30 Haziran 2009 Salı

Ragıp Duran uyardı

ragp-duran-uyard.jpgSon dönemde basına servis edilen belgelerle ilgili Birgün Gazetesi'ne konuşan Ragıp Duran, gazetecinin bilgi ya da belge olarak sunulan materyalin doğruluğunu mutlaka denetlemesi gerektiğini söylüyor

»Henüz iddia aşamasındaki bilgilerin araştırılmadan yayınlanmasının, gazetecilik açısından tehlikesi nedir?
Gazetecinin temel görevlerinden biri, -belki de birincisi- iddia, duyum, söylenti, açıklama hatta bilgi ya da belge olarak sunulan materyalin, yayından önce doğruluğunu mutlaka denetlemektir. Çünkü haberciliğin birinci kuralı/gereksinimi kamuya iletilen bilginin DOĞRU olmasıdır. Bilgi kirliliğine karşı mücadele için bu denetim şarttır. Gazeteye ulaşan/ulaştırılan herhangi bir bilginin denetlenmeden yayınlanmasının sayısız sakıncaları/tehlikeleri var. Öncelikle bu bilgiyi yayınlayan gazetenin, bilgi yanlış ise, inanırlığı/güvenirliği/prestiji azalır. Çünkü böyle bir tutum, gazetecinin profesyonelliği hakkında kuşku yaratır. Nihayet, okur açısından bakıldığında, gazete okura, doğruluğu denetlenmemiş belki de yanlış bilgi vermiş olur.

»Bu belgelerin doğrulatılma süreci gazetecilik açısından etik yürütülüyor mu?
Haber değeri taşıyan her bilgi, yayınlanmadan önce en az iki kaynaktan doğrulanmalı. Üstelik söz konusu kaynaklar da bellidir: Belgede imzası bulunan askeri yetkili ile Genelkurmay'dan sorumlu bir yetkilinin mutlaka görüşü/onayı alınmalıydı. Bu somut vakada muhabir, 'Genelkurmay'dan üst düzey emekli bir general'den belgenin doğruluğunu denetlediğini açıkladı. Emekli bir general, bu konuda doğrulama/denetleme yapabilecek sağlam/güvenilir/bilgi sahibi bir kaynak olarak gösterilemez.
TSK, AKP ve Gülen cemaatini ilgilendiren bu belgenin, gerçek veya sahte olması tartışması bir yana, Türk egemen medyasının belki de yüzde 95'i bu üç kutuptan bir şekilde biriyle organik ya da siyasi-ideolojik bağlantı içinde olması nedeniyle, bu haberi doğru dürüst yayınlayamaz. Çünkü habercilik her üç kutuptan bağımsızlık ya da her üç kutuba eşit mesafede durmayı zorunlu kılar. Nitekim, egemen medyaya baktığımızda, belgeyle ilgili haber ve bilgi yerine tartışmanın bizatihi tarafları haline gelmiş olan medya organlarının kanaat ve yorum ürettiğini görüyoruz. Her gazete, bu konuda, kendi siyasi-ideolojik tutumunu savunuyor.

»Peki? Türkiye şartlarında bu tür belgeleri doğrulatmak mümkün mü?
Taraf gazetesi Türkiye'nin önemli tabularından biri olan TSK konusunda yankı yaratan haberler yayınladı. Ne var ki bu gazetenin haberciliği/yayın politikası tartışmalı. Geçmişte de aynı kaynaktan çıktığı/sağlandığı belli olan ve aynı kutba vuran belgeler yayınladı. Kaynağın şimdiye kadar servis ettiği belgelerin orijinal olduğu belirlendi. Ne var ki, beş kez hatta on kez hakiki belge sağlayan bir kutup, 11. keresinde sahte bir belge servis edebilir. Taraf ile söz konusu kaynak arasında artık mesafe kalmamış durumda. Sadece temas var. Üstelik Taraf, sadece bu tür belgeleri yayınlayan bir gazete olarak nam salmaya başladı. Bu durum da, Taraf'ın, ciddi bir gazete olmaktan çok, bir kaynağın yayın organı haline gelmesi demek. Taraf, bu sefer de, Türkiye'de bir çok gazetenin/gazetecinin yaptığı gibi, sürati de bahane ederek, belgeyi denetlemeden yayınladı. Sonra da Altan ve Çongar'ın kaleminden belgenin gerçek olup olmadığı konusunda ihtimaller içeren yazılar yayınlandı. Böylece gazetenin yöneticileri, belgeyi denetlemeden yayınladıklarını itiraf etmiş oldular.
Bir belgenin gerçek olup olmadığını teyit etmek çok zor bir gazetecilik çalışması olmasa gerek. Ortada imzalı ve antetli bir belge -fotokopi olsa da- var ise, önce belge incelenir. Fotokopide tahrifat yapılıp yapılmadığı ve imza, uzmanlara incelettirilir. Yazının puntosu, karakteri, gerçekliği kanıtlanmış diğer belgelerle kıyaslanır. Yazının içeriği daha önce yayınlanmış gerçek belgelerle kıyaslanır. Kullanılan sözcükler, deyimler, format eski gerçek belgelerle kıyaslanır. Tüm bu inceleme-araştırma gazeteciye, belgenin doğruluğu konusunda bir dizi ipucu sağlayıp kanaat oluşturmuşsa, belge imza sahibine gösterilir ve görüşü istenir. Keza, belge, eşzamanlı olarak, antetin sahibi, Genelkurmay'ın bir yetkilisine gösterilir ve görüşü istenir.

‘GENELKURMAY’A ULAŞILABİLİRDİ’
Türkiye şartlarında, belge üzerindeki inceleme-araştırmayı yapmak mümkündür, çok da zor bir iş değildir. İkinci aşama olan, imza sahibi ve Genel Kurmay'dan görüş almak ise büyük bir ihtimalle çok zor ya da imkansız gibi görünse de mutlaka denenmelidir. İadeli taahhütlü mektup, kurye ve e-mail hatta bizzat Genelkurmay karargahına kadar gidip belge ilgili iki kişiye elden bile teslim edilebilirdi. Belge, imza sahibine ve Genelkurmay'a ulaştıktan sonra, muhatapların yanıt vermesi için makul bir süre tanımak gerekir.
Gazete, ancak bu süre içinde gelecek yanıtları/görüşleri yayınlayacağını, aksi takdirde belirlenen tarihte belgeyi ya da içeriğini, imzalayan kişi ve kurumun görüşleri olmadan yayınlayacağını açıklar. Tüm bunlar yapılsaydı, Taraf profesyonel davranmış olurdu. İtham altındaki imza sahibi kişi ile kurumun da makul süre içindeki olası sessizliği ikrar olarak yorumlanabilirdi. Ayrıca itham edilen kişi ve kuruma da söz/savunma hakkı verilmiş olurdu. İmza sahibi ve kurum, belgenin sahte olduğunu belgelere dayanarak, ikna edici ve ayrıntılı gerekçelerle açıklasa da, haber değeri azalmazdı. O zaman bu belgenin kim tarafından nasıl hazırlandığı araştırması/tartışması gündeme gelirdi ki, bu da yine gazetecinin yanı sıra askeri/sivil makamların görev alanına girerdi.

AYSEL KILIÇ - BİRGÜN

Hiç yorum yok: