisini de kaleme alan ünlü İngiliz Yazar Andrew Morton’a göre Cruise’un yaşamını tamamen Scientology tarikatı yönlendiriyor. Ünlü aktörün biyografisinin yer aldığı kitabın en çarpıcı iddiası ise Tom Cruise’un 20 aylık kızı Suri’nin tarikatın ölmüş lideri Ron Hobbard’ın bağışladığı spermlerden dünyaya geldiği..Daha önce Galler Prensesi Diana’nın hayatını kaleme alarak olay yaratan İngiliz Yazar Andrew Morton, bu kez ünlü aktör Tom Cruise’un yaşamını konu alan kitabıyla dikkatleri üzerine çekti.

“Tom Cruise: İzinsiz kaleme alınmış bir biyografi” adlı kitabında Morton, Amerikalı aktörle ilgili bir hayli tartışılacak iddiaları gündeme getiriyor.

Kitapta 45 yaşındaki Tom Cruise’nin Scientology tarikatının ikinci adamı haline geldiği, tarikat lideri David Miscavige’la birlikte tarikatın politikalarının belirlenmesinde söz sahibi olduğu iddia ediliyor.

Kitaba göre Miscavige, Cruise’un 2006’da Katie Holmes’la evlenmesinden sonra çiftin Maldive adalarındaki balayına katılacak kadar Cruise’a yakın.

Hatta bazı tarikat müritleri, Cruise’un 20 aylık kızı Suri’nin tarikatın ölmüş lideri Ron Hobbard’ın bağışladığı spermlerden dünyaya geldiğine inanıyor.

Kitapta, Scientology’nin Tom Cruise’un hayatını tümüyle ele geçirdiği iddia ediliyor. Ünlü aktör, kariyer planlamasını tarikatın hedeflerine uygun olarak yapıyor, yanında çalışanların da tarikat üyesi olmasına özen gösteriyor.
İngiliz Yazar Andrew Morton'a göre Tom Cruise'un en büyük misyonu David ve Victoria Beckham'ı tarikata mürit olarak kazandırmak.


Tom Cruise’un en büyük misyonu ise David ve Victoria Beckham’ı tarikata mürit olarak kazandırmak.

Sansasyon yaratacak bu iddiaların yer aldığı kitabın ABD’de 15 Ocak’ta piyasaya çıkması bekleniyor.

Tom Cruise cephesindense iddialara şimdiden yalanlama gelirken, aktör ve çevresine danışılmadan yazılan kitaptaki bilgilerin doğruları yansıtmadığı belirtiliyor.

Sarkozy ile Bruni evleniyor mu?

PARİS - Pazarları yayımlanan haftalık dergi, birçok kaynağa dayanarak verdiği haberinde, Carla Bruni’nin 8 şubat veya daha büyük olasılıkla 9 şubatta 3. bayan Sarkozy olacağını ileri sürdü.Cumhurbaşkanlığı sözcüsü David Martinon’un iddiayla ilgili “Yorum yok” yanıtıysa sözcünün ekimde Nicolas Sarkozy ile Cecilia Sarkozy’nin ayrılmasıyla ilgili dedikodular konusunda gazetecilerin ısrarlı sorularına verdiği cevabın aynısı olması sebebiyle kafalarda soru işaretine neden oldu.


İtalyan La Stampa gazetesi de geçen ay sonunda Carla Bruni’nin annesine dayanarak, Fransız cumhurbaşkanının İtalyan şarkıcıya evlenme teklif ettiğini yazmıştı

Sarýkamýþ harekatý þehitleri anýldý

KARS - Sarıkamış’taki anma etkinliklerine katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yeni acılar yaşanmaması için geçmişten ders alınması gerektiğini söyledi. Günay, “Bu kadar acı bu millete yeter. Bundan sonra artık güzel günler bizi bekliyor” dedi.1914 yılındaki Sarıkamış harekatı sırasında Allahuekber dağlarında donarak şehit olan onbinlerce Mehmetçik unutulmadı. Şehitler, facianın 93. yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anıldı.

Dev Türk bayrağını taşıyan askerler, karla kaplı yolları aşarak, Sarıkamış’a ulaşmaya çalıştı. Varışa 500 metre kala, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve şehit torunları da askerlere katıldı.

Düzenlenen panelde konuşan Bakan Günay, geçmişte birçok acı olaya tanıklık eden bu topraklarda yeni acıların yaşanmaması için tarihten ders alınması gerektiğini söyledi.

Milli Eğitim Bakanı Çelik de konuşmasında, birlik ve beraberliğin önemine değindi. Mehmet Akif’in bir şiirinden alıntı yapan Bakan Çelik, yüreklerimiz toplu vurdukça gönüllerde çatlama, bölünme olmadıkça bizi kimse bölemeyecektir” dedi.

Bakan Çelik, yoğun kar ve tipi altında askerlerine hücum emri veren Enver Paşa’nın vatan haini değil, vatanperver olduğunu söyledi.

Çelik, Enver Paşa ve arkadaşlarının komitacılıkla devlet idaresini birbirine karıştırdıkların, bunun hem kendilerinin hem de milletin trajedisini hazırladığını belirtti.

Çelik ve Günay, daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi öğrencileri tarafından yapılan ve Sarıkamış Harekatı’nın anlatıldığı kardan heykeller üzerine karanfil bıraktı.

Türkiye kaplýca zengini

ANKARA - Kangal Balıklı Kaplıcası’nın yanı sıra Ortaköy, Alaman, Akçaağıl, Sıcak ve Soğuk Çermik kaplıcalarının bulunduğu Sivas, “Kaplıcalar Diyarı” olarak adlandırılıyor.Sivas’a 98, Kangal ilçe merkezine 13 kilometre uzaklıktaki Kangal Balıklı Kaplıcaları, özellikle sedef hastalığına ve diğer cilt hastalıklarına iyi geldiğine inanılan ve “doktor balıklar” olarak adlandırılan balıklarıyla, tedavi arayan yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri oluyor.

Suyunun sıcaklığı 36-37 derece olan kaplıcada, binlerce küçük balık, havuza girenlerin sivilce ve yara kabuklarını yiyerek, deriyle kaplıca suyunun temasını artırıyor.

Romatizmal hastalıklara, sinir hastalıklarına, kırık, çıkık, ezik gibi durumlara, deri ve böbrek hastalıklarına da olumlu etkide bulunduğu düşünülen kaplıca, sedefli hastaların ümit kaynağı olma özelliğini taşıyor.

Sivas-Ankara kara yolunda, il merkezine 31 kilometre uzaklıkta bulunan ve işletmesi Sivas Belediyesine ait olan Sıcak Çermik Kaplıcası’nın suyunun 50 santigrat derecenin üzerinde sıcaklığa sahip olduğu belirtiliyor.

Suyunun kimyasal özelliği nedeniyle kaplıcanın romatizma, sinir sistemi, solunum yolu, sindirim sistemi, metabolizma bozuklukları, böbrek ve idrar yolları, kan dolaşımı, adale ağrıları, kadın hastalıkları gibi rahatsızlıklara iyi geldiği düşünülüyor.

SOĞUK ÇERMİK VE ORTAKÖY ÇERMİĞİ
İl merkezine 20 kilometre uzaklıktaki Soğuk Çermik Kaplıcası’nın suyunun, içildiğinde mide, bağırsak ve safra kesesi hastalıklarına iyi geldiği belirtiliyor. Kaplıcanın suyunun romatizma ve sinir hastalıkları tedavisinde de yararlı olduğu belirtiliyor.

Şarkışla ilçesine bağlı, ilçeye 30 kilometre uzaklıktaki Ortabuçak köyü sınırları içerisinde bulunan Ortaköy Çermiği’nde ise büyük bir havuzun yanı sıra 14 odalı bir motel ve gazino bulunuyor.

AKÇAAĞIL ÇERMİĞİ VE ALAMAN ÇERMİĞİ
Suşehri ilçesinin Akçaağıl köyü yakınlarında, Erzincan-Tokat yolunda Kelkit Çayı’nın güney yakasında yer alan Akçaağıl Çermiği’nin ise 40 derece sıcaklığa ulaşan suyunun birçok hastalığa iyi geldiği düşünülüyor.

Şarkışla ilçesine bağlı Alaman köyü sınırlarında yer alan Alaman Çermiği’nin ise kükürtlü suyuyla çeşitli hastalıklara iyi geldiği söyleniyor.

KONYA, AKSARAY
Çok sayıda tarihi hamamın bulunduğu Konya’da, sağlık turizmi açısından Ilgın ve İsmil kaplıcaları tanınıyor.

Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından “ilk Türk hamamı” olarak yaptırılan Ilgın Kaplıcaları, romatizma ve siyatikten şikayet edenlerin tercihi.

İsmil Kaplıca ve Termal Tatil Köyü de Konya’ya 50 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Termal basınçlı duşlar, halka açık bölümler, çamur terapi masajı, jimnastik salonları, su oyunlarının oynanabileceği termal havuzlar, yürüyüş parkurları, güneşlenme, eğlence mekanları, botanik bahçesi, tenis ve golf sahaları, seracılık ve tıbbi bitki üretim merkezleri şeklinde tasarlanan İsmil Kaplıcaları, geleceğin termal merkezi olmaya aday gösteriliyor.

Bu arada, yer altı su kuyularının seviyesinin küresel ısınmaya bağlı olarak her geçen gün düştüğü Konya’da, Ilgın ve İsmil kaplıcalarında su seviyesinde azalma olmadığı bildirildi.

Yetkililer, yer altı ve yer üstü su kaynaklarıyla dünyada önemli konumda bulunan Konya Kapalı Havzası’nda su seviyesi son 20 yılda 22-40 metre düşmesine karşın kaplıcalardaki jeotermal su veriminde düşüş görülmediğini belirttiler.

Aksaray’ın Güzelyurt ilçesine bağlı Yaprakhisar köyünde bulunan ve Bakanlar Kurulu kararıyla “özel çevre koruma bölgesi” ilan edilen Ziga Kaplıcaları da sağlık turizminde önemli yer tutuyor.

Ziga Kaplıcaları, 47 derece sıcaklığındaki, mineral bakımından oldukça zengin suyuyla başta romatizmal hastalıklar olmak üzere metabolizma bozuklukları, göz rahatsızlıkları ve kadın hastalıklarına iyi geliyor.

Ziga Kaplıcaları’nda, kuraklığa bağlı herhangi bir su azalması olmadığı bildirildi.

Aksaray’ın Güzelyurt ilçesine bağlı Ilısu beldesinde 25-30 derece sıcaklığında bulunan sıcak suyun, beldedeki hamamlarda kullanıldığı, kaynağında kuraklık yüzünden yüzde 35 oranında kayıp bulunduğu bildirildi.

YOZGAT
Türkiye’nin en zengin jeotermal kaynaklara sahip illerinden Yozgat’ta Valilik, ildeki jeotermal kaynaklarının kapasitelerini belirleyip yeni kaynakları ortaya çıkardı.

Valiliğin verilerinden derlenen bilgilere göre, Boğazlıyan ilçesinin Cavlak bölgesinde, 32-44 derece sıcaklıkta, bikarbonatlı, klorürlü, sülfatlı sıcak su kaynağı bulunuyor.

Sarıkaya’da, 48 derece sıcaklıkta çıkan su, Kaymakamlık ve Belediye tarafından hazırlanan projeyle ısıtmada kullanılmaya başlandı. Suyun büyük bir bölümü ise ilçe merkezindeki termal tesislerde kullanılıyor.

Sorgun’da, 50-60 derece sıcaklıkta, klorlu sülfatlı, sodyum klorür, sodyum sülfatlı suyun miktarı, sondajla artırıldı. 50-60 derece arasında değişen sıcaklıkta saniyede 200 litre debide yeni kaynaklar bulundu. Bu kaynaklardan yararlanılarak, konutların ısıtılmasına yönelik proje hayata geçirildi. Sıcak su kaynakları, ilçede bulunan termal tesislerde kullanılıyor.

Yerköy’de, 44 derece sıcaklıkta, klorlu, sülfatlı su miktarı, yeni açılan kuyularla 60 derece sıcaklığa ulaştırıldı. Bu ilçedeki kaynaklarda termal tesislerde kullanılıyor. Kaynaklardan yararlanılarak ilçedeki konutların ısıtılmasına yönelik hazırlanan proje hayata geçirilmeye çalışılıyor.

Saraykent ilçesinde, 70-74 derece sıcaklıkta, sodyum klorürlü, sodyum bikarbonatlı, kalsiyum sülfatlı su, termal tesiste kullanılıyor.

Akdağmadeni ilçesine bağlı köylerde toplam saniyede 2 litre debide, 30-39 derece sıcaklıkta, sodyum sülfatlı, sodyum klorürlü su bulunuyor.

ESKİŞEHİR
İlk çağlardan beri sağlık ve kaplıca şehri olan Eskişehir’de çok sayıda hamam, kaplıca ve içme bulunuyor.

Şehir merkezi dışında Hasırca, Kızılinler, Aşağı ve Yukarı Ilıca, İnönü, Çifteler, İhsaniye, Alpanos, Hamam Karahisar, Sakarıılıca, Mihalıççık, Sivrihisar’da da sıcak suların oluşturduğu hamam ve kaplıcalar bulunuyor.

Sakarıılıca Belediyesi Başkanı Hüseyin İlkin, küresel ısınmanın neden olduğu kuraklığın sıcak su debisini etkilemediğini belirterek, sıcak suda azalma görülmediğini kaydetti.

Sakarıılıca bölgesinde iki yerde sondaj yapıldığını ifade eden İlkin, şöyle konuştu:
“Birinci sondajda saniyede 5,5 litre, ikinci sondajda saniyede 2 litre su akıyor. Birinci sondajdaki su sıcaklığı 57 dereceyken, ikinci sondajdaki su sıcaklığı 45 derece. Söz konusu debi ve sıcaklık değerleri küresel ısınmanın etkilerini gösterdiğini günlerden de önce aynıydı. Herhangi bir değişme görmüyoruz. Sakarıılıca bölgesindeki turist sayısında artış yaşanıyor. Otel ve pansiyonlarda boş odamız kalmadı.”

BURSA
Bursa, Yalova ve Balıkesir’deki kaplıca merkezleri, son yıllarda ziyaretçi sayılarını giderek artırıyor.

İnegöl’e 27 kilometre uzaklıkta, iki tarafı yeşil vadilerle çevrili yamaç üzerine kurulu Oylat Kaplıcaları, deniz seviyesinden 840 metre yüksekliği, Uludağ eteklerindeki temiz havası, adeta bir kartpostalı andıran manzarası ve şifalı sularıyla ününü her geçen gün artırıyor.

YALOVA TERMAL KAPLICALARI
Türkiye’nin sağlık ve doğal güzellikler açısından en gözde yerlerinden birisi olan ve kaplıcalarıyla ünlü Yalova’nın Termal ilçesine yerli ve yabancı turistler büyük ilgi gösteriyor.

Doğası, kaplıca suları, konaklama ve ulaşım rahatlığıyla adını duyuran Termal, özellikle Arap turistler tarafından ziyaret ediliyor. Yerli turistler ise Termal kaplıcalarına genellikle hafta sonları günübirlik geliyor.

SİMAV EYNAL KAPLICALARI
Ünlü seyyah Evliya Çelebi’nin “Dünyada ve Anadolu’da birçok kaplıca gezdim, gördüm ama Eynal Kaplıcaları gibisini görmedim. Böylesi yeryüzünde yoktur” diye yazdığı Kütahya’nın Simav ilçesine 4 kilometre uzaklıktaki Eynal Kaplıcaları, geniş bir alana yayılıyor.

Halk arasında, “şeytan kazanları” olarak adlandırılan kaplıcalar, çok eski zamanlardan beri kullanılıyor. Altyapısı ve çevre düzenlemesi tamamlanan, 23 Mart 1989’da termal turizm merkezi ilan edilen Eynal, kaplıca sularının yanı sıra bölgenin rekreasyon ihtiyacını karşılıyor.

Eynal’daki, sıcaklığı 70-90 derece arasında değişen, kalsiyum, sodyum, bikarbonat ve sülfat içeren kaplıca sularının çeşitli hastalıklara iyi geldiği biliniyor.

GÖNEN KAPLICALARI
Osmanlı döneminde önde gelen kaplıca merkezleri arasında bulunan Balıkesir’in Gönen ilçesi, bu özelliğini sürdürüyor.

Tarihi MÖ 5. yüzyıla uzanan, Romalılar tarafından da kullanılan kaplıca suyunun romatizmal hastalıklar, kas ağrısı, kas ve sinir zayıflıkları, eklem sertlikleri, çeşitli felçler, kadın hastalıkları ve ürogenital rahatsızlıkların da etkili olduğu belirtiliyor.

KOCAELİ
Kocaeli’de sağlık turizmi açısından önemli merkezlerin başında Yazlık Ilıcası geliyor.

Gölcük yolundan 15 kilometre güneyde bulunan Yazlık beldesi, denize 3 kilometre mesafede yer alıyor. Ilıcadaki Bizans dönemine ait ayazmadan çıkan su, cilt hastalıklarına iyi geliyor.

Kocaeli Özel İdaresinin imkanlarıyla 2004 yılında Trakya ve Sakarya üniversiteleri öğretim üyelerinin danışmanlığında temizlik, tespit ve kurtarma kazısı yapılan ılıcada, Roma ve Bizans dönemlerine ait su kanalları temizlenerek çökeltme havuzlarının duvarları sağlamlaştırıldı, su künkü koruma altına alındı.

Kültür ve Turizm Müdürü Adnan Zamburkan, Kocaeli’nin tek kaplıcası olan Yazlık Ilıcası’ndan alınan örneklerin tahlil edildiğini, olumsuz bir durumla karşılaşılmadığını belirtti.

Kartepe eteklerindeki Maşukiye yakınlarında şifalı olduğu ileri sürülen su ise fundalıklar arasından çıkıyor. Suyun cilt ve mide hastalıklarına iyi geldiği belirtiliyor.

Mide rahatsızlıklarına iyi geldiği bilinen bir diğer su kaynağı ise merkeze bağlı Bahçecik beldesindeki Soğuksu.

ÇANAKKALE
Kültür ve Turizm Bakanlığının “Termal Turizm Kentleri Projesi” kapsamında kaplıca turizm alanı seçilen ve 2 bin yıllık geçmişi bulunan Çanakkale’deki merkezler, yatırımcıların ilgisini bekliyor.

Çanakkale’de Biga-Kırkgeçit, Ezine-Kestanbol, Çan-Bardakçılar ve Tepeköy, Ayvacık-Tuzla ve Küçükkuyu-Afrodit kaplıcaları ilgi görüyor.

Turizm İşletme Belgesi bulunmayan, Belediye Belgeli Tesisler olarak hizmet veren Çanakkale kaplıcaları, ulusal ve uluslararası düzeyde nitelik ve nicelik yönünden yeterli olmadığı için sadece yöre insanının ihtiyacını karşılayabiliyor.

Toplam 222 oda 352 yatak kapasitesine sahip Çanakkale kaplıcalarının tedavi amaçlı kullanılabilmesi için Sağlık Bakanlığı personelince desteklenmesi gerekiyor.

Deniz seviyesinde bulunan kaplıcalardaki şifalı sular, romatizma, kadın ve solunum yolu hastalıkları, sinir ve kas yorgunluğu, sinirsel hastalıklar, eklem ve kireçlenme, ameliyat sonrası hastalıkların tedavisinde kullanılıyor.

2 bin yıllık geçmişe sahip olduğu bilinen kaplıcalar arasında bulunan Kestanbol Kaplıcaları’nın sularından Büyük İskender’in askerlerinin tedavi amaçlı yararlandığı iddia ediliyor.

RİZE
Rize’nin Çamlıhemşin ilçesinde bulunan Ayder Yaylası, 3 bin metreyi aşan dorukları ve 2 bin metreye kadar yükselen ormanlarıyla göz kamaştırıyor.

Ayder Kaplıcaları, yılın 12 ayı yerli ve yabancı turistlere hizmet veriyor. 1987 yılında turizm merkezi ilan edilen Ayder Kaplıcaları, erkek ve bayan banyoları ile özel banyolar olmak üzere üç bölümden oluşuyor.

Ayder Termal Kaplıca Sorumlusu Mehmet Yazıcı, kaplıca tesisine Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünce 2005 yılında işletme izni verildiğini belirterek, “Böylece kaplıca, sağlık merkezine dönüşmüştür. Buna bağlı olarak sağlık kurumlarından sevk alarak gelen hastalar tesiste tedavi görebilmekte ve tedavi masrafları kurumlarınca karşılanmaktadır” dedi.

Tesisin yılda ortalama günlük kapasitesinin 300 kişi olduğunu ifade eden Yazıcı, şöyle konuştu:
“Kaplıcanın 55 derece sıcaklıktaki renksiz ve kokusuz, berrak suyu, romatizmal hastalıkların kronik dönemlerinde, kronik bel ağrısı ve çeşitli eklem hastalıkları, yumuşak doku hastalıkları, ortopedik operasyonlar, beyin ve sinir cerrahi sonrası gibi uzun süreli hareketsiz kalma durumlarında, rehabilitasyon amacıyla stres bozukluklarında ve spor yaralanmalarında ayrıca kalp ve kan dolaşımı, solunum yolları rahatsızlıklarında tamamlayıcı tedavi unsuru olarak kullanılabilir niteliktedir.”

Yazıcı, kaplıcada suyun akışında (debisinde) fazla kullanıma bağlı azalma olduğunu belirterek, “Kaplıca suyunun sıcaklığında ise herhangi bir azalma söz konusu değildir” diye konuştu.

Öte yandan, Rize’nin İkizdere ilçesine 6 kilometre mesafede bulunan, 2004 yılında ihalesi yapılan İkizdere Termal Kaplıcası’nın yıl sonunda hizmete açılması planlanıyor.

SAMSUN
Jeotermal enerji kaynaklarına sahip Samsun’un Havza ve Ladik ilçeleri ile Amasya’nın Hamamözü ilçesi kaplıcaları, turistlerin ilgisini çekiyor.

Havza’da 7, Ladik’te bir tesis özel banyo ve havuzları ile Hamamözü Kaplıcası da kapalı 2 havuzu, kür havuzları ile termal su kaynaklarını müşterilerin kullanımına sunuyor.

Ladik ve Havza’daki tesislerde günde ortama bin ton 875 litre, Hamamözü’nde ise 600 tonun üzerinde termal su tüketildiği belirtildi.

Ordu’da ise en büyük kaplıca, Fatsa ilçesindeki Sarmaşık Kaplıcaları olarak gösteriliyor. Su sıcaklığı 47 derece olan kaplıcada, günde yaklaşık 300 ton su tüketiliyor.

Bölgede yer yer jeotermal enerjinin kullanıldığı hamamların da hizmet verdiği, termal suyun tesislerin havuzları, özel banyo ve havuzlarında, hamamlarda kullanıldığı, suyun depolanmasına imkan olmadığı için ihtiyaç olmadığı zamanlarda su pompalarının kapatıldığı bildirildi.

HATAY VE OSMANİYE
Hatay’ın Kumlu ilçesindeki Hamamat Kaplıcaları Genel Müdürü Atilla Ulutaş, Kırıkhan Reyhanlı yolunda yer alan kaplıcaların su sıcaklığı ve kükürt oranının sağlık açısından istenilen seviyelerde bulunduğunu, tahliller sonucunda 72 hastalığa iyi geldiğinin tespit edildiğini söyledi.

Hamamat’ın dünya kaplıcası olma yolunda ilerlediğini ifade eden Ulutaş, şöyle konuştu:
“Hindistan’dakilerden sonra ortalama 40 derece su sıcaklığı ile kaplıcalar arasında dünyada ikinci olma özelliğine sahibiz. Burada 310 yatak kapasiteli otel var. İki kapalı ve iki açık yüzme havuzu ile hizmet veriyoruz. Kaplıcamız yaz-kış yüzde 80 doluluk oranına sahip. Norveç, Almanya ve Hollanda başta olmak üzere yerli ve yabancı turistlerin ilgisini görüyor.”

Osmaniye’nin Düziçi ilçesinin Kuşçu köyü yakınlarındaki Haruniye Kaplıcaları da şifa dağıtıyor.

Haruniye Kaplıcaları Genel Müdürü Erdal Gedik, kaplıca suyunun banyo kürü olarak kullanıldığında osteoartrit, fibromyalji, kronik bel ağrısı ve inmeye, içildiğinde de mide ve ince bağırsak fonksiyonel rahatsızlıkları, kronik ve tekrarlayan ülserler, gut hastalığı, böbrek ve idrar yolu rahatsızlıklarına iyi geldiğini belirtti.

KAHRAMANMARAŞ
Pek çok doğal güzellikleri barındıran Kahramanmaraş, özellikle şifalı Ilıca kaplıcası ve Ekinözü içmeleri ile yerli turistleri çekiyor.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı, sağlık turizmi ve termal turizm açısından büyük önem taşıyan Ilıca kaplıcası ve Ekinözü içmelerinin daha profesyonel hizmet verebilmesi amacıyla bölgenin “turizm merkezi” ilan edilmesi için çalışma yapıldığını belirtti.

Küçükdağlı, “Turizm sezonunda Ilıca’ya 50 bin kişi, Ekinözü içmelerine 30-40 bin kişi geliyor” dedi.

Ilıca Belediye Başkanı Aslan Kaçmaz da tarih boyunca çeşitli uygarlıklara hizmet eden Ilıca Kaplıcası’nın pek çok rahatsızlığa iyi geldiği ifade ederek, “Şu anda su seviyelerinde düşme yok. Ancak yer altı sularının beslenememesi durumunda kaplıcanın su seviyesinde düşme olacağı kanaatindeyiz” diye konuştu.

Ekinözü Belediye Başkanı Erol Üstü ise küresel ısınma nedeniyle diğer tatlı su kaynaklarında azalma olmasına karşın içme sularında azalma görülmediğini kaydetti.

ADIYAMAN
Adıyaman’ın Besni ilçesindeki Çörmük Kaplıcası’nın suyunun bu yıl oldukça azaldığı ve kuruma tehlikesi bulunduğu belirtildi.

Çelikhan ilçesindeki içmelerde de su seviyesinde sonbahar ve kış aylarında önemli oranda azalma olduğu, kaynak suyunun en bol olduğu dönemin mayıs-ağustos ayları arası olduğu bildirildi.

Adıyaman Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yusuf Toprak, küresel ısınmanın dünyayı kuraklık tehdidiyle karşı karşıya bıraktığını söyledi.

Yeryüzüne düşen yağış miktarının azalmasının kendini ilk olarak yüzey sularının kurumasıyla gösterdiğini ifade eden Yrd. Doç. Dr. Toprak, şöyle konuştu:
“İncelemeler göstermiştir ki bu kuraklık sadece yüzey sularında değil yer altı sularının çekilmesiyle de kendini göstermektedir. Yer altı sularının seviyesi her geçen gün daha da düşmektedir. Türkiye’nin önemli büyük yer altı su havzalarından olan Konya Ovası’nda yer altı su seviyesi 27 metre düşmüştür. Mevsimsel değişimler sonucu bölgeye düşen yağış miktarının azalması nasıl göl ve akarsuların kurumasına neden oluyorsa yer altı sularının da beslenemeyerek kurumasına ve zamanla çölleşmeye neden olacaktır.”

İZMİR
İzmir’de dünya çapında önemli merkezler olarak kabul edilen Balçova ve Ilıca kaplıcalarının yanı sıra Bayındır, Bergama, Dikili, Menemen, Tire, Seferihisar ve Urla ilçelerinde kaplıca bulunuyor.

Tarihteki adını Mykene Kralı Agamemnon’dan alan Balçova Termal Tesisleri, Avrupa’daki sayılı fizik tedavi merkezlerinden biri olarak göze çarpıyor.

İzmir merkez ilçelerinden Balçova’da yer alan kaplıca, Türkiye’nin sayılı termal oteli ve tedavi merkezini barındırıyor.

Balçova’daki fizik tedavi merkezi, dünyanın bu konudaki en saygın sağlık merkezlerinden birisi olarak romatizmal, ortopedik, nörolojik hastalıklar ve hastalıklara bağlı komplikasyonlara yönelik çalışıyor. Balçova tesisleri, yurt içinden olduğu kadar yurt dışından gelen hastalara da şifa dağıtıyor.

İzmir’in Çeşme ilçesindeki plajıyla anılan Ilıca Kaplıcası, plajı ve kaplıcası aynı yerde olan dünyanın en ilginç kaplıcalarından biri olarak göze çarpıyor.

Sodyum klorür, potasyum klorür ve magnezyum klorür bulunduran kaplıca suyunun sıcaklığı, 58 dereceye kadar ulaşıyor.

Bayındır’da, birbirine 15 dakika uzaklıkta, su sıcaklığı 40 dereceye ulaşan iki kaplıca, Bergama’da da 6 ılıca konuklarını ağırlıyor. Mahmudiye, Paşa, Geyikdağ, Güzellik, Dereköy ve Haydar ılıcalarından Mahmudiye, sodyum açısından zengin olan ve kalsiyum barındırmayan yapısıyla dikkat çekiyor.

Bergama’ya 4 kilometre uzaklıkta bulunan kubbeli ve 2 mermer havuzlu güzellik ılıcasının Bergama Kralı Eumenes döneminde kurulduğu, “Eskülap Banyoları” adıyla ününü yıllarca sürdürdüğü belirtiliyor.

İzmir’de, Dikili ilçesinde Nebiler Kaplıcası ve Bademli Ilıcaları, Menemen’de Deniz ve Ilıcagöl ılıcaları, Tire’de Tavşan Adası Ilıcası, Çeşme’de Şifne Kaplıcası, Seferihisar’da Cumalı, Karakoç ve Kelalan ılıcaları, Urla’da Malkoç İçmeleri ve Gülbahçe Ilıcaları da bulunuyor.

MANİSA
Manisa’nın Salihli ilçesindeki Kurşunlu Kaplıcaları’nın suyunun romatizma, cilt ve kadın hastalıkları, solunum yolu hastalıkları, sinirsel hastalıklar ile ameliyat sonrası, eklem ve kireçlenme rahatsızlıklarına olumlu etkileri bulunduğu biliniyor.

Banyo ve içme kürü olarak yararlanılan kalsiyum sülfatlı, bikarbonatlı, sülfatlı ve hidrojen sülfürlü suların çıkış sıcaklıkları 52-96 derece arasında değişiyor.

Salihli ilçesindeki bir diğer kaplıca olan Sart Kaplıcaları, halk arasında “Çamur Hamamları” olarak biliniyor. Turgutlu Urganlı Kaplıcaları ile Kula ilçesine 19 kilometre uzaklıktaki Emir Kaplıcaları da Manisa’nın en çok bilinen kaplıcaları arasında yer alıyor.

Demirci’deki iki kaplıcadan olan Saraycık Kaplıcaları’nın yakınındaki Geç Roma dönemine ait hamam kalıntıları, buranın yüzyıllardır şifa merkezi olarak kullanıldığını kanıtlıyor.

Demirci’ye 4 kilometre uzaklıktaki Hisar Kaplıcaları’nda üç ayrı kaynaktan çıkan, sıcaklıkları 37 ile 48 derece arasında değişen kaplıcadan banyo olarak romatizma ve metabolizma hastalıklarında, içme kürü olarak da mide ve bağırsak hastalıklarında yararlanılıyor.

Manisa’da ayrıca Soma’da Menteşe Kaplıcaları ve Alaşehir ilçesinde Sarıkız Ilıcası bulunuyor.

UŞAK
Uşak’ın Banaz ilçesinde bulunan Hamamboğazı Kaplıcası’nın suyu, 60 derece sıcaklığa ulaşıyor.

Kaplıca suyunun mide, karaciğer, bağırsak ve özellikle kronik dejeneratif romatizmal hastalıklara iyi geldiği belirtiliyor.

Uşak-İzmir kara yolundaki Örencik Kaplıcası da her yıl çok sayıda ziyaretçi ağırlıyor.

Uşak’taki Aksaz Kaplıcası, ilin en önemli kaplıcası olarak kabul ediliyor. Kaplıcanın çevresinde Roma dönemine ait hamam kalıntıları bulunuyor.

Emirfakılı Kaplıcası da Uşak’ta 1976 yılından bu yana kesintisiz hizmet veriyor.

AFYONKARAHİSAR
Türkiye’deki termal tesislerin yatak kapasitesinin üçte birine sahip olan Afyonkarahisar, sağlık ve eğlenceyi bir arada yaşamak isteyenlerin ilgi odağı oluyor.

Afyonkarahisar’daki termal tesislerdeki doluluk oranı, her mevsim yüzde 60’ların üzerinde seyrediyor.

İldeki termal tesisler, romatizma, eklem bozuklukları, çocuk felci, solunum yolları ve kalp hastalıkları, obezite, nevrotik bozukluklar, diyabet, kısırlık, damar sertliği, çeşitli sinir sistemi ve kadın hastalıkları gibi sağlık sorunlarının tedavisinde yararlı oluyor.

İkbal ve Oruçoğlu termal tesisleri, sporcu kampı ve rehabilite hizmeti veriyor.

Afyonkarahisar-Eskişehir kara yolunun 20. kilometresindeki Gazlıgöl Termal Tesisleri’nde de otel, motel ve pansiyonlarda konaklama olanakları sunuluyor.

Afyonkarahisar-Kütahya kara yolunun 15. kilometresindeki Ömer Termal Tesisleri ve 17. kilometresindeki Gecek Termal Tesisleri’nde Türk hamamı ve olimpik yüzme havuzları bulunuyor. Devremülk hizmeti de verilen tesislere daha çok yabancı turistler ilgi gösteriyor.

Sandıklı ilçesindeki, belediyenin işlettiği Hüdai Termal Tesisleri’nde, dünyaca ünlü çamur banyosu ve Türk hamamının yanı sıra yüzme havuzu ve spor tesislerinden yararlanılabiliyor.

Afyonkarahisar-Konya kara yolunun 25. kilometresindeki Heybeli Termal Tesisleri, cilt hastalığı olanlar tarafından tercih ediliyor.

AYDIN
Jeotermal enerji kaynakları açısından Türkiye’nin en önemli illerinden olan Aydın’da, deniz seviyesinden 150 metre yüksekte bulunan Germencik Alangüllü Kaplıcası’nda su sıcaklığı 78 derece.

Alangüllü Kaplıcaları Sorumlu İşletme Müdürü Çağrı Tartop, yüzde 70 doluluk oranı bulunan kaplıcanın en büyük sorununun yeterince tanıtılamaması olduğunu ifade etti.

Kaplıcada kuraklığa bağlı su sıkıntısı bulunmadığını belirten Tartop, kaplıcadaki suyun Afyonkarahisar’daki termal sudan çok daha kaliteli olduğunu bildirdi.

Tartop, tesiste fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezi, 2 kapalı termal havuz, özürlüler havuzu, sıra banyo, çamur tedavi merkezi ile tarihi Çelik Hamamı (Meryem Ana Hamamı) bulunduğunu söyledi.

Kuşadası ilçesinin Davutlar beldesinde bulunan Natur-med Doğal Tedavi ve Kaplıca Kür Merkezi, Türkiye’de bir litresinde 6,3 gram mineral yoğunluğu olan ve 30 çeşit mineral içeren tek kaplıca suyuna sahip olmasıyla ayrı bir özellik taşıyor.

Natur-med Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Yaşar Yılmaz, merkezlerinde kuraklıkla ilgili sorun yaşanmadığını ifade etti.

Kaplıcalarının suyunun litresinde 6.3 gram mineral bulunduğunu, Türkiye’de bu yoğunlukta mineral içeren kaplıca suyu olmadığını ifade eden Yılmaz, “Natur-med Doğal Tedavi ve Kaplıca Kür Merkezi, adında mevcut olan tüm fonksiyonları uygulayan, Türkiye’nin ilk arındırma ve sağlık tatili oteli durumundadır”dedi.

2001 yılında kurulan merkezin 2004 yılında Prof. Dr. Karl Hecht’in ve başka Alman doktorların katılımıyla uluslararası boyut kazandığını ifade eden Yılmaz, merkezde doğanın 5 elementine (hava, su, ateş, toprak, metal) dayanan kaplıca-kür tedavi konseptinin Türkiye’de ilk defa uygulandığını söyledi.

Öte yandan, Aydın’ın Buharkent ilçesine 3 kilometre uzaklıktaki Kızıldere Kaplıcası’nın suyu romatizma, siyatik ve kireçlenmeye, Sultanhisar ilçesine 9 kilometre uzaklıktaki Salavatlı Kaplıcası’nın suyu romatizma ve cilt hastalıklarına, Germencik ilçesine bağlı Ortaklar beldesine 6 kilometre uzaklıktaki Gümüş Kaplıcası’nın suyu romatizma ve kireçlenmeye, Aydın’a 6 kilometre uzaklıktaki İmamköy Kaplıcası’nın suyu romatizma, mayasıl, ülser ve siyatik hastalıklarına iyi geliyor.

DENİZLİ
Denizli merkeze bağlı Pamukkale beldesi, travertenlere hayat veren termal suyuyla açık hava kaplıcasından farksız.

Çökelez Dağı’nın eteğinden çıkan ve 35 derecelik ısısı kış mevsiminde bile değişmeyen termal suyun tutulduğu havuzlarda, kışın bile yüzülebiliyor.

Pamukkale’ye gelen yerli ve yabancı ziyaretçiler, doğal traverten alanına giriş yasağı bulunduğundan havuzların dışında oluşturulan çanak biçimindeki yapay travertenlerde termal suya girebiliyor.

Araştırmalar, Pamukkale termal sularının, içme suyu kürü olarak değerlendirildiğinde sindirim sisteminde, mide, bağırsak, karaciğer ve safra yollarında olumlu etki gösterdiğini ortaya koyuyor.

Suyun banyo kürleri olarak kullanılması durumunda kalp, damar sertliği, sinir, tansiyon, bazı bronşit, deri, astım ve romatizma rahatsızlıklarına iyi geldiği belirtiliyor.

Pamukkale’ye 5 kilometre uzaklıktaki Karahayıt beldesi ile Sarayköy ilçesinin köylerinden Tekkeköy, İnaltı, Kızıldere ve Ortakçı’da da kaplıcalar bulunuyor.

Bu arada, işletme sahipleri, Türkiye’de yaşanan kuraklığa rağmen Denizli’deki termal tesis ve kaplıcalarda su sorunu olmadığını belirttiler.

DOĞU ANADOLU BÖLGESİ
Doğu Anadolu Bölgesi’nde birçok termal kaynak tesis olmadığından hizmete açılamıyor.

Erzurum’a yaklaşık 18 kilometre uzaklıktaki Ilıca ilçesindeki kaplıcaların suyunun mide, bağırsak, karaciğer, safra kesesi, şeker ve romatizma hastalıklarına iyi geldiği ifade ediliyor.

Ilıca Belediye Başkanı İsmail Efe, yaklaşık 4 milyon YTL yatırımla Ilıca’da Doğu Anadolu’nun en büyük termal tesisini yapmaya başladıklarını belirtti. Efe, yapım aşamasına gelen modern tesisin tamamlanmasıyla Erzurum’un termal turizmde hak ettiği yeri alacağını kaydetti.

Erzurum’un Pasinler ilçesindeki 39 derece sıcaklıktaki kaplıca sularının mide, bağırsak, karaciğer, safra kesesi, şeker ve kadın hastalıklarına iyi geldiği belirtiliyor.

Erzurum’a 56 kilometre uzaklıktaki Köprüköy ilçesinde bulunan kaplıcalar ise çamuruyla ünlü. Kaplıca sularının sindirim sistemi, böbrek ve idrar yolları, kan dolaşımı ve kalp hastalıkları, metabolizma bozuklukları ve romatizmal rahatsızlıklara olumlu etkide bulunduğu söyleniyor.

Erzurum merkeze bağlı Akdağ köyündeki kaplıca sularının da mide, bağırsak, karaciğer, safra kesesi ve şeker hastalıklarına iyi geldiği biliniyor.

BİNGÖL
Bingöl-Erzurum kara yolunun 20. kilometresinde bulunan Ilıcalar beldesindeki kaplıcalar, kentin en önemli termal kaynağı olarak dikkat çekiyor.

Sağlık Bakanlığı onaylı Bingöl Kaplıca Termal Hotel Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi’nin (BİNKAP) bulunduğu beldeye yerli ve yabancı turistler ilgi gösteriyor.

Ortalama sıcaklığı 48 derece olan kaplıca sularının romatizma, kalp ve kadın hastalıkları ile kan dolaşımına iyi geldiği belirtiliyor. Suyun içilmesi halinde idrar yolları ve böbrek hastalıklarının tedavisinde etkili olduğuna inanılıyor.

Bingöl’de Göynük Hacıyan, Kığı Hapur, Hozavit Kaplıcası, Hasköy ve Yedisu İkievler bölgelerindeki termal kaynakların kullanımı için tesis bulunmuyor.

GURBETÇİLER İLGİ GÖSTERİYOR
Kars’ın Akyaka ve Susuz ilçelerindeki termal kaynaklar da yeterince değerlendirilemiyor. İki ilçedeki termal kaynaklar, sadece yaz aylarında kullanılıyor. Bu kaplıcaların suyunun romatizma, sinir ve deri hastalıklarına iyi geldiği biliniyor.

Erzincan’da merkeze 12 kilometre uzaklıkta bulunan ve 30 yıldır hizmet veren kaplıcalara özellikle gurbetçiler ilgi gösteriyor.

Erzincan Belediyesi yetkilileri, küresel ısınmadan dolayı birçok yerde suların azaldığını, kaplıca sularının ise arttığını ifade ettiler.

Tunceli’nin Mazgirt ilçesine bağlı Dedebağ köyündeki romatizmal hastalıklara, kırık-çıkıklara ve kadın hastalıklarına iyi geldiği belirtilen kaplıcanın suyunda azalma olmadığı belirtildi.

Tunceli’ye 4 kilometre uzaklıktaki Sütlüce, Nazımiye ilçesine bağlı Aşağı Doluca kaplıcaları ile Pülümür ilçesi Karaderbent ve Tunceli-Ovacık kara yolunda bulunan kaplıcaların sularında da bu yıl azalma görülmediği bildirildi.

DÜNYADA 7.SIRADA
Ağrı’nın Diyadin ilçesinde bulunan ve dünyadaki şifalı sular arasında 7. sırada yer alan kaplıcalarda, küresel ısınmaya bağlı sıcaklık artışı yaşandığı bildirildi.

Belediye Başkanı Seyfettin Yaşlı, ilçeye 7 kilometre uzaklıkta, Murat Nehri kıyısında bulunan Davut, Yılanlı ve Köprü kaplıcalarının belediye bünyesinde hizmet verdiğini belirtti.

Belediye Başkanı Yaşlı, kaplıcaların cilt hastalığı, sinir buhranları, mide, bağırsak, böbrek rahatsızlıkları, kadın hastalıkları, solunum yolu rahatsızlıkları, romatizma ve siyatik için şifa kaynağı olduğunu söyledi.

Kaplıcalarda küresel ısınmaya bağlı sıcaklık artışı yaşandığını ifade eden Yaşlı, şöyle konuştu:
“Kaplıcalarda önceki yıllarda su sıcaklığı 80-85 derece olarak ölçülüyordu. Bu yıl küresel ısınmanın da etkisiyle sıcaklığının 95-100 derece arasında seyrettiğini gördük. Kaplıca suyunda hem buharlaşma hem de ısınmanın etkisiyle gözle görülür eksilme var. Ancak sudaki azalma kaplıca turizmini etkileyecek boyutta değil.”

İlçedeki bazı tapulu arazilerde de kaplıcalar ortaya çıktığını bildiren Yaşlı, arazi sahiplerinin İl Özel İdaresinden aldığı izinle bu kaplıcaların da turizme kazandırıldığını sözlerine ekledi.

ELAZIĞ
Elazığ’ın Karakoçan ilçesine bağlı Yoğunağaç köyü mevkisindeki Golan Kaplıcaları, suyunun sıcaklığının 43 derece olması dolayısıyla özellikle romatizmal rahatsızlıkları bulunanlar tarafından tercih ediliyor.

Malatya’da bulunan İspendere Kaplıcası’nın suyu bağırsak, karaciğer ve safra yolları hastalıklarına iyi geliyor, Balaban Kaplıcası’nın çamur banyosu ise cildi gençleştiriyor.

Merkeze yakın Aşağı İspendere köyündeki İspendere Kaplıcaları’nın suyu mide, bağırsak, karaciğer ve safra yolları hastalıklarına iyi geliyor. Su, yumuşatıcı özelliğe de sahip.

Darende ilçesine bağlı Balaban beldesinde bulunan Balaban Kaplıcası’nın suyunun şeker, astım, böbrek, karaciğer ve safra yolları rahatsızlıklarına iyi geldiği, çamur banyosunun ise cildi gençleştirdiği ifade ediliyor.

Çamur banyosu, romatizma hastalıklarını iyileştirmede de etkili oluyor.

GÜNEYDOĞU ANADOLU
Şanlıurfa’da, Harran Ovası’nda, sulama kuyusu açmak isteyen bir çiftçi tarafından Karaali köyünde birkaç yıl önce sondaj çalışması sırasında gün yüzüne çıkarılan sıcak suyun kükürt, flüorür ve mineral maddeler içerdiğinin belirlenmesi üzerine Şanlıurfa Valiliği, bölgede apart otel ve alışveriş merkezi inşa ettirerek termal kaplıcayı özel bir şirket aracılığıyla işletmeye açtı.

İlk dönemlerde yalnızca Şanlıurfa ve ilçelerinden vatandaşların ilgi gösterdiği Karaali Kaplıcaları, Sağlık Bakanlığından ruhsat alınmasının ardından çevre illerden hafta sonları düzenlenen turlarla, pek çok kişinin uğrak yeri haline geldi.

Karaali Kaplıcaları İşletme Müdürü Mehmet İnan, 49 derece olan kaplıca suyuna özellikle romatizmal ve deri hastalıkları ile nörolojik rahatsızlıkları bulunan vatandaşların ilgi gösterdiğini söyledi.

16.YÜZYILDAN BERİ KULLANILIYOR
Diyarbakır’ın Çermik ilçesi Belediye Başkanı Mehmet Akdağ, 2 bölümden oluşan Çermik Kaplıcaları’nda saniyede 50 litre sıcak su aktığını belirterek, bu kaplıcaların 16. yüzyıldan bu yana kullanıldığını söyledi.

Akdağ, “Kaplıca için ilçemize her yıl yaklaşık 250 bin kişi geliyor. Kaplıcalar ilçemize yıllık yaklaşık 5 milyon YTL katkı sağlıyor. İlçemizin en büyük gelir kaynağı kaplıca turizmidir. Kaplıcanın termal banyo haline getirilmesi için Sağlık Bakanlığına başvuruda bulunduk” dedi.

Akdağ, Çermik Kaplıcaları’nın suyundan iltihaplı romatizma, kadın hastalıkları, üst teneffüs yolları ve deri hastalıklarının tedavisinde faydalanıldığını kaydetti.

Siirt-Eruh yolunun 25. kilometresindeki Botan Çayı kıyısındaki Sağlarca (Billoris) Kaplıcası, bir mağarada buluyor. 36 derece sıcaklıktaki kaplıcanın suyu romatizma, deri, solunum yolları, kadın, sinir ve kas yorgunluğu hastalıklarının tedavisinde etkili oluyor.

Kışlacık köyü yakınlarındaki Lif Kaplıcası’nın suyunun da romatizma ve solunum yolları rahatsızlıklarını giderdiği belirtiliyor.

Şırnak’ın Güçlükonak ilçesinden geçen Dicle Irmağı’nın kenarında bulunan Hista Kaplıcası’nın ısısı 60 derece olan suyu, romatizma ve kadın hastalıklarının tedavisine iyi geliyor. Kaplıcada, 2 Türk hamamı bulunuyor.

Beytüşşebap ilçesine bağlı Ilıcak köyündeki Zümrüt Kaplıcaları’nın suyu ise 40 derece sıcaklıkta olup cilt ve kadın hastalıkları başta olmak üzere çeşitli hastalıkların tedavisinde etkili oluyor.

Mardin’in Dargeçit ilçesi yakınlarında bulunan Ilıksu (Germiab) Kaplıcası’nın 40 derece sıcaklıktaki suyu, romatizma ve deri hastalıklarının tedavisinde kullanılıyor.

Alpler’de kayakçýlara hýz yasaðý

ANKARA - Dünyanın en düzenli ülkelerinden birisi olarak görülen İsviçre, yakında hayata geçireceği kayakçılara hız yasağı uygulamasıyla bu şöhretini pekiştirmeye kararlı görünüyor. İngiliz The Times gazetesinin bildirdiğine göre, gizlenmiş personel tarafından elde taşınan radar cihazlarıyla saatte 30 km hızı geçen kayak ve snowboardçular, karayolunda hız sınırını aşan sürücüler gibi tespit edilecek.Devlet kontrolündeki İsviçre Kaza Sigorta (Suva) kuruluşunun yetkilisi Angela Zobrist, bunun göstermelik ve eğlencelik bir sağlık ve güvenlik birimi kurulmasına yönelik bir çalışma değil, gerçekten güvenlik endişesiyle alınmış bir karar olduğunu söyleyerek, “Kayak yaparken ne kadar hız yaptığınızı farketmezsiniz, bunun bir başka kayakçıya çarptığınızda veya başka bir kazaya yol açtığınızda ne kadar tehlike yaratacağını düşünmezsiniz” diye konuştu.

İsviçre Alpleri’ndeki kusursuz pistler ve yeni malzemelerin de kayakçı ve snowboardçuları daha fazla hız yapmaya cesaretlendirmesiyle her geçen yıl kazaların arttığını belirten İsviçreli yetkililer, hız sınırını geçen kayakçıların piste çıkmalarına engel olmak için telesiyej biletlerine el konulacağını veya para cezası kesileceğini kaydettiler.

İsviçre’deki kayak pistlerinde geçen yıl 70 binden fazla kazanın meydana geldiği belirtildi. Bu kazaların bazıları ciddi yaralanmalar ve ölümlerle sonuçlanırken, bu ülkedeki helikopter kurtarma ekipleri sadece geçen ay 300 kez ciddi kazalara müdahale etmek zorunda kaldılar. Helikopter kurtarma ekiplerinin operasyonlarının maliyeti sadece Aralık ayı için 300 milyon YTL’ye yaklaştı.

Otomobillerdeki gibi kayakla çarpışma testleri sonuçlarına göre, kar üzerinde saatte 30 kilometre hızlı kaymak güvenli değil. Saatte 50 kilometre hızı aşmak ise çarpışma anında ölümcül sonuca yol açabilir.

Frigler, Midas’ýn ülkesinde

İSTANBUL - Henüz yazıları tam olarak çözülemedi. Ama Gordion’da sürdürülen kazılar, bu gizemli uygarlığın bilinmeyenlerine ışık tutuyor.Midas’ın kulakları eşek kulakları…” Çoğumuzun çocukluk anılarında yer eden bu sözlerin, Latin ozanı Ovidius’un “Metamorphoses” adlı eserinden günümüze ulaştığını bilenlerin sayısı pek de fazla olmasa gerek. Ovidius, zenginlikten nefret eden Kral Midas’ın ormanlara giderek, Pan’ın mesken tuttuğu mağaralarda yaşadığını anlatır. Ancak Pan ile arkadaşlığı Midas’a pahalıya mal olur...

Tanrı Apollon, kendi müziği ile rekabete kalkışan Pan’ın flütünden dökülen nağmeleri dinlemekte ısrar ettiği için Midas’ı cezalandırır...
İki müzisyenin eşlik ettiği Ana Tanrıça Matar heykeli, Boğazköy-Büyükkale'de gerçekleştirilen kazılarda kırık halde ortaya çıkarıldı. Heykelin üst bölümü, benzerleri ışığında daha sonra tamamlandı.


“... Apollon, hünerli parmaklarıyla lirin tellerini çalar ve onun tatlı nağmeleriyle büyülenen yargıç Tmolos, Pan’a lir önünde flütünü susturmasını emreder. Kutsal dağ tanrısının kararını herkes onaylar, sadece Midas itiraz eder ve bunun haksızlık olduğunu söyler. Delos’lu tanrı (Apollon) böylesine alık kulakların insani şeklini korumasına tahammül edemez. Onları uzatır, içini dışını gri kıllarla doldurur; hatta onları yerinde duramaz yaparak, hareket gücü verir. Diğer yerleri insan olmasına rağmen bir tarafı böylece cezalandırılmıştır...”

Ovidius’un öyküsünde Apollon’un intikamı daha acı sonuçlar doğuruyor: Midas, kulaklarını gizlemeye çalışsa da, onun uzun saçlarını kesen hizmetkârı bu ayıbını görüyor. Ancak bunu ilan etmeye cesaret edemiyor; toprakta hızlıca bir çukur açıyor ve gördüklerini fısıldıyor. Daha sonra orada biten sık kamışlar büyüdüklerinde, rüzgârda salınarak gömülü sözleri tekrar ediyor ve Midas’ın eşek kulakları öyküsü rüzgârla birlikte her yere yayılıyor.

Sadece bu efsane değil, tuttuğu her şeyi altına çevirme isteği yüzünden açlıktan ölüm noktasına gelmesi de Phryg (Frig) kralı Midas’ı, belki de Anadolu topraklarının en popüler kralı haline getiriyor. Ovidius’ta olduğu gibi, antik Batı kaynaklarında daha çok Midas’ın cahil ve gülünç kişiliği vurgulanıyor.

Eskişehir, Afyonkarahisar ve Kütahya arasında uzanan Dağlık Phrygia Bölgesi'ndeki Gökgöz Kale, Pişmiş Kale ve Kocabaş Kale, gerek bulundukları vadiye gerekse buraya ulaşan yollara hâkim olan stratejik noktalarda yer alıyor.


Oysa Midas, ne eşek kulaklıydı ne de altınlar içinde yüzen bir kral!..

Bugüne kadar Anadolu’da yapılan Phryg kazılarında yok denecek kadar az sayıda altın esere rastlandı. Ahşap, tunç ve çanak çömlek işçiliğinde son derece ileri olan Phrygler’in kralları için yapılan “altınlar içinde yüzdüğü” yakıştırması bir efsaneden öteye gitmiyor.

Midas, Phryg uygarlığının adı bilinen ilk kralı Gordios’un oğluydu ve babasından sonra Phryg tahtına geçti.

Phryg Krallığı’nın etki alanı, İÖ 9.7. yüzyıllar arasında, merkezi Ankara çevresi olmak üzere, Kızılırmak’ın (Halys) doğusundan, kuzeyde Samsun’a; güneyde Niğde ve Elmalı Ovası’na; batıda Eskişehir ve Bandırma’ya kadar yayılıyordu.

Midas efsaneleri sayesinde dilden dile dolaşan Phrygler, yaklaşık 300 yıl Orta Anadolu’nun efendisi olsalar da henüz yazıları tam olarak çözülemediği için, Anadolu’nun, hakkında en az şey bilinen uygarlıklarından biri...

Peki, kim bu Phrygler? Anadolu’nun yerli halkı mı? Yoksa çağlar boyu göçmenlere yurt olmuş Anadolu topraklarının yurt arayan yeni göçmenleri mi?





YENİ BİR GORDİON MU?
Daskyleion kazıları Anadolu tarihi coğrafyasında yeni bir sayfa açtı. Manyas Gölü’nün güneyindeki bu kentte, 20 yıl önce ortaya çıkmaya başlayan buluntular Kütahya ve Eskişehir’in batısında Phryg kültürüne ait ele geçen ilk buluntulardı.

İÖ 8. yüzyıl sonuna tarihlenen tabakalarda ele geçen Kybele Tapınağı’nın temelleri, Phryg dilinde yazıtlar, bezemeli ve grafittolu seramikler, Kybele kültüne ait buluntular, Phrygler’e özgü makaralı bronz kaplar ve görkemli bir sur, Phrygler’in Daskyleion’da yaşadıklarını kanıtlıyor. Daskyleion’da ilk kazılar 1952-1960 yılları arasında Prof.Dr. Ekrem Akurgal tarafından yapıldı.

1988’de Anadolu-Pers döneminin aydınlanması amacıyla yeniden başlayan kazılar, 20 yıldır devam ediyor ve arkeologlar her yıl yeni sürprizlerle karşılaşıyor.

Amerikalı Phryg uzmanı Prof. Machteld Mellink’in, 1995’te Daskyleion’u ziyareti sırasında, o yıl keşfedilen Phryg kent surunu gördüğünde söyledikleri, kentin önemini vurguluyor: “Yeni bir Gordion doğuyor”...

Daskyleion'da Pers satraplığı dönemi (İÖ 6. yüzyıl) Zerdüşt dinine (Zoroastrianizm) ait bir açık hava kült alanı ortaya çıkarıldı.


Phrygler’in yaşadığı bu yer, efsanevi Lydia kralı Daskylos’un gelmesiyle Daskyleion (Daskylos’un yeri) adını aldı. Daskylos, İÖ 7. yüzyıl başlarında hanedan kavgaları nedeniyle Lydia’dan sürgün edildi ve Damaskuslu (Şam) Nikolaos’a göre, Hellespontine Phrygiası denilen bölgeye yerleşti. Antik yazarlar, o zamanlar bu bölgede Aphnitis Limne adlı bir gölden ve göl kıyısındaki Aphneion adlı bir yerleşimden söz ediyor. Yerleşim sonradan Daskyleion adını alınca, göl de Daskylitis Limne (bugünkü Bandırma Kuş Gölü) olarak anılmaya başladı. Daskyleion’un kozmopolit yaşamının o dönem bu topraklarda kullanılan dile de yansıdığı anlaşılıyor. Çünkü burada Phryg dilinden başka Lydce, Eski Yunanca, Aramca, Eski Pers ve Eski Babil dillerinin de konuşulup yazıldığını gösteren buluntular var.

İÖ 6. yüzyıl başlarında Lydia egemenliği altına giren Daskyleion, Akhaimenidler’in Anadolu’ya gelişleri ile İÖ 547 yılında satraplığa dönüştü. Alman Arkeolog Kurt Bittel ve Biyolog Curt Kosswig’in yaptığı keşifler, Kuş Gölü kıyısında ve Ergili köyü yakınında yer alan bugünkü Hisartepe’nin Pers Satraplık Merkezi; göl çevresinin de satraplığın Paradeisos’u (Satrapların Av ve Park Alanı) olduğunu ortaya koyuyor.

Daskyleion, Persler’in yönetim merkezi olunca, Phrygler burada, satraplar ile birlikte yaşayıp, tanrıçaları Kybele’ye sunuda bulunmayı, mezar stellerine anadilleri olan Phrygçe yazıtlar yazmayı sürdürdüler. Bu izler, aynı zamanda Akhaimenidler’in işgal ettikleri ülkelerde yaşayan halklara gösterdiği dil ve din konusundaki toleransın bir kanıtı. Arkeolojik buluntular, Phrygler’in satraplık dönemi sonuna kadar (İÖ 334) Daskyleion’da -bu toleransın yarattığı barış ortamı içinde- varlıklarını sürdürdüğünü gösteriyor.

Daskyleion’da ortaya çıkarılan 500’ü aşkın bulla (mühür baskısı) ise eski çağ iletişimi hakkında bilgiler veren eşsiz buluntular olarak tarihe geçti. 2500 yıllık bullalar aynı zamanda mektupların gizliliğinin güvencesiydi. Bullaların üzerindeki mühür baskılarında yer alan kralın kabul sahnesi, av sahneleri, yaban hayvanlarının mücadeleleri ve Paradeisos’da yaşayan kuşların tasviri, 2500 yıl öncesinin günlük yaşamı hakkında fikir veriyor.

Daskyleion, İÖ 395 yılında Spartalı komutan Agesilaos tarafından yakılıp, yıkıldı. Ardından Büyük İskender, generali Parmenion’u, Granikos (Biga) savaşından sonra İÖ 334 yılında Daskyleion’a gönderdi. Makedonya ordusunun kenti ele geçirmesi ile Phryg ve Akhaimenid yaşantıları da sona erdi.
-Prof.Dr. Tomris Bakır

Yazının tamamını National Geographic Türkiye‘nin Ocak sayısında bulabilirsiniz...

Tarama programlarýyla saðlýklý nesillere...

ANKARA - Bebeklerin dünyaya gelir gelmez tarama testlerinden geçirilmesini öneren uzmanlar, kalıtsal bir metabolik hastalık olan fenilketonüri, tiroid bezinin az çalışması ile gelişen hipotiroidi ile işitme, boy-kilo ve baş çevresi ölçümü gibi taramaların sağlam çocuk bölümlerinde yapılması gerektiğini söyledi. Ankara Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Klinik Şefi Doç. Dr. Gonca Yılmaz, koruyucu sağlık hizmetlerinin önemli parçası olan taramaların, Türkiye’de de sağlık politikalarının önemli bir ağırlığını oluşturduğunu vurguladı.Doğumdan hemen sonra başlayan tarama testlerinin tanı amaçlı testlerle karıştırılmaması gerektiğini belirten Yılmaz, “Taramalar, belirli bir hastalığın sağlıklı görünen bir çocukta olup olmadığının kontrol edilmesidir” dedi.

İŞİTME KAYBI, EN YAYGIN GÖRÜLEN BOZUKLUK
Taramalarda öykü, gözlem, fizik muayene ile pek çok hastalığın erken dönemde belirlenebildiğini kaydeden Yılmaz, ayrıntılı fiziki muayene ile yarık damak, dudak, katarakt, kalça çıkığı, inmemiş testis gibi problemlerin erken dönemde fark edilebileceğine işaret etti. Yılmaz, yeni doğan döneminde yapılan taramalarla hipertansiyon gibi olası hastalıkların da tespit edilebilineceğini söyledi.

Yılmaz, bunun hem sağlıklı bireylerin yetişmesi hem de erken tedavi ile hastaya ve devlete önemli ölçüde maddi kazanç sağlayacağını belirtti. Bebeklerde işitme kaybının, erken dönemde tanımlanıp tedavi edilmediğinde dil gelişimine zarar verdiğine dikkati çeken Yılmaz, işitme kaybının, 1000 canlı doğumunda 1-3 görülme sıklığı ile en yaygın görülen doğumsal bozukluk olduğunu söyledi. Yılmaz, işitme kaybının erken dönemde yapılan taramalarla belirlenebileceğine dikkati çekerek, “İşitme kaybı saptanan çocuklardan işitme desteği alabileceklerin belirlenmesi ve 6 aydan önce gerekli müdahalelerin yapılması durumunda, bu çocuklarda 3 yaşında uygulanan dil testlerinde normal sonuçlar alındığı göz ardı edilmemeli” dedi.


ERKEN ÇOCUKLUK TARAMALARI
Doğumdan hemen sonra topuktan alınan bir damla kan ile yapılan fenilketonüri ve hipotiroidi taramalarının çok önemli olduğuna işaret eden Yılmaz, bu taramalar ile sonradan tedavisi çok güç olan ve kalıcı zeka geriliğine neden olan fenilketonüri ve hipotiroidi hastalarının erken dönemde tedavi edilebileceğine dikkati çekti. Yılmaz, çocuklarda büyüme ve gelişmenin de izlenmesi gerektiğinin önemli olduğunu, 2 yaşına kadar her kontrolde boy, ağırlık ve baş çevresinin ölçülmesi gerektiği söyledi.

Dünya Sağlık Örgütü’nün, gelişmekte olan ülkelerde, 5 yaşından küçük her çocuğun büyümesinin izlenmesini gerektiğini ifade eden Yılmaz, ölçümlerin aynı kişi tarafından, ayarlanabilen duyarlı ölçü aletleri ile yapılması gerektiğini anlattı. Gonca Yılmaz, gelişim testlerinin altıncı aydan itibaren belirli aralıklarla uygulanması ve 0-6 yaş arasında en az 4 kez gelişim testlerinin uzman hekim tarafından yapılmasının önemini vurguladı.

3 YAŞINDAN İTİBAREN TANSİYON ÖLÇÜMÜ
Çocuklara 3 yaşından itibaren kan basıncı ölçümü, 6-12 ay arasında kansızlık taraması yapılması gerektiğini ifade eden Doç. Dr. Yılmaz, iki yaşından itibaren de hiperlipidemi (kanda yağların, kolesterol, trigliseridler ya da her ikisinin normalden daha yüksek düzeylerde olması) taraması ve üç yaşında diş hekimi tarafından kontrol edilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.



5,5 aylýk doðan bebek, yaþam savaþý veriyor

SİLİFKE - İsminin Fatmanur Serbest olduğunu söyleyen 5,5 aylık hamile kadın, aniden rahatsızlanarak Silifke ilçesindeki Devlet Hastanesine kaldırıldı. Doktorlar Serbest’e müdahale ederek, bebeği sezaryenle aldılar. Dünyaya gelen 600 gram ağırlığındaki bebek, kuvöze kondu. Serumla beslenen bebek, 11 gündür yaşam mücadelesi veriyor.Bu arada, doğumun ardından haber vermeden hastaneden ayrılan annenin bulunmaya çalışıldığı, soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.

Kuþ gribi virüsü, grip kadar bulaþýcý deðil

PARİS - Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Ram Sasisekhara başkanlığındaki bilim adamlarının yaptığı araştırma, hastalığın insandan insana bulaşmasının, virüsün vücudun bazı bölgelerine yerleşme, öksürük ve aksırıkla buradan başka insanlara bulaşma becerisine bağlı olduğunu ortaya koydu.Araştırmada, kanatlı hayvanları insandan daha kolay etkileyen H5 türü virüslerin koni şeklindeki “şeker zincirine” (glikanlar), insanlarda görülen H1 veya H3 grip virüslerininse burun ve boğazda bulunan şemsiye biçimindeki zincire yerleştiği belirtildi. İnsandaki konik glikanların alt solunum yollarında bulunması nedeniyle virüsün buraya kolay kolay giremediği ve başka insanlara çok kolay bulaşamadığı vurgulandı.

Sasisekhara, Nature Biotechnology dergisinde yayımlanan araştırmanın kuş gribi virüsünün gözlemlenmesi ve hem kuş gribi, hem de mevsimsel grip için tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine yardımcı olacağını söyledi.

İlk kez 2003 yılında Asya’da kanatlı hayvanlarda görülen kuş gribi nedeniyle dünya genelinde 216 kişi öldü.

Uzmanlar, virüsün değişime uğrayarak insandan insana geçmesinden ve büyük bir felakete yol açmasından endişe duyuyor.

UEFA, þiþmanlýða savaþ açtý

ANKARA - Avrupa Futbol Federasyonları Birliği’nin (UEFA) resmi internet sitesinden edinilen bilgiye göre, Avrupa futbolunun yönetim organı, futbol ve sosyal sorumluluk programı projeleri arasına kalp hastalıklarının korunması ve obeziteyle mücadeleyi de kattı.Ortaklık için Dünya Kalp Federasyonu’nu seçen UEFA, kampanya kapsamında toplumu sağlıklı ve aktif bir hayat tarzına özendirecek, obezite ile kalp ve damar hastalıklarıyla mücadele edecek. Her iki kuruluş özellikle çocukları, daha fazla fiziksel aktiviteye özendirecek.

Obezitenin Avrupa toplumunun sağlığı için her geçen gün tehdit haline geldiğini belirten UEFA yetkilileri, proje çerçevesinde UEFA ve Avrupa Komisyonu’nca hazırlanan ve her yaştan insanı spora yönlendiren, “Get Active (Hareket edin)” sloganlı bir tanıtım filmi hazırlandığını kaydettiler.

Dünya Kalp Federasyonu ile yapılan bu resmi anlaşmanın, 2003 yılından bu yana süre gelen ilişkiyi güçlendirdiği ifade edilen yayın organında, UEFA’nın Dünya Kalp Günü’nde kalp ve damar hastalıkları ve felce karşı küresel kampanyalara katkı sağladığı hatırlatıldı.

100 ülkede çeşitli etkinliklere sahne olan bu günde, UEFA’nın yıldız futbolcuları halkla buluşturma ve futbol müsabakaları gibi etkinliklerle Dünya Kalp Federasyonuna destek verdiği anımsatıldı.

Bir sivil toplum örgütü olan Dünya Kalp Federasyonu, İsviçre’nin Cenevre kentinde kuruldu. Kalp hastalıkları ile felcin önlenmesi ve kontrolü üzerine çalışmalar yapan örgüt, özellikle düşük ve orta gelirli ülkeler üzerinde çalışıyor.

‘Alzheimer’ý geciktirmek mümkün

MERSİN - İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Davranış Nörolojisi ve Hareket Bozuklukları Birimi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Haşmet Hanağası, kalp ve damar hastalıklarından korunabilmek için uygulanan bir çok yöntemin alzheimerin oluşumunu engellemeye olumlu katkı sağladığını söyledi.“Alzheimer bilgilendirme” toplantısına katılmak üzere geldiği Mersin’de konuşan Doç. Dr. Haşmet Hanağası, “halk arasında ‘bunama’ olarak bilinen ve özellikle 65 yaş üzerinde görülen alzheimer hastalığının, erken yaşlarda alınacak tedbirlerle frenlenmesinin ilerleyen yaştaki yaşam kalitesi açısından büyük önem taşıdığını belirtti.

65 yaşından sonra her bireyin risk altında olduğunu vurgulayan Hanağası, klinik olarak hastalığın, başta bellek olmak üzere tüm düşünce işlevlerini etkileyerek, hastaların geçen zaman içinde günlük yaşam aktivitelerinde giderek başkalarının yardımına bağımlı hale gelmesine neden olduğunu ifade etti.

Hanağası, “Alzheimer hastalarında depresyon, halüsinasyon, hezeyan, uykusuzluk gibi nöropsikiyatrik davranışsal semptomlar sıklıkla görülür” dedi.

Alzheimer tedavilerinin giderek geliştiğini, ancak tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmayan hastalıklar arasında yer aldığını bildiren Hanağası, “Hastalar, yeme içmeden giyinmeye, konuşmadan isteklerini belirtmeye kadar bir çok yaşamsal faaliyetlerinde gerileme yaşayabiliyor. Yani hastalığın seviyesine göre yaşam kaliteleri düşüyor” diye konuştu.

Hanağası, kalp ve damar hastalıklarından korunabilmek için yapılan bir çok yöntemin bu hastalığın ilerleme hızını yavaşlattığını ifade ederek, kolesterol ve tansiyon gibi hastalıkların yanı sıra sigara gibi bazı kötü alışkanlıkların da alzheimer hastalığını tetikleyen en önemli faktörler olduğunu vurguladı.

GECİKTİRMEK MÜMKÜN
Hanağası, alzheimerden kaçışın olmadığını ancak, yapılacak bazı uygulamalarla hastalığı geciktirmenin mümkün olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:
“Bu hastalık, özellikle beyin kabuğunda bilinmeyen bir nedenden dolayı anormal protein birikiminden kaynaklanıyor. Balık, meyve sebze ve zeytinyağlı yiyeceklerden oluşan ve Akdeniz diyeti olarak bilinen beslenme tarzı hastalığı geciktirirken, kızartma ağırlıklı yağlı yiyecekler ise bu hastalığa yakalanma oranını artırıyor. Bu nedenle beslenirken iki kere düşünmek gerekli” dedi.

“EMEKLİ OLUNCA KÖŞEYE ÇEKİLMEYİN”
Özelikle Türk halkında hakim olan “Emekli oldum. Bir köşeye çekileyim” görüşünün de alzheimeri tetiklediğini ifade eden Hanağası, zihnin sürekli olarak zinde tutulması gerektiğini söyledi.

Sürekli çalışma halindeki zihnin hastalığın ilerleme hızını azalttığına işaret eden Hanağası, “Bu nedenle herkesin emekli de olsa kendisine birer hobi edinmesini öneriyoruz. Hobinin yanı sıra sürekli olarak bulmaca çözmenin de alzheimer hastalığına karşı bir yöntem olduğu biliniyor.”

“Sinek larvalarý” ile yara tedavisi

İSTANBUL - İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı tarafından geliştirilen TÜBİTAK destekli uygulama için Proje sorumlusu Yrd. Doç. Dr. Erdal Polat, “hiçbir şeyden sonuç almamış hastalara uyguluyoruz ve yöntemin herhangi bir yan etkisi yok” diye konuştu.Polat, proje fikrinin, Prof. Dr. Kosta Mumcuoğlu tarafından 2004 yılında Cumhuriyet Üniversitesi ve İsrail’deki Hubrew Üniversitesinde tıptaki önemli böceklerle ilgili verdiği seminere katılması, bu tedavi sistemi hakkında bilgi edinmesiyle ortaya çıktığını söyledi.

TÜRKİYE’DE İLK
Polat, yöntemin, “Türkiye’de ilk olma özelliği taşıdığını” dile getirerek, tedavinin daha çok, yarası olan diyabetik hastalarda uygulandığını, aynı zamanda hiçbir antibiyotiğe cevap vermeyen yaralarda da kullanılabildiğini bildirdi. Kronik yaraların tedavisinde genellikle ıslak pansuman ve plastik cerrahların uyguladıkları tedavi yöntemlerinin kullanıldığını anlatan Polat, bu yöntemlerden genellikle kesin sonuç alınamadığını savundu.

Erdal Polat, hastalar arasında 5 yıldır yara tedavisi gören, ancak yaraları iyileşmeyen hastalar bulunduğunu ifade ederek, “Hiçbir şeyden sonuç almamış hastalar, bize müracaat ediyor en son aşamada. Ya ayağı kesilecek, ya yaralı olan kısım alınacak. Bunu yapmadan önce deneyebileceğimiz bir tedavi yöntemi bu” dedi.

SAĞLIKLI DOKUYA ZARAR VERİLMİYOR
Tedavi yönteminin en önemli özelliğini “uygulama süresinin kısa olması” şeklinde açıklayan Yrd. Doç. Dr. Erdal Polat, bir hastada en fazla 2 veya 3 kez larvaları kullandıkları söyledi. Polat, ölü dokunun cerrahi müdahale ile çıkarılması durumunda alttaki sağlıklı dokuya zarar verme riskinin bulunduğunu ifade ederek, larva ile tedavi yönteminde böyle bir şeyin söz konusu olmadığını, larvanın, tamamıyla yara üzerindeki ölü dokuyu temizlediğini ve bundan sonra da yaranın hızlı bir şekilde iyileştiğini anlattı.

TEDAVİ KISA SÜRÜYOR, MASRAF AZ OLUYOR
Polat, larvaları yara üzerine 24 saat süreyle uyguladıklarını, ölü dokunun tamamıyla temizlenmemesi durumunda aynı işlemi tekrarladıklarını kaydetti. Erdal Polat, plastik cerrahların larva işlemi gören yarayı daha kolay temizleyebildiğini de dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tedavinin en önemli noktası, hastanın burada yatma sorunu yok, hemşire hizmeti yok. Tedavi süresi kısa ve hemen hemen masrafı yok denecek kadar az. Diğer bir özelliği, doğal bir tedavi yöntemidir. Uygulanan kişi üzerinde herhangi bir yan etkisi yok. Oysa en iyi antibiyotiğin bile insanlar üzerinde yan etkisi var.” Tedavinin tek dezavantajının “bazı insanlarda ağrı oluşturması” olduğunu anlatan Polat, bu tip vakalarda hasta ağrıyı hissedene kadar larvaları yara üzerine 2-2,5 saat süreyle 3 seans uygulayarak sonuç aldıklarını söyledi.

LARVALAR İSRAİL’DEN
“Yeşil et sineği larvalarını” 2007 yılının Şubat ayında İsrail’den getirdiklerini ifade eden Polat, ilk etapta yetişkin sineklerden aldıkları yumurtaları steril ettikten sonra 30 derecelik üretim dolaplarına kaldırdıklarını söyledi. Polat, 14-15 saat içerisinde yumurtalardan larvaların çıktığını belirterek, bunlar arasından steril olanları yaralara uyguladıklarını dile getirdi. 18-19 değişik tipte enzim salgılayan larvaların ölü dokuyu eriterek çıkardığını kaydeden Polat, sürekli hareket halinde oldukları için de yaranın daha hızlı canlanmasını sağladıklarını bildirdi.

AMERİKA’DA TEKRAR GÜNDEMDE
Polat, yöntemi dünyada 5-6 ülkenin uygulandığını belirterek, tedaviyi kullanmaya başlayan ilk ülkelerden birinin İsrail olduğunu söyledi. ABD’de ise tedavinin 1930’lu yıllarda ortaya çıktığını ve 1940 yılına kadar uygulandığını anlatan Polat, antibiyotiklerin kullanımdaki kolaylığı nedeniyle larva tedavisinin uygulama oranının azaldığını, ancak yöntemden tamamıyla vazgeçilmediğini bildirdi. Polat, yöntemin 1995 yılından sonra ABD’de tekrar önem kazandığını sözlerine ekledi.

Þok diyetler verem ediyor

İSTANBUL - Diyetlerinde sebze, meyve ve etten yoksun bir beslenme programı uygulayanlar için verem büyük bir tehlike oluşturuyor. Tüberkülozun en çok şoförleri, üniversite öğrencilerini ve ev hanımlarını vurduğunu söyleyen Memorial Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Füsun Soysal, hastalığın nedenleri ve korunma yöntemleri ile ilgili merak edilen noktalara açıklık getiriyor.
ÖNEMLİ NEDENLERDEN BİRİ STRES
Stres, uykusuzluk ve beslenme eksikliği verem hastalığının en önemli nedenlerindendir. Çünkü bu nedenlerle vücut direnci düşer. Verem önceden; içki ve sigara kullanan, iyi beslenmeyen insanların hastalığı olarak bilinirdi. Ancak son zamanlarda, zayıflama uğruna özellikle şok ve uzun süreli diyetler yapan bayanlarda, otobüs, minibüs gibi toplu taşıma araçları ile taksi şoförlerinde, ev hanımlarında, üniversite öğrencilerinde çok fazla görülmeye başlandı.

ŞOK DİYETLER VÜCUT DİRENCİNİ DÜŞÜRÜR
Uzun süreli ve bilinçsiz olarak yapılan diyetler, yıpratıcıdır ve vücut direncini düşürür. Çünkü beslenme yetersizlikleri ortaya çıkar. Diyetlerinde sebze, meyve ve etten yoksun bir beslenme programı uygulayanlar için verem büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Vücut direncinin düştüğü bu dönemlerde vücuda alınacak bir verem mikrobu, hastalığı tetiklemektedir. Diyette yalnızca vücut direnci düşmemekte, yaşanan zayıflama stresi de vücudu yıpratmaktadır.

ŞOFÖRLER DE TEHLİKEDE!
Toplu taşıma araçları, otobüs ve minibüs şoförleri ile taksi şoförleri verem tehdidi altındadır. Çünkü özellikle kış aylarında camların kapalı olduğu havasız ve kalabalık bir ortamda, öksürük ve aksırık ile verem mikrobu saçan hastalar nedeniyle, bu mikrobu vücuduna rahatlıkla alabilir. Vücut direnci düştüğü anda da hastalık ortaya çıkmaktadır.

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ BİRBİRLERİNE BULAŞTIRIYOR
Üniversite öğrencileri arasında da verem çok fazla görülmektedir. Üniversite yurtlarında kalan ve toplu yaşamın getirdiği sağlıksız koşullardan etkilenen öğrenciler, bu mikrobu birbirlerine rahatlıkla bulaştırabilmektedir. Özellikle sınav döneminde çok fazla uykusuz kalmaları, kötü ve sağlıksız beslenmeleri vücut dirençlerini düşürmektedir. Bu durum da vücuda herhangi bir sebeple alınan verem mikrobunun hastalığa dönüşmesinde etkili olmaktadır. Çünkü verem mikrobunu vücuduna alan herkeste bu hastalık ortaya çıkmamaktadır. Mikrop vücuttayken, direnç düştüğü anda hastalık; akciğer, dalak, göz, beyin zarına yerleşebilmektedir.

EV KADINLARI DA RİSK GRUBUNDA
Ev kadınlarının da bu hastalıktan etkilenmelerinin en önemli nedeni, zorlaşan yaşam koşullarının beraberinde getirdiği stres ve kötü beslenme. Vücudun direncini artıran tüm besinlerden dengeli bir biçimde alamamak, verem tehlikesini artırmaktadır.

TEDAVİ YARIM BIRAKILIYOR, HASTALIK TEKRARLIYOR
Tüberküloz hastaları düzenli tedavi görmüyorlar. İki ay ilaçlarını alıp kendilerini iyi hissettiklerinde tedaviyi bırakıyorlar. Tüberküloz, bir yıl düzenli ilaç tedavisi gerektiren bir hastalıktır. Eğer bir sene boyunca düzenli tedavi yapılmazsa, nüksedebilir. Tüberküloz mikrobu, kullanılan ilaçlara karşı direnç kazanır. Türkiye’de, dirençlenen mikroplarla yeniden başlayan tüberkülozların da sayıları artmaya başlamıştır. Böylelikle tüberküloz hastalığının tedavisi daha da zor hale gelmiştir. Yurt dışında ise vaka sayısı bizden çok daha az olduğu için tedavi için 6 aylık süre yeterli olabilmektedir.

VÜCUT DİRENCİNİ DÜŞÜRMEYİN VEREMDEN KORUNUN
Tüberküloz aşısının 8 ila 10 yıl koruma kapasitesi vardır. Ancak bu yüzde yüz değil. Tüberküloz mikrobu çok küçük olduğu için bu mikrobu taşıyan kişilerle birlikteyken çok kalın maske kullanılmalıdır. Korunmanın en iyi yolu, vücut direncini düşürmemektir. Uykuya dikkat etmek, dengeli ve iyi beslenmek, olabildiğince stresten uzak durmak gereklidir. Balgam, iştahsızlık, halsizlik, özellikle gece terlemesi ve kilo kaybı olan kişiler mutlaka bir akciğer grafisi çektirmelidir.


Anne sütü, bebekte alerji riskini azaltýyor

İSTANBUL - Anadolu Sağlık Merkezi’nden Çocuk Hastalıkları Uzmanı Özlem Ketenci Altıkardeşler, alerjinin önüne geçilemeyeceğine ancak bazı küçük önlemlerle riskin azaltılabileceğine dikkat çekiyor.Dr. Altıkardeşler alerjiler ve korunma yöntemleri ile ilgili merak edilen sorulara cevap verdi:

ALERJİ NEDİR?
Alerjik hastalıklar toplumun yüzde 20’sinde görülen önemli bir sağlık problemi olup, geçtiğimiz 20 yıl içerisinde artış göstermiştir. Alerjik hastalıklar bebeklerde ve küçük yaş gruplarında daha çok gıda alerjisi ve ciltte bölgesel olarak kızarıklık, kaşıntı, kabuklanma, pullanma ile karakterize bir cilt hastalığı olan atopik dermatit (ekzema) ile karşımıza çıkarken, daha büyük çocuklarda ağırlıklı olarak astım ve alerjik rinit (saman nezlesi) tablosu ile belirmektedir.

Besin alerjilerinde belirtilerin en yaygın olarak görüldüğü bölge deridir ve cilt döküntüleri şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Çocukluk döneminde besin alerjilerinden en çok sorumlu olan gıdalar inek sütü, yumurta, yer fıstığı, soya, buğday, balık ve fındıktır. Ancak inek sütü ve yumurtaya karşı olan alerji hayatın ilk 3-5 yılından sonra genellikle kaybolmaktadır. Alerjik astım ve alerjik rinit tanılı hastalarda ise sıklıkla ev tozu akarları, polenler, küf mantarları, kedi-köpek tüyleri ve hamam böceğine karşı alerji görülmektedir.

NEDEN OLUŞUR?
Alerjik hastalıkların gelişiminde belirli risk faktörleri mevcuttur. Anne ve babada alerji öyküsünün olması, alerjenik yiyeceklere ve ev tozu akarı, polen, hayvan epitel ve tüyleri gibi alerjenlere hayatın erken döneminde maruz kalmak, özellikle alerjik astım açısından hava kirliliği ve sigara dumanına maruziyet başlıca risk faktörleridir. Alerjik rinit ve alerjik astıma erkek çocuklarda daha sık rastlandığı, düşük doğum ağırlıklı ve prematüre bebeklerde astımın daha fazla ortaya çıktığı yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Anne sütü ile beslenme alerjik hastalıkların gelişme riskini önlemekte etkili olabilmektedir. Özellikle erken dönemde besin alerjisi ve atopik dermatit saptanan çocuklarda ilerki dönemlerde alerjik astım ve alerjik rinit gelişebileceği unutulmamalıdır.

ANNE-BABADA OLMASI NE KADAR ETKİLİDİR?
Anne ve babada alerji olması bebeklerde alerji gelişme riskini arttıran bir risk faktörüdür. Ancak bu durum bebeklik döneminde kendini gösterebileceği gibi daha geç çocukluk döneminde de ortaya çıkabilmektedir.

ANNE SÜTÜ ALERJİYİ ENGELLER Mİ
Anne sütü alan bebeklerde de alerji ortaya çıkabilir, ancak yapılan çalışmalarda özellikle yüksek riskli çocuklarda anne sütü ile beslenmenin alerjik hastalık oluşma sıklığını azalttığı, en azından alerjik hastalıkların ortaya çıkışını geciktirdiği gösterilmiştir.

NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Alerjiden şüphe edildiğinde kanda eozinofil düzeyi ve total Ig E bakılması yapılabilecek en basit tetkiklerdir, ancak daha kesin ve güvenilir tanı amacı ile alerji testlerinden faydalanılır. Alerji testleri her yaşta yapılabilir, ancak yaş grubuna göre farklı metodlar uygulanır. Kanda alerjene karşı spesifik Ig E bakılması ve deri testlerinden prick test en çok kullanılan alerji testleridir. Ancak prick test spesifik Ig E ile karşılaştırıldığında duyarlılığı daha yüksektir ve daha fazla sayıda alerjene karşı alerji olup olmadığı değerlendirilebilmektedir. Bununla beraber prick test uygulanırken alerjik reaksiyon gelişme ihtimali mevcuttur.

Deri testine yanıt yaşla birlikte kazanılmaktadır, daha erken dönemlerde de uygulanabilmekle beraber teste yanıt 4 yaş üstü çocuklarda belirgin pozitiftir. Bu nedenle yanlış negatiflik gösteren bir sonuca varmamak adına ve testin yapılma tekniği ile de ilgili olarak , 4 yaş üstünde prick test uygulanması daha uygun olurken, daha küçük çocuklarda kanda spesifik Ig E bakılması tercih edilen bir yöntemdir.

ÖNÜNE GEÇMEK MÜMKÜN MÜDÜR?
Doğacak bebekte kesin olarak alerji gelişiminin önüne geçebilmek mümkün değildir, ancak bazı risk faktörleri ortadan kaldırılabilirse alerji gelişme ihtimali azaltılabilir. Özellikle alerjik astımda hayatın erken döneminde alerjene maruz kalmak (ev tozu akarı, polen, hayvan epitel ve döküntüleri vs.) hastalık gelişimi için kolaylaştırıcı rol oynamaktadır.

Annenin sigara içmesi astım riskini arttırmakta, sigara dumanına pasif olarak maruz kalmak ve hava kirliliği astım ciddiyetini arttırmaktadır. İlk 4-6 ay sadece anne sütü ile beslenmek, anne sütü ile beslenmenin 1 yıl sürdürülmesi, katı besinlere 6.ayda alerjenik özelliği düşük olanlar ile başlanması ve alerjen olma ihtimali yüksek olan besinlerle (inek sütü, yumurtanın özellikle beyazı, balık, soya, yer fıstığı, buğday, mısır vs.) geç tanışma besin alerjilerinin önüne geçmekte faydalı olabilmektedir.

HANGİ BELİRTİLERLE KENDİNİ GÖSTERİR?
Bebeklerde alerji daha çok atopik dermatit veya besin alerjisi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Besin alerjisi ise en sık deri döküntüleri şeklinde belirmektedir. Bebekte besin alerjisi geliştiğinde sorumlu olabileceği düşünülen besin diyetten çıkarılır ve gelişen klinik tablonun iyileşmesini kolaylaştırmak amacıyla doktor önerisiyle antihistaminikler kulanılır. Atopik dermatit vakalarında ise deterjan, sabun ve kimyasal maddelerle temas kesilmeli, uygunsuz ısı ve neme karşı dikkatli olunmalı, bebeğin terlemesine müsaade edilmemeli, bebeği sıkmayan pamuklu elbiseler giydirilmelidir.

Banyo yaptırılması mevcut şikayetleri arttırabileceğinden çok sık banyo yaptırmaktan kaçınılmalı, banyo sonrası cilt nazik bir şekilde kurulanmalı ve sonrasında mutlaka nemlendirici krem ve losyonlar kullanılmalıdır. Antihistaminikler, kortizon veya farklı etken madde içeren merhemler doktor gözetiminde kullanılır. Alerjik hastalıkların hangisi olursa olsun tedavide en önemli nokta klinik tabloya neden olan veya ağırlaştıran alerjenlerin tespit edilmesi ve bu alerjenlerle temastan kaçınılmasıdır.



Çocuklara 5’li aþý uygulamasý baþladý

ANKARA - Sağlık Bakanı Recep Akdağ, difteri, boğmaca, tetanoz, inaktif çocuk felci ve Hemofilüs İnfluenza tib b (Hib) (menenjit) aşılarının yer aldığı 5’li aşının uygulamaya konulması nedeniyle Kaletepe Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması (AÇSAP) Merkezi’nde düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada, aşılamanın önemini vurguladı.Çocukların hastalıklardan aşılarla korunabileceğini ifade eden Akdağ, insana kıymet veren toplumların aşıya da önem vermesi gerektiğini söyledi.

Aşılama konusunda politik kararlılık, işini iyi bilen bir ekip ve doğru hedefler gerektiğini kaydeden Akdağ, kendilerinin de aşılamaya büyük önem verdiklerini, 2002’de 12 trilyon lira olan aşıya ayrılan kaynağı 156 milyon YTL’ye çıkardıklarını belirtti.

Aşılama oranlarında da büyük bir artış olduğuna dikkati çeken Akdağ, bu oranı gelecek yıl yüzde 95’e çıkarmayı, sonraki yıllarda da aşılanmamış çocuk bırakmamayı hedeflediklerini söyledi.

Kendilerinden önceki dönemde özellikle bazı illerde çok düşük aşılama oranları görüldüğünü kaydeden Akdağ, yaptıkları çalışmalar sayesinde geçen yıl Türkiye’de sadece 3 kızamık vakası görüldüğünü, bu hastalığın artık “elimine edilmek üzere” olduğunu bildirdi.

2005’de 3’lü olarak kızamık, kızamıkçık ve kabakulak aşılarının yanı sıra, Hib aşısının da uygulanmaya başlandığını anlatan Akdağ, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Artık çocuklarımıza yaptığımız aşıların çok daha modern biçimi, difteri, boğmaca, tetanoz, çocuk felci ve hib aşılarının hepsi 5’li olarak tek bir enjeksiyonda yapılacak. Böylece çocuklarımızın aşı sayısının yanında yan etkilerini de azaltmış olacağız. Aşının yapıldığı yerde şişme olabiliyordu ya da yüksek ateş, nadiren de olsa havale görülebiliyordu. 5’li aşıyla artık yan etkiler çok azaltılmış olacak. Bu aşıyla çağdaş dünyanın çocuklarına yaptığı aşıları yapar hale geldik.”

Piyasada 5’li aşının 46 YTL, 3’lü aşının ise 33 YTL olduğunu, geçmişte 5’li aşıyı uygulatmak isteyen ailelerin bunu ceplerinden ödemek durumunda kaldığını ifade eden Akdağ, “Benim 6 çocuğum var. Çocuklarımın hepsine bu aşıyı para ödeyip yaptırdım. Artık Türkiye’nin neresinde olursa olsun bütün vatandaşlarımız bu aşıdan ücretsiz yararlanacaklar. Sosyal devlet olmanın gereğini yerine getiriyoruz” diye konuştu.

Bir 5’li aşının kendilerine maliyetinin 10 YTL olduğunu kaydeden Akdağ, hiç bir Avrupa ülkesinin söz konusu aşıyı bu fiyata mal edemediğini söyledi.

Basın mensuplarından aşıyla ilgili haberler konusunda daha dikkatli olmalarını isteyen Akdağ, bu tür haberler üzerine yaptıkları incelemelerden sonra sorunun aşıdan kaynaklanmadığını tespit etmelerine rağmen oluşan yanlış kanıyı düzeltmede zorluk çektiklerini vurguladı.

Akdağ, Türkiye’deki aşıların çağdaş tekniklerle hazırlandığını ve soğuk zincire dikkat edildiğini, ayrıca bunların uluslararası kuruluşlardan da onaylı olduğunu söyledi.

Ailelere de seslenen Akdağ, “Artık aşıyla ilgili hiç bir mazeret kalmadı. Anne-babalar hassas olup çocuklarını aşılatmalıdır. Kim çocuğunu aşılatmamışsa büyük vebal altındadır. Lütfen bize hedeflediğimiz noktaya ulaşmak için yardımcı olun” çağrısını dile getirdi.

Akdağ, konuşmasının ardından 2.5 aylık Şevval Öztürk isimli bebeğe 5’li aşı uygulaması yapılırken izledi.

Çocuklara ilik naklinde baþarý

ANTALYA - AÜ Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Akif Yeşilipek, Türkiye’de, aile dışından nakil yapılan tek merkez olarak hizmet verdiklerini bildirdi. Aile dışı nakillere başlanan 2005 yılından itibaren bekleme listesinin neredeyse ikiye katlandığını; bunun da yer sorununu gündeme getirdiğini ifade eden Yeşilipek, yapılan tadilatla yatak sayısını 9’a çıkardıklarını belirtti.Oda sayısını artırdıktan sonra oldukça rahatladıklarını söyleyen Yeşilipek, “Şu anda vericisi olup da bekleyen acil hastamız yok. Taraması devam eden, vericisi olmayan hastaları buna dahil etmiyorum. Bekleyenlerin büyük kısmı talasemi gibi, aciliyeti olmayan hastalar” dedi.

Prof. Dr. Akif Yeşilipek, bu yıl 18’i yurt dışından olmak üzere toplam 46 nakil yaptıklarını belirterek, önceki yıl rakamlarının 39 olduğunu, bu yıl ise 60 civarında hastaya nakil yapmayı hedeflediklerini kaydetti.

“Nakilde 46 sayısı, Türkiye’deki çocuk merkezleri içindeki en yüksek rakam. Diğer merkezlerin sayısı 15-20 arasında değişiyor. Avrupa’da da bu kadar çok nakil yapan çocuk merkezi sayısı azdır. Ancak bizim hedefimiz sadece sayıyı artırmak değil, aynı zamanda kaliteyi de korumak. Bu yüzden öncelikle hemşire sayısının artırılması gerekiyor. Şu anda 8 hemşiremiz var, bu sayının en az 13 olması lazım.”

Hemşire sıkıntısı yüzünden var olan 9 yatağın tamamını kullanamadıklarına işaret eden Akif Yeşilipek, “Sadece 5 hemşire kadrosu daha verilmesiyle, yılda ortalama 10-15 hasta çocuğa daha nakil yapma şansı doğar. Odaların tamamını kullanırsak, nakil sayımızı da 65-70’e çıkarabiliriz” diye konuştu.

Norovirüs, Ýngiltere’de hastane kapattýrýyor

LONDRA - Uzmanların haftada 100 bin kişinin kaptığını tahmin ettiği norovirüs yüzünden bir hastanenin ameliyathanelerinin kapatıldığı, sadece acil ameliyatların yapıldığı, ülkede birçok hastanenin de mecbur kalmadıkça hasta kabul etmediği bildirildi.Manchester hastanesinin 15, Royal Oldham hastanesinin 11 bölümünün kapatıldığı, Worcestershire hastanesinin 9 Ocağa kadar acil ameliyatlar dışında ameliyat yapılmayacağını ilan ettiği, Bristol ve Bedford hastanelerinin ise vatandaşlara mecbur kalmadıkça hastaneye gelmemelerini tavsiye ettiği belirtildi.

Hastalık belirtilerinin tamamen kaybolmaması halinde hastaların evden çıkmamaları yolundaki tavsiyelerini yineleyen Sağlık Bakanlığı yetkilileri ise aksi takdirde virüsün yayılmasının önlenemeyeceğini vurguladı.

Son beş yıldır İngiltere’de zaman zaman etkili olan norovirüsün ilk kez bu kadar çok kişiyi etkilediğine dikkati çeken uzmanlar, etkilenen insan sayısının göründüğünden yüksek olduğunu, pek çok kişinin hastanelere başvurmadığı için kayıtlara girmediğini bildirdi.

Norovirüs, hastalarda aniden başlayan kusma ve ishalle kendini gösteriyor. Bazı hastalarda yüksek ateş ile eklem ve baş ağrıları da görülüyor. Uzmanlar, hastalık boyunca bol sıvı tüketilmesi, parasetamol kullanılması ve 48 saat yatak istirahati tavsiyelerinde bulunuyor.

Sigara Azrail’in ta kendisi

GAZİANTEP - Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Elif Dağlı, Türkiye’nin 1986 yılında, pazarını çok uluslu sigara firmalarına açarak büyük bir hata yaptığını savundu.Türkiye’nin 1996 yılına kadar sigara kullanımının ve satışının denetimine ilişkin bir yasaya sahip olmadığını kaydeden Dağlı, “Çok uluslu sigara firmaları Türkiye’de cirit attı. Bu 10 yılda sigara tüketimi yüzde 50 arttı. Böyle bir artış başka bir ülkede yaşanmadı” diye konuştu.

Prof. Dr. Elif Dağlı, sigara tüketimindeki artışın “daha çok hastalık” ve “daha çok ölüm” demek olduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sokakta gezenler, çalışanlar bunu görmüyor, ama hastanelerde çalışan biz hekimlerin gördüğü inanılmaz sayıda kanser vakası var. Sigaradan ülkemizde yılda 50 bin kişi kansere yakalanıyor, 100 bin kişi ölüyor. Terörden 30 yılda 30 bin insan kaybettik, sigaradan yılda 100 bin insan kaybediyoruz. Teröre 30 yılda verdiğimiz kurbanın 3 katını sigaraya bir yılda veriyoruz.”

Sigara içen her iki kişiden biri sigara nedeniyle ölüyor. Öldüklerinde de hayatlarından ortalama 22 yıl kaybetmiş oluyorlar. 22 yaş erken ölmek demek insanın en olgun ve aktif olduğu bir dönemde hayatını kaybetmesi demek. İnsanlarımız en üretken oldukları bir yaşta, ülkesi ve milletine borcunu ödemeden, kendisine yapılan yatırımın karşılığını veremeden bu dünyadan göçüp gidiyor.”

“EKONOMİK SİLAH”
Prof. Dr. Dağlı, sigaranın ülkelerin kalkınmışlığına ciddi etkide bulunan önemli bir silaha dönüştüğünü kaydetti.

“Sigara kullanan bir kişinin her bakımdan en verimli olduğu bir yaşta hayatını kaybetmesi acı bir olay olma yanında elbette çok önemli bir iş gücü kaybıdır” diyen Dağlı, çok uluslu firmaların sigara ticaretinden “korkunç” denebilecek ticari kazançlar elde ettiklerini vurguladı.

Prof. Dr. Dağlı, Türkiye’de kapalı alanlarda sigara içilmesini yasaklama girişimlerine en fazla karşı çıkan çok uluslu sigara firmalarının, bu yasakların kendi ülkelerinde de uygulandığını hatırlamak istemediklerini ifade ederek, şunları anlattı:
“Hatırlamak istemiyorlar, çünkü çok önemli olan bu silahı ellerinden kaybetmek istemiyorlar. Onlar satıyorlar, siz rızanızla alıyorsunuz ve bağımlı oluyorsunuz, kansere yakalanıyorsunuz. Bu kez hastalığınızın tedavisi için o firmaların ülkelerinden ilaç satın alıyorsunuz. Erken ölüyorsunuz ülkeniz iş gücü kaybına uğruyor. Dolayısıyla çok uluslu firmalar hep ‘kazan kazan’ biz ise hep ‘kaybet kaybet’ konumunda oluyoruz.”

BARLARDA SİGARA YASAĞI
Türkiye’de sigara içme yasağının kapsamını genişleten kanun teklifine ilişkin tartışmaların sürdüğünü işaret eden Prof. Dr. Dağlı, “Sigara yasağının barlarda uygulanamayacağı iddiasını da ben inandırıcı bulmuyorum” dedi.

Prof. Dr. Dağlı, bir zamanlar şehirler arasında yolcu taşıyan otobüslerde sigara içilmesinin yasaklanmasının da çok yadırgandığını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İrlanda barlarıyla ünlü. İrlandalılar çok içki içmekle tanınır ve içkiyi yalnızca barlarda içerler. Bizim kahvehane kültürümüzün benzeri bir bar kültürü var orada. Kapalı mekanlarda sigara içilmesini yasaklayan ilk ülkelerden biri İrlanda. İrlanda sağlık bakanı bu nedenle Dünya Sağlık Örgütünden ödül almıştır. Bu ülkede kanunun yürürlüğe girmesinden hemen sonra barlarda sigara kullanımı birden bire kesildi. Hala İrlandalılar barlara gidip içkisini içiyor, sigarasını içmek için barın dışına çıkıyor. Yani yasağın uygulanmasında hiçbir sıkıntı yaşanmadı. Yasak uygulaması barların müşterileri ya da içki satışını azaltmadı. Hırçın, kavgacı İrlandalılar uygulamanın karşısında olmadı. Siz yasağı getirin, oluyor.”

Türkiye, tüp bebek cenneti

ADANA - Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Turan Çetin, “Dünyanın birçok ülkesinde 9-10 bin dolar arasında değişen tüp bebek uygulamasının Türkiye’de 3 bin YTL olduğunu, başarı şansının da her gecen yıl arttığını” söyledi.Prof. Dr. Turan Çetin, “erkekten sperm, kadından da yumurta alınıp, bu iki hücrenin dış ortamda bir tüp içinde döllendikten sonra yeniden rahim içine yerleştirilmesi işlemi” olan tüp bebek uygulamasında Türkiye’nin birçok Avrupa ülkesini geride bıraktığını belirtti.

Dünyanın birçok ülkesinde 9-10 bin dolar arasında olan tüp bebek uygulamasının Türkiye’de 3 bin YTL olduğunu, bu bedelin 1200 YTL’sinin sosyal güvenlik kuruluşlarınca karşılandığını ifade eden Çetin, ancak sosyal güvenlik kuruşlarının 40 yaş üstündeki anne adayları için bu katkıyı yapmadığını söyledi.

Çetin, “Tüp bebekteki başarı şansımız yüzde 50-60, mikroenjeksiyonda (Bir adet sperm alınarak, yumurtanın içine bırakılması işlemi) başarı şansı ise yüzde 98” dedi.

Geçmişte tüp bebekle ilgili kaygıların din adamlarının vaazları sayesinde aşılması ve tabuların yıkılmasının çocuk özlemi çeken,ancak tedaviden çekinen birçok aileye ışık tuttuğunu belirten Çetin, bu durumun başarıyı da olumlu etkileyen faktörler arasında yer aldığını ifade etti.

Tüp bebekte başarı şansını etkileyen bir başka faktörün ise kadının yaşı kadar yumurtalık yaşı ve yumurta kalitesi olduğuna işaret eden Çetin, “40 yaşındaki bir kadın, 30 yaşındaki bir kadından daha sağlıklı yumurtalık ve daha kaliteli yumurtaya sahip olabiliyor” dedi.

Kaliteli yumurtada, genetik faktörlerin yanı sıra çevre kirliliği, sigara ve alkol kullanımı, obezite, kimyasal maddeler soluma, gıda ürünlerindeki katkı maddeleri ile sıcak iklim gibi faktörlerin önemli etken olduğuna dikkati çeken Çetin, tüp bebek uygulamak isteyen anne adaylarına bunlardan uzak durmalarını önerdiklerini bildirdi.

EMBRİYO DONDURMA
Katolik inancının, embriyo dondurma işlemini yasaklamasının Türkiye’nin Avrupa ülkeleri arasında tüp bebekteki başarı şansının artmasında önemli bir etken olduğunu belirten Çetin, şöyle devam etti:
“Dişi yumurtasının, erkek spermiyle döllenmesiyle oluşan yedi günlük canlıya ‘embriyo’ denir. Embriyoların dondurulması tüp bebek uygulamalarında büyük önem taşır. Çünkü, tüp bebek uygulamalarında çoğul gebelik riskini en aza indirmek için genelde 3 embriyo transfer edilir. Diğer embriyolar da uygun ortamda dondurularak, uygulamanın başarısız olması halinde kullanılmak üzere saklanır. Aksi takdirde, erkekten sperm alma işlemi kolay olsa da kadından yumurta alma işlemi, ancak cerrahi operasyonla gerçekleştiğinden oldukça zor olur.”

Türkiye’de kadının iş yaşamına katılımı ve kariyer beklentilerinin evlenme yaşını 35-40’a kadar yükselttiğine dikkati çeken Çetin, “Türkiye’de her 100 çiftten 15’inin yaşadığı üreme sorunlarıyla karşılaşmamaları için çocuk sahibi olmayı 35 yaş sonrasına bırakmamalarını öneriyoruz. Çünkü, 40 yaş üzerindeki kadınlarda tüp bebekle hamile kalma olasılığı yüzde 7’ye kadar düşüyor” dedi.

Bangladeþ ve Çin’de kuþ gribi vakalarý

DAKKA/PEKİN - Hükümet yetkilisi Salehuddin Han, öldürücü kuş gribi virüsü H5N1’in son görüldüğü bölgenin başkent Dakka’nın 380 kilometre kuzeyindeki Kurigram bölgesi olduğunu, bölgedeki 1500 kanatlının itlaf edildiğini söyledi.Bangladeş’de ilk olarak geçen yılın mart ayında Dakka yakınlarında görülen kuş gribi vakaları çoğunluğu kuzeyde olmak üzere ülkenin çeşitli bölgelerine sıçramıştı. Vakaların ortaya çıkmasından sonra Bangladeş’te 300 binden fazla kanatlı itlaf edilmişti. Bangladeş’teki 64 bölgeden 21’inde kuş gribi görüldüğü belirtiliyor.

Yaklaşık 150 bin kümes hayvanı çiftliğinin bulunduğu Bangladeş’te 4 milyon kadar insan bu işten ekmek yiyor.

Bu arada Çin’in batısındaki Sincan bölgesinde de kanatlılarda H5N1 vakaları görüldüğü belirtildi.

Resmi haber ajansı Şinhua, Sincan Uygur Özerk Bölgesinin Turpan kentinde
29 aralıktan beri 4850 kümes hayvanının öldüğünü, yetkililerin de
bölgede yaklaşık 30 bin hayvanı itlaf ettiğini duyurdu.

Kamboçya’da dang hummasý: 407 kiþi öldü

PHNOM PENH - Sağlık Bakanlığı dang humması hastalığı programı yöneticisi Ngan Chanta, mayıs sonunda ilk kez patlak veren hastalığın o zamandan bu yana 40 bin kişiye bulaştığını söyledi.Chanta, 1998 yılındaki salgında 424 kişinin öldüğünü ve hastalığın 16 bin kişiye bulaştığını hatırlatarak, dolayısıyla bu salgında enfeksiyonun bulaştığı kişi sayısının şimdiye kadarki en yüksek rakam olduğunu kaydetti.

Geçen yıl dang humması nedeniyle binlerce çocuğun İsviçre’nin desteğiyle kurulan 4 hastanede bedava tedavi gördüğü, ancak bunun yeterli olmadığı belirtiliyor.

Kamboçya’nın dang hummasıyla mücadelesi için geçen yıl Dünya Bankası ve Kızılhaç böcek ilacı sağlamış, Asya Kalkınma Bankası ise 300 bin dolarlık yardımda bulunmuştu.

Hipertansiyonlu sayýsý 20 milyona ulaþtý

ADANA - Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Nefroloji ve Hipertansiyon Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Ulusal Hipertansiyon Derneği Başkanı Prof. Dr. Yahya Sağlıker, Türkiye’deki hipertansiyonlu sayısının 20 milyona ulaştığını söyledi.Sağlıker, hipertansiyonun bir kaç yıl öncesine kadar yüzde 23 civarında olan görülme sıklığının, yüzde 30’lara ulaştığını ifade etti.

Hastalığın artmasındaki nedenlerin başında stresin geldiğini belirten Sağlıker, “Her yaşta görülebilen hipertansiyon, çağın en önemli hastalıkları arasında yer alıyor. Stres, hayat pahalılığı ve düzensiz beslenmenin tetiklediği hipertansiyonlu sayısı ise her geçen gün artıyor. Son araştırmalarımıza göre, Türkiye’deki hipertansiyonlu sayısı 20 milyona ulaştı” dedi.

Tansiyonun ciddi ve kontrol altında tutulması gereken bir hastalık olduğunu belirten Sağlıker, yüksek tansiyonun ise körlük, beyin kanaması, felç, damar tıkanıklığı gibi sonuçlar doğurabileceğini söyledi.

Normal tansiyon değerlerinin 120’ye 80 milimetre civa basıncı olduğunu anımsatan Sağlıker, “Halk deyimi ile 12’ye 8 olan değer, 14’e 9’u bulur ve geçerse tehlikeli boyuttadır. 16’ya 10’u bulursa daha ciddi boyuttadır, 18’e 11 ise korkunçtur” dedi.

Hipertansiyonun teşhisinin artık kolay konulduğunu ve tedavisinin başarıyla yapıldığını ifade eden Sağlıker, şöyle konuştu:
“Sağlıklı şekilde yapılacak tansiyon ölçümü kişinin hipertansiyon olup olmadığı hakkında bilgi verir. Kişi, hipertansiyon olduğunu baş ağrısıyla anlayabilir. Eğer bir kişide hipertansiyon varsa, enseden başlayan ve tepeye vuran baş ağrıları olur. Baş dönmesi, kalpte çarpındı, göğüs sıkışması, göz kararması, burun kanaması, görme bozuklukları da diğer belirgin özellikleridir. Kim bunlarla karşılaşırsa hemen bir uzmana görünmeli ve kan basıncını mutlaka tespit ettirmelidir.”

“SPOR YAPIN, ALKOL VE SİGARADAN UZAK DURUN”
Hastalığın her yaşta görülebileceği gibi özellikle 35-40 yaşından sonra daha sıklıkla ortaya çıktığını hatırlatan Sağlıker, hipertansiyon tehlikesi bulunan kişilerin alkol ve sigarayı mutlaka bırakması gerektiğini söyledi.

Beslenmede organik gıdaların tercih edilmesinin önemine değinen Sağlıker, “Eğer hipertansiyon tehlikesi ile yaşamak istemiyorsak, stresten ve tartışmadan uzak durmalı; günde 45 dakika da spor yapmalıyız” diye konuştu.

Prof. Dr. Sağlıker, aşırı kilolardan korunmak gerektiğini, vücudun ideal kilosunda olması gerektiğini vurguladı.