29 Aralık 2007 Cumartesi

Meclis'te ikinci kez radyasyon ölçümü

Kaðýt peçetelerde kanser riski

Karýn estetiði revaçta

"Xenical" zayýflama ilacý piyasadan çekiliyor

Klinik araþtýrmalarda etik kurula din adamý

Sigara, estetik ameliyatý olumsuz etkiliyor

25 Aralık 2007 Salı

Etik kurula din adamý

Sağlık Bakanlığı, Avrupa Birliği mevzuatına uyum sağlanması amacıyla Türkiye'de yapılacak klinik araştırmalarla ilgili yeni bir yönetmelik taslağı hazırladı. Taslakta etik kurullarında din adamlarının da yer almasının öngörüldüğü bildirildi.

Taslağa göre, bir klinik araştırma gönüllünün oluru, bölgesel etik kurulun olumlu görüşü ve Sağlık Bakanlığı'nın izniyle başlatılacak.
 
Hamilelik, lohusalık ve emzirmeyle ilgili kullanılabilecek faydalı bilgiler sağlaması ve başka türlü gerçekleştirilememesi halinde, bu durumdaki kişiler üzerinde de klinik araştırmaya izin verilebilecek.
 
Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürü Mahmut Tokaç, Beşeri Tıbbi Ürünlerin Klinik Araştırmaları Hakkında Yönetmelik taslağının sektörün görüşüne sunulduğunu ve buradan gelecek cevabın beklendiğini söyledi.
 
Taslağın AB mevzuatına uyum çerçevesinde düzenlendiğini ifade eden Tokaç, taslakta 1993'de çıkarılan yönetmelikteki bazı yetersizliklerin giderilmesinin amaçlandığını belirtti.
 
Mevcut yönetmeliğe göre özel sağlık kurumlarında klinik araştırma yapılamadığını, taslakta ise gerekli altyapı ve kriterleri taşıyanlar için bunun önünün açıldığını kaydeden Tokaç, etik kurullarla ilgili de yeni düzenlemeler getirildiğini bildirdi.
 
Etik kurulda din adamlarının da yer alması öngörülüyor

Mevcut yönetmeliğe göre, yerel etik kurulların araştırmanın yapılacağı hastanede kurulduğunu hatırlatan Tokaç, taslakta ise farklı hastanelerden uzmanların yer alacağı bağımsız bölgesel etik kurulların oluşturulmasının öngörüldüğünü belirtti.
 
Halen Sağlık Bakanlığı'na bağlı olarak merkezde ilaç ve tedaviyle ilgili 2 ayrı etik kurul bulunduğunu, taslağa göre bunların birleştirileceğini anlatan Tokaç, etik kurullarla ilgili düzenlemelerin başvuruların yığılmasını da önleyeceğini söyledi.
 
Tokaç, etik kurulların oluşumuyla ilgili de yenilikler getirileceğini belirterek, mevcut duruma göre etik kurullarda tıp, eczacılık ve hukuk alanlarından uzmanlar bulunduğunu, yeni düzenlemede ise burada din adamları, tıp etiği uzmanı (deontolog), esnaf ve hasta hakları örgütlerinden temsilcilerin yer almasının da öngörüldüğünü bildirdi.
 
"Etik kurullar, Avrupa ülkelerinde de benzer şekilde kuruluyor"
 
Tokaç, şöyle konuştu:
 
"Etik kurulların oluşumu, Avrupa ülkelerinde de benzer şekilde oluyor. Biz de halen sadece merkez etik kurulunda hukukçu var, yerel etik kurulda yok.
 
Merkez etik kurulda da deontolog bulunmuyor. Artık hukukçu ve deontolog hem merkez hem de yerel etik kurulda olacak. Mevcut durumda başvurulara sadece tıbbi bakış açısıyla yaklaşılıyor.
 
Yeni düzenlemeyle hem hukukçu, hem din adamı, hem de diğer üyelerin gözüyle de bakılabilecek. Etik kurullarla ilgili olarak klinik araştırmalar yönetmeliğiyle aynı anda ayrı bir mevzuat çıkarılacak."
 
Yeni yönetmeliğin AB mevzuatına uygun olduğunun altını çizen Tokaç, "Artık bilimsel araştırmalar kobay tartışmaları olmadan yapılabilecek. Ülkemizde ilaç geliştirilebilmesi için klinik araştırma yapılması lazım. Ancak bu etik değerlere uygun olarak yapılabilecek" diye konuştu.-
 
"Temel araştırmaları da Türkiye'ye getirmeliler"
 
İlaç sektörünün konuya yaklaşımını da değerlendiren Sağlık Bakanı Recep Akdağ, klinik araştırmaları yapmak isteyen firmaların temel araştırmaları da Türkiye'ye getirmelerini istediklerini söyledi.
 
Temel araştırmaları başka bir ülkede, klinik araştırmaları ise Türkiye'de yapmak yerine, her ikisinin de Türkiye'de gerçekleştirilmesi gerektiğini ifade eden Akdağ, "Ben gerçek AR-GE'yi böyle düşünüyorum. Klinik araştırma işin biraz 'GE' kısmı. 'AR' kısmı olmuyor yani.
 
Araştırma değil de geliştirme kısmı oluyor. Onlar ise daha çok klinik araştırma noktasındalar. Biz yine de AB dokümanlarını esas alarak böyle bir yönetmelik hazırladık" diye konuştu.
 
"Türkiye bilimsel araştırma için daha cazip bir merkez olur"
 
Merck Sharp Dohme İlaçları Dış İlişkiler Direktörü Jeff Kemprecos da,Türkiye'nin uzun süredir global klinik araştırmalar konusunda "treni kaçırdığını" belirterek, yönetmeliğin yayınlanmasının bu alanda önemli bir adım olacağını söyledi.
 
Yeni yönetmelikle durumun Türkiye açısından olumlu bir yöne kayabileceğini ifade eden Kemprecos, "Bu mevzuatla Türkiye bilimsel araştırma için daha cazip bir merkez olur ve rekabette öne geçer.Türkiye hem tıp ve hem de diğer bilimsel alanlarda gerçek potansiyelini ortaya koyabilir" dedi.
 
Kemprecos, bu alanda gelişmek için Türkiye'nin rekabetçiliğini artırmaya yönelik reformlar yapabileceğini kaydederek, "Biz yenilikçi ilaç sektörü ve global yatırımcılar olarak, yol haritasını çizmek için her zaman Türk yetkililerle birlikte çalışmaya hazırız" diye konuştu.
 
Taslakta öngörülen yenilikler
 
Biyoyararlanım ve biyoeşdeğerlik çalışmaları dahil olmak üzere, beşeri tıbbi ürünlerin klinik araştırmalarını, araştırma yerlerini, bu çalışmaları ve araştırmaları gerçekleştirecek gerçek ve / veya tüzel kişileri kapsayan yönetmelik taslağı, Avrupa Birliğinin Beşeri Tıbbi Ürünler ile ilgili mevzuatına uyum sağlanması amacıyla, beşeri tıbbi ürünlerin klinik araştırmalarının yürütülmesinde İyi Klinik Uygulamalarının uygulanmasına dair 2001/20/EC sayılı Direktifi ile 2005/28/EC sayılı Direktifine paralel olarak hazırlandı.
 
Gönüllülerin korunmasıyla ilgili etik ve genel esasları da belirleyen taslağa göre, gönüllüler üzerinde klinik araştırma gerçekleştirilmesi için şu koşullar gerekecek:
 
"-Bir klinik araştırma, kamu sağlığı bakımından elde edilecek faydaların, araştırmadan doğması muhtemel risklerle dengeli olduğuna kanaat getirilmesi halinde, gönüllünün oluru, bölgesel etik kurulun olumlu görüşü ve Bakanlığın izniyle başlatılacak. Araştırma bu kriterlerin devamlı olarak yerine getirilmesi durumunda sürdürülecek.
 
-Gönüllünün haklarına ve etik kurallara saygı gösterilecek. Her gönüllünün, yeterince ve anlayabileceği şekilde bilgilendirildikten sonra serbest iradesi ile klinik araştırmaya dahil edilmesine dair oluru alınacak ve bu olur, bilgilendirilmiş gönüllü olur formuyla belgelendirilecek.
 
-Araştırılan ürünle ilgili olarak yeterli klinik öncesi deneyler yapılmış olacak ve araştırmayla elde edilecek bilgiler, insanlık için faydalı bilimsel bir ilerleme niteliği taşıyacak.
 
-Klinik araştırmadan beklenen bilimsel faydalar ve toplumun menfaati, araştırmaya iştirak edecek gönüllülerin sağlığından veya sağlığı bakımından ortaya çıkabilecek muhtemel risklerden ve diğer kişilik haklarından daha üstün tutulamayacak.
 
-Gönüllüler aynı zaman süreci içerisinde birden fazla klinik araştırmaya iştirak edemeyecek.
 
-Klinik araştırmaya konu ürünle ilgili riskler, her gönüllü ve gelecekte ürünü kullanacak hastalar için sağlanması hedeflenen faydalarla dengeli olacak.
 
-Klinik araştırmaların yürütülmesi sırasında tıbbi yönden ortaya çıkması muhtemel risklerin izlenmesi, bertaraf edilmesi ve tanımlanması amacıyla gerekli tedbirler alındığı takdirde araştırmaya devam edilebilecek.
 
-Klinik araştırmaya başlanılmadan önce araştırmaya iştirak etmek üzere gönüllü olmak isteyen kişi veya bu kişi olur verebilecek durumda değilse kanuni temsilcisi, klinik araştırmanın amacı, metodolojisi, süresi, beklenen yararları, önceden tahmin edilebilir riskleri, zorlukları veya kişinin sağlığı ve şahsi özellikleri bakımından uygun olmayan yönleri, araştırmanın yapılacağı ve devam ettirileceği şartlar hakkında, sorumlu araştırıcı veya araştırma ekibinden yetkili birisi tarafından yeterince ve anlayabileceği şekilde bilgilendirilecek. Verilen bu bilgiler, gönüllüye ayrıca yazılı olarak da iletilecek.
 
-Gönüllünün, kendi sağlığı ve klinik araştırmanın gidişatı hakkında istediği zaman bilgi alabilmesi ve bu amaçla irtibat kurabilmesi için, klinik araştırma ekibinden en az bir kişi görevlendirilecek.
 
-Klinik araştırma; acıyı, rahatsızlığı, korkuyu ve hastanın hastalığı ve yaşıyla ilgili herhangi bir riski mümkün olan en alt düzeye indirecek biçimde tasarlanacak ve özellikle çocuk ve kısıtlı gönüllülerin iştirak ettiği klinik araştırmalarda, risk eşiğiyle hastalığa bağlı ilerleme safhaları hakkında gönüllü ve / veya kanuni temsilcisi, özel bir biçimde uyarılacak ve bilgilendirilecek.
 
-Gönüllü, gerekçeli veya gerekçesiz istediği zaman klinik araştırmadan olurunu geri çekebilecek. Bundan dolayı sonraki tıbbi takibi ve tedavisinde normalde olan haklardan hiçbir kayba uğramayacak.
 
-Klinik araştırmaya ait sigorta ve teminat telafisi dışında, gönüllülerin klinik araştırmaya iştiraki veya araştırmaya devamının sağlanması için destekleyici tarafından herhangi ikna edici bir teşvikte veya mali teklifte bulunulamayacak. Ancak, gönüllülerin araştırmaya iştiraki nedeniyle ortaya çıkan masraflar araştırma bütçesinde belirtilerek karşılanacak. Sağlıklı gönüllülerle yapılan kinetik ve biyoeşdeğerlik çalışmalarında ücret ödenmesi söz konusu olursa, bu protokolde belirtilecek.
 
-Gebeler, lohusa ve emziren kadınlar üzerinde yapılacak klinik araştırmalara; şayet başka türlü gerçekleştirilemiyor ve hamilelik, lohusalık ve emzirme konularında kullanılabilecek faydalı bilgiler sağlayacaksa, çocukların ve gönüllülerin sağlıkları açısından ciddi tahmin edilebilir bir risk taşımadığı takdirde izin verilebilecek.
 
-Klinik araştırmaya iştirak eden gönüllünün tıbbi takip ve tedavisiyle ilgili kararlar, bunların gerekli kıldığı mesleki nitelikleri haiz hekim veya diş hekimine ait olacak.
 
-Gönüllünün germ (yumurta) hücrelerinin genetik kimliğinde bozulmaya yolaçacak hiçbir klinik araştırma yapılamayacak.
 
-Klinik araştırmalar neticesinde elde edilen bilgilerin yayınlanmasıdurumunda, gönüllünün kimlik bilgileri açıklanamayacak.
 
Çocuklar üzerinde klinik araştırma yapmanın koşulları
 
-Mevcut yönetmeliğe göre, kesin bir zorunluluk olmadıkça, 18 yaşını tamamlamamış olanlarla gebeler ve mümeyyiz olmayanlar üzerinde 1'inci ve 2'nci dönem ilaç denemeleri yapılamıyor.
 
3'üncü dönem denemeler ise velayet veya vesayet altında bulunanlar için, ancak veli ve vasilerinin yazılı muvafakatıyla yapılabiliyor.
 
Yeni taslağa göre ise çocuklar üzerindeki klinik araştırmalar için kanuni temsilcisinin oluru aranacak.
 
Ayrıca, kanuni temsilcinin oluru olsa dahi, araştırmaya iştirak edecek çocuğa, anlayabilme kapasitesine göre araştırmayla ilgili bilgiler, çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı olan veya bu alanda etik, klinik ve psikososyal problemler konusunda mesleki tecrübesi bulunan tıp doktoru veya psikolog tarafından bilgiverilecek.
 
Kendisine verilen bilgi hakkında değerlendirme yaparak, bu konuda kanaate varabilme kapasitesine sahip olan bir çocuğun, araştırmaya iştirak etmeyi reddetmesinin veya herhangi bir safhasında klinik araştırmadan çekilme yönündeki açık isteğinin, araştırıcı veya sorumlu araştırıcı tarafından dikkate alınarak, araştırmaya iştirak etmemesi veya araştırmadan çıkarılması halinde, bu kişinin sağlığı üzerinde ortaya çıkabilecek olumsuz etkiler tıbbi yönden ayrıntılı olarak değerlendirilecek.
 
Çocukların klinik araştırmaya iştirakini veya çocuklar üzerinde araştırmanın yürütülmesinin devamını sağlamak için, herhangi bir ikna edici bir teşvikte veya mali teklifte bulunulamayacak.
 
"Çocuklarda klinik araştırma yapmanın ön koşulu, araştırmaya dahil olan gönüllülere klinik araştırmanın doğrudan bir fayda sağlayacağının öngörülmesidir" ifadesine de yer verilen taslağa göre, çocuklarda klinik araştırma yapmak için, "Yetişkin kişiler üzerinde yapılmış klinik araştırmaların sonucunda elde edilen verilerin çocuklarda geçerliliğinin kanıtlanması veya araştırma konusunun doğrudan çocukları ilgilendiren bir klinik durum veya sadece çocuklarda incelenebilir bir durum olması" şartlarından en az biri aranacak.
 
Öte yandan taslakta kısıtlılar için de benzer hükümler öngörülüyor.

"Xenical" geri çekiliyor

Roche Müstahzarları Sanayi A.Ş'den yapılan açıklamada, ''Xenical 120 Mg'' adlı zayıflama ilacının bazı serilerinin Türkiye'de piyasadan çekilmesi doğrultusunda alınan karar gereğince gerekli işlemlerin başlatıldığı bildirildi.

Firma tarafından, "Sağlık Bakanlığı'nın 'Xenical 120 Mg' adlı zayıflama ilacının bazı serilerinin eczanelerden çekilmesini istediği"ne yönelik habere ilişkin yapılan yazılı açıklamada, Roche İlaç tarafından ithal edilen ürünün Türkiye'de satışa sunulan üç farklı serisinin çözünme hızında limit dışı bir durumun saptandığı belirtildi.

Bu durumla ilgili olarak Roche Müstahzarları Sanayi A.Ş. yönetimi tarafından ilgili otoritelere daha önce gerekli bildirimlerde bulunulduğu dile getirilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

"Yukarıdaki saptamaya rağmen söz konusu serinin güvenilirlik riski taşımadığını önemle vurgulamak isteriz. Ülkemizde ürünün piyasadan çekilmesi doğrultusunda alınan karar gereğince kurumumuz tarafından gerekli işlemler başlatılmıştır.

Önemle vurgulamamız gereken bir diğer nokta ise alınan karar gereğince ürünün yalnızca üç serisi piyasadan çekilmekte, ilacın diğer serilerine ilişkin bir geri çekilme kararı bulunmamaktadır."
 
Roche firmasının talebi üzerine Bakanlığın yayımladığı genelgede ilacın ürün kalitesi, güvenilirliği ve etkinliği bakımından 'sorun yaratacağı' belirtildi.
 
Buna göre Xenical isimli ilacın M1209, M1221 ve M1251 serileri piyasadan çekilecek. Zayıflama amacıyla kullanılan ilacın kutusu 63,5 YTL'den satılıyor.

Ýlaçsýz tüp bebek umudu çoðalýyor

Yakın bir geçmişe kadar daha çok polikistik over (çok sayıda kist içeren yumurtalık) hastalığında uygulanan, ''ilaçsız tüp bebek'' yöntemi de denilen In-Vitro Maturasyon (IVM) tekniği, artık çocuk sahibi olmak isteyen diğer hastalarda da olumlu sonuç veriyor.

IVM yöntemiyle ilk kez 1.5 yıl önce polikistik overli hastasının anne olmasını sağlayan kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Prof. Dr. Timur Gürgan, son olarak farklı nedenlere bağlı sorun yaşayan 2 hastasının bu metotla hamile kaldığını açıkladı.
 
Gürgan, rutin tüp bebek yönteminin pahalı olduğunu, tedavinin maliyetinin 3 bin 500 doların üzerine çıkabildiğini kaydederek, yumurtaları geliştirmek için kullanılan ilaçların da önemli yan etkileri olabildiğini belirtti.
 
Gürgan, "Tam olarak ispatlanamamış olmakla birlikte nadir de olsa çok sık ve yüksek dozlarda kullanılan yumurtlatma ilaçlarıyla yumurtalık kanseri arasında bir ilişki olabileceği ileri sürülmüştür" dedi.
 
Bu nedenlerle yumurtaların yumurtalıklardan ilaç kullanılmadan alınması, döllenmesi ve gebelik oluşturulabilmesi için yürütülen araştırmalar sonunda IVM tekniğinin geliştirildiğini belirten Gürgan, son birkaç senede olgunlaşmamış yumurtaların yumurtalıklardan daha kolay alınmasına olanak sağlayan özel incelikte iğneler yapılması, olgunlaşmamış yumurtaların kısa sürede ve etkin şekilde olgunlaşmasına olanak sağlayacak özel sıvıların geliştirilmesiyle bu tekniğin başarı şansının arttığını bildirdi.
 
IVM'nin avantajları
 
Gürgan, IVM tekniğinin avantajlarını şöyle sıraladı:
 
* Pahalı ilaçların kullanılmasını gerektirmediği için rutin yönteme göre yarıya yarıya daha ucuzdur. (Tedavi ücreti bin dolar civarında)
* Hastalar daha az tetkik yaptırır, daha az doktor ziyareti yapar ve daha az zaman harcar.
* Tedavi süresi daha kısadır.
* Tedavi başarılı olmazsa diğer tedaviye başlamak için aylarca beklemek gerekmez.
* Hastalar, ilaçların saydığımız yan etkileri ve tehlikelerine maruz kalmazlar, yumurtaların elde edilmesi esnasında ağrı duymazlar, genel anestezi almaları gerekmez.
* Tecrübeli ve başarılı merkezlerde uygun hastalar yüzde 30-35 gebelik şansı elde ederler.
* Hastanın yaşı arttıkça gebelik şansı da düşer. Bu metotla birlikte genetik ayrıştırma ve laser uygulaması gebelik şansını artırır. Tekniklerin ve olgulaştırma metotlarının geliştirilmesiyle ileride başarının daha da artacağı düşünülüyor.
* Bu metotla doğan çocukların genetik risklerinin artmadığı tespit edildi.
 
Hangi hastalara uygulanabilir?
 
IVM metodunun ilk başlarda polikistik over hastalığı olanlarda uygulandığını ve başarılı sonuçlar elde edildiğini anlatan Gürgan, "Bu kişilere yumurtlatma ilaçları verildiğinde, yumurtalıkları bu ilaçlara karşı çok hassas olduğundan ani şişme, kistleşme ve karında sıvı toplanması, pıhtılaşma bozukluğu, böbrek iflası gibi problemler ortaya çıkabiliyor. Ayrıca gebe kalsalar dahi düşük oranları yüksek olabiliyor. Bu hastaların yumurtalıklarındaki yumurtalar hiç ilaç kullanılmadan IVM tekniğiyle kolaylıkla alınabilmekte, döllenebilmekte ve gebelikler elde edilebilmektedir" dedi.

'Göz kuruluðu görme kaybýna yol açabilir'

Adnan Menderes Üniversitesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Turgay Aktunç, ''Gözyaşı, gözleri yağlandırıyor ve her göz kırpmada gözde enfeksiyon riskini azaltıyor'' dedi.

Aktunç, bazı insanların gözlerinde ıslak ve temiz tutacak kadar gözyaşı salgılanmadığını belirterek, tıp dilinde "keratokonjunktivit sikka" olarak adlandırılan bu rahatsızlığın halk dilinde göz kuruluğu olduğunu söyledi.
 
Gözyaşının basit bir su olmadığını ve içerisindeki maddelerin gözü koruyucu bir çok işlevinin bulunduğunu vurgulayan Aktunç, "Gözyaşı gözleri yağlandırıyor ve her göz kırpmada gözde enfeksiyon riskini azaltıyor. Yeterince gözyaşı üretilmediği zaman, gözler kolayca tahriş olabiliyor.
 
Gözyaşı üretiminin azalması, önce gözyaşı zarının sağlamlığını bozarak hızla parçalanmasına, daha sonra da kornea üzerinde görme kayıplarına neden olur" dedi.
 
Gözün rüzgar, toz, klima ve duman gibi dış etkenlere maruz kaldığında kendi kendini temizleme özelliğine sahip bir organ olduğunu bildiren Aktunç, şu bilgileri verdi:
 
"Gözlerimiz, yabancı maddelerin yıkanmasına yardımcı olmak için fazladan gözyaşı üreterek, gözün ön yüzeyi olan korneanın tahriş olmasını engeller. Fakat göz yeteri kadar gözyaşı üretemezse ve gözün gözyaşı kalitesi bozulmuşsa bu işlevler yerine getirilemez.
 
Bu nedenle korneada oluşan küçük delikçikler önce gözün küreselliğinin bozmasına daha sonra da kişide ciddi görme kayıplarına yol açar."
 
Belirtileri her kişide farklı
 
Aktunç, göz kuruluğunun erkekler de ve kadınlar da her yaşta görülebileceğini belirterek, şunları söyledi:
 
"Göz kuruluğuna, erkeklerde daha çok romatizmal hastalıklar, kadınlarda ise hormonal değişiklikler neden olur. Ama bunun yanında uyku hapları ve bazı ağrı kesicilerin kullanımında etkilidir. Rahatsızlık kişilerde farklı belirtiler gösterirken, rahatsızlığın ortak belirtileri, gözde batma, yanma, kaşıntı, yabancı bir madde varmış hissi."
 
'Gözü dış etkenlerden koruyun'
 
Göz kuruluğunun gözyaşı testinin yapılmasıyla çok basit tespit edilebileceğini ifade eden Aktunç, "Rahatsızlığın birçok tedavi yöntemi olmakla birlikte bunlardan sadece bir tanesi cerrahi müdahaledir. Burada da gözyaşı kanalları tıkanarak az miktarda üretilen göz yaşının akması engellenir.
 
Fakat en yayın tedavi yöntemi yapay gözyaşı tedavisi uygulamasıdır. Kişi aldığı yapay gözyaşını gözüne basitçe uygulayabilir. Tedavinin yöntemi ve rahatsızlığın aşaması ne olursa olsun, gözün, rüzgar, toz ve aşırı sıcak gibi dış etkenlerden koruması gerekir" diye konuştu.


24 Aralık 2007 Pazartesi

Peçetede kanser riski

Washington Post gazetesinde yayınlanan habere göre Amerikan Çevre Koruma Dairesi tarafından yayınlanan raporda, klorla ağartılarak üretilen kağıt ve benzeri ürünlerde gıda ürünlerine geçebilen dioksin adlı maddenin kanserojen sınıfına alındığı açıklandı.

Dünya Sağlık Örgütü  tarafından da kanser yapıcı kimyasal maddeler grubuna dahil edilen dioksinler , kağıt sanayinde, klorla ağartma işlemi sırasında oluşuyor ve araştırmacılar zehirli kimyasallar sıralamasında başı çeken dioksinlerin, östrojen gibi "doğal steroid" hormonlarını taklit ederek birçok biyokimyasal reaksiyonu başlattığına dikkat çekiyor.
 
En ufak dozda bile vücuda alımının eklem ağrıları, uykusuzluk, doğum bozuklukları ve bağışıklık sistemi zayıflığına yol açabileceğini belirten uzmanlar, dioksinlerin yağda çözünür olduğundan bedenimizdeki yağ hücrelerinde birikme eğilimini vurguluyorlar.
 
Bebekler yetişkinlere göre 200 kat fazla dioksine maruz kalma riskini taşırken,  tuvalet kağıtları, kağıt mendiller, süt veya meyva suyu kartonları, tek kullanımlık çocuk bezleri, bilhassa peçeteler eğer klorla ağartma işleminden geçiyorlarsa düşük dozda dioksin içeriyorlar.
 
Bu ürünlerin herhangi birinden yiyeceklere ve vücuda da kolayca bulaşan bu zararlı kimyasallar  Amerikan Çevre Koruma dairesinin raporunda , en ufak miktarının bile laboratuvar hayvanlarında kansere sebep olduğu açıklandı.


23 Aralık 2007 Pazar

Ýlaçsýz tüp bebek umudu

Yakın bir geçmişe kadar daha çok polikistik over (çok sayıda kist içeren yumurtalık) hastalığında uygulanan, ''ilaçsız tüp bebek'' yöntemi de denilen In-Vitro Maturasyon (IVM) tekniği, artık çocuk sahibi olmak isteyen diğer hastalarda da olumlu sonuç veriyor.

IVM yöntemiyle ilk kez 1.5 yıl önce polikistik overli hastasının anne olmasını sağlayan kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Prof. Dr. Timur Gürgan, son olarak farklı nedenlere bağlı sorun yaşayan 2 hastasının bu metotla hamile kaldığını açıkladı.
 
Gürgan, rutin tüp bebek yönteminin pahalı olduğunu, tedavinin maliyetinin 3 bin 500 doların üzerine çıkabildiğini kaydederek, yumurtaları geliştirmek için kullanılan ilaçların da önemli yan etkileri olabildiğini belirtti.
 
Gürgan, "Tam olarak ispatlanamamış olmakla birlikte nadir de olsa çok sık ve yüksek dozlarda kullanılan yumurtlatma ilaçlarıyla yumurtalık kanseri arasında bir ilişki olabileceği ileri sürülmüştür" dedi.
 
Bu nedenlerle yumurtaların yumurtalıklardan ilaç kullanılmadan alınması, döllenmesi ve gebelik oluşturulabilmesi için yürütülen araştırmalar sonunda IVM tekniğinin geliştirildiğini belirten Gürgan, son birkaç senede olgunlaşmamış yumurtaların yumurtalıklardan daha kolay alınmasına olanak sağlayan özel incelikte iğneler yapılması, olgunlaşmamış yumurtaların kısa sürede ve etkin şekilde olgunlaşmasına olanak sağlayacak özel sıvıların geliştirilmesiyle bu tekniğin başarı şansının arttığını bildirdi.
 
IVM'nin avantajları
 
Gürgan, IVM tekniğinin avantajlarını şöyle sıraladı:
 
* Pahalı ilaçların kullanılmasını gerektirmediği için rutin yönteme göre yarıya yarıya daha ucuzdur. (Tedavi ücreti bin dolar civarında)
* Hastalar daha az tetkik yaptırır, daha az doktor ziyareti yapar ve daha az zaman harcar.
* Tedavi süresi daha kısadır.
* Tedavi başarılı olmazsa diğer tedaviye başlamak için aylarca beklemek gerekmez.
* Hastalar, ilaçların saydığımız yan etkileri ve tehlikelerine maruz kalmazlar, yumurtaların elde edilmesi esnasında ağrı duymazlar, genel anestezi almaları gerekmez.
* Tecrübeli ve başarılı merkezlerde uygun hastalar yüzde 30-35 gebelik şansı elde ederler.
* Hastanın yaşı arttıkça gebelik şansı da düşer. Bu metotla birlikte genetik ayrıştırma ve laser uygulaması gebelik şansını artırır. Tekniklerin ve olgulaştırma metotlarının geliştirilmesiyle ileride başarının daha da artacağı düşünülüyor.
* Bu metotla doğan çocukların genetik risklerinin artmadığı tespit edildi.
 
Hangi hastalara uygulanabilir?
 
IVM metodunun ilk başlarda polikistik over hastalığı olanlarda uygulandığını ve başarılı sonuçlar elde edildiğini anlatan Gürgan, "Bu kişilere yumurtlatma ilaçları verildiğinde, yumurtalıkları bu ilaçlara karşı çok hassas olduğundan ani şişme, kistleşme ve karında sıvı toplanması, pıhtılaşma bozukluğu, böbrek iflası gibi problemler ortaya çıkabiliyor. Ayrıca gebe kalsalar dahi düşük oranları yüksek olabiliyor. Bu hastaların yumurtalıklarındaki yumurtalar hiç ilaç kullanılmadan IVM tekniğiyle kolaylıkla alınabilmekte, döllenebilmekte ve gebelikler elde edilebilmektedir" dedi.

Tabular ve baskýlar cinsel yaþamý vuruyor

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ercan Abay, ''Toplumumuzda erkekler arasında cinselliğin abartılı algılanması, performans anksiyetesine (kaygı) yol açmaktadır'' dedi.

Toplumda görülme sıklığı oldukça yaygın olan cinsel işlev bozukluğunun, kadın ya da erkek her 3 kişiden 1'inin yaşamının herhangi bir döneminde görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Abay, ancak psikososyal nedenler ve tabular nedeniyle kişilerin genellikle yardım ve çözüm arayışına yönelmediğini söyledi.

Erkeklerde toplumda en sık karşılaşılan sorunun erken boşalma olduğunu belirten Abay, bu da cinselliğin özgürce yaşanmadığı, cinsel deneyimin yetersiz olduğu toplumsal kesim ya da gençlerde sık rastlanan bir sorun olduğunu belirtti.

Her 4 erkekten 1'inin erken boşalma sorunu yaşadığını anlatan Abay, "Erkekler sertleşme sorunlarını daha fazla ciddiye alarak hekime başvurmaktadır. Toplumuzda erkekler arasında cinselliğin abartılı algılanması, performans anksiyetesine yol açmaktadır" dedi.

Toplumda kadınlarda en sık karşılaşılan sorunların cinsel isteksizlik, uyarılamama, vajinusmus (cinsel ilişkiye girememe) ve orgazm bozukluğu olduğunu belirtti.

Abay, "Bize başvuran kadınların büyük çoğunluğunda vajinusmus şikayeti görülüyor. Muhafazakar toplumlarda cinselliğin yasaklanması, cinsel eğitimin olmaması, cinselliğin bir tabu olarak algılanması ve bekaretin önemsenmesi gibi etkenler kadınlarda vajinismusun daha yüksek oranlarda rastlanmasına yol açmaktadır" diye konuştu.

Vajinusmusun psikolojik bir sorun olduğunu söyleyen Prof. Abay, hastalığın tek tedavi yönteminin cinsel terapi olduğunu ve terapide yüzde 95'lik bir tedavi imkanı sağlandığını belirtti.

Prof. Abay, cinsel isteksizliğin ise çok yaygın olmasına rağmen başvuruların az olduğunu kaydederek, "Çünkü toplumumuz da kadınların yaşadıkları cinsellikten zevk almaması ve cinselliği bir görev olarak algılaması bu sorununun nedenleri arasındadır" dedi.

Saðlýklý diþler için florür

Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Diş Hastalıkları ve Tedavisi Anabilim Dalı Başkanı Doç.Dr. Banu Ermiş, hayat boyu sağlıkla dişlere sahip olmak için florürlü diş ipi ve diş macunu kullanılmasını önerdi.

Doç.Dr. Banu Ermiş, florürün, diş çürümelerinin önlenmesinde büyük payı olduğunu belirterek, diş sağlığı için diş fırçalamanın yanında gece yatmadan önce mutlaka dişlerin arasının diş ipiyle temizlenmesi gerektiğini kaydetti.
 
Dişlerin düzenli fırçalanmasının diş sağlığını korumada yeterli olmayacağını ifade eden Ermiş, diş ipinin kullanılmaması durumunda diş aralarında kalan artıkların çürümeye neden olacağını ve "Dişlerimi düzenli olarak fırçalıyorum ancak çürüyor" şikayetlerinin ortaya çıktığını söyledi.

Florür maddesinin, çürümelere neden olan mikroorganizmaları yok edici etkisi olduğunu kaydeden Ermiş, şöyle konuştu:

"Florür dişler için koruyucu etki yapıyor. Bu nedenle, hayat boyu sağlıklı dişler için florürlü diş ipi ve florürlü diş macunu kullanın. Gece yatmadan önce mutlaka diş ipi kullanın. Çünkü diş arasında kalan mikroorganizmalar gece boyunca faaliyette kalırlar.
 
Şimdi florürlü diş ipleri çıktı, her yerde bulmak zor olabiliyor ama bana göre diş ipi bir tercih değil, zorunluluk. Diş fırçasının ulaşamadığı diş araları ancak iple temizlenebilir."

Çürüklerin hep ara yüzeyde başladığını ve kişilerin fark edemediğini vurgulayan Ermiş, diş araları temizlenmediği için dişin içten içe çürüdüğünü ve bir anda kırıldığını söyledi. Ecemiş, "Sonuç olarak sağlıklı dişler için düzenli olarak florürlü diş macunu ile dişlerinizi fırçalayın ve gece yatmadan önce florürlü diş ipi kullanın ve bunu alışkanlık haline getirin" dedi.


19 Aralık 2007 Çarşamba

Baþ dönmesinde "taþçýklar"ýn etkisi

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Barlas Aydoğan, ''Başdönmesi şikayetlerini üçte birine, iç kulaktaki 'taşçıkların' yerdeğiştirmesi neden oluyor'' dedi.

Prof. Dr. Aydoğan, baş dönmesinin her yaşta görülebilen bir rahatsızlık olduğunu, bu şikayetle kendilerine başvuran hastaların üçte birinde ise "iyi huylu paroksismal pozisyonel vertigo" (BPPV) hastalığını belirlediklerini söyledi.
 
BPPV hastalığının, iç kulaktaki bir rahatsızlık olduğunu ifade eden Aydoğan, şöyle devam etti.
 
"Hastalık, dengemizi sağlayan mekanizmadaki kalsiyum karbonat kristallerinden oluşan taşçıkların yer değiştirmesiyle meydana geliyor.
 
Kesin nedeni bilinmiyor, ancak aşırı yorgunluk, uzun seyahatler, başa alınan darbeler ve şiddetli sarsıntılar nedeniyle meydana gelebiliyor.
 
Hastalığın belirtisi, baş hareketleriyle ortaya çıkan baş dönmesi atakları ve sıklıkla bunlara eşlik eden bulantı, kusma, çarpıntı ve terleme.
 
Bu şikayetlerden sonra hekime başvurulursa, basit bir muayeneyle teşhis konulup, hastalık tedavi edilebiliyor."
 
Hastalığın tedavisinde başarılı sonuçlar alındığını vurgulayan Aydoğan, şunları söyledi:
 
"Tedavi için yapılan birkaç çeşit manevra ve hareket var. Bu hareketler genellikle haftada birkaç kez 4-8 hafta boyunca uygulanıyor. Yüzde 80-90 oranında başarı sağlanıyor.
 
Hastalık tedavi edilmediği takdirde, birkaç ay sonra kendiliğinden geçebilmekte. Ancak, bu süre zarfında rahatsızlık vermesinin yanında, özellikle trafikte araç kullanırken, ani bir baş hareketiyle oluşabilecek baş dönmesi, tehlikeli sonuçlar doğurabilir.
 
Aynı şekilde denge gerektiren işlerde çalışan kişiler için tehlikeli olabilir. Bu nedenle mutlaka hekime başvurulmalı ve tedavi edilmelidir."

(Fotoğraf http://www.livingwithanxiety.com/ sitesinden alınmıştır.)


'Yeþil çay prostat riskini azaltýyor'

Düzenli olarak yeşil çay içmenin prostat kanserine yakalanma riskini azaltabileceği bildirildi.

Japonya Sağlık Bakanlığından araştırmacılar, yeşil çayda bulunan kateçin maddesinin organizmada prostat kanserine neden olan etkenleri etkisiz hale getirebileceği varsayımından yola çıkarak ülke genelinde 12 yıl boyunca 40-69 yaşındaki 50 bin erkeği inceledi.
 
Günde 5 fincandan fazla yeşil çay içenlerin prostat kanserine yakalanma riskinin günde 1 fincanın altında yeşil çay içenlere göre daha az olduğu ortaya çıktı.
 
Ancak, düzenli olarak yeşil çay tüketiminin prostat bezindeki kansere etkisi olmadığı belirtildi.



18 Aralık 2007 Salı

"Bu yýl 7,6 milyon kiþi kanserden ölecek"

Amerikan Kanser Derneğinin Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu verilerine dayanarak hazırladığı rapor, kanserden her gün 20 bin kişinin öldüğü dünyada, 2007'de yaklaşık 7,6 kişinin bu hastalıktan ölmüş olacağını, 12 milyondan fazla kişinin kansere yakalanacağını gösterdi.

Raporda, gelişmiş ülkelerdeki yeni 5,4 milyon kanser vakasından 2,9 milyonunun, gelişmekte olan ülkelerdeki 6,7 milyon vakadan 4,7 milyonunun ölümle sonuçlanacağı vurgulandı.
 
Zengin ülkelerde erkeklerde en fazla prostat, akciğer ve kolon kanserine, kadınlarda ise meme, kolon ve akciğer kanserine rastlandığı belirtilen raporda, gelişmekte olan ülkelerde de erkeklerde akciğer, mide ve karaciğer, kadınlarda rahim ve meme kanserinin görüldüğüne dikkat çekildi.
 
Dünyada kanser vakalarının yaklaşık yüzde 15'inin enfeksiyondan kaynaklandığına işaret edilen raporda, gelişmekte olan ülkelerde enfeksiyona bağlı kanser oranının gelişmiş ülkelerdekine göre 3 kat fazla olduğu (yüzde 26'ya yüzde 8) vurgulandı.
 
Helicobacter pylori bakterisinin mide, human papilloma virusün rahim ağzı, hepatit virüslerinin karaciğer kanserine neden olduğu belirtilirken, gelişmekte olan ülkelerdeki ölümlerin, erkenden tanı konulamaması ve tedavi olanaklarının yetersiz olmasından kaynaklandığı kaydedildi.
 
Sigara-Kanser
 
Raporda, sigara ve kanser konusuna da özel bir bölüm ayrıldı. Tütün kullanımının 2000'de 5 milyondan fazla kişinin ölümüne neden olduğu kaydedilen raporda, sigaranın 20. yüzyılda dünya genelinde yaklaşık 100 milyon kişinin ölümünden sorumlu olduğu, 21. yüzyılda çoğu gelişmekte olan toplumlarda olmak üzere 1 milyardan fazla kişinin ölümüne yol açabileceği ifade edildi.
 
Kanserden çocuk ölümleri ve enfeksiyona bağlı ölümlerin azaldığını, artık ileri yaşlara kadar hayatta kalabilen kişilerin sayısının arttığını belirten rapora imza atanlardan Ahmedin Cemal, ancak halkın giderek artan bir bölümünün sigara içmek, az hareket etmek ve doymuş yağ oranı yüksek besinleri tüketmek gibi Batılı hayat tarzını benimseyen az gelişmiş ülkelerde kansere yakalanma sıklığının arttığını söyledi.
 
Dünya Sağlık Örgütüne göre dünyada tütün kullanan 1,3 milyar kişinin yaklaşık yüzde 84'ü gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.
 
Örgüt, sadece Çin'de 350 milyon tütün bağımlısının bulunduğunu, bunun da ABD nüfusundan fazla olduğunu tahmin ediyor.
 
Tütün kullanımının bu şekilde devam etmesi halinde dünyada 2030'a dek  2 milyardan fazla tütün bağımlısının olacağı, bunların yarısının tütün bağımlılığının neden olduğu hastalıklardan öleceği tahmin ediliyor.

Akciðerin dostu Güneþ

Bilim adamları, güneş ışığı yetersizliğinin akciğer kanseri riskini artırabileceğini bildirdi.

"Journal of Epidemiology and Community Health" dergisinde yayınlanan California üniversitesi bilim adamlarının araştırmasında, ekvatordan uzak olan, güneş ışığının az olduğu ülkelerde akciğer kanseri oranının yüksek olduğu belirlendi.
 
Çeşitli kıtalardaki 111 ülkedeki verileri inceleyen bilim adamları, akciğer kanserinde vakaların yüzde 85'inin sebebi sigara olsa da, güneş ışığı eksikliğinin de faktörlerden biri olduğunu belirttiler.
 
Güneşten alınan D vitaminin, vücuttaki hücre ölümünden sorumlu faktörleri teşvik ederek tümör büyümesini önlediği belirtiliyor.
 
Vücudun ana D vitamini kaynağı UVB ışınının ekvatora yaklaştıkça arttığını hatırlatan bilim adamları, araştırmada Ekvatordan uzak ülkelerde akciğer kanseri oranının en yüksek, Ekvatora yakın ülkelerde ise en düşük olduğunu saptadıklarını bildirdi.
 
Araştırmacılardan Dr. Cedric Garland, diğer kanser hastalıklarında olduğu gibi akciğer kanserinin de genellikle epitel hücrelerde başladığını hatırlatarak, D vitaminin, hücreleri sıkı sıkıya birbirine bağlayan ve böylece hücre bölünmesini frenleyen tutkal benzeri bir madde oluşturan kimyasalları uyardığını söyledi.
 
D vitaminin kanserin gelişimini yavaşlatma özelliğinin de bulunduğu belirtiliyor.
 
Dr. Garland, bununla birlikte orta derecede güneş ışığına maruz kalmanın deri kanserinin en kötü türü olan melanoma riskini önemli ölçüde artırmadığını da vurguladı.
 
(Fotoğraf http://www.nasa.gov adresinden alınmıştır.)


Meme kanserini teþhis eden kan testi

Metin Güneş / CNN TÜRK / Londra

İngiltere’de meme kanseri için yeni bir kan testi uygulanmaya başlandı.

Bilimadamları tümörleri elle hissedilebilecek kadar büyümeden iki yıl önce belirleyen bir test geliştirdiler.
 
Bu sayede mamogramlarda görünmeyen kanserler bile çok önceden teşhis edilebilecek.
 
DiaGenic adı verilen test başlangıçta sadece İngiltere’de bulunan özel Opaldia Breastcare kliniğinde kullanılacak.
 
Opaldia kliiniğinde kanser uzmanı olan Dr. James Mackay, “Bu kan testi sayesinde mamogarmlarda görünmeyen meme kanserlerini erken teşhis edebileceğiz. Erken teşhis edildiğinde de etkili bir şekilde tedavi edebileceğiz” dedi.
 
Test meme kanseri nedeniyle faal hale geçen hücreleri tesbit ediyor.
 
Bu da vücudun bağışıklık sisteminde bir erken uyarı sistemi görevi yapıyor.
 


16 Aralık 2007 Pazar

Kulak çýnlamasý hastalýk habercisi

Kulak çınlamasının, özellikle diyabet ve kalp rahatsızlığı başta olmak üzere çeşitli hastalıklara eşlik edebildiği, bu yüzden nedeninin mutlaka araştırılması gerektiği bildirildi.

Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Barlas Aydoğan, halk arasında "kulak çınlaması" olarak bilinen "tinnitus rahatsızlığı"nın, kulak içindeki gürültü, çınlama ve ıslık benzeri seslerle belirti verdiğini söyledi.
 
Kulaktaki sesleri kişi harici kimsenin duymadığını ve genellikle sessiz ortamlarda fark edilebildiğini belirten Doç. Dr. Aydoğan, şöyle konuştu:
 
"Bir dizi sağlık sorununun neden olabildiği semptom olan çınlama, oldukça yaygın görülüyor. En büyük hasta grubunu ise hastalığın nedenini fark edemediğimiz grup oluşturuyor.
 
Kulakta tırmalayıcı şekilde duyulan ses, kişinin yaşam kalitesini düşürdüğü gibi, çoğu zaman psikolojik bozukluklara da yol açabiliyor. Hasta çoğu zaman ilaç tedavisinin yanı sıra çınlamanın yol açtığı sorunlar için de psikolojik destek almak durumunda kalabiliyor."
 
Çınlamanın, tek başına ortaya çıkabildiği gibi başta diyabet, kalp rahatsızlıkları, kolesterol gibi çeşitli hastalıklarla birlikte görülebildiğini ifade eden Doç.Dr. Aydoğan, hastalığın oluş nedeninin mutlaka bulunması gerektiğini söyledi.
 
Aydoğan, diğer rahatsızlıklara eşlik edenlerin yanı sıra orta kulak damarlarıyla ilgili sorunlar, kireçlenme, damarlarda aşırı yağlanma, yüksek sese maruz kalma gibi nedenlerin de çınlamaya yol açabileceğini söyledi.
 
Stresin çınlamayı tetiklediğini bildiren Doç.Dr. Aydoğan, bu durumda kişinin stresi yaratıcı etkenleri mutlaka azaltması gerektiğini ifade etti.
 
Rahatsızlığın en fazla uyku sorununa yol açtığını vurgulayan Aydoğan, "Ses dolayısıyla uyku sorunu çeken kişiler, hafif bir müzik ve kısık seste dinlenen radyo ile çınlama sesini örterek uykuya geçebilir" dedi.


"Nargile sigara kadar zararlý olabilir"

Dünya Sağlık Örgütü, nargilenin sigara kadar sağlığı tehdit ediyor olabileceğini, ancak nargile içimi ile ölümler arasında bağlantı olduğu konusunda daha fazla araştırmaya gerek bulunduğunu açıkladı.

Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamasında, "nargile kullanımının, sigara kullanımına karşı güvenli bir alternatif olmadığı", tersine nargile harmanında da akciğer, kalp ve diğer hastalıklara neden olacak maddeler bulunduğu kaydedildi.
 
Sağlık örgütünün "istişare notunda", nargilenin sigaradan daha uzun süre içildiği hatırlatılarak, ilk araştırmalarda nargile içimi ile sigaranın aynı oranda tehlikeli gibi görüldüğü aktarıldı.
 
Ortadoğu, Kuzey Afrika ile Orta ve Güney Asya'da yaygın olarak kullanılan nargile, ABD ve Avrupa'da da özellikle gençler arasında yaygınlaşıyor.

'Obezite, ciddi saðlýk riski'

ABD'de gençler arasında artan orandaki obezliğin, 2035 yılına kadar ülkede kalp hastalığı vakalarında artışa neden olabileceği bildirildi.

New England Journal of Medicine'de yayımlanan bir araştırmada, yaşam tarzına bağlı olan obezliğin halk sağlığında ciddi kriz yaratabileceği belirtildi.
 
Araştırma, ülkede 2035'e kadar kalp hastası olan insan sayısının yüzde 16 oranında artabileceğini, bunun da fazladan 100 bin hastaya denk geldiğini ve obezliğin neden olduğu kalp hastalıklarına bağlı ölümlerinse yüzde 19 artabileceğini ortaya koydu.
 
San Francisco Üniversitesinden biyo istatistik ve salgın hastalıkları uzmanı Kirsten Bibbins-Domingo, yaptıkları araştırmanın, gençlerin büyük bölümünün 30-35 yaşlarında kalp hastası olacaklarını gösterdiğini söyledi.
 
Bu durumun da daha fazla kişinin hastaneye yatması anlamına geldiğini ifade eden Bibbins-Domingo, bunun da daha fazla tıbbi prosedür, kronik hastalıklar için daha fazla tedavi ihtiyacı, hastalık dolayısıyla rapor alma ve ortalama hayat süresindeki azalış sonucunu doğuracağını belirtti.
 
ABD istatistiklerine göre, yaklaşık 9 milyon genç aşırı kilolu,çocuklarda obezlik oranı 1970'lere oranla üç katına çıktı.


Aðýz kuruluðu diþleri vuruyor

Diş hekimliğinde 'Xerostomia' adı verilen ağız kuruluğu, tedavi edilmediği taktirde ciddi sorunlara yol açabiliyor.

Günlük yaşamda önemsenmeyen sorun diş çürükleri, dişeti iltihaplanmaları ve beslenme bozukluklarına yol açabiliyor.
 
Diş Hekimi Altuğ Serçe, sorunun kaynağını ve çözüm önerilerini anlattı:
 
"Tükürük bezlerinin yetersiz çalışması ağız kuruluğuna (xerostomia) yol açmaktadır. Tükürük miktarındaki yetersizlik dolayısıyla diş yüzeyinde aşırı miktarda gıda ve bakteri plağı birikmesi meydana gelir.
 
Bu da diş çürükleri, dişeti iltihaplanmaları ve beslenme bozukluklarına neden olur. Ayrıca ağız kuruluğu, çiğneme ve yutma güçlüğüne neden olduğu için beslenme bozuklukları da oluşur."
 
Yan etki olarak ortaya çıkıyor
 
Ağız kuruluğu, tansiyon, alerji, antidepresan, ağrı kesici gibi ilaçların kullanımı ile radyoterapi ve kemoterapinin yan etkisi olarak ortaya çıkabiliyor.
 
Kişide devam eden boğaz ağrısı, dilde yanma, sık susama, ağız kokusu, konuşma güçlüğü, protez kullanmada güçlük, tat bozukluğu, dudak ve dudak kenarlarında çatlama gibi belirtilerle ortaya çıkıyor.
 
Tükürük miktarındaki yetersizlik, tükürük yapısında bulunan kalsiyum ve fosfat gibi bazı minerallerin de azalmasına yol açarken, bu minerallerin azlığı diş çürüklerinde artışa neden oluyor. Ağız kuruluğu bu nedenle hafife alınmamalı ve mutlaka bir diş hekimine başvurulmalıdır."
 
Ağız kuruluğunun nedenleri:
 
  • Biyolojik yaşlılık: Etkili bir faktör, tek başına etkili değil.
  • Sistemik hastalıklar: Romatizmal hastalıklar
  • Bağışklık sistemi hasarı (AIDS), Hormonal bozukluklar (Şeker hatalığı), Nörolojik bozukluklar (Parkinson)
  • Çiğneme kabiliyetinin azalması
  • Tükürük bezlerinin cerrahi olarak çıkarılması
  • Radyoterapi (Radyasyon tükürük bezlerinde kalıcı hasar yapar)
  • İlaçlar  (400'ün üstünde ilaç türü ağız kuruluğu yapar: deconjestanlar, diüretikler, tansiyon ilaçları, antidepresanlar, antihistaminikler)
  • Kafein ve alkol tüketimi
       
      Ağız kuruluğu nasıl kontrol altına alınır?
    • Sık sık yudum yudum su içilmeli. Gece yatarken yanında sıvı içecek, su bulundurulmalı
    • Şekersiz sakız çiğnenmeli
    • Sigara, alkol, şekerli yiyeceklerden uzak durulmalı
    • Yaşanılan mekanın nemi ayarlanmalı
    • Gerekirse eczanelerden temin edilebilen yapay tükürük tabletleri kullanılmalı
    • Bakteri plağı kontrol altına alınmalı
    • Floridli diş macunu, jel, gargara kullanılmalı
    • C vitamini kullanılmalı


    • Temizlik maddesi içenlerde kanser riski

      Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, yanlışlıkla sıvı temizlik maddesi içen kişilerin, yemek borusunda yanıklar oluştuğundan ve tedavi uzun sürdüğünden 20-40 yıl sonra yemek borusu kanseriyle karşılaşabildiklerini söyledi.

      Yemek borusu yanığı oluşan her 100 çocuktan 4'ünün öldüğünü söyleyen Prof. Dr. Yorulmaz, "Bu maddeler yanlışlıkla içildiğinde yemek borusu yanıklarına neden olabilmektedir. ABD'de yılda 5 bin ile 15 bin kişide böyle yanıklar görülmektedir" dedi.

      Hastaların yüzde 75'inin beş yaşından küçük çocuklar ve yarıdan çoğunun erkekler olduğunu belirten Yorulmaz, bu tür yanıklara yol açan temizlik maddelerin başında çamaşır suyu, yağ çözücü, kireç sökücü ve lavabo açıcılar geldiğini söyledi.
       
      "Kanser riskini bin kat artırıyor"
       
      Yanık sonrası, yemek borusunda kanser gelişme riskinin yanık olmayanlara göre bin kat arttığını ifade eden Prof. Dr. Yorulmaz, gün içinde en tehlikeli zamanın çocuğun oyun için serbest bırakıldığı öğleden sonra ve akşam saatleri olduğunu belirtti.
       
      Temizlik maddeleri içildiğinde, yemek borusu, dudaklar, ağız içi, yutak gırtlak ve midede hasar oluşabildiğini bildiren Yorulmaz, temizlik maddesi içen çocukta aniden salya akması, bulantı, kusma, yutma güçlüğü, göğüs ağrısı, hırıltılı solunumun ortaya çıktığını, bu çocukların yaklaşık üçte birinde yutmayı engelleyecek biçimde yemek borusunda darlık meydana geldiğini belirtti.
       
      Korunmak için yapılması gerekenler
       
      Temizlik maddesi gibi şeyler içmiş olan çocukların asla kusturulmaması ve derhal hastaneye yetiştirilmesi gerektiğini belirten Yorulmaz, "Evde kullanılan temizlik maddeleri kendi orijinal ambalajlarında tutulmalıdır. Açıkta satılan maddeler asla meşrubat ya da su kaplarına konulmamalıdır" dedi.
       
      Bu tür maddelerin çocukların erişebileceği yerlerde tutulmaması gerektiğini belirten Yorulmaz, "Kilitli ve çocuklardan uzak bir uygun yerde bulundurulmalı, ambalajları çocuklar tarafından kolay açılmayan türde olmalıdır. Anneler beş yaşından küçük çocukları diğer çocuklarla oynarken göz önünden ayırmamalı" diye konuştu.

      Zayýflamak için 'light gýda' çözüm deðil

      Özellikle yaz aylarında tüketimi artan ve kilo aldırmıyor gibi algılanan 'light ürünler', 'enerjisi azaltılmış gıda' anlamına geliyor. Zayıflamak için yaşa ve cinsiyete göre bilinçli diyet yapılması öneriliyor.

      Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde görev yapan Doç. Dr. Murat Sert,  bisküvi ile başlayan 'light gıda' üretiminin reçelden pirince, çikolatadan süt, yoğurt ve ekmeğe kadar her üründe uygulandığını ve tüketicinin bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığını belirtti.
       
      Sert, 'light ürünlerin', 'enerjisi azaltılmış gıda' anlamına geldiğini anlattı:

      "'Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği'ne göre, bir ürünün light olabilmesi için, orijinal veya benzeri gıda maddesine göre, enerji değerinin en az yüzde 25 azaltılması gerekiyor. Bir ürünün üzerinde düşük kalorili yazabilmesi için de o ürünün 100 gramında 40 kaloriden az kalori bulunması şartı var."
       
      Yapılan araştırmalara göre light ürün pazarının her yıl yüzde 25 büyüdüğünün belirtildiğini vurgulayan Sert, "Bu büyümede, 'light gıdaların' sanki hiç kilo yapmıyor gibi algılanmasının payı çok büyük. Oysa, bir kişi herhangi bir ürünü bir birim tüketiyor, daha sonra bu ürünün light olanını iki birim tüketiyorsa eskisinden daha fazla kalori alıyor demektir" dedi.
       
      Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de modern çağın önemli sağlık problemlerinden olan şişmanlık ve obezitenin artış gösterdiğine dikkat çeken Sert, "Yapılan araştırmalar, her 5 kadından birinin aşırı kilolu olduğunu ortaya koyuyor. Bu da light ürünlerin kurtarıcı gibi algılanmasına neden oluyor" dedi.
       
      Şişmanlık, diyabet ve metabolik hastalıklar

      Sert, light gıdaların fazla miktarda düzensiz alınmasının, şişmanlık, diyabet ve çeşitli metabolik hastalıkları kamçıladığını anlattı:
       
      "Tıpkı sigara paketlerinde olduğu gibi gıda ürünlerinde de katkı maddeleri ve kalori miktarları okunabilir şekilde yazılmalı. Oysa, günümüzde tüm ürünlerde olduğu gibi light ürünlerin ambalajına baktığınızda karınca duasını andıran yazıları okuyabilmenin ve bu sayede bilinçlenmenin imkanı yok. Bunun yasak savma zihniyetiyle yapıldığı açıkça ortada."
       
      Doç. Dr. Sert, zayıflamak için bir uzmandan yardım alınmasını ve yaşa, cinsiyete göre bilinçli diyet yapılmasını önerdi:
       
      "Eğer light gıdaların bir faydası olsaydı, bunu ilk çıkaran ülke olan Amerika ve ardından bunu uygulayan diğer ülkeler ve Türkiye'de bugün şişmanlık ve obezite sorunu bu kadar çok konuşulmazdı. Bilinçli bir diyet kilo problemini ortadan kaldırır.
       
      Ayrıca, yemek yerken çatal ya da kaşık sürekli elde tutulmamalı masaya bırakılmalı. Bu sayede çiğneme süresi uzadıkça tokluk duygusu oluşumu da kuvvetlenir."

      Haftasonu pikniði saðlýðýnýzdan etmesin!

      İlkbahar mevsiminde halk arasında saman nezlesi olarak bilinen 'alerjik rinit' en sık karşılaşılan hastalıklar arasında yer alıyor.

      Özellikle mevsime bağlı görülen alerjik rinit, polen gibi uyaranların etkisinin yoğun olduğu piknik ve doğa yürüyüşlerinden olumsuz etkilenebiliyor.
       
      Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Tamer Haliloğlu, alerjik rinitle ilgili bilinmesi gerekenleri ve alınabilecek önlemleri anlattı:
       
      "Alerjik rinit (saman nezlesi), toplumda sık görülen alerjik hastalıkların başında gelmektedir. Özellikle alerjik olan anne ve babaların çocuklarında görülme sıklığı daha fazla olan bu hastalık, endüstriyel gelişmiş ülkelerde, çevre kirliliği gibi faktörlerin artması ile giderek artmaktadır.
       
      Hastalık genllikle alerjik konjonktivit (göz nezlesi), alerjik sinüzit veya astımla birliktelik gösterebilir. Alerjik rinit, hayatı tehdit etme özelliği olmayan, ancak hastanın konforunu belirgin şekilde bozan bir hastalıktır. Bu hastalıkta özellikle hastalar belirli bir alerjen ya da alerjenlerle karşılaştığı zaman şikayetler ortaya çıkar.
       
      Yılın her döneminde görülebilir
       
      Alerjik rinit, yıl boyu süren alerjik rinit, mevsimsel alerjik rinit ve yıl boyu süren ancak mevsimsel artışlar gösteren alerjik rinit olarak üç ayrı şekilde görülebilir. Bu hastalıklarda alerjiyi ortaya çıkaran alerjenler hastalığın görülme zamanını belirler.
       
      Yıl boyu alerjik rinit ev tozu akarlarına bağlıdır, mevsimsel alerjik rinit ise genel anlamda polenlere (ağaç, ot, yabani ot, hububat poleni) bağlıdır. Yıl boyu süren mevsimsel artışlı alerjik rinitlerde ise sorumlu alerjen hem ev tozu akarları hem de polenlerdir. Polen alerjisi olan hastalar, o bitkinin polenizasyon yaptığı mevsimde daha sık bulgu verirler.
       
      Aksırık ve burun akıntısına dikkat!
       
      Alerjik rinitli hastalarda alerjenle karşılaştıktan sonra dakikalar içinde hapşırma, burunda kaşınma, burun akması ve burun tıkanıklığı olur. Bu hastalarda genelde alerjik konjonktivit de (göz nezlesi) eşlik ettiği için gözlerde yanma, batma, kaşınma, sulanma gibi bulgular da görülebilir. Yine bu hastalarda eğer alerjik sinüzit varsa, geniz akması, baş ağrısı, gece gelen öksürük nöbetleri olabilir.
       
      Astımın da birlikte görüldüğü hastalarda, nefes darlığı, hırıltlı solunum, göğüste sıkışma hissi, öksürük gibi bulgular olabilir. Alerjik rinitli hastalara uzun süre grip zannedilip yanlış tedaviler uygulanabilmektedir. Eğer kişinin ailesinde alerjik hastalık hikayesi varsa, alerjik rinit hasta ve hekimin aklına daha erkenden gelmelidir.
       
      Alerjenle temas kesilmeli
       
      Alerjik rinitin tedavisinde öncelikle hastanın alerjenle temasını bitirmesi veya bunu minimum düzeye indirmek gerekir. Alerjik riniti bulunan kişiler özellikle ilkbaharda polenlerden mutlaka korunmalıdır. Bunun dışında ilaç olarak öncelikle burun içine uygulanacak veya ağızdan uygulanacak antihistaminiklerden fayda sağlanmaya çalışılır.
       
      Hastaların önemli bir kısmında bu ilaçlardan fayda elde edilir. Hekimin uygun gördüğü durumlarda burun içine uygulanan kortizonlu spreylerden de belirgin yarar sağlanır.
       
      Bu tür kortizon preparatlarının yan etkisi yok denecek kadar azdır. İlaçlardan yeterince fayda sağlanamayan hastalarda ise aşı tedavisi (alerjen immünoterap) uygulanabilir. Tedavi süresince kişiye yılda bir kez cilt testleri de yapılmalıdır. Yapılan çalışmalarda alerjen immünoterapi programının alerjik astımdan korumada da etkin olduğu kanıtlanmıştır.

      Böbrek naklinde dünya rekoru bizim

      Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Eğitim, Araştırma ve Uygulama Merkezi, 2007 başından bugüne kadar 306 böbrek nakli yaparak dünya rekoru kırdı.

      Geçen yıl Avrupa'da en fazla organ nakli yapan birinci merkez olarak rekor kıran Organ Nakli Eğitim, Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin Müdürü Prof.Dr. Alper Demirbaş, ekibiyle birlikte düzenlediği basın toplantısında, dünyada bu yıl en fazla böbrek nakli yapan merkez olarak haklı bir gurur yaşadıklarını anlattı.
       
      Yılbaşından bu yana 306 nakil gerçekleştirdiklerini kaydeden Prof.Dr. Demirbaş, bu rakamla ilk sırada olduklarını, ikinciliği ABD Viskonsin Üniversitesi Nakil Merkezi'nin 304 nakille, üçüncülüğü de yine ABD'den Alabama Üniversitesi Nakil Merkezi'nin 303 nakille aldığını söyledi.
       
      Avrupa'da 280, ABD'de 300 böbrek nakil merkezinin önüne geçtiklerini belirten Prof. Dr. Alper Demirbaş, yıl sonuna kadar da 12 randevulu nakil daha olduğunu kaydetti.
       
      Kan grubu uyumsuz nakil
       
      Demirbaş, böbrek nakilleriyle ilgili şunları söyledi:
       
      "Kaybedilen hasta sayısı 3'te kaldı. Başarı oranı da yüzde 99.5'tir. Bunun bir örneği dünyada yok. 6 kan grubu uyumusuz nakil yaptık. Bu da dünyada bir ilktir. Bunu yaptığımızda birçok meslektaşımızın bu olaydan haberi yoktu, olanlar da 'imkansız' diyordu.
       
      Doku uyumsuz böbrek nakli için de eleştiri almıştık. Sonuçlar bilimsel olarak yayınlandı. Yüzde 100 uyumludan farksız olduğu kabul edildi. 306 böbrek naklini Türkiye'nin 60 değişik ilinden gelen hastalarla yaptık.
       
      Örneğin, Diyarbakır'dan 10, Şanlıurfa'dan 10, 17 nakil merkezi bulunan İstanbul'dan 47, Konya'dan 16, Mersin'den 10, Adana'dan 13 kişi merkezimizde böbrek nakli oldu."
       
      Dünya rekorunu kıran ekip
       
      Merkez Müdürü Prof. Dr. Alper Demirbaş'ın yaptığı basın açıklamasına ekip arkadaşları Doç.Dr. Murat Tuncer, Doç.Dr. Okan Erdoğan, Doç.Dr. Zeki Ertuğ ve Dr. Levent Yücetin de katıldı.
       
      Basın toplantısında konuşan Nefrolog Doç.Dr. Murat Tuncer, rakamsal başarının yanında bilimsel alanda da çok önemli başarılara da imza attıklarını belirterek, "Dünya tıbbına kazandırdıklarımız da var. Türkiye'de pankreas ve böbrek naklini birlikte ilk yapan merkez olduk. Bu şeker hastalarının hayatiyeti için çok önemli bir başarıdır.
       
      Kan grubu uyumsuz böbrek naklini ilk kez biz yaptık. Fransa'dan önümüzdeki günlerde gelecek olan bir hastaya kan uyumsuz nakil yapacağız. Çünkü Fransa'da bu tekniği bilen ve uygulayan merkez yok. Tüm bu yaptığımız olumlu işlere karşın halen bekleme sıramızda 2 bin 700 kişi bulunuyor" dedi.
       
      Doç.Dr. Okan Erdoğan ise, "Vericiye kapalı yöntemle müdahale edip nakil yaptığımız ameliyatların başlatıcısı biz olduk. Bu yöntemle 70 nakil gerçekleştirdik. Bir bakıma eğitim merkezi konumundayız. Merkezimizde şu ana kadar 4 nefrolog yetiştirdik" dedi.


      Zayýflamak için 'light gýda' çözüm deðil

      Özellikle yaz aylarında tüketimi artan ve kilo aldırmıyor gibi algılanan 'light ürünler', 'enerjisi azaltılmış gıda' anlamına geliyor. Zayıflamak için yaşa ve cinsiyete göre bilinçli diyet yapılması öneriliyor.

      Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde görev yapan Doç. Dr. Murat Sert,  bisküvi ile başlayan 'light gıda' üretiminin reçelden pirince, çikolatadan süt, yoğurt ve ekmeğe kadar her üründe uygulandığını ve tüketicinin bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığını belirtti.
       
      Sert, 'light ürünlerin', 'enerjisi azaltılmış gıda' anlamına geldiğini anlattı:

      "'Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği'ne göre, bir ürünün light olabilmesi için, orijinal veya benzeri gıda maddesine göre, enerji değerinin en az yüzde 25 azaltılması gerekiyor. Bir ürünün üzerinde düşük kalorili yazabilmesi için de o ürünün 100 gramında 40 kaloriden az kalori bulunması şartı var."
       
      Yapılan araştırmalara göre light ürün pazarının her yıl yüzde 25 büyüdüğünün belirtildiğini vurgulayan Sert, "Bu büyümede, 'light gıdaların' sanki hiç kilo yapmıyor gibi algılanmasının payı çok büyük. Oysa, bir kişi herhangi bir ürünü bir birim tüketiyor, daha sonra bu ürünün light olanını iki birim tüketiyorsa eskisinden daha fazla kalori alıyor demektir" dedi.
       
      Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de modern çağın önemli sağlık problemlerinden olan şişmanlık ve obezitenin artış gösterdiğine dikkat çeken Sert, "Yapılan araştırmalar, her 5 kadından birinin aşırı kilolu olduğunu ortaya koyuyor. Bu da light ürünlerin kurtarıcı gibi algılanmasına neden oluyor" dedi.
       
      Şişmanlık, diyabet ve metabolik hastalıklar

      Sert, light gıdaların fazla miktarda düzensiz alınmasının, şişmanlık, diyabet ve çeşitli metabolik hastalıkları kamçıladığını anlattı:
       
      "Tıpkı sigara paketlerinde olduğu gibi gıda ürünlerinde de katkı maddeleri ve kalori miktarları okunabilir şekilde yazılmalı. Oysa, günümüzde tüm ürünlerde olduğu gibi light ürünlerin ambalajına baktığınızda karınca duasını andıran yazıları okuyabilmenin ve bu sayede bilinçlenmenin imkanı yok. Bunun yasak savma zihniyetiyle yapıldığı açıkça ortada."
       
      Doç. Dr. Sert, zayıflamak için bir uzmandan yardım alınmasını ve yaşa, cinsiyete göre bilinçli diyet yapılmasını önerdi:
       
      "Eğer light gıdaların bir faydası olsaydı, bunu ilk çıkaran ülke olan Amerika ve ardından bunu uygulayan diğer ülkeler ve Türkiye'de bugün şişmanlık ve obezite sorunu bu kadar çok konuşulmazdı. Bilinçli bir diyet kilo problemini ortadan kaldırır.
       
      Ayrıca, yemek yerken çatal ya da kaşık sürekli elde tutulmamalı masaya bırakılmalı. Bu sayede çiğneme süresi uzadıkça tokluk duygusu oluşumu da kuvvetlenir."

      Kulak çýnlamasý hastalýk habercisi

      Kulak çınlamasının, özellikle diyabet ve kalp rahatsızlığı başta olmak üzere çeşitli hastalıklara eşlik edebildiği, bu yüzden nedeninin mutlaka araştırılması gerektiği bildirildi.

      Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Barlas Aydoğan, halk arasında "kulak çınlaması" olarak bilinen "tinnitus rahatsızlığı"nın, kulak içindeki gürültü, çınlama ve ıslık benzeri seslerle belirti verdiğini söyledi.
       
      Kulaktaki sesleri kişi harici kimsenin duymadığını ve genellikle sessiz ortamlarda fark edilebildiğini belirten Doç. Dr. Aydoğan, şöyle konuştu:
       
      "Bir dizi sağlık sorununun neden olabildiği semptom olan çınlama, oldukça yaygın görülüyor. En büyük hasta grubunu ise hastalığın nedenini fark edemediğimiz grup oluşturuyor.
       
      Kulakta tırmalayıcı şekilde duyulan ses, kişinin yaşam kalitesini düşürdüğü gibi, çoğu zaman psikolojik bozukluklara da yol açabiliyor. Hasta çoğu zaman ilaç tedavisinin yanı sıra çınlamanın yol açtığı sorunlar için de psikolojik destek almak durumunda kalabiliyor."
       
      Çınlamanın, tek başına ortaya çıkabildiği gibi başta diyabet, kalp rahatsızlıkları, kolesterol gibi çeşitli hastalıklarla birlikte görülebildiğini ifade eden Doç.Dr. Aydoğan, hastalığın oluş nedeninin mutlaka bulunması gerektiğini söyledi.
       
      Aydoğan, diğer rahatsızlıklara eşlik edenlerin yanı sıra orta kulak damarlarıyla ilgili sorunlar, kireçlenme, damarlarda aşırı yağlanma, yüksek sese maruz kalma gibi nedenlerin de çınlamaya yol açabileceğini söyledi.
       
      Stresin çınlamayı tetiklediğini bildiren Doç.Dr. Aydoğan, bu durumda kişinin stresi yaratıcı etkenleri mutlaka azaltması gerektiğini ifade etti.
       
      Rahatsızlığın en fazla uyku sorununa yol açtığını vurgulayan Aydoğan, "Ses dolayısıyla uyku sorunu çeken kişiler, hafif bir müzik ve kısık seste dinlenen radyo ile çınlama sesini örterek uykuya geçebilir" dedi.


      Verem vakalarý artýyor

      Gelişmekte olan ülkelerde son zamanlarda verem vakalarında artış görülmesi, uzun yıllar önce insanlığın korkulu rüyası olan bu hastalığın tekrar geri döndüğü endişelerini ortaya çıkardı.

      Singapur'daki Novartis Tropik Hastalıklar Enstitüsü Kimya Bölümü Sorumlusu olan Dr. Thomas Keller, tıp dilinde"tüberküloz" olarak bilinen verem hastalığının belirli bir süre ortadan kalktığını ancak son yıllarda vaka sayısında belirli bir artış görüldüğünü söyledi.
       
      "15 yıl önce 'verem artık bitti' diye düşünüyorduk ama hastalık geri geliyor" diyen Keller, büyük bir salgından söz edilemeyeceğini ancak potansiyel bir durumla karşı karşıya olunduğunu kaydetti.
       
      Keller, özellikle Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerde nüfusun yüzde 50'sinde virüs bulunduğunu, hastalığın bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla ortaya çıktığını bildirdi.
       
      Tüberkülozun yeryüzündeki başlıca ölüm ve hastalık nedenlerinden birisi olduğunu, 2000 yılında dünyada 2 milyar kişinin enfeksiyon taşıdığının saptandığını anlatan Keller, "Dünya Sağlık Örgütüne (DSÖ) göre yılda yaklaşık 8 milyon kişi enfeksiyon kapıyor, 2 milyon kişi de bu hastalıktan hayatını kaybediyor" dedi.
       
      Hastalığın kentlerdeki kalabalıklaşma, yetersiz teşhis ve tedavi altyapısı, globalleşme ve seyahatlerin artmasıyla yayıldığına dikkati çeken Keller, şöyle konuştu:
       
      "Hastalığın tedavisinde ilaçların düzenli ve gerektiği sürede alınması çok önemli. Hasta 'iyileştim' deyip tedavisini yarıda bırakırsa hastalık direnç kazanıyor. Bu nedenle Türkiye'nin de aralarında bulunduğu birçok ülkede olduğu gibi ilaçların sağlık elemanlarının gözetiminde verilmesi çok önemli.
       
      Ancak ne yazık ki bu her yerde uygulanamıyor. İlaca dirençli mikrobakteriyel suşların (Bir bakteri veya virüsun farklı alt türlerinin, aralarında genetik farklılıklar bulunan grupları) ortaya çıkması, çoklu ilaç tedavisine dirençli vakaların sayısında artışa yol açtı.
       
      DSÖ'nün hesaplarına göre, dünya çapında 50 milyon kişide dirençli vaka gelişmektedir. Tedavi edilmediği takdirde aktif tüberkülozlu her birkişinin yılda 10-15 kişiye enfeksiyon bulaştıracağı öngörülüyor."
       
      "HIV ile etkileşim olursa tedavi imkansızlaşıyor"
       
      Keller, hastalığın HIV virüsüyle etkileşimde bulunması halinde ise tedavinin imkansız hale gelebildiğine işaret etti.
       
      Yaklaşık 30 yıl önce geliştirilen 4 ilacın, hastalığın tedavisindeki etkinliğini kaybettiğini ifade eden Keller, yeni bir ilaç üzerinde çalıştıklarını açıkladı.
       
      Çalışmalarını yoğun bir şekilde sürdürdüklerini belirten Keller, ilacın 2 yıl içinde insanlarda denenmesinin mümkün olabileceğini kaydetti.


      Dýþ kulak enfeksiyonlarýna dikkat

      Yaz aylarının gelmesi ve deniz mevsiminin başlamasıyla yüzücü kulağı denilen dış kulak yolu iltihaplarında artış görülüyor.

      Kulak Burun Bogaz Uzmanı Op. Dr. İrfan Aksoy, dış kulak iltihabının zaman zaman çene eklemine ve boğaza bile vuran ağrılar yaptığını, hastanın ağzını açmakta bile zorlandığını söyledi.
       
      Duştan veya yüzmeden sonra kulakta kalan suyun başı sağa ve sola sallayarak çıkarılması gerektiğini belirten Opr. Dr. İrfan Aksoy, kulağa koruyucu amaçlı düşük yoğunluklu alkol (yüzde25), mineral yağı damlatılabileceğini söyledi.
       
      Duş veya yüzmeden sonra kulağın saç kurutma makinasıyla ılık üfler şekilde belli bir mesafeden kurutulabileceğini de belirten Op. Aksoy, kulak kanalının giriş kısmının pamuklu çubukla aşırıya kaçmadam nazikçe temizlenmesinin de önemli olduğunu vurguladı.
       
      Bu tip hastalıklardan korunmak için öncelikli olarak girilmesi sakıncalı görülen sahil ve hijyeni kötü yüzme havuzlarına girilmemesi gerektiğini belirten Op. Aksoy, dış kulak problemi olan kişilerin duşta kulak yoluna sabunlu su veya köpük kaçırmamaya özen göstermesi gerektiğini dile getirdi. 
       
      Kulak temizleme çubukları zararlı mı?
        
      Op. Dr. İrfan Aksoy, kulak kanalı enfeksiyonlarının oluşmasında kulak temizleyici olarak kullanılan pamuklu çubukların yanlış kullanılmasının önemli etken olduğunu da anlattı:
       
      "Genelde kulak kaşıntısını gidermek veya kulak tıkandığında açmak amacıyla abartılı kullanılması bu hastalıkta başlıca etken. Kulak kiri varsa bunu daha da ileri iterek kulağın tıkanmasına ve enfeksiyon oluşması için uygun ortamın oluşmasına neden olur.
       
      Kulağın kendini temizleme mekanizmasını ve kulak cildini zedeleyerek bakteri ve mantarların enfeksiyon oluşturmasına karşı olan savunma mekanizmalarını bozar."
       
      Yüzücü kulağı nedir?
       
      Op. Dr. İrfan Aksoy, yüzme veya banyo sonrası dış kulak yoluna kaçan suyun normal şartlarda dışarı çıktığını, kalan suyun da vücut ısısıyla buharlaşarak kulak kanalının kuru kalması sağladığını belirtti.
       
      "Geçici olarak suya maruz kalmak zararsızdır" diyen Aksoy, "yüzücü kulağı  isminden de anlaşılacağı gibi yüzme sporlarıyla uğraşanlarda sık görülen bir dış kulak yolu iltihabıdır. Normal insanlara göre beş kat daha fazla görülür. Bu kadar fazla görünmesi dış kulak yolunun suyla sürekli temas etmesinden dolayı olmaktadır. Yaz aylarında deniz, yüzme havuzu gibi ortamlarda yüzme ve dalma sporlarının yaygın yapılmasıyla normal kişilerde de görülür" dedi.
       
      Dış kulak yolunun yapısı nasıl?
       
      Op. Dr. İrfan Aksoy, dış kulak hakkında da bilgi verdi:
       
      "Dış kulak kanalı düz bir kanal değildir hafif S şeklindedir yaklaşık 3 cm uzunluğundadır kanalın sonunda kulak zarı bulunmaktadır. Kulak kanalı dış ortamdaki seslerin iç kulağa iletilmesinde seslerin güçlendirilmesinde rol oynar.
       
      Üçte ikilik dış kısmı daha kalındır burada cilt altında kulak kiri dediğimiz serumeni oluşturan bezler ve kıl  folikulleri(kıl oluşumunu sağlayan yapılar) bulunur.
       
      Üçte biri ise kulak zarına yakın olan kısmıdır, daha incedir. Dış kulak yolu ph'sı hafif asidiktir. Bu enfeksiyonların gelişmemesi açısından önemlidir.Kulak kiri dış ortamdan gelen toz ve benzeri yabancı cisimleri zamk gibi tutarak daha içeri gitmesini önler.
       
      Kulak kiri ve kulak cildinden dökülen artıklar kulak kanalının kendini temizleme mekanizmasıyla  sürekli olarak dışarı doğru atılırlar."

      Kansere karþý yeni umut

      Alman bilim adamları, kansere karşı mücadelede önemli bir gelişme sağladı.

      Göttingen Üniversitesinden bir grup bilim adamı, farelerdeki akyuvarları aktif hale getirerek kanserli hücreleri yok etmelerini sağlayan bir yöntem geliştirdi.
       
      Araştırmacıların açıklamasında, farelerdeki akyuvarların "HSP70" adlı bir stres proteiniyle aktif hale getirildiği, kanserli hücre üretimine neden olan bu protein sayesinde akyuvarların kanserli hücreleri tanıdığı ve yok ettiği bildirildi.
       
      Üniversitenin araştırma görevlisi Ralf Dressel, "HSP70"in insanlardaki akyuvarlar üzerinde de etkili olup olamayacağının araştırılacağını, bu yeni yöntemin belirli kanser çeşitlerinin tedavisinde yeni perspektifler açacağını kaydetti.


      Hafýza kaybýna kamera

      Alzheimer hastalığı gibi hafıza sorunu olanlara yardımcı olacak minik ve insanın üzerinde taşıyabileceğidijital bir kamera geliştirildi.

      Microsoft tarafından üretilen Sensecam adlı kamera, hafızanın hızlı şekilde canlandırılmasını sağlamak için daha sonra izlenmek üzere, gün içinde yaşananların her 30 saniyede bir fotoğrafını çekiyor.
       
      Testler sonucu, kameranın, hafıza sorunu olanlara, olayları ve buna bağlı duyguları hatırlamalarında yardımcı olduğu görülürken, uzmanlar,dijital kameranın genel hafıza kaybı sorunu ve Alzheimer hastalığı gibi daha ciddi durumda olanlar tarafından rahatlıkla kullanılabileceğini belirtiyorlar.
       
      Amerikan ve İngiliz üniversitelerince denemeleri yapılmakta olan kamera, avuca sığabiliyor ve 30 binden fazla görüntüyü depolayabiliyor.
       
      Beyin enfeksiyonu nedeniyle hafıza kaybına uğrayan 63 yaşındaki bir kadın üzerinde yapılan testlerde denek, iki hafta boyunca görüntüleri iki günde bir ve bir saat süreyle yeniden izledi.
       
      Olayları anımsamasına herhangi bir yardım olmadığında her şeyi beş gün içinde unutan deneğin testler sırasında hafızası gözle görülür biçimde düzeldi ve iki haftasonunda yaşadığı olayların yüzde 90'ını anımsamaya başladı.
       
      Araştırmacılar, kamerayı belirli bir hastalığı olmamasına karşın tipik hafıza kaybı olan sağlıklı yaşlılar ile Alzheimer hastaları üzerinde de deniyorlar.


      Spor yapan kadýnlara 'akýllý sutyen'

      Avustralyalı bilim insanlarının geliştirdiği, kumaş içine yerleştirilmiş sensörlerle üretilen bir sutyenin, egzersiz yapan kadınlara büyük rahatlık ve kolaylık sağlaması bekleniyor.

      Geliştirdikleri buluşun sutyen üreticilerinin gelecekte daha iyi tasarımlar yapmasına yardımcı olacağına inandıklarını belirten araştırmacılar, vücuda uygun olmayan sutyenlerle egzersiz yapmanın uzun dönemli yaralanma riskini arttırabileceği uyarısında bulunuyorlar.
       
      Bulgularını Journal of Biomechanics dergisinde yayımlayan Wollongong Üniversitesinden araştırmacılar, laboratuvar sonuçlarının sensörlü kumaşın, egzersiz sırasında meme hareketini ve sutyen fonksiyonunu izlemeye uygun olduğunu gösterdiğini belirttiler.
       
      Kadınlarda egzersiz sırasında meme ağrısının önemli bir problem olduğunu belirten Portsmouth Üniversitesinden Dr. Joanna Scurr da son yapılan
      araştırmaya göre, kadınların yüzde 45 ila yüzde 60'ının egzersiz sırasında bu acıyı çektiklerini ve çok yavaş bir koşunun bile hızlı sprint koşusu kadar acı verebildiğini kaydediyor.
       
      İngiltere'de yapılan bir başka araştırmaya göre de kadınların yüzde 70'i yanlış ölçü sutyen giyiyor ve bu durum da omuz ve sırt ağrılarını arttırıyor.


      Lens kullanýmýnda hijyenin önemi

      Kontakt lenslerin kullanımında gerekli hijyen kurallarına uyulmamasının, körlüğe kadar gidecek sorunlara yol açabileceği bildirildi.

      Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Gülay Güllülü, lens kullanımına, uzman hekim muayenesi sonucu karar verilmesi gerektiğini belirtti.
       
      Kontakt lenslerin gözdeki kırma bozukluklarını düzeltmek için kullanılan önemli bir teknolojik ürün olduğunu ifade eden Prof.Dr. Güllülü, özellikle son yıllarda kozmetik amaçlı kontakt lens kullanımının arttığını söyledi.
       
      Kontakt lens kullanımı öncesi mutlaka uzman hekim muayenesinden geçilmesi gerektiğini vurgulayan Prof.Dr. Güllülü, lens kullanımı süresince de belirli periyotlarla muayeneden geçilmesini önerdi.
       
      Prof.Dr. Güllülü, "Lens kullanımında en önemli nokta, gerekli hijyen kurallarına dikkat edilmesidir" dedi.
       
      Gerekli hijyen kurallarına dikkat edilmeden lens kullanımının korneada iltihaplanmalara neden olabileceğini bildiren Prof. Dr. Güllülü, şunları söyledi:
       
      "Bu iltihaplanmalardan en önemlisi, psödomonas keratitidir. Bu binde birden daha az sıklıkta görülmesine rağmen 24 veya 48 saat içinde körlüğe neden olabilmektedir. Bu nedenle lens kullanımında hijyen kurallarına çok dikkat edilmelidir."
       
      Uyulması gereken hijyen kuralları
       
      Lens kullanımında en sık yapılan hatanın tasarruf amacıyla lens solüsyonlarının gerektiği zamanlarda değiştirilmemesi olduğunu belirten Prof. Dr. Güllülü, şöyle devam etti:
       
      "Lensler, üzerinde biriken mikropların yok edilebilmesi için çıkarıldıklarında, özel solüsyonlar içinde bekletilmelidir.
       
      Fakat tasarruf amacıyla solüsyonlar gerektiği zamanlarda değiştirilmiyor. Bu da göz sağlığı açısından çok tehlikelidir. Ayrıca kullanılan lens hangi tür olursa olsun gece mutlaka çıkarılmalıdır."
       
      Kuruluk, yüksek irtifa ve hamileliğin lens kullanımını olumsuz yönde etkilediğini kaydeden Prof.Dr. Güllülü, kadınların makyaj yapmadan önce lenslerini takması, makyajlarını temizlemeden önce de lenslerini çıkarması gerektiğini söyledi.
       
      Lens kullananların gözlerinde ağrı, batma, kanlanma, görme bulanıklığı yaşadıkları zaman mutlaka uzman hekime başvurmaları gerektiğini belirten Prof. Dr. Güllülü, küçük yaşta lens kullanımının da sakıncalı olduğunu ifade etti.
       
      Özellikle genç kızların estetik görüntü amacıyla renkli lensler kullandıklarını söyleyen Prof. Dr. Güllülü, konuşmasını şöyle sürdürdü:
       
      "Özellikle lise çağındaki kız çocukları bu tür lensleri kullanmamalıdırlar. Çünkü gerekli hijyen kurallarının tam algılanamadığı veya ciddiyetle uygulanamadığı yaşlarda bu tür lenslerin kullanımı sakıncalıdır ve gözde çeşitli kalıcı hasarlara yol açabilir. Ebeveynler bu konuda dikkatli olmalıdırlar."



      Aðýz kuruluðu diþleri vuruyor

      Diş hekimliğinde 'Xerostomia' adı verilen ağız kuruluğu, tedavi edilmediği taktirde ciddi sorunlara yol açabiliyor.

      Günlük yaşamda önemsenmeyen sorun diş çürükleri, dişeti iltihaplanmaları ve beslenme bozukluklarına yol açabiliyor.
       
      Diş Hekimi Altuğ Serçe, sorunun kaynağını ve çözüm önerilerini anlattı:
       
      "Tükürük bezlerinin yetersiz çalışması ağız kuruluğuna (xerostomia) yol açmaktadır. Tükürük miktarındaki yetersizlik dolayısıyla diş yüzeyinde aşırı miktarda gıda ve bakteri plağı birikmesi meydana gelir.
       
      Bu da diş çürükleri, dişeti iltihaplanmaları ve beslenme bozukluklarına neden olur. Ayrıca ağız kuruluğu, çiğneme ve yutma güçlüğüne neden olduğu için beslenme bozuklukları da oluşur."
       
      Yan etki olarak ortaya çıkıyor
       
      Ağız kuruluğu, tansiyon, alerji, antidepresan, ağrı kesici gibi ilaçların kullanımı ile radyoterapi ve kemoterapinin yan etkisi olarak ortaya çıkabiliyor.
       
      Kişide devam eden boğaz ağrısı, dilde yanma, sık susama, ağız kokusu, konuşma güçlüğü, protez kullanmada güçlük, tat bozukluğu, dudak ve dudak kenarlarında çatlama gibi belirtilerle ortaya çıkıyor.
       
      Tükürük miktarındaki yetersizlik, tükürük yapısında bulunan kalsiyum ve fosfat gibi bazı minerallerin de azalmasına yol açarken, bu minerallerin azlığı diş çürüklerinde artışa neden oluyor. Ağız kuruluğu bu nedenle hafife alınmamalı ve mutlaka bir diş hekimine başvurulmalıdır."
       
      Ağız kuruluğunun nedenleri:
       
    • Biyolojik yaşlılık: Etkili bir faktör, tek başına etkili değil.
    • Sistemik hastalıklar: Romatizmal hastalıklar
    • Bağışklık sistemi hasarı (AIDS), Hormonal bozukluklar (Şeker hatalığı), Nörolojik bozukluklar (Parkinson)
    • Çiğneme kabiliyetinin azalması
    • Tükürük bezlerinin cerrahi olarak çıkarılması
    • Radyoterapi (Radyasyon tükürük bezlerinde kalıcı hasar yapar)
    • İlaçlar  (400'ün üstünde ilaç türü ağız kuruluğu yapar: deconjestanlar, diüretikler, tansiyon ilaçları, antidepresanlar, antihistaminikler)
    • Kafein ve alkol tüketimi
         
        Ağız kuruluğu nasıl kontrol altına alınır?
      • Sık sık yudum yudum su içilmeli. Gece yatarken yanında sıvı içecek, su bulundurulmalı
      • Şekersiz sakız çiğnenmeli
      • Sigara, alkol, şekerli yiyeceklerden uzak durulmalı
      • Yaşanılan mekanın nemi ayarlanmalı
      • Gerekirse eczanelerden temin edilebilen yapay tükürük tabletleri kullanılmalı
      • Bakteri plağı kontrol altına alınmalı
      • Floridli diş macunu, jel, gargara kullanılmalı
      • C vitamini kullanılmalı


      • 'Obezite, ciddi saðlýk riski'

        ABD'de gençler arasında artan orandaki obezliğin, 2035 yılına kadar ülkede kalp hastalığı vakalarında artışa neden olabileceği bildirildi.

        New England Journal of Medicine'de yayımlanan bir araştırmada, yaşam tarzına bağlı olan obezliğin halk sağlığında ciddi kriz yaratabileceği belirtildi.
         
        Araştırma, ülkede 2035'e kadar kalp hastası olan insan sayısının yüzde 16 oranında artabileceğini, bunun da fazladan 100 bin hastaya denk geldiğini ve obezliğin neden olduğu kalp hastalıklarına bağlı ölümlerinse yüzde 19 artabileceğini ortaya koydu.
         
        San Francisco Üniversitesinden biyo istatistik ve salgın hastalıkları uzmanı Kirsten Bibbins-Domingo, yaptıkları araştırmanın, gençlerin büyük bölümünün 30-35 yaşlarında kalp hastası olacaklarını gösterdiğini söyledi.
         
        Bu durumun da daha fazla kişinin hastaneye yatması anlamına geldiğini ifade eden Bibbins-Domingo, bunun da daha fazla tıbbi prosedür, kronik hastalıklar için daha fazla tedavi ihtiyacı, hastalık dolayısıyla rapor alma ve ortalama hayat süresindeki azalış sonucunu doğuracağını belirtti.
         
        ABD istatistiklerine göre, yaklaşık 9 milyon genç aşırı kilolu,çocuklarda obezlik oranı 1970'lere oranla üç katına çıktı.


        "Nargile sigara kadar zararlý olabilir"

        Dünya Sağlık Örgütü, nargilenin sigara kadar sağlığı tehdit ediyor olabileceğini, ancak nargile içimi ile ölümler arasında bağlantı olduğu konusunda daha fazla araştırmaya gerek bulunduğunu açıkladı.

        Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamasında, "nargile kullanımının, sigara kullanımına karşı güvenli bir alternatif olmadığı", tersine nargile harmanında da akciğer, kalp ve diğer hastalıklara neden olacak maddeler bulunduğu kaydedildi.
         
        Sağlık örgütünün "istişare notunda", nargilenin sigaradan daha uzun süre içildiği hatırlatılarak, ilk araştırmalarda nargile içimi ile sigaranın aynı oranda tehlikeli gibi görüldüğü aktarıldı.
         
        Ortadoğu, Kuzey Afrika ile Orta ve Güney Asya'da yaygın olarak kullanılan nargile, ABD ve Avrupa'da da özellikle gençler arasında yaygınlaşıyor.

        Temizlik maddesi içenlerde kanser riski

        Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, yanlışlıkla sıvı temizlik maddesi içen kişilerin, yemek borusunda yanıklar oluştuğundan ve tedavi uzun sürdüğünden 20-40 yıl sonra yemek borusu kanseriyle karşılaşabildiklerini söyledi.

        Yemek borusu yanığı oluşan her 100 çocuktan 4'ünün öldüğünü söyleyen Prof. Dr. Yorulmaz, "Bu maddeler yanlışlıkla içildiğinde yemek borusu yanıklarına neden olabilmektedir. ABD'de yılda 5 bin ile 15 bin kişide böyle yanıklar görülmektedir" dedi.

        Hastaların yüzde 75'inin beş yaşından küçük çocuklar ve yarıdan çoğunun erkekler olduğunu belirten Yorulmaz, bu tür yanıklara yol açan temizlik maddelerin başında çamaşır suyu, yağ çözücü, kireç sökücü ve lavabo açıcılar geldiğini söyledi.
         
        "Kanser riskini bin kat artırıyor"
         
        Yanık sonrası, yemek borusunda kanser gelişme riskinin yanık olmayanlara göre bin kat arttığını ifade eden Prof. Dr. Yorulmaz, gün içinde en tehlikeli zamanın çocuğun oyun için serbest bırakıldığı öğleden sonra ve akşam saatleri olduğunu belirtti.
         
        Temizlik maddeleri içildiğinde, yemek borusu, dudaklar, ağız içi, yutak gırtlak ve midede hasar oluşabildiğini bildiren Yorulmaz, temizlik maddesi içen çocukta aniden salya akması, bulantı, kusma, yutma güçlüğü, göğüs ağrısı, hırıltılı solunumun ortaya çıktığını, bu çocukların yaklaşık üçte birinde yutmayı engelleyecek biçimde yemek borusunda darlık meydana geldiğini belirtti.
         
        Korunmak için yapılması gerekenler
         
        Temizlik maddesi gibi şeyler içmiş olan çocukların asla kusturulmaması ve derhal hastaneye yetiştirilmesi gerektiğini belirten Yorulmaz, "Evde kullanılan temizlik maddeleri kendi orijinal ambalajlarında tutulmalıdır. Açıkta satılan maddeler asla meşrubat ya da su kaplarına konulmamalıdır" dedi.
         
        Bu tür maddelerin çocukların erişebileceği yerlerde tutulmaması gerektiğini belirten Yorulmaz, "Kilitli ve çocuklardan uzak bir uygun yerde bulundurulmalı, ambalajları çocuklar tarafından kolay açılmayan türde olmalıdır. Anneler beş yaşından küçük çocukları diğer çocuklarla oynarken göz önünden ayırmamalı" diye konuştu.

        Haftasonu pikniði saðlýðýnýzdan etmesin!

        İlkbahar mevsiminde halk arasında saman nezlesi olarak bilinen 'alerjik rinit' en sık karşılaşılan hastalıklar arasında yer alıyor.

        Özellikle mevsime bağlı görülen alerjik rinit, polen gibi uyaranların etkisinin yoğun olduğu piknik ve doğa yürüyüşlerinden olumsuz etkilenebiliyor.
         
        Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Tamer Haliloğlu, alerjik rinitle ilgili bilinmesi gerekenleri ve alınabilecek önlemleri anlattı:
         
        "Alerjik rinit (saman nezlesi), toplumda sık görülen alerjik hastalıkların başında gelmektedir. Özellikle alerjik olan anne ve babaların çocuklarında görülme sıklığı daha fazla olan bu hastalık, endüstriyel gelişmiş ülkelerde, çevre kirliliği gibi faktörlerin artması ile giderek artmaktadır.
         
        Hastalık genllikle alerjik konjonktivit (göz nezlesi), alerjik sinüzit veya astımla birliktelik gösterebilir. Alerjik rinit, hayatı tehdit etme özelliği olmayan, ancak hastanın konforunu belirgin şekilde bozan bir hastalıktır. Bu hastalıkta özellikle hastalar belirli bir alerjen ya da alerjenlerle karşılaştığı zaman şikayetler ortaya çıkar.
         
        Yılın her döneminde görülebilir
         
        Alerjik rinit, yıl boyu süren alerjik rinit, mevsimsel alerjik rinit ve yıl boyu süren ancak mevsimsel artışlar gösteren alerjik rinit olarak üç ayrı şekilde görülebilir. Bu hastalıklarda alerjiyi ortaya çıkaran alerjenler hastalığın görülme zamanını belirler.
         
        Yıl boyu alerjik rinit ev tozu akarlarına bağlıdır, mevsimsel alerjik rinit ise genel anlamda polenlere (ağaç, ot, yabani ot, hububat poleni) bağlıdır. Yıl boyu süren mevsimsel artışlı alerjik rinitlerde ise sorumlu alerjen hem ev tozu akarları hem de polenlerdir. Polen alerjisi olan hastalar, o bitkinin polenizasyon yaptığı mevsimde daha sık bulgu verirler.
         
        Aksırık ve burun akıntısına dikkat!
         
        Alerjik rinitli hastalarda alerjenle karşılaştıktan sonra dakikalar içinde hapşırma, burunda kaşınma, burun akması ve burun tıkanıklığı olur. Bu hastalarda genelde alerjik konjonktivit de (göz nezlesi) eşlik ettiği için gözlerde yanma, batma, kaşınma, sulanma gibi bulgular da görülebilir. Yine bu hastalarda eğer alerjik sinüzit varsa, geniz akması, baş ağrısı, gece gelen öksürük nöbetleri olabilir.
         
        Astımın da birlikte görüldüğü hastalarda, nefes darlığı, hırıltlı solunum, göğüste sıkışma hissi, öksürük gibi bulgular olabilir. Alerjik rinitli hastalara uzun süre grip zannedilip yanlış tedaviler uygulanabilmektedir. Eğer kişinin ailesinde alerjik hastalık hikayesi varsa, alerjik rinit hasta ve hekimin aklına daha erkenden gelmelidir.
         
        Alerjenle temas kesilmeli
         
        Alerjik rinitin tedavisinde öncelikle hastanın alerjenle temasını bitirmesi veya bunu minimum düzeye indirmek gerekir. Alerjik riniti bulunan kişiler özellikle ilkbaharda polenlerden mutlaka korunmalıdır. Bunun dışında ilaç olarak öncelikle burun içine uygulanacak veya ağızdan uygulanacak antihistaminiklerden fayda sağlanmaya çalışılır.
         
        Hastaların önemli bir kısmında bu ilaçlardan fayda elde edilir. Hekimin uygun gördüğü durumlarda burun içine uygulanan kortizonlu spreylerden de belirgin yarar sağlanır.
         
        Bu tür kortizon preparatlarının yan etkisi yok denecek kadar azdır. İlaçlardan yeterince fayda sağlanamayan hastalarda ise aşı tedavisi (alerjen immünoterap) uygulanabilir. Tedavi süresince kişiye yılda bir kez cilt testleri de yapılmalıdır. Yapılan çalışmalarda alerjen immünoterapi programının alerjik astımdan korumada da etkin olduğu kanıtlanmıştır.

        Böbrek naklinde dünya rekoru bizim

        Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Eğitim, Araştırma ve Uygulama Merkezi, 2007 başından bugüne kadar 306 böbrek nakli yaparak dünya rekoru kırdı.

        Geçen yıl Avrupa'da en fazla organ nakli yapan birinci merkez olarak rekor kıran Organ Nakli Eğitim, Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin Müdürü Prof.Dr. Alper Demirbaş, ekibiyle birlikte düzenlediği basın toplantısında, dünyada bu yıl en fazla böbrek nakli yapan merkez olarak haklı bir gurur yaşadıklarını anlattı.
         
        Yılbaşından bu yana 306 nakil gerçekleştirdiklerini kaydeden Prof.Dr. Demirbaş, bu rakamla ilk sırada olduklarını, ikinciliği ABD Viskonsin Üniversitesi Nakil Merkezi'nin 304 nakille, üçüncülüğü de yine ABD'den Alabama Üniversitesi Nakil Merkezi'nin 303 nakille aldığını söyledi.
         
        Avrupa'da 280, ABD'de 300 böbrek nakil merkezinin önüne geçtiklerini belirten Prof. Dr. Alper Demirbaş, yıl sonuna kadar da 12 randevulu nakil daha olduğunu kaydetti.
         
        Kan grubu uyumsuz nakil
         
        Demirbaş, böbrek nakilleriyle ilgili şunları söyledi:
         
        "Kaybedilen hasta sayısı 3'te kaldı. Başarı oranı da yüzde 99.5'tir. Bunun bir örneği dünyada yok. 6 kan grubu uyumusuz nakil yaptık. Bu da dünyada bir ilktir. Bunu yaptığımızda birçok meslektaşımızın bu olaydan haberi yoktu, olanlar da 'imkansız' diyordu.
         
        Doku uyumsuz böbrek nakli için de eleştiri almıştık. Sonuçlar bilimsel olarak yayınlandı. Yüzde 100 uyumludan farksız olduğu kabul edildi. 306 böbrek naklini Türkiye'nin 60 değişik ilinden gelen hastalarla yaptık.
         
        Örneğin, Diyarbakır'dan 10, Şanlıurfa'dan 10, 17 nakil merkezi bulunan İstanbul'dan 47, Konya'dan 16, Mersin'den 10, Adana'dan 13 kişi merkezimizde böbrek nakli oldu."
         
        Dünya rekorunu kıran ekip
         
        Merkez Müdürü Prof. Dr. Alper Demirbaş'ın yaptığı basın açıklamasına ekip arkadaşları Doç.Dr. Murat Tuncer, Doç.Dr. Okan Erdoğan, Doç.Dr. Zeki Ertuğ ve Dr. Levent Yücetin de katıldı.
         
        Basın toplantısında konuşan Nefrolog Doç.Dr. Murat Tuncer, rakamsal başarının yanında bilimsel alanda da çok önemli başarılara da imza attıklarını belirterek, "Dünya tıbbına kazandırdıklarımız da var. Türkiye'de pankreas ve böbrek naklini birlikte ilk yapan merkez olduk. Bu şeker hastalarının hayatiyeti için çok önemli bir başarıdır.
         
        Kan grubu uyumsuz böbrek naklini ilk kez biz yaptık. Fransa'dan önümüzdeki günlerde gelecek olan bir hastaya kan uyumsuz nakil yapacağız. Çünkü Fransa'da bu tekniği bilen ve uygulayan merkez yok. Tüm bu yaptığımız olumlu işlere karşın halen bekleme sıramızda 2 bin 700 kişi bulunuyor" dedi.
         
        Doç.Dr. Okan Erdoğan ise, "Vericiye kapalı yöntemle müdahale edip nakil yaptığımız ameliyatların başlatıcısı biz olduk. Bu yöntemle 70 nakil gerçekleştirdik. Bir bakıma eğitim merkezi konumundayız. Merkezimizde şu ana kadar 4 nefrolog yetiştirdik" dedi.