6 Ağustos 2009 Perşembe

Faizde ikinci indirim süreci

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, mali disiplinin yeniden sağlanması amacıyla şu an itibariyle ''doğru adımların atıldığını, ancak bunun yeterli olmadığını, arkasının gelmesi'' gerektiğini söyledi.

MERKEZ BANKASI HÜKÜMETE AÇIK MEKTUP GÖNDERDİ

Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, enflasyon raporuyla ilgili düzenlediği basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Bir gazetecinin, yeniden mali disiplinin tesis edilmesi açısından şu an itibarıyla atılan adımları doğru ve yeterli bulup bulmadığını sorması üzerine Yılmaz, ''Doğru adımlar atılıyor, ancak yeterli değil. Bunun arkasının gelmesi gerekir, hem gelirler tarafında, hem harcamalar tarafında'' dedi.

Borsa ve döviz kurundaki gelişmelerin krizden çıkış işareti olarak değerlendirilmesi konusunda görüşünün sorulması üzerine de Yılmaz, krizden çıkışın yavaş ve kademeli olacağını, ihtiyatlı davranmak gerektiğini söyledi.

Krizden çıkışta istihdam verilerinin taşıdığı önemi vurgulayan Yılmaz, ''Belirleyici olan özellikle iç talep açısından; istihdamda iyileşmenin görülebilir noktaya geldiği noktada herhalde çıkıyoruz diyeceğiz. Şu anda işsizlikteki artış oranı devam ediyor'' diye konuştu.

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, Merkez Bankası'nın, gelişmekte olan ve enflasyon hedeflemesi uygulayan ülkeler içinde politika faizlerini en fazla ( lüks, bir tomar, okkalı ) düşüren merkez bankası olduğunu söyledi.

Yılmaz, Merkez Bankası tarafından yayımlanan Enflasyon Raporunun'' tanıtımı amacıyla düzenlediği basın toplantısında, Merkez Bankasının mevcut küresel konjonktür enflasyon gelişmeleri üzerinde belirleyici olduğunu bildirdi.

Merkez Bankası olarak, küresel krizin derinleştiği 2008 yılı son çeyreğinden itibaren enflasyonda hızlı bir düşüş olacağını öngörerek, krizin iktisadi faaliyet ve finansal istikrar üzerindeki olumsuz etkilerini sınırlamaya odaklandıklarını belirten Yılmaz, ''bu süreçte bir yandan kısa vadeli faiz oranlarını süratli bir şekilde aşağı çekerken diğer yandan dengeleyici bir likidite politikası izleyerek piyasalarda sıkışıklığı rahatlatmayı amaçladıklarını ifade etti.

Bu çerçevede, toplam talep koşullarının zayıf seyrini, kredi koşullarında süregelen sıkılığı ve enflasyon görünümündeki iyileşmeyi dikkate alarak, 2008 yılının Kasım ayında başladıkları faiz indirimlerine 2009 yılının ikinci çeyreğinde de devam ettiklerini kaydeden Yılmaz, ''böylece, Temmuz ayı itibarıyla toplam faiz indirimi 850 baz puana ulaşmıştır'' dedi.

Son dönemde alınan para politikası kararlarının daha iyi anlaşılması açısından küresel eğilimlerin ve ülkelere özgü risk algılanmaların doğru tahlil edilmesinin önem taşıdığını belirten Yılmaz, şöyle devam etti:

''2008 yılı dördüncü çeyreğinden itibaren tüm dünyayı kapsayacak şekilde derinleşen kriz sürecinde, gelişmekte olan ülke merkez bankaları, politika faizlerinde beklentilerin ötesinde indirimlere giderek, küresel krizin iktisadi faaliyet üzerindeki etkilerini sınırlamayı hedeflemişlerdir.

Bu süreçte, finans piyasaları göreli olarak daha istikrarlı seyreden ve risk primindeki bozulmanın daha sınırlı olduğu ülkeler, daha geniş para politikası uygulama alanına sahip olabilmiş ve daha yüksek miktarlarda faiz indirimlerine gidebilmişlerdir.

Bu dönemde, finansal sistemimizin göreli sağlam yapısına ilişkin farkındalığın güçlenmiş olması, enflasyonda beklenen düşüşe paralel olarak hızlı ve büyük ölçekli faiz indirimlerine gidilebilmesi için elverişli bir ortam sunmuştur. Bu durumu dikkate alarak hareket eden Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, gelişmekte olan ve enflasyon hedeflemesi uygulayan ülkeler içinde politika faizlerini en fazla düşüren merkez bankası olmuştur.''

PİYASA FAİZLERİ 

Piyasa faizlerindeki aşağı yönlü eğiliminin, orta vadeli reel faizlere de yansıdığı ve piyasa faizlerinin reel seviyesinin ilk çeyreğe göre azalarak küresel finans krizi öncesi seviyelerinin altında seyretmeye devam ettiğini kaydeden Yılmaz, ''reel faizin durgunluk dönemlerinde daha aşağı seviyelere inmesi, sağlıklı işleyen ekonomilerde beklenen bir değişim olmakla birlikte, bunun Türkiye ekonomisinde daha önce gözlenmemiş bir durum olduğunun altını çizmekte yarar görmekteyim. Bu anlamda, reel faizlerin mevcut düzeyini, ekonomimizin normalleştiğini tescil etmesi bakımından olumlu ( müspet, yararlı, pozitif ) bir gösterge olarak değerlendirmekteyiz'' şeklinde konuştu.

Yılmaz, bununla birlikte, piyasa faiz oranlarının para politikasının mevcut duruşunu ve söylemlerini tam olarak yansıtmadığını, getiri eğrilerinin mevcut duruma kıyasla daha yatay olması gerektiğini düşündüklerini bildirdi

''KÜRESEL EKONOMİDEKİ TOPARLANMA YAVAŞ VE KADEMELİ OLACAK'' 

Küresel ekonomideki toparlanmanın yavaş ve kademeli olacağına dair görüşler yaygınlık kazanmış olsa da, krizin en kötü dönemlerinin geride kaldığına ilişkin algılamaların, yılın ikinci çeyreğinde ''küresel finans piyasalarında iyimser bir havanın oluşmasına ve risk iştahının artmasına yol açtığını'' ifade eden Yılmaz, küresel risk algılamalarındaki iyileşmeyle birlikte gelişmekte olan ülkelerin risk primlerinin hızla düştüğünü ve kriz öncesi seviyelere yaklaştığını söyledi.

Kriz sürecinin genelinde olduğu gibi, yılın ikinci çeyreğinde de Türkiye;nin risk priminin diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla düşük seviyelerde seyrettiğini belirten Yılmaz, şöyle dedi:

''Bu dönemde, Türk lirası, değer değişimleri bakımından, diğer gelişmekte olan ülke para birimlerinden belirgin bir ( yek, bir kez, aynı ) biçimde ayrışmamıştır. Tarihsel olarak oynaklığı en yüksek ve küresel risk iştahına en duyarlı para birimlerinden olan Türk lirasının oynaklığındaki göreli düşüklük, krizin en yoğun olduğu dönemleri takiben ülkelerin ayrıştırıcı özelliklerinin etkinlik kazanmaya başladığı 2009 yılının ikinci çeyreğinde de devam etmiştir.''

Öte yandan, tüm kriz sürecinde olduğu gibi, yılın ikinci çeyreğinde de, daha yüksek miktarlarda politika faizi indirimlerine giden gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinin performanslarının daha olumlu olduğunun gözlendiğini bildiren Yılmaz, bu durumun, kriz sürecinde ülke risk primlerindeki değişimlerin, gerek kur performansları gerekse para politikası kararları üzerindeki belirleyiciliğinin yüksek olmasından kaynaklandığını söyledi.

''ŞİRKETLERE AÇILAN KREDİLERİN FAİZLERİNDEKİ BELİRGİN DÜŞÜŞ DİKKATİ ÇEKİYOR'' 

Başkan Yılmaz, yılın ikinci çeyreği itibarıyla politika faizlerindeki indirimlerin yurt içi kredi piyasası üzerinde kısmen etkili olmaya başladığının görüldüğünü belirterek, özellikle, bu dönemde şirketlere açılan kredilerin faizlerindeki belirgin düşüşün dikkati çektiğini kaydetti.

Bu gelişmenin, nakit akışı bozulan firmaların, borçlarını yeniden yapılandırmak için kullandıkları kredilerin maliyetini azaltarak, mali yapılarındaki bozulmayı sınırladığı ve böylece ekonominin üretim kapasitesinde kalıcı bir tahribat yaşanmamasına katkıda bulunduğunu belirten Yılmaz, şirketler kesimine açılan kredi faizlerindeki hızlı düşüşe karşılık, sabit ve uzun vadeli kredi faizlerinin halen yüksek seviyelerde olduğunun görüldüğünü, nitekim, tüketici kredilerinde vade priminin göreli olarak yüksek seyrettiği ve özellikle uzun vadeli kredi faizlerindeki düşüşün daha sınırlı kaldığının gözlendiğini söyledi.

Yılmaz, şöyle devam etti:

''Son dönemde açıklanan veriler para politikası faiz oranlarında süregelen indirim sürecinin yanı sıra alınan mali tedbirler doğrultusunda yurt içi talep ve iktisadi faaliyette kısmi toparlanma işaretleri içermektedir.

Bununla birlikte, toplam talepteki belirsizliğin ve düşük kapasite kullanım oranlarının önümüzdeki dönemde yatırımlar ve istihdam üzerindeki olumsuz etkilerinin süreceği ve işsizlik oranlarındaki yüksek düzeylerin özel tüketim harcamalarını sınırlamaya devam edeceği tahmin edilmektedir.

Bunlara ek olarak, finansal koşullardaki sıkılığın da kısmen devam ettiği göz önüne alındığında, son dönemde gözlenen kısmi talep canlanmasının gücüne ve kalıcılığına ilişkin belirsizliklerin devam ettiğini düşünmekteyiz.''

Yılmaz, özetle, iç ve dış talep gelişmeleri bir arada değerlendirildiğinde, orta vadeli tahminler güncellenirken yılın ikinci çeyreğinde toplam talep koşullarının enflasyona düşüş yönünde verdiği desteğin uzun ( maksi, ayrıntılı, derinlemesine ) bir süre devam edeceği bir çerçeveyi esas aldıklarını belirtti.

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, Bütçe dengesi gözetilerek yapılan vergi ve fiyat ayarlamalarının yıllık enflasyon üzerindeki etkilerinin azalmasıyla birlikte, 2010 yılının ikinci yarısından itibaren enflasyonun kademeli bir düşüş eğilimine girerek, 2011 yıl sonu hedefi olan yüzde 5,5 düzeyinin bir miktar altında istikrar kazanacağını öngördüklerini belirtti.

Yılmaz, düzenlediği basın toplantısında, küresel ekonomideki toparlanmanın yavaş olacağı anlaşılmakla birlikte, krizin en kötü döneminin geride bırakıldığına dair algılamaların güçlenmesinin emtia fiyatlarındaki hareketlenmeyi de beraberinde getirdiğini söyledi.

ENFLASYON VE PARA POLİTİKASI GÖRÜNÜMÜ 

Bu gelişmeye paralel olarak, petrol fiyatlarının Nisan ayı Enflasyon Raporu;ndaki 55 dolar varsayımının üzerinde seyrettiğini, petrol fiyatlarına ilişkin varsayımlarını güncellenirken Temmuz ayının ilk yarısı boyunca vadeli piyasada oluşan fiyatların ortalamasının temel alındığını ifade eden Yılmaz, bu çerçevede, petrol fiyatlarının 2009 yılında ortalama 60 dolar, 2010 ve sonrasında ise 70 dolar civarında gerçekleşeceğinin varsayıldığını belirtti.

Gıda grubu fiyatlarına ilişkin varsayımlarda değişiklik yapılmadığını ve bu grupta yıllık fiyat artış oranının 2009 yıl sonunda yüzde 7,5, sonraki yıllar için ise yüzde 6 olarak gerçekleşeceği bir çerçevenin esas alındığını kaydeden Yılmaz, ithal girdi maliyetleri açısından bakıldığında, döviz kurlarında 2008 yılının son çeyreğinden bu yana gözlenen hareketlerin ithalat fiyatlarındaki düşüşlerle telafi edildiğini ve ithal malların Türk lirası cinsinden fiyatlarında önemli bir değişim olmadığının görüldüğünü bildirdi.

Orta vadeli tahminler üretilirken, dünya ekonomisindeki yavaş ve kademeli toparlanmaya paralel olarak ithal girdi maliyetlerinin de sınırlı artışlar göstereceğinin varsayıldığını anlatan Yılmaz, şöyle devam etti:

''Bütün bunlara ek olarak, tahminlerimiz güncellenirken küresel ölçekte faizlerin uzun süre düşük düzeylerde kalacağı bir görünüm esas alınmıştır. Maliye politikası tarafında ise bütçe disiplinini sağlayacak orta vadeli bir mali programın uygulamaya koyulacağı varsayılmıştır.

Ayrıca, 2009 yılı ikinci yarısında yönetilen/yönlendirilen fiyatlardaki ve vergi oranlarındaki ayarlamaların enflasyon üzerindeki etkisinin 1,5 puana yaklaşacağı bir kısa vadeli görünüm çizilmiştir.

Bu noktaya kadar çizmiş olduğum çerçeve doğrultusunda, yakın dönemde politika faizlerinde bir miktar daha indirim gerçekleştirildiği ve sonrasında faizlerin 2010 yılı sonuna kadar sabit tutulduğu varsayımı altında; enflasyonun, yüzde 70 olasılıkla, 2009 yıl sonunda orta noktası yüzde 5,9 olmak üzere yüzde 4,9 ile 6,9 aralığında, 2010 yıl sonunda ise orta noktası yüzde 5,3 olmak üzere yüzde 3,7 ile 6,9 aralığında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Enflasyonun 2011 yıl sonunda yüzde 4,9, 2012 yıl ortasında ise yüzde 4,8 seviyesine gerileyeceği öngörülmektedir.

Güncellenen tahminler, politika faizinin oldukça uzun bir süre düşük düzeylerde tutulması durumunda dahi, toplam talep koşullarının enflasyondaki düşüşe verdiği desteğin önümüzdeki iki yıl boyunca süreceğini göstermektedir.

Tahminler ayrıca, kısa vadede güçlü baz etkileri nedeniyle enflasyonda zaman zaman dalgalanmalar görülebileceğine işaret etmektedir. 2009 yılında ilk altı aylık birikimli enflasyonun sadece yüzde 1,83 olması nedeniyle, 2010 yılının ilk yarısında enflasyonun baz etkisine bağlı olarak artış gösterebileceği tahmin edilmektedir.

Bütçe dengesi gözetilerek yapılan vergi ve fiyat ayarlamalarının yıllık enflasyon üzerindeki etkilerinin azalmasıyla birlikte, 2010 yılının ikinci yarısından itibaren enflasyonun kademeli bir düşüş eğilimine girerek 2011 yıl sonu hedefi olan yüzde 5,5 düzeyinin bir miktar altında istikrar kazanacağını öngörmekteyiz.''

Yılmaz, bu çerçevede, iktisadi birimlerin orta vadeli sözleşmelerinde ve planlamalarında bu düzeyleri referans olarak alması ve fiyatlama davranışlarını buna göre oluşturmasının enflasyon katılığını azaltarak iktisadi faaliyetteki toparlanmayı destekleyeceğini düşündüklerini belirtti.

RİSKLER 

Küresel ekonomiye ilişkin risklerin geçtiğimiz dönemlere kıyasla kısmen azalmakla birlikte halen önemini koruduğunu bildiren Yılmaz, kredi piyasalarındaki sorunların devam etmesinin ve işsizlik oranlarının yüksek seyretmesinin, küresel iktisadi faaliyete ilişkin aşağı yönlü riskleri canlı tuttuğunu belirtti.

Önümüzdeki dönemde küresel ekonomideki sorunların uzun süre giderilememesi ve bu durumun yurt içi iktisadi faaliyetteki toparlanmayı daha da geciktirmesi durumunda, politika faizlerinde ikinci bir indirim süreci ve sonrasında faiz oranlarının düşük tek haneli düzeylerde uzun bir süre tutulmasının söz konusu olabileceğini ifade eden Yılmaz, şöyle devam etti:

''Öte yandan gelişmekte olan ülkelerdeki kredi kalitesindeki nispi iyileşme sonucunda bu ülkelere sermaye akımlarının güçlenmesi de olası bir senaryodur. Bu durum risk primi ve döviz kuru kanalından enflasyon üzerinde aşağı yönlü bir risk unsuru olarak ortaya çıkabilecektir. Böyle bir durumda da politika faizlerinde daha hızlı bir indirim veya ikinci bir indirim süreci ve sonrasında faiz oranlarının düşük tek haneli düzeylerde uzun bir süre tutulması gündeme gelebilecektir.

Küresel ölçekte bütçe açıklarının hızla yükselmesi, uzun vadede enflasyon beklentileri ve dolayısıyla uzun vadeli küresel piyasa faiz oranları üzerinde yukarı yönlü bir risk ( riziko ) oluşturabilecektir. Orta vadeli enflasyon ve para politikası görünümü oluşturulurken küresel iktisadi faaliyetteki toparlanmanın yavaş ve kademeli bir seyir izlediği, tasarruf oranlarının uzun süre yüksek seviyelerde kaldığı ve dünya ülkelerinde faiz oranlarının düşük düzeylerde seyrettiği bir çerçeve esas alınmıştır.''

ORTA VADELİ PROGRAM 

Türkiye'de de, küresel eğilimlere paralel olarak, krizin iktisadi faaliyet üzerindeki daraltıcı etkisini sınırlandırmak amacıyla uygulanan dengeleyici mali tedbirlerin bütçe açığındaki artışı hızlandırdığının görüldüğünü kaydeden Yılmaz, diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında Türkiye'de kamu kesimi borçluluğunun göreli olarak düşük olmasının, mali alanın geniş olduğu izlenimini verdiğini söyledi.

Bununla birlikte, borçlanmanın vade yapısı, faizlerin düzeyi ve finansal piyasaların derinliği dikkate alındığında, dengeleyici maliye politikaları için mali alanın çok da geniş olmadığının görüldüğünü belirten Yılmaz, dolayısıyla, bütçe açığındaki kısa vadeli genişlemenin borç dinamiklerinin sürdürülebilirliğini temin eden orta vadeli bir program ile desteklenmesi risk primimizin göreli olarak düşük kalmaya devam etmesi açısından büyük önem taşıdığını vurguladı.

Bu doğrultuda, yurt içinde de kamu maliyesinin görünümüne ilişkin algılamaların para politikasının orta vadede ve özellikle 2011 yılından sonra izleyeceği strateji açısından büyük önem taşıdığını ifade eden Yılmaz, şöyle devam etti:

''Küresel kriz süreci finansal sistemimizin dayanıklılığına ilişkin farkındalığı artırarak ülkemize dair risk göstergelerinin diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha iyi performans göstermesini sağlamış ve politika faizlerinde hızlı bir indirim sürecine imkan vermiştir. Böylece, kısa vadeli faizler uzun yıllar sonra tek haneli oranlara indirilebilmiştir. Orta ve uzun vadeli piyasa faizleri ise halen daha yüksek düzeylerde seyretmektedir.

Mevcut konjonktür, piyasa faizlerinin tek haneli oranlara inmesi ve üç yıllık tahmin ufku boyunca bu düzeylerde kalabilmesi için önemli bir fırsat sunmaktadır. Piyasada oluşan orta ve uzun vadeli faiz oranlarının tek haneli değerlere kalıcı olarak inmesi mali disiplinin tesisine bağlı olacaktır.

Önümüzdeki dönemde mali disipline ilişkin ikna edici bir perspektif sunulması, hem risk primini düşürecek hem de politika faizlerinin uzun süre düşük düzeylerde tutulabilmesine olanak tanıyacaktır. Dolayısıyla, borç dinamiklerinin sürdürülebilirliğini ve bütçe disiplinini gözeten orta vadeli somut bir mali programın tesisi halinde piyasa faizlerinin tek haneli oranlarda kalıcı olarak seyretmesinin mümkün olduğu düşünülmektedir.

Sonuç olarak, küresel ekonomideki toparlanmanın yavaş ve kademeli bir seyir izleyeceği, tasarruf oranlarının yüksek seviyelerde kalacağı ve küresel faiz oranlarının uzunca bir süre düşük düzeylerde seyredeceğine dair algılamaların güçlenmesi, para ( vakıf, finans, kredi ) politikasının geleceğe dair daha somut bir perspektif verebilmesine olanak tanımaktadır.''

Bu çerçevede, tahminler oluşturulurken önümüzdeki dönemde kısa vadeli faizlerin bir miktar daha indirildiği ve 2010 yılının sonuna kadar artırılmadığı bir görünümün esas alındığını kaydeden Yılmaz, 2011 ve sonrasında ise para politikası enflasyon görünümünü etkileyen değişkenlerin seyrine bağlı olarak şekilleneceğini, krizden çıkışla birlikte mali ( akçeli, parasal, finansal ) disiplinin kademeli ve güçlü bir şekilde yeniden tesis edilmesi durumunda, kısa vadeli faizlerin üç yıllık tahmin ufku boyunca tek haneli seviyelerde kalabileceğinin öngörüldüğünü söyledi.

NİSAN AYI RAPORUNDA ENFLASYON ARALIĞI YÜZDE 4,8-7,2 İDİ 

Öte yandan Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, 30 Nisan tarihinde enflasyon raporunun tanıtımı amacıyla düzenlediği basın toplantısında, o günkü veriler ışığında, enflasyonun yüzde 70 olasılıkla, 2009 yılı sonunda orta noktası yüzde 6 olmak üzere yüzde 4,8 ile yüzde 7,2 aralığında olmasını öngördüklerini belirtmişti.

Yılmaz, enflasyonun 2010 yılı sonunda ise orta noktası yüzde 3,5 ile yüzde 7,1 arasında gerçekleşeceğini tahmin ettiklerini, 2011 yılı sonunda da yüzde 4,9 oranına düşeceğini öngördüklerini kaydetmişti


 AA

Hiç yorum yok: